Yaşasın 1 Mayıs
KEMAL ULUSALER
Tarihte yağmacılık ve kırımlarıyla anılan Vandalların Romayı yağmalamalarına atfen, sebepsiz yere zarar verme eylemlerine vandalizm denmiş. Oysa objektif bir gözle bakıldığında görülecektir ki tarihte tüm işgalciler yağmacı ve kıyıcı olmuşlardır. Gelin görün ki kabak Vandalların başında patlamıştır. O günlerden bu güne kapitalist-emperyalistler, sermaye ve işbirlikçileri her fırsatta dezenformasyon politikaları gereği kendilerine başkaldıranları vandallıkla ithamede gelmişlerdir. Üstelik işgalcilik, sömürü ve baskı iliklerine kadar işlemişken. Talan, yağma ve kıyım en belirgin özellikleri olmaktayken...
Yıllanmış bu sakız söylemler 1 Mayıs yaklaşırken yine Cumhurbaşkanı ve Başbakanın dillerinde. Onlar söyler de yandaşlar geri kalır mı? Kraldan çok kralcı halleriyle yine sahnede yer almaktalar. Vandallar 1 Mayısı kana bulamak için ittifak kurdu. Çıkarılmak istenen kaos öncesi bölgedeki karakollar, hastaneler ve gönüllü avukatların listesi bile hazırlandı. Seçim öncesi 1 Mayısı bahane edip kaos yaratmak isteyen HDPnin ardından Gezi odaklı gruplar da harekete geçti. Sokak sokak dolaşıp herkese Taksime gelin çağrısı yapan başını Birleşik Haziran Hareketinin çektiği grup, çıkaracağı olayların önlemini de önceden alıyor. Akşam gazetesinin bu provokatif yazılarını kaynak gösteren diğer yandaşlar buna kendilerince eklemelerde de bulunuyorlar. Vahdet sazanı dahil diğerleri de benzer yazılarla AKP vandalizmine zemin hazırlıyorlar.
Taksim emekçiler için ne kadar sembol ise egemenler için de o kadar korku içeren bir sembol. Bu korku bir tür güç gösterisine dönüşmüş bulunmaktadır. Ancak yasaklamanın hukuki bir zemini de bulunmamakta. 2012 yılındaki İHAM, DİSK ve KESK başvurusundan sonra, ülkemiz mahkemelerinden verilen kararlarla da Taksimde 1 Mayıs kutlanmasının ifade özgürlüğü kapsamında hak olduğu, aslında hep iktidarın ileri sürdüğü gibi 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri yasasına da aykırı olmadığı hükmolunmuştur.
Diyeceksiniz ki, Hukuk mu kaldı kardeşim? Ehh o da doğru.
Zaten emekçi sınıf için temsili düzeyde, göstermelik olan hukuk kendi içinde bile kaos yaşamakta ve hukuksuzluk sistemin tüm hücrelerine yayılmış bulunmakta.
Gelelim 1 Mayıs Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü lafzına. Laf güzel. Kimse de itiraz etmiyor, aksine kimi içten kimi ise tüm yüzsüzlüğüyle kullanıyor bu sloganı.
1 Mayısı Hak-İşle beraber Konyada kutlayacağını söyleyen Memur-Sen tüm yüzsüzlüğüyle mücadele çağrısı yapıyor. Neyin mücadelesi, kime karşı mücadele? CHP ve HDPnin seçim beyannamelerini eleştirerek, söz konusu partilerin bugüne kadar elde edilen kazanımları geriye götürmek istediğini söylerken hangi kazanımdan söz etmekteler? Belli ki bu ülkede yaşamıyorlar. Siz hiç ücret artışlarına, taşeronlaştırmayı durdurma söylemlerine, emekliye ikramiye açıklamalarına karşı çıkan sendika gördünüz mü? Alın görün işte. Sadece adı sendika, aslında yeni liberal entegrasyon uygulayıcısı AKPnin bir alt birimi.
Bu kadar mı?
1 Mayısta işçileri mücadeleye davet edip alanlara çağırmak yerine; Karayollarında 2010 yılından itibaren taşeron işçisi adı altında muvazaalı olarak çalışan üyelerimizin mahkeme kararlarının uygulanması ve kadroya alınmalarıyla ilgili müjdeli haberi açıklamak üzere Sn. Başbakanımız Ahmet Davutoğlunun katılımıyla Ankara Arenada 01 Mayıs 2015 tarihinde saat 09.00da bir toplantı düzenlenecektir. Katılımın en üst düzeyde sağlanması için toplantıya taşeron üyelerimiz (eş ve çocuklarıyla) kadrolu üyelerimizle birlikte katılacaklar diyerek AKP şovuna çağrı yapanlara kadar neler var neler.
