Seçimler ve boykot-Erkan Baş
Son zamanlarda o kadar çok insan seçimler ile ilgili soru soruyor ki, Birleşik Haziran Hareketi (HAZİRAN) Yürütme Kurulu üyesi olmama rağmen, bir süredir gazeteleri bir de bakalım bugün kiminle ittifak yapıyormuşuz diye okuyorum!
Şaka bir yana, Türkiyenin içinden geçtiği süreç ve belki de bu sürecin sonuçlarından birisi olarak doğan Birleşik HAZİRANın da etkisinin kendisini hissettirmesi ile birlikte solda seçim tartışmaları, günlük siyasetin odağına yerleşti.
Ortalıkta gezinen sözde bilgilerin ve gazetelere yansıyan haberlerin çok azının HAZİRAN açısından somut gerçekleri yansıttığını söyleyerek başlayalım.
Seçimler önemsiz mi?
Değil elbette.
Ancak seçimleri önemli kılanın seçim sonrası oluşacak tabloya en etkili müdahaleyi yapacak güçle çıkmak olduğunu da unutmamak gerekiyor.
Türkiye solunun seçim pratiğine eleştirel yaklaşsak bile elimizde somut bir veri var; gerçek karşılığını seçim dönemlerinin dışında, pratik mücadelenin içinde ve uzun soluklu somut mücadele zeminlerinde kuramayan bir hareketin seçimlerde başarılı olma olasılığı yok. Buna Türkiyede sosyalist solun sandık karnesine yansıyan notunun gerçek durumunun gerisinde olduğunu da ekleyebiliriz.
Bu verilerden hareketle HAZİRAN Hareketinin bugüne kadar kimi eksikleri olmakla beraber esas olarak doğru bir seçim taktiği izlediğini söyleyebiliriz.
Öncelikle bir seçim ittifakı olmadığımızın altını kalınca çiziyoruz. Esas olanın mücadelenin sürekliliği ve toplumun en geniş kesimlerini politik özne kılmak olduğu noktasında ortaklaşıyoruz. Türkiyede siyasetin temel eksiğinin, düzen dışı devrimci bir siyasal hattın ve emekçi halkın etkin bir politik güç olamaması olduğunu yazıyor, buradan hareketle, bu eksiği kapatmayı merkeze alan bir tarzla/arayışla hareket ediyoruz.
Gerçek işimizi iyi yaptığımız, mücadeleyi büyüttüğümüz oranda seçimin bir gündem olarak önümüze geleceğini bilmekle beraber, henüz kuruluş aşamasındayken mümkün olduğunca seçim tartışmalarına gerektiğinden erken ve gerektiğinden fazla girmemek konusunda net bir karar almıştık.
Daha somut konuşacak olursak, HAZİRANın şu ana kadar seçimle ilgili almış olduğu tek kararı şöyle özetleyebiliriz; HAZİRAN, seçimlerde, seçimin ertesi günü daha güçlü olmak için bir değerlendirme ile ortak bir karar alacaktır.
Özetle HAZİRAN seçimden sonra daha önemli olacak diyoruz.
Net kararımız budur, ötesi spekülasyondur.
Son olarak tüm HAZİRANcıların ve HAZİRANa umutla bakan dostlarımızın bilmesini istediğim bir şey var; HAZİRAN, pazarlıklara, gizli görüşmelerle kapalı kapılar ardında alınacak kararlara kapalıdır.
Hareketimizin en önemli özelliği Türkiyede ve hatta sol içinde yeni bir dönemin karakterini, hareket tarzını yaratmak üzere kuruluş olmasıdır. Bu sadece rekabetin yerini dayanışmanın, ayrılıkların yerini ortaklıkların alması değil. HAZİRAN anlayışı, karar süreçlerinde sonuna kadar açık, şeffaf ve her HAZİRAN emekçisinin sözüne değer verilen bir yaklaşımı temel almayı gerektirir.
