Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

04.05.2015- 13:49

CHP’yi ve HDP’yi tanımlamak-Kurtuluş Kılçer  

Türkiye sosyalist hareketinde netleşme gerekiyor. Bu netleşme olmadan, devrimci siyasi mücadelede nasıl bir misyona sahip olunacağı ve bunun toplumsal seçeneğinin yaratılması belirsizleşebiliyor.

Netleşmelerden biri önümüzdeki süreçte Türkiye kapitalizmin hem ekonomik hem de siyasi olarak nereye evrileceğidir. Sermaye düzeninin yerleşip, toplumsal onayını ve meşruiyetini sağlama aldığı bir dönem mi bekliyoruz yoksa istikrarsız bir dönemin açılacağını mı varsayıyoruz?

Kuşkusuz, bize göre, bugünkü veriler, sermaye düzeninin güvenli limanlara çekildiği bir gelecek tablosu çizmediğidir. Kaldı ki, Türkiye kapitalizminin son 30 yıllık hatta Cumhuriyet tarihinin neredeyse hemen hemen her dönemi büyük siyasi ve ekonomik krizlerle geçen örneklerle dolu. Türkiye sosyalist hareketi için, hareketsiz bir dönem beklentisi içinde olmak, ülke nesnelliği açısından eşyanın tabiatına aykırı.

Devrimin bizim gibi ülkelerde her zaman güncelliğini koruduğunu teorik olarak saptamamızın altında tam da bu yatmaktadır. Türkiye zayıf halka adayı bir ülkedir. Buradaki adaylık nitelemesi, işçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi ile ilgilidir.

Sosyalist hareketin netleşmesi gereken konulardan biri de nasıl bir toplumsal zemine seslenme ya da hangi toplumsal zemin üzerinden devrimci dinamiklerin şekillenebileceğine dair tartışmadır. Bu tartışma da bize göre Gezi Direnişi sonrası yanıtını oluşturmuştur. Cumhuriyetçi, laik, özgürlükçü, yurtsever, adalet isteyen geniş halk kesimlerinin varlığı sosyalist hareketin güçleneceği büyük bir tarihsel birikim olarak değerlendirilmek durumundadır. Zemin burasıdır.

Böylesi bir toplumsal zeminin üzerine inşa edilecek sosyalist siyasi ve örgütsel hattın oluşturulması misyonu ile karşı karşıyayız.

Bu misyonun oluşturulmasında, sosyalist hareketin kendine alan açması ya da açılan alanlara yerleşmesi gibi karmaşık ve çetrefilli bir süreç yaşanacağı bilinmelidir. Bu açıdan, sosyalizmin bir ideolojik güç olarak kendini maddi güç haline getirmesinin yolu siyasal bir kuvvete dönüşmesi ve bunun bu süreç doğrultusunda toplumsal bir seçenek haline gelmesidir.

Mümkündür...

Bu sürece dair bazı ipuçlarını ve yol haritasına dair bir kaç noktayı belirtmek gerekiyor. Bu aynı zamanda sosyalist hareketin netleşme başlıklarından biri olarak derli toplu bir değerlendirme konusu olarak da ele alınmalıdır.

Sermaye düzeninin, düzen içi çözüm alternatiflerinin tükendiği durumlarda karşılaşılabilecek siyasal almaşıklara baktığımızda, üzerinde düşünmemiz gereken örneklerden birisi Yunanistan’daki Syriza örneği. Merkez sol parti olarak adlandırılabilecek PASOK’un boşalttığı alanın doldurulması ile oluşan radikal demokratik bir hareketin ortaya çıkması, en genel anlamıyla solun bir Avrupa Birliği ülkesinde bile gelişebilmesi değerlendirmeleri işin pozitif yanına, sermaye düzenini karşıya almayan ancak bu düzeni restore etme sınırlarına sahip bir hareketin ortaya çıkması bizler açısından, bu durumun negatif yanına işaret etmektedir.

Türkiye açısından baktığımızda ise tarihsel ve toplumsal gerçekliğe oturan ve son dönem içine girdiği liberal şırıngalı değişimle yeni CHP’nin böylesi büyük bir boşluk bırakmadığını şu an için veri kabul etmek durumundayız. CHP’ye liberalizm aşısı, örneğin,   siyasal gelecekte bir hareket alanı yaratabilme potansiyeline sahip kılabilir.

Benzer bir akıl yürütmenin, Kürt yoksul emekçileri söz konusu olduğunda HDP için de mümkün olabileceğini söylemek, bu alanda da benzer bir boşluğun hemen ortaya çıkmasının beklenmemesi gerektiğine dönük bir saptama olarak okunmalıdır.

Böylesi bir siyasal yelpazede, sosyalist hareketin kendi yolunu açması ve bir seçenek haline gelmesinin belli başlı temel parametrelerinin soyutlanması zorunludur.