İş cinayetlerine ortak olan sendikalar, bizatihi Bizi satanı biz de satarız sloganıyla kendi üyelerince protesto edilen sendikalar ve diğerleri yine bu 1 Mayısta meydanlarda takiye yapacaklar.
Ancak bir yere kadar. Maskeler günbegün sıyrılıyor.
İş cinayetlerine zemin hazırlayıp sendika -dolayısıyla emekçi- düşmanı, grev kırıcı, erteleyeci, gasp edici, hırsız, yağmacı ve kıyıcı vandallara karşı şarabi eşkıyalar, çapulcular başta kendileri için hak olan Taksim olmak üzere ülkenin tüm meydanlarından haykıracaklar:
Yaşasın 1 Mayıs.
1 Mayıs Meydanı
ENVER AYSEVER
Geçmişte iri laf edenler, sözü doğru ölçüp tartmadığı için çarçabuk utanır hale geliyor. Doğrusu gelmeliler olmalıydı. Yandaşlığın ilk koşulu yüzü kızarmadan, herhangi bir etik değere sahip olmadan yaşamak, bunu iyice öğrendik. İnsan kuyruğu kaptırınca, kendi yalanına inanmak zorunda kalıyor ve giderek pislik boyunu aşıyor, boğuluyor. Yandaşlıkta ön almak için her türlü numarayı çekenlerin, gözden düştükten sonra zırlaması bundan. Güce tapanlar şunu bilmeli ki, her diktatör ayakta kalmak için yeni tetikçiye gereksinim duyar. İşi biten çöpe atılır!
1 Mayıs için iktidar güzellemesi yapanlar, işçi sınıfının tarihsel birikimini ve kavgasını görmezden gelip, ucuz bir liberal özgürlük tarifiyle kazanımları gölgelemek istediler. 1Mayısın tatil olması ve Taksimin işçi sınıfına açılması bir lütufmuş gibi sundular. Üstelik bunu yuttururken gerici, yobaz bir siyasal iktidarı akla gelmeyecek biçimde yıkayıp yağladılar. Ellerinden gelse tarihsel devrimci bilincin başlangıç noktası AKP olacaktı. Bunu söyleyenlerin yazıları ortada!
Son 1 Mayısların tamamını görevim gereği Taksimde izledim. Büyük bir dirençle, tüm engellemelere karşın barikatların yıkılıp, olabilecek en geniş katılımla meydana ulaşıldığı an oradaydım. Server Tanilli tekerlekli sandalyesiyle giriş yaptığında bir devir kapanıyor, yepyeni bir kapı açılıyordu. Hepimiz duygulu anlar yaşadık. Darbelerden geçen, her türlü işkenceyi gören, siyaset sahnesinden silinsin diye tüm tuzakları aşan binler Taksimi 1 Mayıs Meydanı yapmayı başarmıştı. Yılların mücadelesiyle geri gelmişti Taksim.
Kuşkusuz işçi sınıfının tarifi değişti dünyada. Artık beyaz yakalılar da işçi sınıfına dahil. Küresel, saldırgan kapitalizm herkesi tutsak ediyor ve bu kölelik hali geleceksiz, korkulu insanlar yaratıyor. Salt kol gücüyle çalışanlardan söz etmek eksikli bir tanım olur. Bugün Somada madene inen işçiyle, hastanede dayak yiyen hekim aynı kaderi yaşıyor. Güvencesiz, tekinsiz ortamda çalışıyorlar. Örgütlü toplum yasaklı, zor çalışma koşulları dayatılıyor her yerde ve bireyin bedensel, ruhsal varlığı tehdit altında.
Adil bir gelir dağılımı söz konusu değil elbet! Üstelik din soslu, kaba milliyetçi dille kakalanan kapitalizm; her türlü uyanıklığı yaparak, yalancı bir rüya pazarlıyor. Para babaları cenneti burada yaşarken; bir elinde kutsal kitap, diğerinde bayrak tutan yoksul kalabalık öte dünyanın hülyası içinde uykuda! Üstelik yeni solculuk tarifiyle salt kimlik sorunları gündemde tutuluyor. Liberal-sol söylemiyle işin özü gözden kaçırılıp; varsıllık, yoksulluk çelişkisi yerine, kapitalizme uyumlu solcular üretiliyor.