Seçimler söz konusu olduğunda da kuruluş felsefesine aykırı bir davranış içinde olmayacağız. HAZİRANcılar olarak bu çatının altında buluşmuş herkese önsel bir güvenle yaklaşıyoruz ve çok rahatız, dostlarımız da rahat olabilir.
Boykot
Buraya kadar aktardığımız bilgilerden sonra bir ek yapabilirim. İçinden geçtiğimiz günlerde HAZİRANın Yürütme Kurulundan yerel meclislerine, tüm temel organlarının öncelikli gündemi, (kimileri için şaşırtıcı olsa bile) seçimler değil 13 Şubat günü gerçekleştireceğimiz boykottur.
Türkiye Meclisi toplantısında karar altına aldığımız Bilimsel ve Laik Eğitim için Ayaktayız kararının bir parçası olan uyarı boykotu, HAZİRANın ülkemizin bir bütün olarak gericileştirilmesine karşı başlattığı mücadelenin en önemli etaplarından birisidir.
Türkiyenin önemli bir seçime doğru gittiğini görüyoruz ve tam bu nedenle içinden geçtiğimiz günlerde, emekçilerin, solun ülkenin gerçek gündemleriyle ilgili tavrını ortaya koyması, mücadele kararlılığını yansıtması ve toplumsal mücadeleyi büyütmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Cuma günü gerçekleştireceğimiz uyarı boykotu HAZİRANın kendisini sınadığı, gücünü dosta düşmana gösterdiği bir eylem olmayacak. Esas amacımız Türkiyenin aydınlık ve uyanık güçlerinin iktidara karşı mücadele azim ve kararlığının sürdüğünü, bir adım geri çekilmeyeceğimizi ve en temel haklarımızın gaspı karşısında sessiz kalmayacağını göstermektir. Başta işçi sınıfımızı ve emekçi-yoksul halkımızı esir almak isteyen dinci gericiliğe karşı bir ayaklanma çağrısı yapıyoruz. 13 Şubat günü sokaklara taşınacak bu daha başlangıç, mücadeleye devam sloganının anlamı bu olacak.
Daha somut yazalım, geçen sene Eylüle doğru HAZİRANın yokluğunda dört bir yanda kendiliğinden gelişen tepkiler, önümüzdeki Eylülde seçim sonuçları ne olmuş olursa olsun, HAZİRAN birikimiyle buluşacak ve AKPnin gerici saldırısı püskürtülecektir.
Tekrar bugüne dönersek...
Önemli olduğu sık sık hatırlatılan seçimden solun ve dolayısıyla emekçi halkımızın güçlenerek çıkması için önce solun gerçek bir toplumsal güç olduğunu ortaya koyması gerekiyor.
Sokakta, hayatta güç olduğunuzda sandıktan da güçlenerek çıkma olasılığınız vardır.
Tersi ise bugün Türkiyede mümkün değildir.
Seçimler için pusulamız bağımsız siyaset olmalıdır (Uğur Yıldırım)
"Seçim sonrasında gövdesini ve siyasal berraklığını koruyabilen bir HAZİRANa mutlak suretle ihtiyacımız var. Soğukkanlılığımızı yitirmeyelim, siyasetimizi manipülasyonlara karşı koruyalım, iddiamızı ve gövdemizi büyütelim
Gerisi mutlaka gelecektir. Devrimler kriz dönemlerinde yapılır. Şuna karar vereceğiz: devrim arayışını/yürüyüşünü başlatacak mıyız yoksa günü mü geçiştireceğiz? Hakiki soru tam olarak budur."
Seçimler yaklaştıkça taktikler, ittifaklar, adaylık teklifleri vb. su yüzüne çıkmaya başladı. Biz ise yazımıza somut taktiklerden değil de genel çerçeveden başlayalım.
