Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

Bebek ve banyo suyu
Metin Çulhaoğlu  


Sosyalizmin 1920’den bu yana yaklaşık yüz yıllık tarihine baktığımızda, düşünce ve siyaset üzerinde en uzun süreyle, derin ve dağıtıcı etkileri olan iki dış ideoloji görürüz: Kemalizm ve liberalizm…

İlki, 20’lerden başlar ve 60’lı yılların sonuna kadar devam eder.

Sosyalist hareket, bu iki dış ideolojiden ilkiyle hesaplaşmasını 60’lı yılların birikimiyle esas olarak 70’lerin başında tamamlamıştır. Göstergeleri, fikir üretiminde ve tartışmalarda gözetilen referansların başında artık Kemalizm’in değil dünyadaki devrimci deneyimlerin yer almaya başlamasıdır. Marksizm ve Leninizm öğrenilmiş; gözler, 1917’ye, Çin Devrimi’ne, Küba’ya, kapitalist ülkelerdeki sınıf mücadelelerine ve ulusal kurtuluş hareketlerine çevrilmiştir.

Eğer kendi coğrafyamız özelinde “Kürt sorunu” diyorsak, bu kez mirasımızda TİP’in “Doğu mitingleri”, 4. Büyük Kongresi, Deniz Gezmiş’in idam sehpasında söyledikleri, Kaypakkaya ve “Kurtuluş” hareketinin doğuşu vardır…  

Buraya kadarı iyi, fazlası zarardır.

Türkiye sosyalist hareketinin, kendisini kuşatan bu ilk dış ideolojik çemberi kırdığı kritik eşik 1968-75 dönemidir. “Fazlası” zarar olmuştur. “Daha fazla hesaplaşma” dürtüsü, bu kritik eşikten sonra Jakobenizmin, Kemalist devrimin tarihsel anlamda ilerici yerinin, Cumhuriyet’in kazanımlarının, “bağımsızlık” fikrinin, kamuculuğun vb. küçümsenmesi ve/ya da reddini beraberinde getirmiştir.

Yabancı bir deyimle, “doğan bebeği banyo suyuyla birlikte atmak”tır.

Bu yanlış, sola musallat olan ikinci dış ideolojinin önünü açmıştır: Liberalizm…    

***

O zaman onu da söyleyelim: Liberalizm, Türkiye sosyalist hareketinin başına 12 Eylül’den çıkış dönemiyle birlikte çökmüştür. 80’lerle başlatırsak, etkisini yaklaşık çeyrek yüzyıl sürdürmüştür.

Böyle dendiğine göre, liberalizmle hesaplaşılmasında da bir “kritik eşikten” mi söz ediyoruz?

Evet, aynen böyle diyoruz.

Meseleye Türkiye sosyalist hareketinin ana öbekleri ve kadroları açısından bakıldığında bu “kritik eşik” bizce 2010 referandumudur. Sosyalist hareketin yaklaşık 25 yıllık liberal iğvaya (saptırmaya, ayartmaya) “yeter artık” dediği bir noktadır.  

Neticede, ilkinde olduğu gibi bu ikincisinde de aşılan kritik eşiği fark etmenin, “fazlasının zarar olacağını” görmenin zorunluluk taşıdığı bir süreçteyiz.

Neyi kastediyoruz?

Mevcut toplumsal muhalefet potansiyelinin öğeleri olarak örneğin parklarda forum yapılmasını, temsili demokrasiyi aşan demokrasi özlemlerini, kişilerin “özgürlük” vurgularını, bir şeyleri bugünden değiştirme girişimlerini; çevre, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim vb. duyarlılıklarını “liberalizm” diye bir kalemde silip atma eğilimindeysek, ilkindeki yanlışın bir benzerine düşüyoruz demektir.    

Bu da doğan bebeği banyo suyuyla birlikte atmaktır.  

***

İki noktaya daha değinip bitirelim.

Birincisi: Türkiye sosyalist hareketi daralarak, kan kaybederek de olsa çeyrek yüzyıllık dönemde liberal tasalluta karşı başarılı bir ideolojik-siyasal duruş sergilemiştir. Bunun kıymeti bilinmelidir; ama bundan sonra yeni şeyler söylemek gerektiği de bilinmelidir. “Liberalizm eleştirisinin” Türkiye sosyalist hareketini sonsuza kadar taşıyacak bir ideolojik-siyasal yakıt olamayacağı unutulmamalıdır.  

İkincisi: Belirli bir sistematiğe, kendince iç tutarlılığa sahip, burjuvazinin organik aydınları ve fikir insanları tarafından geliştirilen bir ideoloji olarak liberalizm ile örneğin 2013 Haziran’ında alanları dolduran insanların bu kez olumlu, özgürlükçülük anlamında “liberal” denebilecek özlemleri arasında mutlaka bir ayrım yapılmalıdır.

