Suphilerin Öldürülmeleri: Kim, Ne Dedi? Hamit Erdem
Mustafa Suphi 1882de Giresunda doğmuştur. İyi bir eğitim almış, Kudüste başlayan öğrenim hayatı; Şam, Erzurum, İstanbulda devam etmiş, Pariste tamamlanmıştır.
İttihat ve Terakki partisinde başlayan politik yaşamı, bir başka Türkçü parti Milli Meşrutiyet Fırkasında devam etmiş, Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra İttihatçıların yarattığı terör ortamında Sinopa sürülmüş, oradan da Kırıma kaçmıştır.
Rusyada, 1918 yılına kadar yabancı ve düşman unsur muamelesi görerek ikinci sürgünlüğünü yaşayan Mustafa Suphi, bundan sonra sol kimliği ile tanınacaktır.
1918-20 yıllarında Rusyadaki Müslüman halklar arasında başlayan toplumsal uyanışın başarılı olabilmesi için Kırımdan, Moskova, Kazan, Bakü ve Taşkente kadar geniş bir coğrafyada mücadele yürütmüştür.
1918de Moskovada Bolşevikler ve Müslüman-Komünistlerle başlayan işbirliği sonucunda Türk Sol Sosyalistleri Kongresini toplamış, aynı yıl düzenlenen Müslüman Komünistler Kurultayına katılmıştır. 1919da Moskovada toplanan III. Enternasyonal 1. Kongresinde Türkiye komünistlerini temsil etmiş, 1920de Baküdeki Birinci Doğu Halkları Kurultayında ise Başkanlık Kurulu içinde yer almıştır.
Mustafa Suphi 10 Eylül 1920de, Türkiyeden gelen delegeler ile Rusyadaki esir düşmüş Türkler arasından seçilen temsilcilerin katıldığı Türkiye Komünist Fırkası kuruluş kongresinde başkan seçilmiştir.
Kongre sonrası, TKF faaliyetini Anadoluya nakletmeye karar vermiş, bu amaçla Kazım Karabekir ve Mustafa Kemal Paşalarla ilişki kurmuştur.
Dönüş yolu, Kazım Karabekir Paşanın organize ettiği ve öteki ucu Ankaraya uzanan bir tuzağa dönüşmüş, 28 Kânunusani (Ocak) 1921 günü Mustafa Suphi ve on dört arkadaşı Trabzon açıklarında vahşice öldürülerek Karadenize atılmıştır.
Kim, ne dedi?
Baküden Anadoluya dönüşlerinde, Mustafa Suphi, eşi Meryem Hanım ve onunla birlikte diğer Türkiye Komünist Fırkası yöneticisi ve üyelerinin nasıl ve kimler tarafından öldürüldüğü üzerine o günden bu yana birçok yazı yazılmış ve araştırma yapılmıştır.
Son Osmanlı Sadrazamlarından Kamil Paşanın torunu olan Hint Tarihi Ordinaryüs Profesörü Hikmet Bayur; Mustafa Suphilerin katledilmeleri emrini veren kişinin, Ankaradaki devlet büyüklerinden hiç kimsenin olamayacağı gibi Kazım Karabekir Paşanın da asla böyle bir işe girişmeyeceğini, Yahya Kâhyaya emrin olsa olsa İttihatçılar tarafından verilmiş olabileceğini yazmaktadır.
Cinayetin İttihatçılar tarafından işlendiğine ilişkin değerlendirmelerde bulunanların dayanakları farklılık göstermektedir.
Mustafa Suphinin İttihatçı karşıtlığı, İttihatçıların Anadoludaki örgütleri kanalıyla iktidara oynaması ve Mustafa Suphiyi bir engel olarak görmeleri, Türkiye Komünist Fırkası içindeki ittihatçı ajanlar ve Ord. Prof. Hikmet Bayur gibi devlet büyüklerinin böyle kirli işlere kalkışmayacağı inancı farklı araştırmacılarca İttihatçıları cinayet zanlısı yapmaktadır.