Bir önceki yazımızdakileri tekrar etme pahasına Türkiyedeki siyasal durumu özetlersek. Bir tarafta bedeli ne olursa olsun iktidara tutunmaya çalışan Tayyip Erdoğan kliği var. Bu klik iktidardan düşmemek için her yolu deniyor ve deneyecektir. Diğer tarafta ise CHPnin merkezi yönetimi, F-tipi Cemaat, TUSİAD ve bir şemsiye olarak Emperyalizm vardır. Bu cephenin temel hedefi Erdoğan kliğini alt edip sermaye sistemini restore etmektir. Belirtmeden geçmeyelim. İkinci cephenin hedefinde bağımsızlık, emek, laiklik bulunmuyor. Bu cephe de İkinci Cumhuriyeti veri alıyor. Başka bir biçimde söyleyecek olursak, ikinci cephe AKPye değil de sistemi tıkayarak sermaye egemenliğini de riske atan kliğe karşıdır. Bir de bu iki cephenin yanı sıra solun tartışma gündeminde bulunan HDP/PKKyi ele almak gerekir. HDP/PKK yukarıda tarif edilen her iki cepheyle de ilişki kurabilme yeteneğine, gücüne ve niyetine de sahiptir. Süreci kim kazanırsa onunla masaya oturacaklardır. Hatta kurdukları politik ilişki gereği 2013 Haziranında (Gezi süreci) AKPnin iktidardan düşmesini istememişlerdir. Dahası, diğer siyasal tutumları bir yana Kürt ulusalcılığından ötürü ülkenin geri kalanıyla aralarında doğal bir set bulunmaktadır.
Siyasal saflaşmanın hemen hemen yukarıdaki gibi olduğunu kabul ediyor muyuz? Ediyorsak devam edelim.
Durum böyleyse sosyalistler/devrimciler ne yapabilirler? İki olasılık vardır. Ya ikinci cephe kazansın da biraz rahatlayalım denilecek ya da siyasal krizin yarattığı olanaklara odaklanılacak. Kendimize şu soruyu soralım: sığınacak bir liman mı arayacağız yoksa sistemin krizinden faydalanarak yol almak ve öz gücümüzü büyütmek mi isteyeceğiz. Bu soruya verdiğimiz cevap hangi yöne doğru ilerleyeceğimizi de belirleyecek. Gerisi boş laf, makyaj ve seçtiğimiz yolu gizleyen bir tül işlevi görür.
Önderlikler kritik tarihsel dönemeçlerde çok önemli bir işlev görürler. Önderliklerin görevi yakın, orta ve uzun vadede siyasal gelişmeleri öngörebilmekle başlar. Öngörü yetmez, bunların ışığında tarihin gidişine yön verebilecek gücün de inşası gerekir. Sıradan ve örgütsüz insanların sık sık fikir değiştirmesi, medya kampanyalarının ardındaki gerçeği görememesi doğaldır. Çaresizlik içerisinde çırpınan kitlelere her şeyi ama her şeyi yutturmak mümkün hale gelir. Çaresizlik kitleleri öyle bir eğip büker ki Sarıgül bile çare olur, Ekmeleddinin eşinin başının açık olması bile önem kazanır. Ama önderlikler öyle mi? Puslu havada yol göstermek, çaresizlik anlarında derde derman olacak siyasetin önerilmesi onların görevidir.
Güçlü bir olasılık şöyledir: Erdoğan kliği seçimlerden galip çıkıp padişahlığın hukuki zeminini kurmaya girişecektir. Padişahlığın yasallaşması bir moral bozukluğu dönemi yaratacaktır. Ancak Yeni Türkiyenin çok uzun süre yaşayacağını sanmayalım. Rejim uzun süre ayakta kalacak ideolojik dayanaklardan, insan kaynağından, zor imkânlarından yoksundur. Bu ihtimal gerçekleşirse toplumdan yeni isyan dalgalarını beklemek gerekir. Evet, belki klik yıkılıncaya kadar bir süre daha topluma acı çektirebilir. Ama daha ötesine geçebilecek imkânlardan yoksun görünüyorlar. AKPnin şimdiye kadarki temel dayanağı para ile satın alınmış oydan, cehaletin okşanmasından, ustalıklı bir demagojiden ve din meselesinin istismarından geliyordu. Aslında bu açıdan bakılırsa AKPye oy veren tabanının toplam beşeri gücü oldukça kıttır. 2013 Haziran ayında siyasete el koyan 10 milyon insanın AKPyi nasıl afallattığına hepimiz tanık olduk. Öyleyse mesele o 10 milyonun uygun örgütsel formlarda bir araya getirilmesinde ve kendini dayatmasında yatıyor. Böyle bir zarureti ve imkânı tespit edebiliyorsak, en önemli marifeti oy cambazlığı olan AKPnin karşısında telaşa kapılıp da Emperyalizm-CHP yönetimi-Cemaat-TÜSİAD cephesinin çizeceği bir siyasi projeye razı olmak niye? Eğer razı olmazsak belki biraz (?) sıkıntı çekebiliriz ancak sürecin sonunda daha büyük siyasi imkânlara sahip oluruz.
