Cumhuriyet'in finali: Hak ettiniz!
Osman Çutsay
Galiba birkaç gün içinde kitap okurlarının önüne daha derli toplu bir biçimde çıkacak temel tezimizle, daha doğrusu, bir soruyla başlayalım: Türkiye kültür endüstrisinin sahipleri kimler? Sermaye mi? O, doğru. Uçurumdaki Türkiye ve Türkçenin kültür endüstrisinden birinci derecede büyük sermaye sorumludur. Egemenlik kayıtsız şartsız sermayenindir; iyi. İyi de, bu egemenliği sermayedarlar şahsen icra etmiyor ki. Adamların herhalde bizzat askerlik yapacak halleri yok. Birilerini kullanmaları, bazı görevlileri hizmete almaları gerekiyor.
Öyledir.
Türk ve Kürt, sözde laik veya tam boy dinci/dindar, fark etmez, çürüyen Türkiyedeki geniş kültür endüstrisinin karşıdevrimci enerji merkezi, karargâhı, Belgeli Birikim Gericiliği diyebileceğimiz bir kurumdur. Bu kurumun ne kadar güçlü olduğunu, Türkiyeyi ve solunu silip süpüren AKP yıllarının tetikçilerine bakarak anlamayanlar varsa, Cumhuriyet gazetesine bir göz atabilirler. Bir fikir edinmeleri daha kolay olur. Sadece İletişim ve Birikim gibi yayınevleri ve dergiler değil, onlar merkezdeki çekirdek (karargâh), tamam, ama bu yayınların elinin değdiği her yerde bu karargâhın subay ve askerleri vardı. Sol ve sosyalizm lafını, içini kendilerince boşaltarak bol bol kullanıyor ve genç kuşağı aldatabiliyorlardı; sosyalizmi boğazlayabilmiş bir kurumsallaşmadan söz ediyoruz. Sosyalist devletler kadar, bir anomali ilan ettikleri Türkiyenin de düşmanıydılar. Etki alanları korkunç boyutlardadır.
Anlatacağız.
Şuradan girelim: Elbette başka dengesizlikler, eşitsiz gelişmelerden de söz edebiliriz, kolay, çünkü bir azınlığın çoğunluğun kaderine ve yarattığı zenginliklere el koyması sınıflı toplumların karakteridir. Kuşkusuz sosyalizm mücadelesi böyle dengesizliklerden masun değil. Ne Yapmalıcıların zaten iyi bildiği bir şey bu. Devrimciler, çoğunluğu ikna ettikten sonra siyasal iktidara el koyabileceklerini hiç düşünmediler. 1789dan beri bu, böyle. Devrimci, hep siyasal iktidar ile birlikte ikna sürecinin başladığını düşünen savaşçıdır. Halkın yarıdan fazlasını ikna ederek görüşlerini siyasal iktidar koltuğuna yerleştirebileceklerine inananlar, devrimcilikten istifa edenlerdi. Daha doğrusu, devrimciliğin en kanlı düşmanlarıydılar.
Azınlığın, kitleler üzerindeki gaspçı/kalıcı egemenliğini sermaye iyi bilir. Peki...
Peki ve asıl konumuz bir adım ileride. Somut bir yerde...
Bir gazetedeki tuluatta: Son günlerde finali tamamlanan bu operasyonun şaşırtıcı olmaması gerekiyor. Bekliyorduk. İlhan Selçukun Cumhuriyeti, gerçi büyük ölçüde daha onun sağlığında yolun sonuna getirilmişti, ama resmen tarihten silindi. Silenler, tıpkı TC ve SSCB yöneticileri gibi, sistemin, önceki egemenlerin yetiştirmeleriydi. Nabi Yağcının yol arkadaşları (TKP Pişmanları), Akın Atalay ve Can Dündar öncülüğünde Cumhuriyet darbesinin başarıyla sona erdiğini Nuray Mert ve Ahmet İnsel tranferleriyle ilan etmiş oldu. Bu iki bayrak ismin sona bırakılması, gerici darbe sürecinin tamamlandığını, sistemin en ince ayrıntılarına kadar ele geçirildiğini gösteriyor.
