Kime ve neye sol diyeceğiz?
Metin Çulhaoğlu
Sen şimdi ona solcu mu diyorsun?
Dediğin şeyin solculukla ne alakası var?
Bu minvaldeki tartışmalar alıp yürüdüğünden şu sol ve solculuk kavramlarına biraz eğilmek yararlı olabilir.
Tekrar olacak, ama sakıncası yok: Kapitalizm, bir üretim tarzı olarak toplumlara yerleştiğinden bu yana insanlarda kendiliğinden tepkilere ve özlemlere yol açmıştır. Öyle bir seferlik de değil; bu üretim tarzının her yeni dönemi yeni arayışları da beraberinde getirmiştir.
Kapitalizmin tetiklediği, büyük ölçüde kendiliğinden talepler, özlemler ve arayışlar iki düzlemde ele alınabilir. İlki, emek-sermaye ilişkileriyle ve bölüşümle, ikincisi ise toplumsal-siyasal yaşamla ilgilidir. İlk düzlemdeki gelişimin sonucu, sendikal örgütlenmeler, ekonomik olanların ağır bastığı hak talepleri ve toplam gelirin daha adil paylaşımına yönelik mücadelelerdir. Bir siyaset tarzı olarak ekonomizm ve sendikalizm de buradan türemiştir.
İkinci düzleme gelince; burada Rousseaudan bu yana söz konusu olan, Devlet erki, siyasal rejim, siyaset kurumları ve toplumsal yaşamın kuralları bağlamında gündeme gelen yurttaş hakları ve özgürlükleridir. Hak ve özgürlük arayışının, bu çerçevedeki tepki ve özlemlerin kendiliğinden karakteri, ifadesini liberal eğilim ve yönelimlerde bulur.
Şimdi, birinci düzlemde emeğin çıkarlarının, ikinci düzlemde ise hakların ve özgürlüklerin gözetilip savunulması, solu, sol duruşu ve solculuğu tanımlar.
Kısacası, solun öyle geniş falan değil gerçek tanımı budur. Sol ve solculuk budur ve bu geniş alanı şu ya da bu gerekçeyle daraltmanın herhangi bir anlamı yoktur.
Sonuçta, kendini Marksist-Leninist, komünist olarak tanımlayanlar, bu geniş sol alanın daha dar ama nitelikçe gelişkin bir kesimini oluştururlar. İçinde bulundukları alanın daha geniş kesimlerine açılmaya, bu alanın bütününü belirleyen başat siyasal güç olmaya çalışırlar.
Ne var ki, egemen sınıflar da kendi siyasetleri ve ideolojileriyle aynı alanda egemen olmaya, en azından bu alanı kendi denetimleri altında tutmaya çalışacaklardır. Bu durumda, birbirine karşıt iki siyasal gücün, en başta özgürlükçülük anlamında liberallikle tanımlanması gereken geniş bir alan üzerinde rekabete tutuştuklarını söylemek mümkündür.
Bu rekabette ya da mücadelede komünistler, egemen sınıfların, toplumun geniş kesimlerindeki özgürlükçü arayışları hesaba katarak, bunları belirli sınırlar içinde tutmak amacıyla geliştirdikleri liberal ideolojik ve siyasal yapılanmalara karşı elbette ikirciksiz bir mücadele verirler. Burası kesindir de, komünistler, kendiliğinden ve kitlesel ölçekteki özgürlükçü (bu anlamda liberal) yönelimlerle egemen sınıfların kimi zaman ağırlık tanıyabilecekleri liberal ideolojileri birbirine karıştırmazlar. Hele hele bunlardan ilkini salt ikincisinin etkisine ve nüfuzuna bağlama, onun eseri sayma gibi bir hataya hiç düşmezler.
Başka bir deyişle, komünistler, geniş kesimlerdeki kendiliğinden özgürlük arayışlarını ve bunun öznelerini sol sayarlar ve bu solda bire bir kendi standartlarını arayamazlar, bu anlamda seçicilik yapamazlar.
İsterseniz, 2013 Haziranın da yaşananları bir de bu gözle değerlendirelim. Sokaklara dökülen insanlar ne istiyorlardı, neye özlem duyup neye tepki gösteriyorlardı, bunları yeniden düşünelim.
