Ayhan Çarkın'dan Hüseyin Aygün'e 'yargısız infaz' itirafları: PERPA'da çatışma süsü verdik
Ayhan Çarkın, aktif görev yaptığı döneme ilişkin olarak CHPli Aygünle ağlayarak konuştu, çok sayıda faili meçhul cinayetle ilgili bilgiler verdi.
Milliyet'ten Gökçer Tahincioğlu ve Önder Yılmaz'ın haberine göre, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygüne Adalet Bakanlığının izniyle önceki gün Ayhan Çarkınla 4 saat süren bir görüşme gerçekleştirdi. Aygünün notlarına göre ağlaya ağlaya konuşan Çarkın, diğer özel harekatçılara konuşmaları için çağrıda bulunarak özetle şunları söyledi:
ÇITLAKI BOŞA ÖLDÜRDÜK: PERPA baskını, basit bir gaz bombasıyla yapılabilecek bir operasyondu. Silah kullanılması gerekmezdi. Buna rağmen yargısız infaz yaptık. Oradakiler bizimle çatışmaya girmedi. Çatışma süsü verildi. Garson kızı da (Selma Çıtlak) tanık kalmasın diye öldürdük. Sonradan çok pişmanlık duydum.
TİKKO OPERASYONU: İstanbul Maltepede, 3 TİKKOlu genç için ihbar geldi. Gittik. Kızı asansörde öldürdük. 2 kişi ise çatıda öldürüldü. Evlerine girdik fena oldum. Yeni çay demlemişlerdi. Ne silah vardı ne başka bir şey.
DEV-SOLA OPERASYON: Birçok operasyona katıldık. Sinan Kukul, Sabahat Karataş gibi isimler, yargısız infaz sonucu öldürüldü. Daha böyle birçok isim var. Yakalanabilirlerdi ama çatışma sürüyor süsü verildi.
SLOGAN ATTILAR: Hüsamettin Yaman ve Soner Gülün polis katili olduğu söylendi bize. Yakalayıp bir kamyonetin arkasına attık. Koli bantıyla bantladık. Ormanlık bir alanda sorguladık. Sonra yere oturtup infaz edildiler. Çocuklar bir an için geri adım atmadı. Vurulurken insanlık onuru işkenceyi yenecek diye slogan atıyorlardı. Şimdi benim oğlum, onların yaşında. Düşündükçe ağlıyorum. Bize bu insanları hep polis katili diye tanıttılar.
FOTOĞRAFI BAŞUCUMDA: Ayhan Efeoğlu, emniyette işkence sonucu öldü. Cesedini bize verdiler. Biz bomba ya da bu tip bir şey sandık imha için bavulu görünce. İçinden ceset çıktı. Götürüp gömdük. Kendi ellerimle gömdüm. Şimdi fotoğrafı, cezaevinde başucumda asılı. Adaşımdan özür diliyorum her gün. Her gün resmine bakıp ağlıyorum.
MEZARLARIN ÜZERİNE GÖMDÜK: Bizim ekip, bir ihbar üzerine Muşa gitti. 8 kişi infaz edildi orada. 3 arabayla gidildi. Yollar buzluydu. 1994ün kış ayları. Muş Merkez Mezarlığındaki 8 ayrı mezarın üzerine gömüldü öldürülenler. PKKnın politikalarına da karşı çıkan, barış isteyen bir grup. Belki örgüt de tasfiye edecekti. Ortak operasyon gibiydi.
60 YAŞINDAKİ AMCA: Aynı ekip, Gaziantepte 60 yaşındaki bir amcayı inşaatta infaz etti. Onun da örgütle (PKK) ortak operasyon sonucu infaz edildiğini düşünüyorum.
ÖRGÜTLER DE İŞİN İÇİNDE: Bazı örgütler, temizlemek istedikleri adamları bize bildiriyorlardı. İhbarla bildiriliyordu. Bu adamlar infaz ediliyordu. Güneydoğu Mardin Ömerlide, Pınarcık katliamı ile 31 kişi öldürüldü bu bir vahşetti.
150 KİŞİ GÖREVDE: O dönemde, bu işlerin içerisinde yer alan 150ye yakın kişi hâlâ etkin görevde. Bu kişilerin hakkında işlem yapılması gerekiyor. İsimlerini tek tek savcıya söyledim.
CUMARTESİ ANNELERİ: Soner Gül, Hüsamettin Yaman ve Ayhan Efeoğlunun fotoğraflarını Cumartesi Annelerinin elinde gördüm. Bilmiyordum ki ben bunların öğrenci olduklarını. Polis katili sanıyorduk. Af dilemek, onlarla konuşmak istedim. Gittim, Nevruza katıldım. Bildiklerimi anlatmaya karar verdim. Öldürdüklerimiz rüyalarıma giriyor. Cumartesi anneleri, rüyalarıma giriyor. Hesaplaşmaya da böyle başladım zaten.