Yok saymak büyük hatadır, çok fazla bir şey yapamayız demek daha büyük hata... Komünist hareket, böylesi bir tabloda, kendi farkındalığını mutlaka yaratmak zorundadır.

Bu farkındalık ortaya konmadan, sosyalist hareketin bir misyon edinmesi mümkün olmayacaktır. Misyonsuz bir sosyalist hareketin toplumsal bir kimlik yaratması ve atılım yapmasını beklemek de...

Bu misyon salt destekçilikten ibaret olamaz...

Bu misyon durup boşluk doğmasını beklemek olamaz...

Bu misyon, hep beraber gidelim sonra bakarız demek olamaz...

Bu misyon, önce gericilik bir çözülsün, sonra bize alan açılır hayali de olamaz...

Bu misyon, kendisi dışındaki dinamiklere gözünü kapatarak yol almak da olamaz..

Sosyalist hareket, kriz koşullarında ve taraflaşmalarla keskinliklerle büyür... Bugün Türkiye sosyalist hareketi “öznel ölçek” gerçekliğini bilmeli, siyasi hareket alanını bu ölçeklere göre belirlemelidir. Kapitalizmin sıkıştığı, gericiliğin kutuplaştırdığı, istikrarsızlığın beklendiği bir dönemeçte halkın cumhuriyetçi değer ve özgürlükçü taleplerini sosyalizm mücadelesine bağlamayan bir hat bu dönemi es geçer.

Burada temel parametre “devrimin çıkarıdır”. Örneğin özgürlükçülük alanında hangi siyasal güçlerin varlığı değil, bu siyasal güçlerin bu alanı nereye bağlayacakları sorununda net bir tutum alınması gerekliliğidir. Türkiye sosyalist hareketi, örneğin CHP ve HDP’nin bu alanda temsiliyet üstlenebilir olması ile bu temsiliyeti nereye bağlayacakları konusunda netleşmek durumundadır.

Kapitalizm, önündeki olası krizi ya büyük bir şiddetle yaşar ya da aşabilir. Krizi aşmasında, toplumsal tepkiyi düzene bağlamak anlaşılmalı ve burada bu tepkinin taşıyıcılarının rolleri büyük önem taşır. İşte buradaki en önemli halka liberalizm olduğunu bir kez daha yazmak gerekiyor. Şiddetli bir kriz koşulunda ise bu tepkinin temsiliyeti düzen karşıtı bir konuma yönlendirilmelidir.

Bu açıdan, toplumsal dinamikler ile bu dinamiklerin bugün siyasi temsiliyetini üstlenmiş gözüken CHP ve HDP’yi tanımlamak, sınırlarını ortaya koymak, büyük bir ideolojik mücadele gerektirir.

Bu tür siyasi dinamikleri, devrimin bir dinamiği olarak görmek mümkün mü peki? İşçi sınıfının siyasi öncülüğü olmadan mı?

Türkiye’deki siyasi dinamikler ile bu siyasi dinamiklerin beslendiği toplumsal dinamikleri karıştırmak, teorik tartışmalarda yapılan en büyük yanlıştır. Önce buradan işe başlamak lazım...

Buradaki sorun, düzenin yerleşip yerleşmemesi sorunudur ve “düzen içi CHP” ile “düzene teğet” HDP’nin rolleri de bu kaygan zeminde hareketli olacaktır. Ne kadar düzene ne kadar “düzen dışına”na kayıp kaymayacakları nesnel ve dinamik bir süreçtir. Bir düzen partisi olarak CHP’nin yeri bellidir, seslendiği taban ise başka… HDP ise başka bir yazının konusu...

Sosyalist hareket ise, düzen karşıtıdır!

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
07.05.2015- 15:17

Selahattin kardeşimizden bir talebimiz var
Ender Helvacıoğlu  


Çevremde HDP’li olmadığı halde, hatta herhangi bir sempati duymadığı halde HDP’ye oy verebileceğini söyleyen birçok arkadaş var. Genellikle solcu-sosyalist arkadaşlar. Gerekçeleri AKP’yi geriletmek. HDP’nin barajı aşıp 50-60 civarında milletvekili çıkarmasıyla AKP’nin tek başına iktidar olmasının engellenebileceğini söylüyorlar.

Mevcut aritmetiğe bakıldığında haklılık payları da var.

Fakat bir yandan da çok tedirginler. Barajı aşmış HDP’nin bir biçimde (direkt hükümette yer alarak veya dışarıdan destekleyerek) AKP ile koalisyon kurmasından korkuyorlar. Yani AKP’yi gerileteceğim derken, AKP’nin yeniden hükümet kurmasının payandası olma kaygısı.