Gezi Dirilişi öncesi Taksim yine işçi sınıfına kapanmıştı. Oysa; daha bir sene önce, polissiz, TOMAsız, gazsız, copsuz kutlanmıştı 1 Mayıs. Sorun da buydu zaten. Bu kazanımın değerini bilen, yıllarca eziyetini çekmiş büyük kitle kimsenin burnu kanamadan toplandı ve dağıldı. Kavga, şiddet, bölünme bekleyenler yanıldı. Celalettin Cerrahların kılıç kuşanmasına gerek kalmamıştı. Esasen Haziran süreci de bu bilincin, kazanımın üstüne inşa oldu.
Peki neden Taksim kapandı emekçilere yeniden?
Her kentin en güzel meydanlarında kutlanır bayramlar. Kanla, terle verilen mücadelenin sonucudur 1 Mayıs. Hele ki bizim ülke iyice kıvırmıştır bu hakikati görmemek için. Nihayetinde işçiler, emekçiler var ve hak kavgası devam ediyor. Üstelik tuhaftır, çoğu zaman işçiye, emekçiye rağmen devam ediyor bu süreç. Genişliyor işçi sınıfı, değişiyor, büyüyor
Bizim ülkemizde Gezi Dirilişi ne denli büyük bir kitlenin 1 Mayısa ihtiyacı olduğunu ortaya koydu. Toplum tüm renkleriyle görünmesin diye kapatılıyor meydan.
Ben son kez Taksimde kutlanan 1 Mayısta oradaydım; geçen yıl padişahın yasakladığı meydanda da bulundum, yayın yaptım. Koskoca bir kent zorbalığa esir düştü. Bu yıl aynısı olsun istiyor muktedir. Diliyor ki; Ey milletim görün bu vandalları diye bağırabilsin
Ancak ayakları altından kayan iktidarını böyle koruyacağını sanıyor ve fena halde yanılıyor
Muhtemelen kimse Taksime varamayacak bu yıl, kaynağı belirsiz saldırganlar üretilecek ve cadı avı başlayacak yine. Bu oyunu biliyoruz
Ne tür bir zorlama olursa olsun; bu ülkenin aydınları, işçisi, emekçisi barıştan yanadır ve tüm saldırgan iktidarlar geride kalmış, Taksim sahiplerini bulmuştur. Hiçbir emekçinin canının yanmadığı, artık bildiğimiz filmin yeniden gösterime sokulamadığı bir gün diliyorum. Kim ne derse desin Taksim Meydanının adı 1 Mayıs Meydanı olmuştur.
Kır düğünü değil, 1 Mayıs!
Ahmet Çınar
Yarın 1 Mayıs.
Sık sıkı vurgulandığı gibi yalnızca bir bayram mıdır?
Bayram diye diye 1 Mayısı bir şenlik, bir festival, bir kır düğününe çevirdiler zaten.
1 Mayısın tarihçesi bize bir gerçeği öğretir: 1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve örgütlenme günüdür.
Bu tanımdan yola çıkarak, cümleyi analiz etmekte yarar var
İşçi sınıfının günü
Sınıfa ait bir gün
Sınıf olduğunun bilincine varmışların; dünyaya, hayata ve insanlara sınıfsal bakış açısıyla bakabilenlerin günü. Sermaye sınıfının, sermaye sınıfı işbirlikçilerinin değil; sermaye sınıfının davulunu çalan, düdüğünü öttürenlerin değil. Sınıf tanımına kökten karşı çıkan gericilerin değil. Sınıfsal mücadeleyi aydınlanma ve laiklik mücadelesiyle birleştirebilmiş, bu iki mücadele alanının birbirinden ayrılamayacağını fark etmiş, insan aklının çalışma düzeneğinin önündeki tüm engelleri kaldırabilmiş ve kendisini sınıfa ait görenlerin günü. İşçi sınıfının tarihsel çıkarlarını savunanların, o çıkarları bilince çıkarabilenlerin günü.
Birlik günü
İşçilerin, emekçilerin, yaşamlarını çalışarak sürdürebilenlerin yan yana duracakları; sömürülenlerin, kapitalist düzenin dişlileri arasında ezilenlerin, güçlerini sınıfsal bilinç paydasında birleştirecekleri gün.
Mücadele günü
İşçi sınıfının, sermaye sınıfına karşı mücadele günü! Sınıf mücadelesinin günü. Kendi tarihsel çıkarlarını gayet iyi bilen ve o çıkarlardan en ufak bir geri adım bile atmayan sermaye sınıfına karşı, işçi sınıfının açtığı tarihsel mücadelenin günü. Patronların, para babalarının, sermaye sahiplerinin, sömürücülerin ve onların siyasal, ideolojik, fiziksel, psikolojik şiddeti karşısında milim taviz vermeden, kendi sınıfının çıkarları için mücadele edenlerin günü.