Bu istek, özlem ve tepkiler sol muydu değil miydi, bunu da değerlendirelim.
Bu insanların herhalde yüzde 90ı modern toplumların tarihinin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu; işçi sınıfının kurtuluşunun tüm insanlığın kurtuluşu olacağını; emeğin bir meta olmaktan çıkarılması gerektiğini; proletarya diktatörlüğünün sınıf mücadelelerinin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkacağını vb. bilmiyorlardı.
Bunları bilmediklerine göre yoksa solcu değiller miydi?
Başka bir deyişle, komünistler, geniş kesimlerdeki kendiliğinden özgürlük arayışlarını ve bunun öznelerini sol sayarlar ve bu solda bire bir kendi standartlarını arayamazlar, bu anlamda seçicilik yapamazlar.
İsterseniz, 2013 Haziranın da yaşananları bir de bu gözle değerlendirelim. Sokaklara dökülen insanlar ne istiyorlardı, neye özlem duyup neye tepki gösteriyorlardı, bunları yeniden düşünelim.
Bu istek, özlem ve tepkiler sol muydu değil miydi, bunu da değerlendirelim.
Bu insanların herhalde yüzde 90ı modern toplumların tarihinin sınıf mücadeleleri tarihi olduğunu; işçi sınıfının kurtuluşunun tüm insanlığın kurtuluşu olacağını; emeğin bir meta olmaktan çıkarılması gerektiğini; proletarya diktatörlüğünün sınıf mücadelelerinin zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkacağını vb. bilmiyorlardı.
Bunları bilmediklerine göre yoksa solcu değiller miydi?
Ellerinde Türk bayrağı vardı, onlara da solcu mu diyeceğiz
neofaşist ya da sosyal şoven diyebilirsin
Sol nedir ki?
Ercan Gündoğan
Sol demek solcu bildiklerimize, Fransız Burjuva Devrimi ile başlıyor. İstenirse buna başka bir sıfat da bulunabilirdi. Meclisin sol kısmında oturuyormuş devrimciler, sadece budur, solculara solcu denmesi.
Tarihe bugünden gitmek, in retrospect, tüm zamanların solcularını başka sıfatlarla gösterir bize. Kastedilen, her zaman, her dönem, ilericiler, devrimcilerdir.
Demek ki, soldan kasıt, ilericiler, devrimcilerdir.
Bu anlamda, bazı sosyalistlerin dediği gibi, Peygamberler de, solcudur. Elbette, sonra neler olduğu, tümüyle solculuğun içinde yeralamaz.
Solcu olan, solcu bir hareketin ya da, hep solcu olması diyalektiğe aykırıdır. Diyalektik, solcunun yerini başka solcuya bırakmak zorunda olduğunu gösteriyor.
Kölelik bile bir ilerlemeydi, devrimdi, zamanında. Savaş esirleri öldürülmüyor, köle yapılıyordu.
Ya da, kanlı eski dinlerin yerine, kurban kesmek, tek tanrılı, İbrahim dinlerinin, getirdiği bir ileri durumdu. Ama, sonrası için, artık ileri değillerdi.
John Locke, klasik liberalizmin en büyük kurucusuydu. Temsili hükümeti, bir tür kuvvetler ayrımını, aklın sonradan edinilen bilgilerle dolduğunu savunuyordu. Hatta, öncekiler de var ama, hukuksuz davranan hükümete karşı direnme hakkını ilk formüle eden siyaset kuramcılarındandı.
Mutlak monarşiye, kralcılığa, dini hogörüsüzlüğe karşı, ilerideydi. Bu anlamda, solcuydu.
Fransız Devrimi, feodal ayrıcalıklara karşı çıkıyor, doğmanın yerine, aklı koyuyordu. İlericiydi, solcuydu.
İstenirse, başka sıfatlar konabilir, Xciler, deyin, kastedilen, devrimci ileriye gidiştir.
