Beyazıt'ta katledilen devrimciler anılıyor
Bugün açık bir kontrgerilla operasyonuyla yedi devrimci öğrencinin İstanbul Beyazıt meydanında katledilmesinin yıldönümü... Katliamla ilgili soruşturmalarda, Reşat Altay, Abdullah Çatlı, Oral Çelik, Haluk Kırcı, Razi Nazer gibi kontrgerillanın pek çok kilit isminin adı geçmiş ancak dava zaman aşımı gerekçesiyle düşürülmüştü. Katledilenler her yıl olduğu gibi bu yıl da Beyazıt Meydanı'nda anılacak.
(İleri - Haber Merkezi) 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi Merkez Binasından toplu halde çıkan öğrencilerin üzerine ülkücüler tarafından atılan bomba ve açılan ateş sonucunda solu öğrenciler; Hatice Özen, Baki Ekiz, A. Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, Cemil Sönmez, Murat Kurt öldürülmüştü. 30 yıllık kesintili dava sürecinde ortaya çıkanlar, katliamın arkasındaki kontrgerilla parmağına dair verileri gözler önüne serse de, dava 2008'de zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. Katliamın arkasındaki güçler, halka karşı yeni suçlar işlemeye devam ederken, katliamda kaybedilenler bugün saat 13:00'te Beyazıt Meydanı'nda anılacak.
EMNİYET, ÜLKÜCÜLER, NATO
Saldırının öncesinde Emniyet'e gönderilen bir bilgi notunda, "sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grup üzerinde dinamit atılacağı söyleniyordu. Ancak Emniyet, bu ihbar karşısında farklı bir 'önlem' tercih etti. O gün öğrencilerin toplu çıkışına eşlik etmesi gereken polisler başka bir göreve gönderilmiş, bu iş için daha sonra emniyette pek çok önemli göreve getirilecek Reşat Altayın sorumluluğunda yeni bir ekip görevlendirilmişti. Reşat Altay denetimindeki polisler öğrencileri okulu korumasız terk etmeye zorlamış ancak kendileri okulun dışına adım atmamıştı. Dışarıdaki az sayıda polisin de, Beyazıt komünistlere mezar olacak diye slogan atan ülkücü gruba yöneldiği sırada korumasız kalan öğrencilerin üzerine önce bomba atıldı, daha sonra da ateş açıldı. Atılan bombanın bir askeri birlikten alınan NATO silahı olduğuysa sonra anlaşılacaktı.
SADECE BİR KİŞİ DÖRT YIL HAPİS YATTI
Olaydan sonra Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, o dönem Ülkü Ocakları'nda görevli Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın ve Ahmet Hamdi Aksoy gözaltına alındı. Sanıklardan Sıddık Polat ise Elazığ'da yakalandı. 1978 yılında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı olayla ilgili soruşturma başlattı. 17 kişi hakkında takipsizlik kararı verilirken, diğer sanıklar hakkında 'idam' istemiyle İstanbul 1 No'lu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde dava açıldı. 15 ay süren yargılama sonunda, Polat 11 yıl hapis cezasına mahkûm edilirken, diğer sanıklar delil yetersizliğinden beraat etti. Askeri Yargıtay'ın 5 Ekim 1982 tarihli kararından sonra Polat da beraat etti.
1995'TE DAVA YENİDEN AÇILDI
Olayın aydınlatılmasını isteyen başta Cem Alptekin ve Hilmi Hanta olmak üzere avukatlar, 16 Mart 1988den itibaren basın ve kamuoyu aracılığıyla tanıklara çağrıda bulundu. Bu sırada olayın zanlılarından, daha sonra olayın bir diğer faili Latif Aktı tarafından öldürülen Zülküf İsotun ailesi avukatlarla temasa geçti. Aile, Zülküf İsotla beraber Latif Aktı, Sıdk Polat ve polis memuru Mustafa Doğanın da katliama karıştığını açıkladı. 10 Eylül 1992 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden suç duyurusunda bulunuldu. 2 Ekim 1995te yeniden açılan davada Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Özgün Koç taamüden adam öldürmek ve yaralamak suçlarından sanık olurken, Polat hakkında daha önce kesinleşmiş yargı kararı olduğundan dava açılmadı.