20 METRE YANDADIR: Gösterdiğim yerlerde ceset bulunamaması, orada olmadıkları anlamına gelmez. Çıkartılmamışsa, geniş bir alan taramasıyla bulunur. Orada yollar, ormanlar yapılmış. 20 yıl geçmiş. Gösterdiğim yerde değilse, 20 metre yanındadır. Söylediğim herşey doğru. Ben bu ekiplerin içindeydim.
AĞAR GİBİ RAHAT DEĞİLİM: Mehmet Ağar, bunların bir plan dahilinde olmadığını söylüyor. Benim vicdanım, Mehmet Ağar gibi rahat değil.
GÜNDEMİN BOMBALANMASI: Özgür Gündem gazetesini bizim Ankara ekibi bombaladı. Ankara ekibinin ilk eylemi. 92 yılında. 96dan sonra örgütten koptum zaten. Bize polis otosuna bomba attı diyorlardı gidip öldürüyorduk.
YEŞİL, DEVLET KORUMASINDA: Yeşil (Mahmut Yıldırım) yaşıyor ve devletin korumasında olduğuna inanıyorum.
TERÖR ÖRGÜTÜ GİBİYDİK: Biz, yasallık perdesi altında terör örgütü gibi çalıştık. Ölen insanların bir çoğunun slogan attı. Geri adım atmadı. Bu insanlara hayranlık duydum. Üç parmak işareti gördüm, duydum, biliyorum anlamına geliyor. Diğer faillere mesaj.
SEVGİLİLERİNİ İNFAZ ETTİLER: Bizim grup canavardı, sevgilisi ile anlaşamayıp öldürüyordu. Biri sevgilisini öldürdü. Kan döke döke canavarlaşmış, insan olmaktan çıkmıştı bizim grup. Kırıkkalede Metin Vural adlı kişi de kişisel sebeplerle öldürüldü.
15-20 KİŞİYİ ÖLDÜRDÜM: 15-20 kişiyi bizzat öldürdüm. Ben sadece buzdağının küçük kısmını anlatıyorum. Herkes konuşursa bütün tablo açığa çıkar. Yeni yerler bulabilirim, gösterebilirim. Tahliye edilirsem, yeni kanıtlar çıkar.
DELİ RAPORU YAKIŞMADI: İbrahim Şahin kilit konumda. İdoldür. Böyle birinin deli raporu alması kendisine yakışmadı.
OKTAY İNTİHAR ETMEZ: Behçet Oktayın intiharına inanmıyorum. Karşı çıkmıştır, öldürülmüştür.
Sol
90lı yıllar
Kamil Tekerek
Geçtiğimiz son birkaç günde yaşananlar, 90lı yılları yaşamış ve politik atmosferini solumuş herkese birçok şeyi çağrıştırmış olsa gerek.
Amacım içinde bulunduğumuz günlerin yeni 90lar olduğunu iddia etmek değil. Zaten tarihte bu tür benzeştirmeleri yapmak genelde işimize yaramayan bir sürü değerlendirmeye varmamıza da sebebiyet verebiliyor.
Tüm bunlarla birlikte, 12 Eylül sonrası dönemi değerlendirirken, 90lı yıllar gibi uzun bir parantezin açılmasında, sömürü düzeninin halk düşmanı politikalarının uygulama sahasının hatırlanmasında bazen fayda olabiliyor.
Zam, zulüm, işkence, kaybedilen insanlar, faili meçhuller, yargısız infazlar, kontrgerilla faaliyetleri
Bunlar başta devrimcilerin şahsında tüm emekçilere karşı işlenen suçların listesini oluşturmaya yeterli.
İşte tam da bu yüzden Çağlayan Adliyesinde ve sonrasında yaşananlar, devletin yargısız infaz ve işkence uygulamasını tüm toplumun gözleri önünde acımasızca hayata geçirebileceğini göstermesi açısından bize 90ları hatırlattı.
Kürtçe konuştuğu için öldürüldü
Tarihini hatırlayamıyorum. 90 ya da 91 yılı olsa gerek Ama gazete manşeti dün gibi aklımda.
31 Ocak 1990da Muammer Aksoy, 4 Eylül 1990da Turan Dursun, 24 Ocak 1993te Uğur Mumcu katledildi. Katledilme sebepleri Kürtçe konuşmaları değildi. Gericiliğe karşı duruşlarıydı. Ama Kürtçe konuşan vatandaş ile kaderleri ve öldürülme biçimleri aynıydı
1991 yılının Temmuz ayında dönemin Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır il başkanı Vedat Aydın evinden alındı ve işkence yapılmış cesedi Ergani yakınlarında bulundu. İlerici, aydın ve halkını seven bir insandı
Kürt aydını Musa Anter 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'ın Seyrantepe mahallesinde uğradığı silahlı saldırıda sol bacağına iki, kalbi ve kafasına birer kurşun sıkılarak öldürüldü. Çok uzun yıllar sonra, eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan; Anter'in, kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM için öldürüldüğünü söyledi. Susurluk Raporu'nda, Anter cinayetinin Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planlanıp uygulandığı yer almıştı.