Türkiyede sol kendi tarihini yazarken, Osmanlının modernleşme tarihine gidiyor. Yaklaşık üç yüz yılık bir zamandır. Ama, bu tarih, esas Tanzimat dönemiyle başlayıp, 1908 ve Cumhuriyet devrimleriyle sistemli ve bütünsel niteliğe kavuşuyor. Mustafa Kemal neden çok önemli, çünkü, Tanzimatçılardan öteye giderek, ekonomiye, kültüre, siyasal sisteme, bir bütün olarak bakabiliyor. Ama, hem olanakları, hem bilinci, hem de halkın sınıfsal durumu, daha ilerisini olanaksız kılıyor.
İşte bu nedenle, Kemalist olmak, Kemalizm sonrasında yetersiz kalıyor. İlericiler, devrimciler, sosyalizm mücadelesi veriyorlar.
Sorulacaktır, solcular, devrimciler sadece ve hep Kemalistler miydi, diye. Elbette hayır. Osmanlı Türkiyesinde sosyalistler vardı. Hatta, Birinci Savaşın son yıllarında, Marksist-Leninistler bile vardı. 1920 yılında Türkiye Komünist Partisi bile kurulmuştu. Fakat, ilericilerden daha ilerici olanlar demek gerekir TKPlilere. İlerici olan Kemalistler, milliciler, daha ilerici ama daha zayıf olan komünistleri, korkuyla, tasfiye etmeye başlamışlardır.
Çünkü toplumun tarihsel gelişmişliği, hem aşırı gericileri, hem de görece aşırı ilericileri ya tasfiye etmekte, ya da marjinalize etmektedir. İlk durumda olanlar fazla tarih dışıyken, ikinci durumda olanlar, fazla erken doğmuş gibidirler.
Türkiyede sağ-sol tartışmalarında metafizik bir katkı da olmuştur hep. Sağ ve sol yer mi değiştirmişti Türkiyede?
Taşraya, İslamcılığa, şeriata, malum sosyolojik jargonla çevreye, solculuk, kentlere, sanayiye, bürokrasiye, elitlere, malum sosyolojik merkeze sağcılık atfetmek, sanıyorum solculuk bilincinin zayıflığının yanısıra, sağcıların sağcı olarak damgalanmaktan rahatsız olmalarının da bir sonucudur.
Herhalde bir tek Türkiyede vardır, sağcının esas solcu biziz demesi. İdris Küçükömer, bence Sağın Sol karşısında yaşadığı komplekse tercüman oluyordu. Solu sağ ile yer değiştirmek, belli ki, solun bir hegemonya kurmuş olduğunun da göstergesiydi. Zaten Türkiyede hala Kemalizm deyince sağcının da solcunun da aklına bir tür sol gelmektedir. Nedeni gayet açık: Kemalizm, daha başında itibaren, Sovyet Devriminin etkisindeydi, her ne kadar bu devrimden korksa ve kendini bu devrimden uzak tutmak için epey çabalasa da.
Türkiye solunun zamanında sol olan Kemalizmle ilişkisini kesememesi, bu bir tezdir, aslında Kemalizmin Sovyet Devrimi ile ilişkisine benzemektedir. Kemalizm, fazla sola kaymanın, köylü ve müslüman, Rus korkusunu tarihsel olarak yaşamış Türkiyede iktidardan düşmek anlamına geleceğini biliyordu. Türkiye sosyalist solu da, daha sonra, 1960larda yeniden yükselirken, hem Kemalist, hem sosyalist olmak zorundaydı. Bu hem Mehmet Ali Aybar için böyleydi, hem de ona sonra bayrak açan Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar için. Kemalistler daha ileri bir devrimcilik yapamadıkları için, on yıllar sonra, sosyalistler de daha ileri sosyalist bir devrimcilik yapamıyorlardı.
Erbakanın başbakan olması, 1996, daha öncesi olmakla birlikte, Türkiye sosyalistlerini Kemalizmin gerisine düşmemek stratejisine sürüklemiştir. Malum, bu tezin formülü Yalçın Küçükte en billur halini buldu. Daha ileriye gitmek olanaklı değildi, en azından, Kemalizmin gerisine düşülmemeliydi. 2013 AKP hükümeti dönemiyle birlikte, bu tez, sosyalist ilericiliğin, minimumu haline gelmişti.