NATO BOMBASINI ÇATLI TEMİN ETMİŞ
Açılan dava, Susurluk Davası'yla beraber Türkiye'nin gerçek kontrgerilla davası olma özelliğini taşıyordu. Susurluk kazası sonrasında Reşat Altay'ın Abdullah Çatlı ile telefon görüşmeleri ve Çatlı'nın 16 Mart katliamında kullanılan NATO yapımı TNT kalıplarını temin ettiği ortaya çıktı. Susurluk sürecinde ortaya çıkan yeni deliller ışığında Oral Çelik, Meral Çatlı, Haluk Kırcı, Murat Bayrak ve 12 Mart askeri savcısı Baki Tuğ'un da bulunduğu 11 kişi hakkında katliamla bağlantılı oldukları gerekçesiyle 13 Mayıs 1997 tarihinde suç duyurusunda bulunuldu. Olayın dış bağlantıları da kısmen ifşa oldu. Planlayıcılardan Nasibullah Türker, olaydan sonra Almanyaya, Nazi geçmişli CIA ajanı Razi Nazerin yanına döndü.
MARAŞ BAĞLANTISI
Olayda kullanılan Amerikan yapımı TNT kalıplarının kaynağı İstanbul 3. Kolordu Komutanlığı olduğu, patlayıcıları Abdullah Çatlıya getiren Yüzbaşı Mehmet Ali Çevikerin aynı komutanlık bünyesinde görevli olduğu sırada, Maraş katliamından kısa bir süre önce, Maraş yolunda aynı seriden patlayıcı maddeler ve silahlarla yakalandığı ortaya çıktı.
ZAMAN AŞIMINA UĞRATILDI
Ortaya dökülen bütün bağlantılara, tanıklıklara ve insanlık suçlarında zaman aşımı olmayacağına dair evrensel hukuk ilkesine karşın. Ancak İstanbul 6. Ceza Mahkemesinin 20 Ekim 2008de dava için aldığı zaman aşımı kararı, Mart 2010da Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından onandı. İstanbul 6. Ceza Mahkemesi'nin zaman aşımı kararının ise, derin devletle hesaplaşmak için açıldığı öne sürülen Ergenekon Davası'nın başladığı güne denk gelmesi ise tarihe bir ironi olarak geçti.
BEYAZIT'TA ANILACAKLAR...
Katliamcılardan hesap sorulması için kurulan 16 Mart Platformu ise davanın peşini bırakmıyor ve öldürülen devrimcileri unutturmamak için her yıl Beyazıt Meydanı'nda buluşmaya devam ediyor. Platformun bu yılki çağrısı şöyle; 16 Mart 1978 günü saat 13.00te Beyazıtta İstanbul Üniversitesi Merkez Binasından çıkışta uğradığımız bombalı saldırıda kaybettiğimiz 7 arkadaşımızı ve onlardan önce ve onlardan sonra kaybettiğimiz tüm diğer arkadaşlarımızı anmak üzere 16 Mart Pazartesi, saat 13.00te Beyazıtta buluşalım!
Üniversiteliler Beyazıt ve Halepçe'yi unutmadı
Halepçe ve Beyazıt katliamı İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsünde üniversite öğrencileri tarafından yapılan büyük yürüyüşle anıldı.
İstanbulda üniversite öğrencileri 16 Mart 1988 tarihindeki Halepçe Katliamı ile 16 Mart 1978 tarihindeki Beyazıt Katliamını anmak için İstanbul Üniversitesi Beyazıt Kampüsünde bir araya geldi. Genç Gazetenin haberine göre 16 Martlar AKPyle sürüyor Gezi Şehitleri yaşıyor ve Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz sloganlarıyla buluşan öğrenciler Havuzlu Bahçeden yürüyüşe geçti.
Eylemde üniversite öğrencileri adına yapılan basın açıklamasında Hafızamızı yok ederek, tarihi unutturarak, bizlerin üzerinden kendi iktidarlarını sağlamlaştırmaya çalışanlar, tarihi kendilerince yalanlarla yazanlar karşısında AKPye, gericiliğe ve faşizme karşı ayaktayız dendi.