Önümüzde, ilk kez sokağa çıkan, belirli bir mücadele kararlılığı taşıyan çeşitli kesimlerden insanlar var; daha önemlisi, çok geniş bir genç kuşak var…

Özgürlük, kardeşlik, eşitlik diyorlar; kendi yaşamlarını “din adamının dumanlı vaatlerine” kulak asmadan kurmak istiyorlar…

“Liberal” sayılmamaları için, örneğin:

Leninizm’in ve Ekim Devrimi’nin tarihsel önemine tam vakıf olmaları,

Sosyalist kuruluşun parlak sayfalarını ezbere bilmeleri,

1945 yılında Reichstag’a çekilen kızıl bayrağı gördüklerinde gözlerinin dolması,

Sovyet marşları dinleyip coşmaları gerekiyorsa…

Biz ne işe yararız, bizim işimiz nedir?

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
12.05.2015- 10:00

Aman tanrım! Liberaller 12 Eylül sürüyor demekte
Kemal Okuyan


12 Eylül düzeni hakikaten sürüyor. Sürüyor da, neden sürüyor?

Liberal çevrelerde AKP'cilik artık itibar görmüyor, en azından şimdilik. Bu nedenle 12 Eylül'ün ve de her tür münasebetsizliğin tasfiyesi diye yutturdukları Erdoğan'lı yıllara, şu sıralar, 12 Eylül'ün devamı demeye başladılar.

İkna oldu arkadaşlar anlayacağınız. Biz değiliz ikna eden elbette! Başka yerlerden feyz alır onlar.

Öyle olunca da biz çıkıntılık yapmaya devam ederiz. Eder ve sorarız, 12 Eylül neden sürüyor? Neden liberaller övgü yağdırıp defalarca kurtarmakla övündükleri Erdoğan'ı Kenan Evren'in varisi olarak ilan ediverdi?

Yanıt basit: Erdoğan'ın arkasına aldığı güçlü sermaye desteği tamamen ortadan kalkmadı, ama parçalanarak etkisini yitirdi. Bir kez böyle bir zayıflama söz konusu olduğunda AKP'ye her zaman içkin olan baskıcı, otoriter, gerici karakter öne çıkarılmaya başlandı.

Evren için de böyleydi. Faşist General'i, kardeş kavgasını durduran zat diye pazarlıyorlardı. Bu da bir bakış açısıydı. Açıyı azıcık değiştirince idamlar, işkenceler, karartılan yaşamlar... Bir bakış açısıyla Evren, şeriatçı eğilimlere de set çekmişti. Öte yandan şimdi herkes gericiliğin önünü paşa hazretlerinin açtığını söylüyor. Dedim ya bakış açısı...

Şimdi liberal tayfa azıcık değiştirdi açıyı ve Erdoğan'ı daha "gerçek" resmediyorlar.

Güya...

Çünkü işin özü yok. Nasıl olsun ki? Sermayenin, en azından belli bölümünün kararı Erdoğan'ın üstünün çizilmesi.

Ne yapıyorlar, "asker vesayeti bitirildi ama vesayet rejimi sürüyor" diyorlar.

Nedir bu yahu?

Görünen iktidarın ötesinde bir gücün hükmetmesi.

Bir açıdan kuralsızlık.

Peki, neden?

Hitler için söylediğimi Tayyip için de söyleyeyim; sermaye sınıfının işine gelmeseydi, uluslararası tekeller "oh oh" diye sevindirik olmasaydı, Erdoğan kimsenin hatırlamadığı ve bir olasılık yolsuzluk soruşturmasına uğrayan sabık bir belediye başkanı olarak kalırdı.

Vesayet filan hikaye; 12 Eylül, emek ile sermaye arasındaki mevcut dengeyi uluslararası ölçekte sermaye sınıfı lehine değiştirme hamlesidir. Mevcut denge de patronlara yazıyordu kuşkusuz. Diğer her şey, 12 Eylül'ün sanata, bilime, insana, Kürde düşmanlığı bununla bağlantılı.

İplerin askerde toplanması da, dengelerdeki değişimin silah zoruyla gerçekleştirilip garanti altına alınmasıdır.

AKP için de aynısı geçerli. Erdoğan ve arkadaşları sermaye sınıfını ihya etmiştir. Arada Özal'ı da katalım, sınıf mücadelesinde kuralsızlık geçerlidir.

Liberaller tek bir kez buna itiraz etmemiştir. İş cinayetleri sırasında çıkardıkları ses, huzurları bozulduğu, piyasanın vahşeti çıplak biçimde görüldüğü içindir. Yoksa, umurlarında değil.

Tamam ortaklaşıyoruz, 12 Eylül rejimi sürüyor.

Sürüyor çünkü, sermaye kural tanımamaya devam ediyor hâlâ... Liberaller de bunu gizlemeye.

umut  |  Cvp:
Cevap: 2
30.05.2015- 10:05

Bunları ötekileştirelim!
Metin Çulhaoğlu  


Yaklaşık 8-10 yıl hızlı AKP destekçiliği yaptıktan sonra birkaç yıldır bir o kadar hızlı AKP karşıtlığı sergileyen, büyük bölümü eski solcu ya da halen solda olduğunu söyleyen, ancak genellikle “liberal” diye tanımlanan kişileri kastediyoruz.

Bunlara güvenilir mi?