İttihatçı tezlerin en önemlilerinden biri Türkiye Komünist Fırkası içinde bulunan ve dönüş yolunda devlete ajanlık teklif ettiği için canını kurtaran Süleyman Sami üzerinden yapılan değerlendirmelerdir. Yaşamının ana çizgileri artık bilinebilen Süleyman Saminin, farklı bir insan olan bir başkasıyla; Teşkilat-ı Mahsusanın militanı (Hacı) Selim Sami ile karıştırılması İttihatçılar tezini öne çıkarmaktadır.
Mahmut Goloğlu, Rasih Nuri İleri, (eski) Türkistan Milli Komite Reisi (Hocaoğlu) Osman Hoca gibi yazarların yanında günümüzden Mehmet Perinçek de, Süleyman Saminin, (Hacı) Selim Sami olduğunu ileri sürerek ve bunun üzerinden katliamın sorumlusu olarak İttihatçıları görmektedirler.
Cinayet üzerine gözlerin çevrildiği Kazım Karabekir Paşada Türkiye Komünist Fırkası heyetinin, Mustafa Suphinin İttihatçı karşıtlığı nedeniyle ortadan kaldırıldığını yazmaktadır.
Yazar Samim Kocagöz, Mustafa Suphiyi ve arkadaşlarını İttihatçıların öldürttüğü anlaşılmaktadır diyerek kesin yargısını belirtmektedir.
Mustafa Suphi Taşkentte. Yanındaki kadın, Kazan Sosyalist Komitesi Başkan Yardımcısı Emine Muhiddinova
Fedakâr yoldaşlarımız Karsta tilki izaz (hürmeti) ve ikramatı (ikramları) görmüştü
Yazar İsmet Bozdağ, Kemal Tahir Söyleşileri; Mustafa Suphilerin katledilmesinin karanlık öyküsü adlı yazı dizisinde Kemal Tahirin; Lenin ve Stalinin, Mustafa Suphiyi Galiyev çizgisinde olduğundan Mustafa Kemal Paşaya para karşılığında öldürttüğüne inandığını yazmaktadır.
Yalçın Küçük, Erzurum Valisi Hamit Bey, Kazım Karabekir Paşa ve Erzurumdaki Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyetinin terörü marifetiyle, linçten kurtarma gerekçesiyle boğulmak üzere Erzurumdan Trabzona götürüldüler, diye yazmaktadır.
Gazeteci Metin Toker cinayetler için neden acaba diye sormuş ve Ankara, olayı hep deniz kazası olarak niteledi, Sovyetler bilgi sordular onlara da aynı cevap verildi. Tabii o konjonktür içinde böyle bir temizleme hareketi Sovyetlerin göstereceği tepki bakımından cüretli bir teşebbüstü ama demek Sovyetlere iyi teşhis konmuştu diye cevaplamıştır.
1925de Türkiye Komünist Partisinin Merkez Komitesinde yer alan sonrada Kemalizmi seçen Şevket Süreyya Aydemir, Mustafa Suphi cinayetinde yer alan kişileri; Kazım Karabekir Paşa, Erzurum Valisi Hamit Bey ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyeleri olarak yazmaktadır.
Fethi Tevetoğlu; uzun değerlendirmelerinin sonunda Trabzonluların ve Atatürkün basireti sayesinde yok edilmişlerdir diyerek net bir yargıya varmaktadır.
Yavuz Aslan, çeşitli muhtemel çevreleri uzun uzun tartıştıktan sonraİttihatçıların Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürtmüş olma ihtimali, diğer ihtimallere göre çok daha fazladır diye yazmaktadır.
Mete Tunçay, cinayetin Kazım Karabekir Paşa Vali Hamit Beyin ortak kararlarıyla; kendi inisiyatifleri, kendi dünya görüşleri ve Doğuda kurdukları egemenlik düzeninin gereği sonucunda öldürüldükleri görüşündedir.