GEZİ DİRENİŞİ UNUTULMADI
Haziran Direnişinde ve 16 Martta katledilenlerin adlarının okunduğu anma yürüyüşü katliamın olduğu yere karanfiller bırakılarak sonlandırıldı.
Fotoğraflar: gencgazete.org
Bir ülkede öğrenciler sindirilemiyorsa o ülkede umut var demektir. Türkiye'nin her yerinde öğrenciler ayakta ve AKP ne yaparsa onları sindiremiyor. Bugün Mersin'de, Ankara'da, başka birçok şehirde de bu tür eylemler olmuş, AKP korkmakta haklı! Bu öğrenciler bu kararlılığı sürdürdükçe AKP korkmaya devam edecek. AKP'nin sonunu da bu öğrenciler getirecek!
16 Mart Beyazıt ve Halepçe Katliamlarını Unutmadık, Unutmayacağız!
16 Mart, on yıl arayla iki katliama tanıklık etmiş kara bir gün olarak tarihe geçmiştir.
16 Mart 1978de Beyazıtta 7 gencecik fidanımız, 1988de ise Irakın Halepçe kentinde 5 binden fazla Kürt kardeşimiz acımasızca katledildi.
Bugün 16 Mart 2015te bu katliamları unutmayan Kurtuluş Partisi Gençliği olarak, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde hem Beyazıt Şehitlerini hem de Halepçede katledilen kardeşlerimizi andık.
Kurtuluş Partisi Gençliğinden Utku Yoldaşımızın okuduğu basın açıklamasının ardından 7 Kızıl Karanfilimizin katledildiği fakülte önüne karanfillerimizi bıraktık. Sonra katliamların sorumlusu AB-D Emperyalizmini ve onların yerli uşaklarını sloganlarımızla bir kez daha lanetledik. Şehitlerimize kanlarının hesabının sorulacağının sözünü verdik.
Gerçek devrimciler olan bizler, bu katliamları unutmadık ve asla unutmayacağız, mutlaka hesabını soracağız!
Okunan basın açıklaması aşağıdadır:
16 MARTLARDAN GEZİ ŞEHİTLERİNE;
BÜTÜN KATLİAMLARIN HESABI SORULACAK!
16 Mart Beyazıt Katliamı; 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde gerçekleşen ve 7 devrimci öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan katliamdır. 16 Mart Katliamı; CIA ve onun yerli örgütü Kontrgerilla tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmış kana susamış kuklaları, Kontrgerillanın özel partisi MHPli faşistler tarafından gerçekleşen bir katliamdır.
16 Mart Katliamı nasıl geldi?
77 1 Mayısındaki katliamdan sonra özellikle üniversitelerde devrimci öğrencilere yönelik saldırıların iyice arttığı günlerde üniversite özerkliği kuşa döndürülmüş, üniversitelere polis doldurulmuştu. Devrimci öğrenciler polis ve faşistlerin kıskacına alınmak istenmişti. Bunun üzerine devrimci öğrenciler 1 Mart 1978den itibaren okula toplu halde giriş-çıkış yapma kararı almıştı.
7 Mart günü İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı şube müdürlüklerine, sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye gelmeye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grubun üzerine dinamit atılacağını bildirdi. Göz göre göre gelen bir katliam olduğu apaçıktı. Yıllar sonra ortaya çıkan bu belge o günlerde örtbas edilmeye çalışıldı. Uyarı yazısında bahsedilen dinamitin ABDden TSKye hibe edilen TNT tahrip kalıbı olması da sorgulanması gereken bir başka ayrıntıdır. Bu kalıbın o günlerde bir yüzbaşı tarafından Ülkü Ocakları Ankara İl Başkanı olan Abdullah Çatlıya teslim edilmesi ülkücü-devlet işbirliğinden başka neyin kanıtı olabilir? Bombayı patlatma görevi ise Beyazıtta ayakkabıcılık yaparken faşist saldırıların birçoğunda yer almış bir ülkücü olan Zülküf İsota verilmişti.