Soru böyle. Ama önce bu sorunun kendisini sorgulamak gerekir. Çünkü yanlış çağrışımlar yaptırabilir: Sanki çok matah kişiler, ciddi bir birikimin taşıyıcıları… Aslında biz de bunları yanımızda görmek istiyoruz… Ama henüz tam güvenemiyoruz…

Bunları akla getirebilir.

Mesele bu değil.

Soruyu böyle “düzeltelim” ve yanıtını verelim: Güvenmek şöyle dursun, tüm marifetlerini AKP karşıtlığı için seferber etseler, hatta icabında Erdoğan’a karşı beş nokta kalp patlatan avuç tekniği uygulayacaklarını taahhüt etseler bile kendilerine itibar edilmemelidir.

Kastettiğimiz, elbette, AKP’den dönüş yapan bu kesimle Türkiye’nin sosyalistleri arasındaki ilişkidir. Söz konusu kesime itibar etmemesi, hatta tamamen dışlaması gerekenler sosyalistlerdir, başkaları değil. Başkaları, bu eküriyi istedikleri gibi, tepe tepe kullanabilirler.

Çok mu sert ve dışlayıcı oldu?

Nedenlerini anlatmaya çalışalım.

***

Türkiye’de pek çok alanda çürüyüş var, biliyoruz. Konumuz açısından ikisi üzerinde duralım: Akademi dâhil düşünsel-entelektüel alan ve medya. İlk alanda, tarihsellikten ve bütünsellikten koparılıp önemli ölçüde “postmodernize edilmiş” siyasal, sosyolojik, antropolojik, kültürel vb. fikir kırıntılarının “derin” sayılıp baş tacı edilmesi, günümüzün bir gerçeği, çürüyüşün tezahürüdür.

Bir bu var.

İkinci alanda, medyada, çürüyüş daha ileri derecelerdedir. Medya dendiğinde, buradaki küçük ve nispeten temiz adacıklar bile bataklıkla kuşatılmıştır. Bataklık, nispeten temiz kalana da yer yer nüfuz edebilmektedir. Bu alanda rağbet, basitleştirmelere, kabalaştırmalara, popüler olana, ilk duyulduğunda çarpıcı ve tivitlenmeye uygun bulunanadır…

İkincisi de bu oluyor.

Şimdi, birinci alandan derlenmiş fikir kırıntılarının ikinci alana daha da popülarize ve vülgarize edilerek boca edilmesi söz konusudur ve buradan katlanmış bir çürüme durumu çıkmaktadır. Önde gelen aktörleri de, düne kadar AKP destekçiliği yapıp bugün karşı saflara geçen eski solcu-sosyalist liberal cemaatin üyeleridir.

Yakın geçmişte, AKP’nin yukarıdan (emperyalist merkezler, AB vb.) ve aşağıdan (seçmen) aldığı destek karşısında gözleri kamaşmış, bu treni kaçırmama telaşıyla birinci alandan derledikleri fikir kırıntılarını gerekli gördükleri popülerleştirmeyle birlikte zaten bir başka çürüme alanı olan medyaya taşımışlardır.

Bugünse, AKP’nin hem yukarıdan hem de aşağıdan aldığı desteğin eridiğini düşünerek kalkmaya hazır bir başka trenin istasyonda beklediği sonucuna varmışlardır. Şimdi, bu trene yetişmeleri gerekmektedir. Yapmaları gereken de, bir önceki trene yetişirken kullandıkları fikir kırıntılarını rötuşlayıp başka bir çerçeveye oturtmaktır. Dün, “merkez-çevre teorisi”, Jakobenlik, elitlik, tepeden inmecilik, darbecilik gibi sözde bu ülkenin tarihine uyarlanmış temalar revaçtaydı. Şimdi, işin bu boyutlarını boş verip daha evrensel “demokrasi”, “hoşgörü”, “kuvvetler ayrılığı”, “yargı denetimi” gibi temalar üzerinde durursun olur biter…

Ha bir de burunlarından kıl aldırmazlar: “Dün asker vesayetiyle hesaplaşılıyor diye öyle yapmıştık, doğru yaptık, o iş bitti, şimdi…”

“Asker vesayetiyle hesaplaşma” denen şeyin bugün karşı çıktığınız durumun bir parçası, ön hazırlığı olduğunu öyle çok değil 4-5 yıl önce hiç göremediyseniz ne diye ortalıkta akademisyeniz, aydınız, kanaat önderiyiz, şuyuz buyuz diye geziniyorsunuz ki?

Anlaşılan, entelektüel birikimlerini bu kez Türkiye’nin “liberal yeniden yapılanması” için seferber edecekler. Burunları iyi koku alır.

Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır.

Dün AKP’ye belirli bir meşruiyet sağlanmasındaki katkıları ne kadar önemli idiyse, şimdikinde de o kadar önemli olacaktır.

Yani o kadar da önemli olmayacaktır.

O zaman neden bu kadar ciddiye alıyoruz ki?

Alalım ki temiz kalalım, bize bulaşmasın; daha iyi anlayacakları bir dille söylersek, bu kesimi kendimize göre bir güzel ötekileştirelim!

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]