Biz Türkiyedeki İttihat ve Terakki-Atatürk-İsmet İnönü-Celal Bayar çizgisini değil, Sovyetlerin kaderini izleyerek anlatmayı deneyelim. Benzer bir gericilik takvimidir çünkü ve bugüne çok daha yakın: Cumhuriyet gazetesini ele geçirdiği anlaşılan Akın Atalayın, tıpkı Gorbaçov gibi, önceki sistemin (İlhan Selçuk sistemi) beslediği ve büyüttüğü, yıkıcılıkta da Yeltsini hiç aratmayacak kadar hırslı bir eylem adamı olduğu söylenmelidir. Siyasal geçmişi, artık ne kadarsa o kadar, son derece öğretici Atalay, gazeteyi solun gündeminden çekip almakla noktayı koymuş olduğu inancındadır. Sorun değil de, soru, herhalde bunu nasıl böyle tereyağdan kıl çekercesine başarmış olduğudur. Gorbaçov ve ardılı Yeltsin de böyle yapmamış mıydı?
Devrimci Türkiye solunun on yıllar boyunca, belki de İlhan Selçuklu sol kemalist geçmişi nedeniyle, kendisinden bir parça saydığı Cumhuriyet, önümüzdeki günlerde tirajında geriye doğru bir oynama olmazsa ve hâlâ içinde bulunan Ali Sirmen, Orhan Bursalı, Ataol Behramoğlu, Şükran Soner, Işık Kansu, Deniz Kavukçuoğlu, Ergin Yıldızoğlu gibi sol sinyal vermeyi kendilerine yakıştıran yazarlarından herhangi bir tepki çıkmazsa, bu operasyonu sonuna kadar hak ettiğini duyurmuş sayılacaktır. Mine Kırıkkanatın çok geç kalmış tepkisinin yalnız bırakılırsa hiçbir sonuç vermeyeceğini herkes biliyor. Mustafa Balbayın ve Emre Kongarın ise galiba artık herhangi bir önemi yoktur. Bunlar hiçbir operasyona eylemli direnmeyen ve sonunda Yeltsinin bizzat bombardımana tabi tuttuğu Sovyet aparatçiklerini andırıyorlar.
Çok açık: Bu gazetenin militan okurları da, solcu yazarları da, on yıllara yayılmış bu gerici operasyonu hak etmiştir.
Türkiye, bırakın sol kemalistini, sağ kemalist bir gazete projesine bile olanak vermeyecek finalin adıdır artık.
Bir gazeteden çok bir ülkeden söz ediyoruz aslında. Türkiyenin sonundan söz ediyoruz. Türkiyenin ahalisi ve sözde laik yöneticileri de Şerefsiz Osmanlıya Dönüş operasyonunu hak etmemiş miydi? Hele hele Ergenekon ve Balyoz skandallarıyla içeri atılanlar, yıllarca sosyalistlere karşı kahramanca savaşmamışlar, hatta bazıları onlara işkence bile etmemişler miydi? Öyledir. Sağ kemalizmin zindan şaşkınlığı, şimdi Cumhuriyet okurlarına geçecektir. Hep birlikte Türkiyenin tasfiyesine destek verdiler. Cumhriyet içindeki operasyon bundan neden farklı olsun?
Ama ek bir tezi dillendirmemize izin verilsin: Bu gazetenin, solla bir biçimde ilişkili tüm müktesebatı eşliğinde ortadan kaldırılması asıl projedir. İmhası şarttır. Yoksa yeni Türkiyenin içinde böyle bir gazetenin, yeni kadrosuyla falan herhangi bir rolü olmayacaktır. Çünkü Türkiyeyi parça parça edecek yüksek yoğunluklu nihai içsavaş ortamında, böyle markaların hatırlanması bile sakıncalı olacaktır. Demek ki Akın Atalay, Yeltsinin parlamento binasına rahatça yaptığını, Nuray Mert-Ahmet İnsel bombasıyla Cumhuriyete yapmıştır. Oyun çoktan bitmişti. Türkiye ahalisi ve kendisini aydın sanan kesimleri, eylemsizlikleriyle bu bitişi, yani AKPli yıllar finalini nasıl hak etmiş idiyse, yıllardır canlı cenaze gibi devam eden ve sözde solcu yazarlarına maaş olanağı sağlayan, bu sayede de içeriden bir tepkiyi önleyebilen Cumhuriyetin okurları gazetelerinin elinden alınmasını hak etmiş oldu.