16 Mart 1978 Perşembe günü ise açıkça hissedilen bir olağanüstülük vardı Beyazıtta. Öğlen saatlerinde hukuk ve iktisat fakültelerinden çıkan 150 kadar devrimci öğrenci polis kordonu altında ilerlemeye başlamıştı. Ancak bir terslik vardı. Öğrencileri güvenlik gereği çıkardıkları yan kapıdan değil, merkez kapıdan çıkarmıştı o gün polis ne hikmetse! Her zaman öğrencileri yurda kadar bırakan polis o gün öğrencileri çıkardıktan sonra geride kalmıştı. O gün bu garipliği fark eden polis memuru Yahya Gergin yıllar sonra olayı anlatırken: Her zaman 30-40 polisin koruma görevi yaptığı yerde olay günü sadece 9 memur vardı diyerek, ihmali gözler önüne serecektir. Devrimci öğrenciler üniversite kapısına geldiğinde dışarıda bekleyen 15-20 kişilik ülkücü grubu fark ettiler. Slogan atan ülkücü öğrencilerin önüne set kuran polis, devrimci öğrenciler üzerindeki koruma kalkanını kaldırmıştı. Korunmasız kalan devrimci öğrenciler açık hedef durumunda kalmışken bomba tam o esnada grubun üzerine atıldı. Ardından arabalardan otomatik silahlarla açılan yaylım ateşiyle birlikte ortalık kan gölüne döndü. Ateş kesilince ise bombayı atan gence ve ateş açanlara yönelen polis memurları, komiser muavini Reşat Altayın Geri dönün emriyle durdurulacaktı.
Saldırının ardından bilanço oldukça ağırdı. Olay yerinde hayatını kaybeden 5 öğrenci Baki Ekiz, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamit Akıl ve Turan Örendi. Ertesi gün Hatice Özenin, bir hafta sonra da Cemil Sönmezin ölüm haberinin gelmesiyle Beyazıt Şehitlerinin sayısı 7ye çıkacaktı.
Beyazıt Meydanını Süleymaniyeye kadar kana bulayan bu katliam tarihe kara bir leke olarak geçecekti. Olay olmadan önce emniyete gönderilen uyarı yazısının dikkate alınmaması, olay günü koruma görevi yapan memur sayısının bilinçlice azaltılması ve olay sonrasında katillere yönelen polis memurlarının durdurulması gibi birçok durum, devlet gözetiminde ülkücüler eliyle yapılan bir katliam olduğuna apaçık işarettir. Yine faşistler devrimci ve solcu öğrencileri vurmuş, polis ve devlet göz yummuştu. Olay sonucu açılan dava ise 2008 yılında zaman aşımına uğradı.
Peki 16 Mart katliamı neden yaşandı?
AB-D Emperyalistlerinin ülkemizi kolayca sömürebilmeleri için düşman oldukları 27 Mayıs Politik Devriminin etkisiyle imkân bulan aydınlanmanın ve kısıtlı da olsa gelen özgürlüklerin önünü kesmek, kitlelere gözdağı vermek için yapıldı. 27 Mayısın sınırlı kazanımlarını yok etmek, 12 Mart 1971 faşizminin tamamlayamadıklarını tamamlayarak faşist diktatörlüğe gerekçe oluşturabilmek için yapıldı. Çünkü hiçbir ilerici hareket ABD Emperyalizmi güdümündeki iktidarların ve Parababalarının işine gelmemektedir. CIA güdümündeki Kontrgerillanın partisi olan MHPli faşistlerin maşa olarak kullanılması da bunu destekler niteliktedir.
10 yıl sonra yine bir 16 Mart günü yaşanan bir başka katliam: Halepçe
Kürt Ulusal hareketini yok etmek için 16 Mart 1988de Irak Hükümetinin kimyasal-zehirli gazlarla yaklaşık 5000 Kürdü katlettiği, binlercesinin yaralanmasına sebep olduğu bir vahşettir. Zehirli gazların temin edildiği adres ise yine aynıdır: ABD! Böylesine halkları katleden ABD Emperyalizmi bugün de Ortadoğunun baş belasıdır ve gittiği ülkelere kan ile acıdan başka bir şey vermemektedir. Olayı duyar duymaz Halepçeye giden Sabah Gazetesinden Ramazan Öztürk şöyle anlatıyordu katliamı:
Hayvanların çoğu ölmüştü. Eğer gaz şehrin dışını bu kadar etkilemişse şehir ne durumdadır? diye düşündüm. Korkuyordum. Şehrin içine ilk girdiğim itibariyle sokakların sağında solunda cesetlerle karşılaştım. Çok sayıda ceset vardı. Bu cesetler daha çok kadınlara, yaşlı insanlara, bebeklere, çocuklara aitti. Görüntüleri çok feciydi. Kiminin derisi kabarmıştı, sıcak su dökülmüş gibi. Kimi yanmış kimi morarmış. Sofra başında yemek yiyen anne, baba, çocuklar ölmüş. Birbirlerine sarılmış halde can vermişler. Kapı eşiğinde anne ve çocuklar. Katliamın üçüncü günüydü. Cesetler kokuyordu. Dayanılmaz bir koku vardı. 6 bin insanın kokusunu düşünün.
