Kürt Sorunu Üzerine - İlhan Kamil Turan
Kürt emekçi halkı, Türkiye devriminin hem asli bir bileşeni hem de temel müttefikidir. Kimileri asli bileşen ve müttefikliğin ayrı şeyler olduğunu düşünebilir. Zorlanırsa, içerik olarak öyledir diyebiliriz. Ancak Türkiye devriminin ölçeğinin mevcut sınırlar dâhilinde düşünülmesi gerekliliği ve Kürt sorununun çok boyutluluğu, ezilen Kürt halkının Türkiye devriminin hem asli bir bileşeni hem de temel müttefiki olarak içsel ve esnek bir yaklaşıma dâhil edilmesini engellemez. Nihayetinde ileride gerçekleşecek olan fiili hareket, fiili durum belirleyici olacaktır.
Kürt siyasi hareketi, sosyalist ve laik kökenlidir, ancak sosyalist ülkelerin çözülüşü ve dünya konjoktürünün değişimiyle birlikte tamamen ulusal bir kulvara geçmiştir. Bundan ötürü olağanın ötesinde bir çelişkili birlik yapısındadır.
Kürt sorunu o denli ulusal ve ona endeksli siyasal bir bağlama angaje edilmiştir ki, çocukları ve Türkiye halklarının bütününü ekonomik, siyasal, ideolojik, kültürel boyutlarıyla ilgilendiren 4+4+4 eğitim konusu gündeme ilk geldiği zaman Murat Karayılan bizi ilgilendirmiyor diyebilmiştir. Abdullah Öcalanın ulus devlet ölçeğini, yani ulusal-siyasal-sınıfsal özgül devrimci ölçeği salt düşünsel bir hamle ile aşarak ümmet birliğine vurgu yapan açıklaması ile Selahattin Demirtaşın AKPyi İslami belirlenimlerinden arındıran yaklaşımı da ayrıca anımsanabilir.
Düzenin belirlenimleri ve AKP iktidarının genelde seçimlere endekslenen oyalayıcılığı bir yana, Kürt sorununun çözüm görünümü sunumu altındaki mevcut yönelimin Kürt ulusuna bir şeyler verdiği ve yine nispi/kısmi şeyler verebileceği açıktır ama Kürt emekçilerine sınırlı bir kimlik özgürlüğü dışında ne vereceği de açıktır: Her tür sömürü ve siyasal istismara açıklık. Tarihselulusal nedensellikler ile iç içe olan sınıfsal nedensellikleri ve dolayısıyla birleşik olarak ele alınması gereken ulusaltoplumsal kurtuluş (siyasal-toplumsal devrim) gereklerini birbirinden ayrıştıran yaklaşım, bugün hem Kürt siyasi hareketinde hem de düzen aktörlerinde birbirinden ayrı nedenselliklere dayalı olarak egemen durumdadır.
Kürt sorununda salt ulusal veya siyasal değil, sınıfsal toplumsal temellere, temel haklar bağlamı ile nihai çözüm arasındaki ilişkiye dair çözümleme (analiz, tahlil) ve gerçek çözüm önermelerinin artık bir geçerlilik kazanması gerekiyor. Bunun için sosyalist, devrimci, gerçek demokratik perspektifin devreye girmesi gerekiyor. Kürt sorununun aynı zamanda ulusal, siyasal, bölgesel, küresel vb. bir sorun olması onun sınıfsal-siyasal bir emekçi sorunu olduğu gerçeğini değiştiremez. Aksi yaklaşımda tarih, Kürt halkı ve Türkiye bütünü açısından yine yavaş ve bir dizi yanılsamalarla işlemeye devam edecektir.
Kürt sorununun ulusal-siyasal bağlam yanı sıra emekçi dinamiği potansiyeli üzerinden bütünsel bir siyasal, toplumsal kurtuluş sistematiği üzerine oturtulması gerekiyor. Kürt insanının etnik siyasal gereksinim ve duyarlılıklarını, nesnel konum olan emekçi halk boyutuyla ayrıştırma yönünde zorlamalara girmeyen, Türk, Kürt ve etnik panoramadaki diğer bütün kimlikleri içerecek bütünleşik bir emekçi üst kimliği ve bir arada yaşam mücadelesinin başat kılınması gerekiyor. Türkiye sosyalist hareketi, önümüzdeki yeni süreçte ayırıcı sosyo psikolojik ve siyasal faktörleri bertaraf etmeye özel gayretler sarf ederek sorunu halkların kardeşliği, emekçi üst kimliği, emek ve devrim sorunu bağlamına oturtma yönünde çaba sarf etmelidir. Bu nokta atlanarak herhangi bir toplumsal kurtuluş perspektifi oluşturulamaz.
Ah, Kürt siyasi hareketi ile Türkiye sosyalist hareketi arasındaki eşitsizlikleri sabitleyenler; sınıf mücadelesini silen radikal demokrasi yaklaşımına pirim verenler; ah, seçimlerde HDPyi desteklemek için ÖDP ve Birleşik Haziran Hareketine olmadık laflar eden eksen, omurga, yöntem yoksunları, bu ve benzeri temel gerekliliklere eğilip Kürt halkının gerçek, samimi dostları olabilseler, etle tırnak gibi iç içe geçmişliğin hakkını verebilseler.