Sezarın hakkını Sezara verelim: Esasen devrimci bir solla bağlarını yıllar öncesinden kesmiş bu gazetenin Akın Atalay-Can Dündar dışındaki ellere kalması mümkün değildi. Ama bu gazete habercilik yapamayacak kadar da düşük devirli kafaların elindedir. Bundan sonrası, zaten son nefesini vermeye hazırlanan bir Türkiyede önemli olmayacaktır.
Ancak esas mesele, bu gazetenin, başka bir güce dikkat çekiyor olmasıdır. Başta da söyledik: Artık her türden Yetmez ama evetçinin eline geçmiş eski kemalist ceride tarihten silinirken, bir büyük enerji merkezinin gücüne işaretle büyük ve nihai bir hizmette bulunmuş oldu.
Türkiye kültür endüstrisinde, tıpkı bürokrasiye sokulmuş Fethullahçı şakirtler gibi, solun etki alanındaki militanları üzerinden her kuruma yayılmış bu Birikim gericiliği, solun en büyük kalesi Cumhuriyeti bile yerle bir edebileceğini gösterdi.
Cumhuriyet, son kurbanlardan biridir. İçinden çıkacak tepkilere bakacağız. Umutlu olmak için hiçbir nedenimiz yok. Tek tek fedakâr ve gerçekten aydın nitelikli muhabirler atılırken, solcu bir kadın sendikacı yazar, o insanlara haber gönderiyor Bunları normal karşılamanız gerek diyebiliyordu. Kimlikleri bir gün ortaya çıkar. Ama gerek de kalmayacak galiba. Belgeli Birikim Gericiliğinin, düşürdüğü son kale, biten bir Türkiyede sahneleniyor.
Sözünü ettiğimiz kadro, Türkiyeyi bu gerici entelektüel bombardımanlarla AKPnin eline verdi. Türkiye solunun simgelerinden birine el koymaları, oyunun bittiğini ilan etmeleri anlamına geliyor. Cumhuriyet hak ettiği bir sonla bitmiş bulunuyor.
O halde, yeni bir Cumhuriyet kurulması gerekiyor. Devrimci bir solun bambaşka koordinatlarla kuracağı ve bu korkunç gerici karargahı tam hedefe oturtacağı, ülkenin dibine kıt zekâlı imam döküntülerinin, dinci tüccarların ve ithalatçı laik sermayedarların değil, onlar adına bu entel karargâhın bombalar yerleştirdiğini bilen bir yeni kurumsallaşma. Umarız her şey için çok geç değildir.
Ama çok geç bile olsa, devrimci, yenilgiyi hiç kabul etmeyen, kanının son damlasına kadar direnen insandır. Tarihimizde bu hırsın ve öfkenin örneği çok.
O nedenle günümüzün dinci veya laik Gorbilerine, Yeltsinlerine, onların iç ve dış işbirlikçilerine fazla sevinmemelerini tavsiye ederiz. Hattı değil sathı müdafaa etmeyi iyi bilenlerin sözü bitmiş ve kanı tümüyle çekilmiş değildir. Aklımız da yerinde.
Nuray Mert, Ahmet İnsel Cumhuriyet'e girecekse, yetmez ama evet diyorum. Ne kadar yetmez ama evetçi varsa gazeteye doldursunlar, gazete radikal'in bir kopyası haline gelsin. Eski okuru ne yapar, bilemem.
Faydalı salaklık üzerine
Ayşenur Arslan
Nuray Mert, Cumhuriyete geçti. Eski defterler açıldı, tartışmalar alevlendi. Onunla birlikte Ahmet İnselin de Cumhuriyette yazacak olması, gazeteyi de tartışmanın odağına yerleştirdi. Ama, bu yazının konusu Cumhuriyet değil. Nuray Mert ve onun üzerinden son 10 yılın gazeteciliği..
Evet, bu dönem konuşulmalı. Siyasetin kirli sularında kimler nasıl yürüdü? Kimler nelere alet oldu? İdeolojik / politik / mesleki türbülansta kimler nasıl savruldu? Konuşulmalı, tarihe kayıt düşülmeli.