İşte o günlerde Beyazıtta, bomba ve silahla, faşist kuklalar eliyle 7 fidanımızı katledenler, bugünlerde Ortadoğuyu kan gölüne çevirenler, Gezi İsyanımız sırasında ve sonrasında acımadan gençlerimizi ve çocuklarımızı polise verdiği emirle öldürtenlerden farklı değildir! Bu katliamların sorumlusu ABD Emperyalizmi ve onların yerli uşaklarıdır!
Ancak bu ülkenin gerçek devrimcileri ne Beyazıtı ne Halepçeyi ne de Gezi Şehitlerini unutacaktır! Bütün katliamların ve acıların yegâne sorumlusu olan AB-D Emperyalizmi ve onların yerli uşaklarıyla mücadele zafere ulaştırılacak, II. Kurtuluş Savaşı Demokratik Halk İktidarı ile taçlandırılacaktır.
Katledilen bütün kardeşlerimizin hesabı sorulacaktır! Çünkü bizde zamanaşımı yoktur!
Kahrolsun ABD-AB Emperyalizmi!
Kahrolsun MİT-CIA-Kontrgerilla!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Kurtuluş Partisi Gençliği
Kaynak: http://www.kpgencligi.net/2015/03/16-mart-beyazt-ve-halepce-katliamlarn.html
Vefa Lisesi'ndeydim, bu haber bize önce duman kokularıyla, sonra ambulansların siren düdükleriyle geldi. Sonra da asıl haber duyuldu: ''Faşistler İ.Ü. merkez binasından çıkış yapan devrimci öğrencilere bombalarla'' saldırmışlardı. Aradan çok zaman geçti. 37 yıl. Tam olarak hatırlayamıyorum, o gece mi, yoksa ertesi gün sabah mı, kalabalık bir grupla önce morga ve sonra hemen onun yanıbaşındaki arka kapısından İ.Ü. merkez binaya girmiştik. Hatırladığım, bina içindeki yoğun kalabalıktı, bir anfiye oturtmuşlardı bizi, vakur bir sessizlik ve en arka sırada çoğunlukla ''ablalarımızın'' bulunduğu yerden yükselen ve insanın içine işleyen , Nazım'ın ''Onbeşlere ağıt''ı...
Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz.
Alnı kızıl yıldızlı baş, secdeye varmaz.
Döğüşenler ölenlerin tutmaz yasını.
Öğleden sonra yürüyüş başlamıştı. Her yerden gelen gruplar Merkez Bina'yı doldurmuş, o kalabalık daha sonra çok görkemli bir yürüyüşle merkez binanın ana kapısından çıkıp, Sultanahmet güzergahını izleyerek Sirkeci meydanına varmıştı. Gerçekten görkemli bir yürüyüştü. 77 1 Mayıs'ından sonra tanık olduğum en kalabalık eylemdi o zamanlar. Sirkeci'ye geldiğimizde o meydanı dolduranlar ''devrim andı'' içip dağılmalıydılar ki, arkadan gelenler yeniden toplanabilsin ve sonra onların ardından gelenler de... Söylediklerine göre üç kez toplanılmıştı. Öylesine kalabalıktı.