Örgütlenme günü
İşçi sınıfının sermaye sınıfına karşı örgütleneceği, örgütlenmeyi mücadelenin önemli ve öncü adımı olarak göreceği bir gün. Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez diyenlerin, sınıfsal bilinci merkeze alarak örgütlenmeyi düşüneceği, örgütlenmenin olanaklarını tartışıp arayacağı gün.
Evet
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve örgütlenme günü.
Bunca vurgulamamın bir nedeni var elbette.
Son yıllarda 1 Mayıs meydanlarında demokrasi çığırtkanlarından tutun da antikapitalist Müslümanlara kadar, Seyit Rıza posterlerinden tutun da sermaye sınıfının temsilcilerine kadar pek çok yüz, isim, pankart, slogan, mesaj, grup görmeye başladık. Farklı etnisitelere, farklı inanışlara, farklı mağduriyetlere sahip insanların ve toplulukların 1 Mayısa gelmeleri elbette güzel. 1 Mayısa sahip çıkılması tabi ki hoş. Ancak bu durum, 1 Mayısın, işçi sınıfının sermaye sınıfına karşı sınıf bilinciyle gerçekleştirdiği tarihsel mücadelenin sembol günü olduğu gerçeğini değiştirmemeli.
Bugün sermaye sınıfının siyasal iktidar koltuğunda tarikatlara dayalı sermaye diktatörlüğünü inşa eden AKP adlı gerici parti oturuyor. Dolayısıyla sermaye sınıfına karşı mücadele eden işçi sınıfının hedefinde AKP diktatörlüğü olmak zorunda. Hedefimizde AKP diktatörlüğünün şahsında kokuşmuş kapitalist düzen, çürümüş emperyalist sistem olmalı.
AKPye yedeklenenlerin değil, belki de birkaç ay sonra AKPyle kol kola yeni denizlere kulaç atmaya hazırlananların değil, AKPden ve AKPnin toplumsal, ideolojik, siyasal beslenme alanlarından medet umanların değil; islâmofaşist AKP diktatörlüğüyle tüm bağlarını koparanların günü. AKPyle müzakere eden değil mücadele edenlerin günü; işçilerin, sınıf bilincine varanların günüdür 1 Mayıs. Birlik günü, mücadele günü, örgütlenme günü
2 Mayısa, 7 Hazirana, Haziranlara ve sonrasına devredecek bir birliğin, bilincin, mücadelenin, örgütlenmenin örüleceği gün.
Hemen itiraz etmeyin. 1 Mayıs Marşı elbette güzel. Ve o marşta işçinin emekçinin bayramı diyor. İyi de ediyor. O bir marş. Coşkuyu gerektiriyor. Bayram da der, seyran da
Ben işin siyasal yönünü tartışmaya çalıştım bu yazıda.
Çünkü direnmek asla vazgeçmemektir
ASLI AYDIN
Yarın 1 Mayıs. Yarın dünyanın dört bir yanında işçiler, emekçiler, emekliler, kadınlar, gençler, yüreği emekten ve halktan yana atanlar alanlarda konuşacak. Bu köhnemiş dünyanın kurulu düzenine karşı söyleyecek sözlerinin olduğunu, değiştirecek güçlerinin olduğunu birliğin ve dayanışmanın en coşkulu örneğiyle haykıracaklar.
Portekizden İspanyaya, İtalyadan Yunanistana Güney Afrikadan Latin Amerikaya ve de Türkiyeye dünyanın tüm işçileri, emekçileri işsizlik, uzun çalışma saatleri ve düşük ücretler, kuralsızlaştırılmış enformalleştirilmiş, güvencesizleştirilmiş çalışma yaşamına karşı haklarına, taleplerine sahip çıkacaklarını hep bir ağızdan bağıracaklar.
Çok uzun bir zamandır neol-iberalizmin insafsız saldırısı karşısında alınteriyle geçinen çoğunluğun ürettikleriyle zenginleşenlere karşı, bugünkü rakamlarla konuşmak gerekirse küresel servetin yüzde 48ini elinde tutan ve sayıları dünya nüfusunun yüzde 1ini geçmeyenlere, bu yüzde 1i yaratan akla ve anlayışa karşı başka bir dünya mümkün yürüyüşü başlıyor yarın. Peki yarını Türkiye işçileri ve emekçileri nasıl geçirecek?