Bu kaygının da haklı bir temeli var. HDP, “ne yapalım, sorunlarımızı nasıl çözeceğiz, başka bir seçeneğimiz yok” diyerek AKP ile yeni bir masa oluşturabilir. Kaldı ki bu yöndeki bir soruya Selahattin Demirtaş kardeşimiz “ülkeyi kaosa sürüklemeyiz, hükümetsiz bırakmayız” diye yanıt verdi ve AKP ile bir biçimde koalisyona açık kapı bıraktı. Sanırsın kırk yıllık devlet adamı…

Neyse, seçimdir, ne dense yeridir denebilir.

Ama solcu arkadaşlarımın netleşmesi, rahat uyuması gerek. Selahattin kardeşimizin AKP ile veya AKP’nin herhangi bir parçasıyla hiçbir biçimde bir koalisyona gitmeyeceklerini net ve açık olarak deklare etmesi gerekiyor. Böylece olası oy havuzlarından biri olan solculara da ne kadar değer verdikleri anlaşılacak.

Ama böyle net bir açıklama yapmadıkları halde (başkan yaptırmayacağım değil, onu Arınç bile söylüyor), hâlâ HDP’ye oy vereceğim diyen ve üstelik “solcu” geçinen, hatta “Hazirancı” olduğunu iddia eden birileri varsa, onlara ne diyeceğimi bilemiyorum.

Kaldı ki, böyle açık çek veren solcuları, seçim sonrasında AKP ile koalisyona da ikna etmek zor olmasa gerek. “Başka çare yok” derler, ikna ederler. Hatta “AKP’yi dizginlemenin tek yolu onunla koalisyon kurmaktır” bile diyebilirler. Nasıl taktik ama! Her hapı yutmaya hazır olana teori mi yok?

***

Burada AKP ile koalisyon yapıp yapmayacağını tartışıyoruz, ama bir de HDP’yi hâlâ sol-içi kıstaslara vurarak değerlendiren -hangi dünyada yaşadıklarını anlayamadığım- arkadaşlar var. HDP’yi sosyalist ilkelere (veya kendi sosyalizm anlayışlarına) yakınlığı-uzaklığı ile değerlendiriyorlar. Sol yelpazede bir yere koymaya çalışıyorlar. “Marksist” denemezmiş, “radikal demokrat” tanımlaması daha yerindeymiş gibi…

Birbirimizi HDP’ye oy vermeye ikna edeceğiz diye, onları aslında hiç de girmek istemedikleri kılıklara sokuyoruz ya, ona yanıyorum. Onlar AKP’li Kürtleri nasıl tavlarım, İslamcılara nasıl şirin gözükürüm, aşiretleri nasıl bağlarım diye uğraşıyorlar; biz sol-içi kıstasları konuşuyoruz.

Bütün bunlar HDP’yi (Kürt hareketini) hâl⠓bazı zaafları bulunan bir sol grup” olarak görmekten kaynaklanıyor. Yani bizim mahallenin haşarı çocuğu…

Bir kez daha yazalım: HDP, sosyalist veya sosyalizan bir örgüt değil, bölge gücü haline gelmiş bir ulusal hareketin parçasıdır. İçinde kendisine sosyalist diyen bazı unsurların bulunmasının sosyalist mücadele açısından zerre kadar önemi yoktur; bu onların kendi tercihleridir. Sosyalist olmak, sermaye sınıfına karşı olmak, devrim yapmak, emekçi iktidarı kurmak gibi bir iddialarının bulunmadığını bizzat HDP yöneticileri de söylüyor. Zaten HDP’ye karşı olsun/olmasın kimse onları bu kıstaslara göre değerlendirmiyor, kimse böyle bir beklenti içinde de değil. HDP’yi ille de bazı kıstaslara vurmak istiyorsak, bu sol, sosyalist vb. olup olmadıkları değil, örneğin en başta ne kadar anti-emperyalist olduklarıdır, bölgenin veya ülkenin politika arenasında kime ne kadar yakın/uzak durduklarıdır. Yani ideolojik kıstaslara göre değil, bugün öne çıkan politik kıstaslara göre değerlendirilmelidir HDP ve Kürt hareketi.

Ne radikal demokrattır diye oy veririm, ne de sosyalist değil diye oyumu sakınırım. ABD’ye, AKP’ye, dinci gericiliğe karşı tutumu nedir, Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya yönelik emperyalist girişimlerdeki safı nerededir, Haziran Ayaklanmasına nasıl yaklaştı, yaklaşıyor vb, bunlara bakarım, hoşuma gidiyorsa ve daha fazla hoşuma giden bir parti de yoksa gider oyumu veririm.

Yukarıdaki kıstaslara vurun, olumluyorsanız gidin HDP’ye oy verin, ama lütfen bunun sol-içi bir teorisini yapmaya kalkışmayın. Kafa karıştırıyor, sosyalizmi bulandırıyor, zarar veriyor.


Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]