Bu ''kalabalık'' sözünü yinelemekteki amacım, çok sonraları, sık sık, ''o 77 1 Mayıs'ında bulunan ve 78 İ.Ü. katliamına karşı yürüyen kalabalıklara ne olduğu sorusuna gönderme yapacak olmam. Gerçekten de sonraları o kalabalıklara ne olduğu sorusunu kendi kendime hep sormuşumdur.Devrimci dalga geri çekilmiş olabilirdi, ama sonuçta koca bir yaşanmışlık vardı ve o yaşanmışlıklar içinde bulunan o güzelim insanlara ne olduğu, neden seslerinin eskisi gibi çıkmadığı sorusu o zamanlar en azından benim için haklı bir soruydu. İş hayatıyla aktif siyasetle ilgilenmem de söz konusu olmayınca hem bu soru ve hem de o sorunun yanıtı giderek tavsadı.
Solun üzerinden geçen 12 eylül faşizminin paletleri solu darmadağın etmişti. Bunun üzerine gelen reel sosyalizmin çözülüşü ise solu hepten paralize etti. Umutsuzluk, yılgınlık ve savrulma, sonraki süreçte yaşananlardı. Kürt hareketinin yükselişi de tam o dönemde yani solun inişe geçtiği döneme tekabül ediyordu. O günlerden bugünlere geldik.
Şimdi karşımızda gözardı edilemeyecek bir gerçek var: AKP faşizmi! Umutsuzluklar, yılgınlar, küskünlükler ve dahi ulusalcılığa, liberalizme, kürt kuyrukçuluğuna savrulma bu somut gerçeği gözardı etmemize yol açmamalı. İdeolojik mücadele siyasi mücadeleden soyutlanamaz. Ülke yangın yeriyken ve bu yangına her gün benzin taşınma gayretleri varken, Türkiye solu bu gerçeği merkeze alan bir örgütlenme ve ''birleşme'' arayışının içinde bulunmalıdır. Çok uzak değil, bir insan ömrüne sığacak bir zaman diliminde pek çok yoldaşımızı yitirdik, darağaçları tanıdık, kahpe pusuları öğrendik, işkencehaneleri tanıdık. Bir anlamı, bir değeri varsa devam edilmelidir. Onların açtığı yol yarım kalmamalıdır. Ne ulusalcılık, ne liberal savrulma ve ne de kürt kuyrukçuluğu solun içine sığdırabileceği konumlanışlar değildir. Türkiye solu bu savrulmaları aşabilmeli ve kendi mecrasını yaratabilmelidir. Umut verici olan da bu konuda gerçekten önemli adımların atılıyor olması. Biraz daha destek, hep sol, inadına sol demek olacaktır.
37 yıl geçti üzerinden. Faşizm yine canlarımızı koparmıştı canımızdan.
Onlar ve onlar gibi nicelerini her yıl sadece hamaset içeren konuşmalarla, düşüncelerle anmamalıyız. Nazım'ın söylediği gibi:
Eski cihan yeni cihan önünde eğil!
Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil,
Her ne yapsan varacağız emelimize!
42 yıl geçmiş aradan., sanki dün gibi. Unutmuşuz. Solun bu topraklarda uğradığı saldırı ve katliamlar o kadar fazla ki, artık akılda tutulamıyor. Bir yerde görüyoruz, birileri yazıp hatırlatıyor ve sonra faşizmin bu topraklarda hayatlarına son verdiği yüzlerce, binlerce canlarımızı anıyoruz; ürkütücü ama zaman zaman birilerinin biraz da küçümseyerek sorduğu ''değdi mi'' sorularıyla yüzleşerek...
Soldan sağa savrulan ve liberalizmi keşfedenler bir yana, soldan kişilerde de zaman zaman görülür bu ''sağ sol çatışmasıydı'' şeklindeki yorumlar. Ne çatışması, 1960'lı yıllardan sonraki bütün katliamlara bakın ortada kitleye dönük faşist saldırılardan başka bir şey göremezsiniz. Ve bütün katliamlarda devletin bir şekilde parmağı bulunmaktadır. O zamanın faşist parti ve gençliği içinde yuvalanmış, oralardan destek gören ve bir çeşit maşa olarak kullanılanlarla birlikte devletin ilgili birimlerinin de dahil olduğu katliamlardır bunlar. Amaç korkutmak, yıldırmak, sindirmek ve solun toplumsal alanda bir çığ gibi genişlemesinin önüne set çekmekti. 12 Eylül'e kadar sürdü-sürdürüldü ve sonrasında ABD emperyalizminin bir düdüğüyle anlı-şanlı generaller-paşalar kendi halkının karşısına dikildi. Sonrasında Türkiye solunun hayat damarlarının kesildiği, paramparça edildiği ve bir gerici-faşist zihniyetin önünün açıldığını biliyoruz.