Suphilerin öldürülmesinde son halkada yer alan kişilerin arasında (Trabzonun kabadayılarından İttihatçı ve Kuvay-ı Milliye Kumandanı) Yahya Kâhya da bulunuyordu. Mete Tunçayın Türkiyede Sol Akımlar kitabının basılmasından sonra Yahya Kâhyanın oğlu Osman Kâhya, Mete Tunçaya bir mektup yazarak babasının eylemini savunmuş ve şöyle yazmıştır: Yahya Kâhya Bey o zamanki faktörlere göre vatani vazifesini yapmıştır, asıl katilin bugün tapılan biri olduğunu zaman gösterecektir.
23 Haziran 1921de Komintern Başkanı Zinovyeve gönderilen bir belgeye göre; Türkiyenin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa Mustafa Suphi ve diğer Türk komünistlerinin öldürülmesine hükümetin kayıtsız kaldığını kabul etmemekte ve Suphilerin öldürülmesini engellemeyen Trabzon Valisi ve emrindekilerin ağır ceza aldıklarına dair verileri böyle bir veri hiç olmadı- bildireceğini söylemiştir.
Baküde kalan TKF üyesi Ahmet Cevat 2 Nisan 1921 tarihinde Pavloviçe gönderdiği mektupta şöyle yazmaktadır: Korkunç ve kanlı darbe yoldaşlarımıza 28 Ocakta indirildi; iki aydan uzun süreden beri yoldaşlarımız kayıp ve birçok rapora göre, Trabzon burjuvazisi ve bizzat hükümet tarafından satın alınmış cellâtların darbeleri altında yaşamlarını yitirdiler
Mustafa Suphi ve TKF heyetinin öldürülmelerinin 2. yılında anıları için Moskovada çıkarılan kitapta; İlhami Saffet Büyük Ölülerimiz ve Anadolu Diktatörlüğü , Ahmet Cevat Matem Günü Dolayısıyla başlıklı makalelerinde; Memleket dâhilinde bir nutuk irad etmemiş ve bir makale neşretmemiş 15 siyasinin alçakça itlafı nasıl kabil olabilir diye sorulmakta ve fedakâr yoldaşlarımız Karsta tilki izaz (hürmet) ve ikramatı (ikramlar) görmüştü, onlar; sınıfi farkların, sınıfi istismarların, sınıfi muhasama ve mübarezelerin lafını bile işitmeye tahammül edemeyen Türkiye bürokrat ve burjuva sınıflarının kendi sınıf menfaatlerini muhafaza için en vahşiyane cinayetler önünde zerre kadar tereddüt etmezler denilmektedir.
Kazım Karabekir Paşa: Eğer Suphi olayını sorarlarsa
Türkiye Komünist Fırkası Merkez-i Heyet üyesi olan yedi kişiden Baküde kalan Kayserili İsmail Hakkı ve Süleyman Nuri dışındaki beş kişi Anadoluya gelen heyet içindeydiler.
Bunlardan Mehmet Emin Maçkada alıkonulmuş, geriye kalan diğer Merkez-i Heyet üyeleri; Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Hilmi oğlu (Arap) İsmail Hakkı, Cemil Nazmi öldürülenler arasındadır.
Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmelerinde emrin kim tarafından verildiği bugün için bilinmemektedir.
Olayların karşılıklı temaslar sonucunda normal işleyen olumlu bir süreçten negatife döndüğü tarih; 25 Aralıkta (1920) Kazım Karabekir Paşanın Mustafa Kemal Paşaya çektiği ve gelen heyeti bir refakatle Ankaraya göndereceğim telgrafından sonra, Mustafa Kemal Paşanın Kazım Karabekir Paşaya 29 Aralıkta cevaben, heyetle siz görüştükten sonra cevabınızın bildirilmesi telgrafıyla değiştiği kesindir.