Bunu kişiler üzerinden yapmak çok da doğru değil belki. Ancak, Ahmet Altan gibi.. Hasan Cemal gibi.. Nuray Mert gibi.. Kimi kalemler, birer örnekten çok prototip olarak çıkıyor karşımıza. Tartışmaya, böyle bir işlevle ışık tutuyor.
Ahmet Altan ve Hasan Cemal hakkında zaman zaman yazdım. Bugün onlara girmeyeceğim. Ancak, medya mahallesinin en ilginç isimlerinden Nuray Mert hakkında iki kelam edeceğim.
Nuray Mert, bir akademisyen olarak kavramsal konuşmaya özen gösterir. Dahası, kendinden fazlasıyla emin hali / üslubu ile de karşısındakiler üzerinde otorite kurmayı bilir. Her şeyi, sadece Nuray Mert anlamıştır. Habire yanılsa da her daim haklıdır. Zaten yanıldığını önce kendisi açıklar. Açıkladıktan sonra da sözünün üstüne söz, gerekçelerinin üstüne gerekçe istemez. Yalnızca bu yanıyla bile, son 10 yılın liberal-demokrat kanaat önderlerini anlamaya ve anlatmaya yeter.
Geçen yıl kaleme aldığı bir yazı, galiba daha iyi açıklayacak:
***
AKPyi muhafazakar demokrat ve daha sonra sadece muhafazakarların partisi diye tanımlıyorduk. Çünkü kendileri partilerini ve siyasetlerini böyle tanımlıyorlardı. Hatta İslamcı tanımından özellikle kaçınıyorlardı. Peki, kandırıldık mı? Evet ve hayır, daha doğrusu hayır ve evet,
Hayır, çünkü, içinde benim de olduğum farklı bakış açılarına sahip birçok demokrat, Kemalistlerin bizi zorladığı niyet okumasını reddettik. Bu, sonuna kadar doğru bir yaklaşımdı. Unutmayalım, niyet okuma, otoriter bir siyaset yaklaşımının ifadesidir; karşınızdaki kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın, onu dışardan ve çoğunlukla üstten tanımlama tavrını yansıtır.
Hayır, çünkü İslamcı geçmişten gelen bir siyasi çevre, pekala demokratik siyaset alanında özgürleştirici olabilirdi; nitekim olmadı da değil. Bu noktada, demokrat aydınlar açısından sorunlu olan, İslamcılık okuması değil, demokrasi okumasında içine düşülen zaaflardı.
Günün sonunda, İslamcılarla Kemalistler kapışırken, demokrasi mücadelesi verdiğini sananlar düpedüz faydalı salaklar durumuna düştü.
Evet, belli ki kandırıldık, ama iyi ki kandık! Kemalistler gibi darbeciliğe akıl yatırmayı, otoriterliğe savrulmayı reddettik. Hem kandırılmak, kandırmaktan tabii ki iyidir.
***
Bu yazının neresinden başlamalı, bilmiyorum.
AKPye karşı çıkan, siyasi İslamın demokrasiyle bağdaşmayacağını söyleyen.. Ancak, sosyalist soldan Atatürkçü Düşünce Derneği üyelerine kadar çok geniş bir yelpazede farklılık gösteren.. Bunun dışında bir akrabalıkları olmayanları bir torbaya atmak ve Kemalist etiketiyle toptan silmek..
Bu, tam da, Nuray Mertin ifadesindeki karşınızdaki kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın, onu dışardan ve çoğunlukla üstten tanımlama tavrı değil midir!
Dolayısıyla otoriter bir yaklaşım demek yanlış mıdır!
YETMEZ AMA EVET diyenleri eleştirmek.. AKPye destek verenleri uyarmak böyle otoriter bir yaklaşımla karalanacak.. Çöpe atılacak
Ama Nuray Mert ve liberal demokratlar (NİHAYET) durumu anlayıp benzer şeyler söylemeye başladığında bu SAHİCİ DEMOKRATLIK olacak. Öyle mi!
Mert, aradaki farkı, bizlerin (niyet okuyarak) önceden tesbitte bulunmamız, kendilerinin ise (yine NİHAYET) durumu anlamaya başlayınca eleştirmeleri olarak izah ediyor.