Oysa, Türkiye İşçi Partisi ile birlikte, sosyalist ilericilik, solculuk, devrimcilik, sosyalist devrim tezini geliştirmekteydi. Genç Türk Devrimi, Kemalist Devrim, 27 Mayıs Devrimi ile çıkabileceği en yüksek seviyeye çıkmış, burjuva devrimi, tamamlanmıştı. Zaten daha sonrasında, sosyalist devrim peşinde koşuluyordu.
Barrington Moore, ünlü karşılaştırmalı tarih kitabında (Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri, 1966) ABDde, 1865 İç Savaşı ile birlikte, Amerikan Devriminin tamamlandığını, çünkü bu devrimden sonra sadece sosyalizmin olanaklı olduğunu, bu nedenle de, faşizmin gündeme gelebileceğini söyler. Aynen bizim 27 Mayıs 1960 sonrası durumdur bu. Söyleme gerek yok, daha ileri gitmek isteyenler, işçi sınıfı ve sosyalistlerdir, faşizmle karşı karşıya kalmışlardır.
İlericiyi söylerken, gericiyi de söylemiş oluruz. Sol ve sağı da. İleri derken de, devrim kastediliyor her zaman.
Şimdi bir ara modası geçmiş, bilim dışı diye düşüncesizce bir taraf atılan, elbette geliştirilmeye muhtaç, tarihin beşli gelişim şemasını anımsayalım: Köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum, sosyalist toplum ve komünist toplum. Toplum ya da üretim tarzı... Feodal deme, Asya Tipi, de. Farketmez. Kastedilen, ilerlemedir, ilericilerdir, modern dönemin sıfatıyla, solcular ve solculuktur.
***
Esirleri öldürmeyelim, köle yapalım diyenler; sonra köleleri sadece toprağa bağlayalım diyenler; sonra bu emekçiler istedikleri yere göçetsin, istedikleri işte çalışsın diyen kapitalistler, liberaller; ve sonra da, bu işçilerin artı-değerine el konulup, kar, faiz, rant yapılıyor diyen sosyalistler, ilericidir, solcudur, devrimcidir.
Şimdi kimlerin solcu olduğu, gayet açıktır. Tarihsel, ideolojik, teorik, sınıfsal içerikle dolu, bir sıfattır, konumdur. Günlük siyasi tartışmalarla pek tespit edilemez.
Kemalizm egemenliğini yitirmişken siyasal tartışmaların kemalizm etrafında dönmesi hedef saptırma amacıyla yapılıyor. Solun bir kesimi kapitalizme karşı olduğunu kemalizm üzerinden yapıyor. Liberal solda bu özellik fazlasıyla var. Bugün yaşanan sıkıntılar sanki kapitalizmden değil, kemalizm yüzünden ortaya çıkmış gibi anlatıldı. Kemalizm tarihsel ilericiliğe sahiptir. İktidarın ülkeyi kemalizm öncesine götürme gayreti bir kısım soldan ve büyük bir kısım kürt hareketinden destek görmüş, kapitalizme yöneltilmesi gereken eleştiriler kemalizme yöneltilmiştir. Kemalizm karşıtlığı öyle bir noktaya vardırılmıştır ki, solcu olmanın kriteri haline bile getirilmiştir. AKP bu konuda da bir algı operasyonu yürütmüş bunda da başarılı olmuştur. Kemalizm kendi dönemi içinde soldur ve ilericidir. Kemalizme düşmanlık, kemalizmin iktidarını kaybettiği bir dönemde gerçekçilik değildir. Sol olmanın kriteri ise hiç değildir.
akp faşizmi iktidardayken kemalizm düşmanlığında ısrar etmek bana göre akp'nin gerici eylemlerini görmemektir. kürt hareketini destekleyenler akp'yi kendine kemalizmden daha yakın bulduğu için sürekli kemalizm düşmanlığını savunuyor. solcu olduklarını söyleyenlerde bu koroya katıldığında kemalizm düşmanlığı akp karşıtlığından çok daha fazla söylenir oluyor. bana göre akp iktidarında kemalizm karşıtlığı AKP'den yana olmaktır.