Bu telgrafa Kazım Karabekir Paşanın yanıtı ve Mustafa Kemal Paşanın karşı değerlendirmesi bilinmemektedir.
Bilinen ise, Kazım Karabekir Paşanın bu günlerden itibaren girdiği faaliyetlerden, çevirmeye başladığı kirli oyunlardan, Mustafa Suphi heyetinin Ankaraya sokulmaması kararına varıldığı ve bunun uygulamasına geçildiğidir.
Bugün işlenen faili meçhul cinayetlerde bile olayın gerçek sorumlusunu çoğu zaman bulmak mümkün değilken, 1920 koşullarında bu durum daha vahimdi.
Erzurum Valisi Hamit Bey (Kapanlı), Doğu Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa, Erzurumda kurdukları Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti ve Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yöneticilerinin birlikte tertibin içinde yer aldıkları belgelerle sabittir.
Karsta tören yapılarak karşılanan bir heyetin kaderi Erzurumdan sonra ölüm yolculuğuna dönmüştür.
Kazım Karabekir Paşanın, Mustafa Kemal Paşa ve Hükümetin onayı olmaksızın olası sonuçları kendisini sıkıntıya düşürecek böyle bir heyetin toplu olarak öldürülmesi emrini vermesi de o günün koşullarında mümkün değildir. Bu durum, Vali Hamit ve Yahya için de keza böyledir.
Suikasttan sonra; Trabzon Valisinin, Hükümetin, Kazım Karabekir Paşanın ve Türkiyenin Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşanın olayla ilgimiz yok, bu bir deniz kazasıdır argümanını sözleşmişçesine dile getirmeleri oldukça anlamlıdır.
Trabzonda, Yahyanın Umumi Vekili Mehmet Efendiye koş kardeşini kurtar, bunlar öldürülecek, emir büyük yerden diyerek gelenlerin içinden Abülkadirin kurtarılması, Yahyanın gelen heyetin akıbetini okuması bunun bir plan içinde gerçekleştirildiğini güçlendirmektedir.
Bu büyük cinayetten sonra Hükümetin hiçbir soruşturma yapmaması, sorumluların bulunması konusunda teşebbüste dahi bulunmaması olayın boyutunun Erzurum ve Trabzonu aştığını göstermektedir.
Tablonun görünen yüzünün gerisinde cereyan eden olaylar ise Ankarada tırmanmaya başlayan iktidar mücadelesinde; 1920 yılının ortalarından yılsonuna kadar geçen zaman diliminde iklimin oldukça değiştiği, komünizme ve komünistlere bakışın bu geçen dönem içinde farklılaştığı; eşraf, ağa, büyük toprak sahibi milletvekilleriyle, İttihat ve Terakkinin tedrisatından geçmiş Batı yanlısı paşa ve memurlardan meydana gelen Büyük Millet Meclisinde birinci büyük ittifakın komünistleri dışarıda bırakmak üzere geliştiği görülecektir.
Bir telgraf bilgisi ile tamamlayalım.
Olayların merkezindeki kişi Kazım Karabekir Paşadır. Mustafa Suphi ve TKF yöneticileri katledildikten sonra Tiflisdeki TBMM temsilcisi Kazım (Dirik) Beye bir telgraf göndererek; eğer Suphi olayını sorarlarsa, onun memlekete İngilizler tarafından ve onların namına ihtilal çıkarmaya gönderildiğini, bunların aslında Hürriyet ve İtilaf partisi yandaşı olduklarını, bilhassa şaki Çerkes Ethemin iki kardeşiyle bir olup komünizm taraftarı oldukları ve Yunanlılarla müştereken hükümet ve ordu aleyhine isyan çıkarmak üzere memlekete ayak basar basmaz her türlü anarşist şahısla ilişkiye geçtiği ve hakkında dehşetli nümayiş
gibi, (Kazım Karabekir Paşanın o anda aklına gelen bütün uğursuz yalanlar bunlar olsa gerek) bunları aynı anda yapan birisi olarak gösterilmesini istemiştir.