Sosyalistler/devrimciler tarihsel bir fırsatlar dizisinin eşiğindeler. Bu fırsatları değerlendirmek istiyorsak:
1. AKPden korkmayarak işe başlanmalıdır. Bu şartlarda AKPnin başındaki klik inşa etmeye çalıştığı rejimi çok uzun süre yaşatamaz.
2. AKPnin başındaki kliğin karşısında 2. Cumhuriyeti oturtma çabasında olan güçlü bir koalisyon vardır. Bu koalisyonun peşine takılmamak gerekir. CHP-HDP ile ittifak meselesine bu pencereden bakılmalıdır.
3. Birleşik Haziran Hareketinin (HAZİRAN) temel gündemi bu dönemeçte ne yapıp edip gerçek bir güce dönüşmek ve ardından iktidar arayışını/yürüyüşünü başlatmak olmadır. Bir seçim taktiği belirleyeceksek bu elekten geçirmeliyiz.
4. İttifak ya hayat memat meselesi gündemdeyse ya da sonunda size bir eşik atlatacaksa anlamlıdır. AKPnin uzun süre yaşama sansı yokken ve HAZİRAN henüz dişe dokunur bir güç haline gelmemişken seçim ittifakı pek faydalı görünmüyor. Hele hele CHP-HDP-HAZİRAN gibi bir ittifak tarihsel bir fırsat değil HAZİRANın siyaseten silinmesi demektir. Çünkü HAZİRAN henüz başka siyasi güçlerle aşık atabilecek bir eşiği gelememiştir.
5. Öyleyse HAZİRAN ne yapıp edip siyaset sahnesinde var olduğunu/olacağını fiilen ispat etmelidir. Buna bir seçim taktiği yardımcı olabilir mi? Yardımcı olacak tek taktik HAZİRANın kendi siyasal çizgisini propaganda edebilmesini garanti altına alarak CHP ve HDP listelerinden kontenjan adaylar konusunda bir anlaşmaya varmasıdır. Bu taktik ancak HEPin 1991deki genel seçimlerinde SHP listelerinden seçime girmesini andıracaksa manalı olur. Peki bu mümkün mü? Sorunun cevabı HAZİRANdan çok muhataplarının tavrına bağlıdır.
6. Bir seçim taktiği mümkün olmuyorsa. HAZİRANın yapması gereken bağımsız adaylarla seçime girmek olmalıdır. Bağımsız adaylarla seçimlerde ancak bazı kısmi başarılar hedeflenebilir. Bu durumda bağımsız aday çalışmasının temel hedefi HAZİRANı daha fazla duyurmak, örgütlemek ve seçim sonrasına gövdeyi sağlam taşımak olacaktır.
Seçim sonrasında gövdesini ve siyasal berraklığını koruyabilen bir HAZİRANa mutlak suretle ihtiyacımız var. Soğukkanlılığımızı yitirmeyelim, siyasetimizi manipülasyonlara karşı koruyalım, iddiamızı ve gövdemizi büyütelim
Gerisi mutlaka gelecektir. Devrimler kriz dönemlerinde yapılır. Şuna karar vereceğiz: devrim arayışını/yürüyüşünü başlatacak mıyız yoksa günü mü geçiştireceğiz? Hakiki soru tam olarak budur.