Bugünlere buralardan geçerek geldik. Ne ''sağ-sol çatışması'' saçmalığı ve ne de ''değdi mi'' sorusunun muhatabı Türkiye solu değildir. Türkiye'deki bütün katliam ve faşist müdahaleler ABD kaynaklıdır ve içerideki sivil resmi eller tarafından organize edilmiştir. Sağcı ve solcu gençliğin orada burada ve silahlı silahsız çatışmaları büyük fotoğrafın nedeni asla değildir ve olamaz. Gerekli mi, pek kestiremiyorum ama, o dönemde solun karşısına çıkartılan sağcı-ülkücü gençliği de bu süreçte bu katliamların doğrudan sorumlusu olarak görmek ve nitelemek bana çok doğru gelmiyor. Tetikçilerin oralarda yuvalandığı gerçeğinin ortaya çıkmış olmasına rağmen....
Evet, 42 yıl geçmiş aradan...
Bir üstte neler yaşadığımıza değinmeye çalışmışım...
Akıldan çıkarılmaması gereken şudur: bu ülke ve dünyamız önünde sonunda daha güzel olacaksa, sadece ölenlerin, öldürülenlerin değil, aydınlanmadan, cumhuriyetten, soldan, sosyalizmden yana tavır alıp gericiliğe karşı mücadele edenlerin sayesinde olacaktır, biliyorum.
Sadece samimiyet, sadece içtenlik ve sadece örgütlenerek bilinçlenmek...
Ha, bir de sol içindeki şarlatanları mutlaka tanımak ve deşifre edebilmek...
Unutmayalım, tarihin işleyen diyalektiği bizden yanadır.
''İstanbul Üniversitesi’nde okuyan ilerici, devrimci öğrenciler okullarındaki faşist baskılar yüzünden 10 günden beri üniversitelerine toplu giriş-çıkış yapmaktaydılar. Ancak o gün her zamankinden farklıydı. Normalde toplu çıkışlar yan kapıdan olurken, o gün polis onları ana kapıdan çıkmaya zorlamıştı ve hep yaptığı gibi kordona alıp çıkarmaktansa, ana kapıdan geri dönmüştü. Öğrenciler meydana çıkıp, 100 metre yürüdükten sonra faşistlerin sesi duyuldu uzaktan “Beyazıt komünistlere mezar olacak” ve ardından bomba patlatıldı.
Emniyet arşivine “7 Mart 1978 tarih, 1.D.2.12780” koduyla girip resmiyet kazanan bilgi notunda belirtilen yer ve tarihte gerçekleşen katliama engel olunmadı. Bilgi notu katliamla ilgili soruşturma ve yargılamalar sürerken hiç ortaya çıkmadı. Olaydan 19 yıl sonra dava ikinci kez açılıncaya, bilgi notunun yazılışının üzerinden 22 yıl geçinceye kadar.
Şükrü Balcı ve Süreyya San’ın aralarında bulunduğu polis şefleri görevlerinde kayıtsız kalmakla, Reşat Altay ise saldırıya uğrayan öğrencileri dağılma noktasına kadar koruma altında tutması gerekirken üniversite kapısında terk etmekle suçlandılar. İzmit 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde TCK 230 uyarınca görevi ihmalden yargılanıp, delil yetersizliğinden beraat ettiler. Sanık emniyetçiler hakkında verilen tek ceza polis başmüfettişlerinin önerdiği, disiplin cezası niteliğindeki ‘‘ihtar’’ cezası olmuştur.
Bu saldırı, basitçe gerçekleştirilmiş bir saldırı olarak değil, 12 Eylül faşist darbesine zemin hazırlama amacıyla tasarlanmış planlı bir saldırı olarak tarihe geçmiştir.''
https://gazetemanifesto.com/2020/16-mart-1978-16-mart-beyazit-katliami-343242/
Ne ölümler yaşadık, ne acılar çektik.
Hepsi bitecek bir gün.
Dünya çok daha güzel olacak.