Tiflis Mümessili Kazım Beyefendiye
Baküden gelerek Ankaraya gitmek isteyen ve fakat Erzurum ve Trabzonda ahalinin nefretli nümayişleri karşısında Batuma kaçan Mustafa Suphi Heyeti hakkında icap edenlere âtideki malumatı verirsiniz:
Mustafa Suphi Heyeti, Türkiyeye ayak basar basmaz İstanbulda ve Anadoluda komünist ve anarşist eşhastan mürekkep bazıları ile münasebata geçti. Son zamanlarda bunların bir kaçı tevkif edilerek üzerinde zuhur eden evraktan Mustafa Suphi ile muârefe ve muhabereleri olduğu ve kendilerinin Türkiyede ihtilal çıkarmak üzere İngilizler tarafından gönderildikleri anlaşıldı. Bu mesele şahsen İngilizlerce maruf ve mergub ve esasen İngiliz ve Antanta taraftarı Hürriyet ve İtilaf Fırkasına intisab etmiş olan Mustafa Suphinin memlekette ancak İngilizlerin hesabına ve Antanta lehine bir ihtilal koparmak niyetiyle memlekete girdiğine dair büyük şüpheler tevlid etmiştir. Bilhassa Şaki Ethemin iki kardeşiyle birlikte komünist taraftarı oldukları ve Mustafa Suphi ile muhabereleri olduğu halde, Ankara Hükümetine isyan ve Yunanlılarla müştereken ordumuz aleyhine harbe kıyam etmeleri bu şüpheyi takviye etti. Memleketin her tarafında Mustafa Suphi aleyhinde dehşetli nümayiş oldu.
Şark Ordu Kumandanı
Kazım Karabekir
Kaynaklar
Milliyet Gazetesi Arşivi
Rüstem Aziz (Derleyen), Mustafa Suphiler (Şahsi Dosyası-Değerlendirmeler-Anmalar), Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul 2009
Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkasının Kuruluşu ve Mustafa Suphi, T.T.K. Yayınları, Ankara 1997
Mete Tunçay, Türkiyede Sol Akımlar 1 (1908-1925) Belgeler 2, BDS Yayınları, İstanbul 1991
Hamit Erdem, Mustafa Suphi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2010
Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, Sarmal Yayınevi, İstanbul 1995
Mahmut Goloğlu, Milli Mücadele Tarihi IV, Cumhuriyete Doğru, T. İş Bankası Yayınları, İstanbul 2010
Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, İstanbul 2003
Fethi Tevetoğlu, Türkiyede Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ayyıldız Matbaası, Ankara 1967
Mehmet Perinçek, Atatürkün Sovyetlerle Görüşmeleri, Kaynak Yayınları, İstanbul 2007
Mustafa Suphi ve Yoldaşları, 28-29 Ocak 1921i Unutma, İnfo-Türk Ajansı, Brüksel 1975
Yücel Demirel (Çeviren) TKP MK 1920-1921 Dönüş Belgeleri-1, Türkiye Sosyal Tarih Araştırmaları, İstanbul 2004
Yalçın Küçük, Sırlar, YGS Yayınları, İstanbul 2001
Toplumsol
Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz'de öldürülmelerinin Ankara ile hiç bir bağıntısı olmadığını mı anlamalıyız bundan? Yoksa ''ittihatçılar'' denildiğinde buna Ankara dahil mi ediliyor?
MUSTAFA SUPHİ ve YOLDAŞLARI'nın hunharca ve iğrençce kalleşce katledilmelerinin Kaatil Enver'in üzerine yıkılması tezini reddediyorum.
Sürekli bir madur edbiyetı.