Gazeteci Metin Göktepe 8 Ocak 1996 yılında gözaltında işkence sonucu hayatını kaybetti. Dönemin devlet adamları Göktepenin duvardan düşerek öldüğünü dile getirdiler. Sonra gözaltında öldüğünü kabul ettiler.
Örnekleri arttırabiliriz. Eksikleri siz de tamamlayabilirsiniz. Ancak bu örneklerin arasına Sivas katliamını, Gazi katliamını, cezaevi operasyonlarını, ölüm oruçlarını, Hizbullahın Kürt halkına karşı işlediği katliamları mutlaka eklemek zorundasınız.
Bir de üzerine, parasız eğitim istedikleri için işkence gören Manisalı gençleri ve baklava çaldıkları için hapis cezası alan yoksul çocukların hatırasını koyun
İkisinin de tarihi 1997
90lı yıllar zor yıllardı.
İşçi sınıfının zor yıllarıydı. Zamlar durmazdı. Sınıfın haklarına saldırı hat safhadaydı. Aydınların, ilericilerin zor yıllarıydı. Düşünmek bazen ölmek anlamına geliyordu. Devrimcilerin de zor yıllarıydı. Faili meçhuller, gözaltında kayıplar ve işkenceler devrimcilerin yol arkadaşı gibi olmuştu. Sosyalizm ve devrim inancına sahip çıkmak 90larda bayağı meşakkatli bir işti. Sovyetler Birliği yıkılmıştı, işçi sınıfının ruhuna fatiha okunuyordu, tarih bitmiş Marksizm ölmüş sayılıyordu.
90lı yıllar Türkiyede sermaye sınıfının işçi sınıfına karşı savaşında 12 Eylül sonrasında açtığı büyük bir parantezdi. Parantezi kapattılar ve kaldıkları yerden kendilerince daha meşru olduklarını iddia ederek, solun içinden kendilerine adam devşirerek, 12 Eylülle birlikte başlattıkları huruç harekatını ekonomik, siyasi alanda arttırarak AKP döneminde devam ettirdiler. Her daim ülkülerine inandılar ve başarılı olacaklarını zannettiler. AKPnin dostu liberaller 90lı yılları ehlileştirebileceklerini, AKPnin bunun adayı olduğunu vaaz ettiler.
Ancak yanıldılar.
90lı yılların ateş çemberi aslında yarılmıştı. Çemberi yaran devrimciler de ülkülerine inandılar ve ülkemiz emekçileri için mücadele ettiler. 2013 yılının Haziran ayında ateş çemberi 12 Eylülün bütün zihniyetiyle birlikte dağılırken Türkiye toplumunun önünde yeni bir mücadele dönemini açtı. Dolayısıyla, aslında 90lı yıllar da tarih oldu
90lı yıllarda devrimci olmak çok zordu
Bugünün koşulları düşünüldüğünde ise tersini iddia etmemiz yanlış olur. Düzen güçleri sıkıştıkları her anda toprak altındaki eski silahlarını çıkarmaktan imtina etmeyecekler bunu biliyoruz.
Bugün sosyalizm ve devrim mücadelesi çok daha meşakkatli hale gelmiştir. Daha büyük bir emeğe, daha fazla insana, daha fazla akla, daha fazla emeğe ihtiyacımız vardır. Hepsinden önemlisi daha büyük ve daha güçlü bir örgütlülüğe sahip olmak mutlaktır.
Bu satırlar Berkinin katillerinin ortaya çıkması için eylem yapan devrimci gençlerin işin kolayına kaçtığını söylemek için yazılmadı. Kuşkusuz çok zor bir iş yaptılar. Eylemleri, 90lı yılları aratmayacak, kendi savcısının canına kıyacak kadar canavarlaşabilecek bir sistemin neler yapabileceğini bizlere gösterdi.
Beraberinde bu lanet olası düzenden bir an önce kurtulmamız gerektiğine dair olan bilincimizi de tazeledi.
AKP iktidarı, birkaç gün içerisine yargısız infazı, onlarca hukuksuzluğu ve adaletsizliği, toplu işkence görüntülerini sığdırmayı başardı. Bunların hepsi devletin başındaki kişiler tarafından onayladı.
Karşımızda duran soru bizlerin önümüzdeki günlere neleri, nasıl sığdıracağımıza düğümlenmiş durumdadır.
Ve düğümün çözümünün, daha büyük, daha güçlü bir örgütlülüğü yaratmaktan geçtiği, halkımız ve işçi sınıfımızın gerici bir iktidara karşı sağlam duruşunun inşa edilmesinde yattığı bir kere daha ortaya çıkmıştır.