Bana göre, buna SİYASİ ÖNGÖRÜ denilir.
Karşınızdakine (mesela AKPye) gökten az önce zembille inmiş muamelesi yapmadan: siyasi yolculuğunu / kadrosunu / kısacası müktesebatını bilmek.. Analizi buna göre yapmaktır.
Ayrıca, madem niyet okumak otoriter bir tutumdur ve dolayısıyla yanlıştır. Şu cümle ne anlama gelir: Kemalistler gibi darbeciliğe akıl yatırmayı, otoriterliğe savrulmayı reddettik.
Kemalistler darken hangi kümeden bahsettiği bir yana.. Kendisini böyle tanımlayan kim / hangi kesim söz konusu dönemde darbeciliği savunmuştur?
***
Nuray Mert,
Günün sonunda, İslamcılarla Kemalistler kapışırken, demokrasi mücadelesi verdiğini sananlar düpedüz faydalı salaklar durumuna düştü diyor.
Çok ilginç. Hanımefendi ve kendisi gibidemokrasi mücadelesi verdiğini sananlar bu konuda da Kemalistleri (yanı sıra solu) suçluyor anlaşılan.
Yetmez ama evet demeyenler.. Diyenleri de eleştirmek cüretinde bulunanlar arasında ben de varım.
Kendi adıma onları hiç faydalı salaklar diye nitelendirmedim.
Hatırladığım kadarıyla, bir TARAF Gazetesinin eski yazı işleri müdürü Yıldıray Oğur yarayışlı aptallar demişti ESKİ kendileri için.. Birkaç kalem de ondan alıntı yapmıştı.
Nuray Mertin kendisi için böyle düşünmesine üzüldüm!
Bu kadar büyük ve Türkiyenin RTE cehennemine sürüklenmesine katkı sağlayan bir yanılgı sonrasında insan belki böyle hisseder. Bilmiyorum.
Ancak en azından şimdi.. Bugün.. Toptancı bakışını, nüans gözetmeden yönelttiği suçlamaları gözden geçirmiştir diye umuyorum.
Zira, öyle görünüyor ki, şimdi de HDPye oy vermeyeceğim demek bile otoriter / darbeci / anti-demokratik bir tavır olarak yaftalanacak. Kurşuna dizilecek.
Kibir / hor görme / her dem yanılgı.. Gün geliyor bir ton makyaj yapmış yaşlı kadınlar gibi sırıtıyor.
Hep yinelemek gerekiyor, AKP bugünlere tek başına veya sadece iç ve dış konjöktür nedeniyle gelmedi. Elbette bu koşullar AKP'nin tırmanışında etkiliydiler. Ama ne olursa olsun AKP içinden çıktığı gerici ideolojiyle bunun gerçekleşmesi olanaksızdı. Kendi ''dışından'' ideolojik ve entellektüel bir desteğe ihtiyaçları vardı ve bu destek, burada adı geçenler ve Aydın Engin, Oral Çalışlar, Cengiz Çandar, Altan biraderler, Murat Belge, ömer Laçiner gibi liberal sol, ''yetmez ama evetçi'' kesimlerden geldi. AKP'nin tırmanışında ve adım adım devleti ele geçirip siyasal ve toplumsal alanda gericiliği dayatması bu isimlerin büyük çabaları ve katkıları oldu. İşlevleri bittiğinde, AKP gerçek yüzünü göstererek bir dönem kullandığı bu isimleri buruşuk bir mendil gibi bir kenara fırlattı. Şimdi bu isimlerin birer ikişer Cumhuriyet'e geçmesi, bu isimlerin taşıyıcısı olduğu ne-liberal ideolojinin Cumhuriyet'te egemenlik kurmaya çalışması elbette çok üzücü. Ne olursa olsun Cumhuriyet'in düşünsel dünyamıza önemli bir katkısı vardı. Cumhuriyet gazetesinin şimdi büyük bir dönüşüm içine giriyor olması yetmez ama evetçilerin kaybederken bile kazandıklarının bir göstergesi. Yetmez ama evetçiler kazanırken Cumhuriyet gazetesi çok uzun yıllar boyunca üstlendiği aydınlanmacı ve laik çizgisininden çok şey yitirecek.
Sadece Cumhuriyet mi?