Öncelikle en güçlü sesin Türkiyede çıkması gerek. İnsanı, emeği ve doğayı son damlasına kadar sömüren, hayatın her alanını ticarileştirerek başta sağlık ve eğitim olmak üzere en temel hakları bile fazla gören, sefalet ücretleriyle açlık ve yoksullukla örülmüş bir yaşamdan başka bir olanak sunmayan, fabrikalarda, yeraltı madenlerinde işçileri ölümle yaşam arasındaki ince çizgiye sıkıştıran bir düzene karşı isyanımızda bir o kadar çok, bir o kadar güçlü çünkü.
Yarın kuşkusuz işçilerin, emekçilerin emeğin yanında yaşamı da gasp eden bu düzene karşı temel talepleri, insanca çalışmak ve de yaşamak olacak, olmalı.
Taşeron çalışma gibi yaygınlaştırılmış-ve düzenin ihtiyacına yönelik daha da yaygınlaşacağı kaçınılmaz-kölece çalışma koşullarına, ücretlerin-sosyal hakların acımasızca yağmalanmasına;
Sınıfın üzerinde sayıları bir avucu geçmeyen patronların tahakkümüne halel gelmesin diye iktidarın koyduğu grev yasaklarına, toplusözleşme olmaktan çıkarılmış dayatmalara, emeğin birliğine ve örgütlenmesine konan her türlü engele karşı direnişi büyütmeye yönelik sözler yarın alanlara taşınacak.
Taksim 1 Mayıs alanıdır bu direnişin kararlılığının, değerlerden asla vazgeçmemenin bir parçası olacak.
1 Mayıstan yarınlara
Giderek ağırlaşan hemen hemen dünyanın birçok yerinde de gözlenen sorunlarımız var; gelir, ücret, çalışma koşulları, fahiş kiralar, kredi kartları faizi, öğrenci harçları, benzin fiyatları, mutfak enflasyonun katlanarak artması, eğitim masrafları
saymakla bitmez.
İnsanı ekonomik kalkınmanın merkezine oturtmak ahlaki bir zorunluluktur diyerek 2002de iktidara gelmişti AKP iktidarı. Hemen hemen her siyasi iktidarın yoksullaştırılmış kitlelerin genişliği karşısındainsan ve insan onuruna yakışır bir yaşam vaadiyle yönetime geçtiği unutulmamalı.
Türkiyenin giderek derinleşen karanlığa AKP eliyle sürüklendiği günümüzde önümüz seçim ise şayet, 1 Mayıs öncesi şu hatırlatma da kaçınılmaz olmaktadır.
Türkiye siyasal tarihinde ekonomik vaatler, birçok yerde olduğu gibi, iktidar değişimlerinde oldukça belirleyici olmuştur. Ancak siyasal veya ekonomik anlamda ilerici bir değişimden bahsedeceksek onun ancak toplumsal muhalefetin, sınıfsal gücün birikimi ve söz sahibi olması noktasında elde edilebilineceği unutulmamalıdır. İşte o zaman yarınlarda iyi veya kötü her kim iktidar koltuğuna oturursa otursun yıkmaya, çalmaya, ezmeye gücü yetmeyecektir.
Sınıf nasıl güç biriktirir, nasıl söz sahibi olur noktasında ise bugünün ihtiyacı basittir: sınıf saflarında ideolojik olarak mevziler kazanmış; sınıfı sınıf yapan-bir araya getiren mücadele dinamiklerini dini, kültürel tepkilere yöneltmiş, kendi ekonomik programına göre parçalamış, uzaklaştırmış, yaşamın tüm dokularına nüfuz etmiş bu düzeni topyekün karşısına alan bir örgütlenme ihtiyacı.
İşçinin, emekçinin bazı haklarının tanınmasıyla sınırlı değil, kapitalist üretim ilişkisinin neoliberal şiddetiyle yol açtığı derin eşitsizliğin-sömürünün tüm boyutlarıyla ortadan kaldırılmasını, eğitim, sağlık, sosyal güvenliğe daha kolay erişimi değil, eşit, parasız özgürce hak olarak sahip olabilmeyi, kentlerdeki, doğadaki tahribatın bu sistem içi insan eli ve aklıyla tahrip edildiği bilinciyle bu akılla mücadeleyi eksenine koyan bir hareket ihtiyacıdır bu.
2013 Haziran direnişi, ne istediğinde ortaklaşmaya erişemese de ne istemediğini bilen sınıfın geleceğe dair o ortak noktayı keşfetmesiydi. İşte kısaca ihtiyaç, tam da bu noktadan yola koyulan HAZİRAN ihtiyacıdır.