Biz diktatöre diktatör deriz!
"Emperyalizmin ve sermaye sınıfının çıkarları için, 12 Eylül askeri darbesiyle yaşama geçirilen ülkemizdeki dönüşümün sonucu işte böyle bir gerici rejim olmuştur. Böyle bir rejimin yönetim biçimi ise diktatörlüktür! Lafı hiç uzatmadan bu tablonun adı konulmalıdır. Diktatöre diktatör denmelidir!"
Adını koymak gerekir. Bugün Türkiyede yeni bir rejim vardır ve bu rejim AKP ile tek partide, AKP içinde bir ekibin yönetiminde ve bu yönetimin başında bir aile şirketi gibi davranan Recep Tayyip Erdoğan'ın kişiliğinde somutlanmaktadır. Bu rejim, gerici, işbirlikçi ve emek düşmanı karakteri kadar, aynı zamanda, tek adamcılıkla yönetilmektedir.
2002 yılında iktidara gelen AKPnin zeminini iyi anlamadan bu süreci doğru okumak mümkün değildir. 1945lerden sonra dünya emperyalist sisteminin girdiği yönelimle doğrudan bağlantılı olarak Cumhuriyet rejimi, anti-komünist bir yapılanma ile kendini var etmiş, bu durum ülkemizde gericiliğin desteklenmesi ve önünün açılması ile devam etmiştir. İslamizasyon kelimesi ile ifade edilebilecek bu sürecin en önemli dönüm noktası 12 Eylül askeri cuntası olmuştur. Askeri darbe, sermaye sınıfının çıkarları ile emperyalizme bağımlılığın ihtiyaçları doğrultusunda bir bileşkeyle ortaya çıkan ve 24 Ocak kararları olarak bildiğimiz neo-liberal ekonomik kararların hayata geçirilmesi için yapılmış, emekçilerin daha fazla sömürülmesinin yolu olarak solun ve ilerici dinamiklerin bitirilmesi amacını gütmüştür. Türk-İslam sentezi ile yeni bir ideoloji tarifi tam da bu zamanda devreye sokulmuş, zorunlu din dersleri, imam hatip okullarının açılması, Kuran kurslarının yaygınlaştırılması, tarikat ve cemaatlerin korunup kollanması ile hayata geçirilmiştir.
Ülkemizde AKPnin zeminini işte bu gerçeklik oluşturmaktadır.
12 Eylül darbesinden hemen sonra atılan bu adımlara paralel düzen krize girmiş, 1990-2000li yıllar bir fetret devri olarak yaşanmış, ordu yine kılıcını çekerek bu tabloyu AKP için düzeltmiştir. 2001 ekonomik krizinin ertelenmesi sonrası iktidara gelen AKP, bu zemin üzerinden toplumsal bir güç elde ederek iktidarını korumuş gözüküyor.
Ülkeyi, sınıfsal olarak değil de devlet ve toplum arasında bir çelişki olarak okuyan liberal tezler, AKP sürecini yetmez ama evet diyerek meşrulaştırmış, bu dönemde özelleştirme kutsanmış, devletin küçültülmesi söylenmiş, cemaatler sivil toplum kuruluşu sayılmış, ekonomik liberalizasyon demokrasi olarak sunulmuş, derin devletle mücadele adıyla hukuksuzluk ve hak gaspı görmezden gelinmiş, türban din özgürlüğü olarak propaganda edilmiş ve ülkemiz adım adım bu noktaya getirilmiştir.
Bugün geldiğimiz yerde ne özgürlük, ne demokrasi ne de refah ortaya çıkmış, tersine, bugün AKP iktidarıyla birlikte ülkemizde gericilik, baskı, hukuksuzluk alıp başını gitmiştir.
Ülkemizde bugün diktatörlük vardır. Gelinen sürecin özeti budur. İleri demokrasi hayalleri kuranlar diktatörün iki dudağından çıkacak sözlere bakmaktadırlar bugün.
Bakanlar Kurulunun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Kaç-AK Sarayda toplanmasının adı budur. Başkanlık sistemine geçişle birlikte tek adam yönetimi.
Bu açıdan Cumhurbaşkanının başkanlık ettiği Bakanlar Kurulu toplantısı sembolik ve geçici bir uygulama olarak görülmemelidir. Bu toplantı, gerici AKP iktidarının kurduğu yeni rejimin nasıl yönetildiğinin somut göstergesidir.
Emperyalizmin ve sermaye sınıfının çıkarları için, 12 Eylül askeri darbesiyle yaşama geçirilen ülkemizdeki dönüşümün sonucu işte böyle bir gerici rejim olmuştur.
Böyle bir rejimin yönetim biçimi ise diktatörlüktür! Lafı hiç uzatmadan bu tablonun adı konulmalıdır. Diktatöre diktatör denmelidir!
Çok güzel!.. Sonunda Esad'a diktatör demenize sevindim.