Öyleyse yapılması gereken Türk ve Kürt emekçilerini emek eksenli bir siyasette buluşturacak bir siyasette ısrar etmekten geçer. Burada sadece kürt ulusal hareketinin milliyetçi siyasetlerine eleştiri yöneltmek yetmiyor, buna bağlı olarak kürt hareketinin bu sağcı yönelişlerine ses çıkarmayan kuyrukçu sola da eleştiri getirmek gerekiyor. Söylediğin önemli, kürt hareketi kendisine biat eden bir sol kesim varken kürt hareketine biat etmeyen sola önem vermiyor. Kendisine yakın hissettiği ÖDP'ye baskısı da sosyalist solu tamamen tecrit etme isteğinden ileri geliyor olabilir.
Kürtleri Allaha emanet etmek
Özkan Öztaş
1990lı yıllarda Kürtlükten kaçışın bir sığınağı olarak sunulan İslamcılık bugün demokrasicilik olarak sunulmakta. Üstelik bu durum, yer yer Kürt düşmanlığını görmezden gelen kimi İslamcı figürlerle birlikte yapılmakta.
Hafızalarımızı yoklamakta fayda var.
Tarih boyunca İslamcı ideolojiler, Kürt halkı ile temas kurduğu ve yakınlaştığı andan itibaren Kürt kültürü ve kimliğine ket vurmuştur. Tarihteki pek çok isyanda boy gösteren Mirlerin yerini, Müslüman Kürtleri mezhepler açısından dahi birleştirmede sıkıntılar yaşayan şeyh isyanları alır. Bu isyanlarda sadece Kürtlerin siyasi ve fiziki birliği değil, kültürü de ciddi yaralanır. İslam ideolojisinin yerleşmesi ve kökleşmesi Kürt kültürünü domine eder ve pek çok ögeyi devşirir. Bugün Kürtçede dinen günah sayılan pek çok kelimenin unutulmaya yüz tutmasının nedenlerinden birisi budur. Ya da İslam kültürünün devşirmeye önce erkeklerden başlamasından dolayı Kürtçe erkek isimleri ciddi oranda azalmıştır.
Kürt kimliğinin gelişmesine engel senaryolardan bir diğeri de Hamidiye Alaylarıdır. II. Abdülhamit döneminde hayata geçirilen bu ordular sayesinde hem Ermeniler üzerinde ciddi baskılar kurulmuş hem de Kürtlerin ulusal kültürlerinin gelişimi noktasında İslamın kavimler üstü yaklaşımı Kürt kültürünün gelişiminde kimi günahlar belirlemiştir.
Yakın tarihimiz ise bu açıdan daha vahim örneklerle dolu.
Dünyanın pek çok yerinde fareler üstünden denenen kimyasal silahlar, 1980li yılların sonunda Kürtler üzerinde deneniyordu. Herkes Halepçe katliamına odaklanırken gözden kaçan şey bu katliama kadar geçen süreçte kimyasal silahlarla katledilen Kürtlerin sayısının Halepçedekinden fazla olmasıydı.
Enfal operasyonunu bilir misiniz?
Dileyen Kuranın sekizinci suresine bakabilir. Saddam döneminde Kürtleri sınır hatlarından temizleme operasyonu olarak geçen Enfal adını buradan alır. Savaş ganimeti anlamına gelen bu kelimede pay edilenin Kürtler olduğunu söylemeye gerek var mı? Kürtleri katleden Irak, tüm bu süreçte kenar süsü olarak Kuran ayetlerini kullanıyordu.
Kürt İslamcıları 1988 Şubat ve Mart aylarında Batmanda Bulgaristandaki Müslümanların hakları için sokağa inerken Halepçe katliamının esamesi okunmuyordu. Dünyanın pek çok yerinde İslamcı örgütler için seferber olan Kürt İslamcıları mesele Kürtlerin kendisine gelince kılını kıpırdatmıyordu.
İslam devletlerinin hiçbiri ama hiçbiri Kürtlere karşı kullanılan kimyasal silahları kınamadı ya da kamuoyunda dile getirmedi. Halepçe katliamının hemen akabinde gerçekleşen Kuveytteki İslam Konferansı Zirvesinde ne Kürtlerin yaşadıkları sıkıntılar ne de katledilen insanlara dair hiçbir şey dile getirilmedi. Kayıtlarda bunlara dair tek bir cümle dahi yer almıyor.
Hizbulkontra terörüyle domuz bağı ile katledilen Kürtler, Diyarbakırda sayısız örnekte karşılaşılan Hizbullah ölüm evleri, katledilen gazeteciler ve diğerleri
Düne kadar tutuklu yargılanan tüm Hizbullah sanıkları IŞİD terörü baş göstermeden hemen önce serbest bırakıldı ve hepsi yurt dışına kaçtı. Hatta pek çoğuna cezaevi çıkışı karşılama törenleri dahi yapıldı.
Sonuçta Rojavada ve Kobanêde kazanan İslam oldu. Yıktığıyla, yaktığıyla, katlettiği ve mahvettiği tüm iyilikleri ile geriye direnmekten başka çaresi olmayan bir coğrafya bıraktı.
Peki ya bundan sonra?
Kürt halkının payına bundan sonra ne düşeceğini merak ediyorsanız eğer, cevabını Selahattin Demirtaşın geçtiğimiz günkü konuşmasından öğrenebilirsiniz:
Gidin Seydalardan öğrenin, Melelerden öğrenin!