İdolojik olarak katılmasam da Oğuzhan Müftüoğlu ne kadar haklı konuştuğunu ve onu o sözünden dolayı kutladığımı gönülden söylüyorum
12 eylül ün zorba yönetiminden şikayet eden sözde solcu devrimci komünistler için Şunu demişti Biz 12 eylülün mağdurları değil muhataplarıyız.demişti
Yıllardır şunu duyarım Mustafa Suphi ve arkadaşlarını Envet kazım Veya M.Kemal katletti.
Kardeşim onlar bu ülkeye dövüşmek için gelmedi mi dövüşmede ölüm yok mu tuzak yok mu elini kokunu sallayarak savaşa gelmişlerse bu kimin suçu. Eğer ulusal kurtuluçular a güvenmiş canını onlara emanet etmişse burjuvaya ne kadar güvenildiğini canlarını vererek öğrendiler
Peki burjuva güvenilmeyecekse niçin güvendiler onların bu konuda suçu yok mu.
Sana ne birinin kurtuluşu sen kendi davan olan sosyalizm davasına bak ve düşmana güvenme.
Güveniyor da kahpeliğe uğramışsan da sürekli sızlanma.Suç SENİN.
Ne diyor Nazım Hikmet İşçiler suçun büyüğü senin diyor.
Mustafa Suphi ve arkadaşları da suçludur. kime güveneceklerini bilmedikleri içinde acemidir. Onları oraya tedbir almadan gönderende suçun ortağıdır.
Sürekli sızlananlardan bıktık artık. Fırsat senin eline geçse idi gül mü verecektin.
Yıllarca duyduk Mustafa Suphi yoldaşları öldürmüş. Kim M.Kemal ve Arkadaşları Bıktık artık bu mağdur edebiyatından Bu ülkede binlerce devrimci öldürüldü.Binlerce devrimcide Faşist karşı devrimci öldürdü.
Ölünecek bir davan yoksa zaten davan yok demektir. Onların varmış ki ölümü göze almış gelmişler.
https://www.sosyalistforum3.net/showthread.php?p=379332#post379332
SF'de yazmış bunları İ.Seçil; yani bizdeki adıyla Hakkı, baykuş vb. Ve ilk kez, evet evet ilk kez büyük çoğunluğuyla katıldığım bir yorum. Katılmadığım yerleri de var ama, ilk kez baştan sona kendi kendisiyle tutarsız olmayan ve uyum gösteren bir yorum bu.
Suphi'lere geldiğimizde, burjuvazi tarafından Karadeniz'in soğuk sularına gömüldükleri kesin. Tetikçi de belli. Ama emrin kim tarafından verildiği hala tam anlamıyla karanlık. Ülkede böyle bir olayın olmasının M. Kemal'e rağmen gerçekleştirilemeyeceğne inanıyordum. Ne var ki, bu konularda daha fazla bilgiye ulaştıkça bu konuda da farklı bir sürecin işlemiş olabileceği, Kazım Karabekir'den Enver Paşa'ya kadar dönemin pek çok sivrilmiş şahsiyetlerin bu konuda ''görev'' üstelenebileceği gerçeğini de yabana atmamak gerektiğini düşünüyorum.
Bu konuda Suphi'lere yöneltilen ''burjuvaziye güven olmaz, gelmeselerdi'' düşüncesine de katılmıyorum. Onlar Anadoludaki ulusal dirence sınıfsal bir katkı vermek için yola çıkmışlardı. Sosyalistlere yakışanı da buydu. Daha fazla emniyetli bir şekilde hareket edilebilir miydi sorusu elbette sorulabilir ve meşru bir sorudur bu. Ama ''gelmeselerdi'' yakıştırması reddedilmelidir. Doğru bir söz, bu yola baş koyulmuşsa ucunda ölüm de olabileceğini biliyorlardı. Ölümleri, öldürülmeleri Suphi'leri öngörüden yoksun saf, romantik sosyalistler oldukları anlamına gelmez.
...