HTKP MK Üyesi Metin Çulhaoğlu BirGün'e konuştu
HATİCE İKİNCİ
Türkiye, bir kez daha kritik bir seçimin eşiğinde. 7 Haziran için söylenebilecek bir diğer şey ise seçim sonrasına dair -afaki örnekleri bir yana bırakırsak- uzun yıllar sonra her türlü iktidar ya da koalisyon olasılığının belki de ilk kez bu kadar olabilir olarak görülmesidir. Henüz seçim parametrelerini değiştirebilecek bir güce sahip olmayan, başta Birleşik Haziran Hareketi olmak üzere sosyalistlere yönelik ittifak ve destek çağrılarının böylesine bir basınca dönüşmesi ve tartışılması da yine bu seçimler için mutlaka söylenmesi gereken bir olgu olarak görülmeli. HTKP Merkez Komite Üyesi Metin Çulhaoğlu ile 7 Haziranı ve ülkenin geleceğini konuştuk.
7 Haziranı diğer seçimlerden daha önemli hale getiren mesele nedir?
Bazılarının iddia ettiği üzere Türkiyeye yepyeni bir çehre kazandıracak ve tüm parametreleri baştan sona değiştirecek derecede bir önem atfetmek doğru olmaz. Ama yine de önemli. Çünkü AKP, Türkiyede en uzun süreyle iktidarda olan bir parti konumunda. Türkiyenin çok partili siyasi hayatında iktidar olduktan sonraki seçimlerde de oylarını artıran başka bir parti yok. Şimdi ilk kez, toplumdaki genel eğilim AKPnin bu seçimlerde gerileyeceği yönünde ve toplumda iktidar karşısında ilk kez bu derece bilenmiş bir öfke görülüyor. Bu öfkenin sandığa yansıması, yani AKPnin gerilemesi adamları gerilettik şeklinde bir rehavetten ziyade demek ki mücadele edilirse mutlak görülen siyasi oluşumlar bile geriletilebiliyormuş anlamında toplumda bir özgüven sağlayacak. Bir de AKPnin seçimlerde geriletilmesi demek, temsil ettiği ve topluma yerleştirilmeye çalışılan bazı anlayışların, değerlerin sorgulanması anlamına da gelir.
Seçimler önemli evet ama bu önem başka yerlere teşmil edilmemeli. Bugün Türkiyede kapitalizm belirli bir birikim modeline dayanıyorsa AKPnin iktidardan gitmesi veya kurulacak bir koalisyonla bu modelin kökünden değiştirileceğine dair bir şey düşünülemez. Ufak tefek makyaj yapılabilir, rötuşlar olabilir. Ancak olan bu birikim modelinin, Türkiyede düzen içi bir siyasi değişiklikle farklılaşması ve yerine başka bir birikim modelinin geçmesi mümkün değil.
AKPnin geriletilmesinde en büyük pay sahipleri olarak hangi olguları sıralayabiliriz?
Bu meselede bazı çevrelerin, düzen içi birtakım ihtilaflar, anlaşmazlıklar nedeniyle AKPnin ipinin çekilmesi fikrine ağırlık verdiğini görüyoruz. Bu fikre göre, AKP tehlikeli olmaya başladı ve toplumsal tepki de bunun ardından geldi. Böyle düşünmüyorum. Bazı çevreler, AKPye tereddütle yaklaşmaya başladılarsa ve bu iktidarın astarı, yüzünden pahalıya gelebilir bize diye bir endişe içindelerse bunu sağlayan, toplumun AKPye karşı gösterdiği dirençtir. Bu tepki pasif, edilgen bir tepki olarak kalmayıp, çok net bir biçimde dışa vurulmuştur.
AKP bitti, inişe geçti deniyor. Bittiği ayrı bir tartışma konusu da inişe geçtiğini doğru kabul edelim. Ama bu, Türkiyede bundan sonra oluşacak siyasi kombinasyonlarda AKPnin artık siyasi bir özne olarak lafını söyleyemeyeceği anlamına gelmez. Erdoğan bir şekilde tasfiye edilir, Abdullah Gül sahneye çıkabilir. Dış politikada, Suriye, IŞİD meselesinde olsun, 2013 Haziran Direnişi sırasında hükümet tarafından gelen tepkiler de olsun; bunlar Türkiyedeki düzene çizilen sınırları aşan, fevri ve ileride büyük bedellere yol açabilecek çıkışlardı. Abdullah Gülün ben daha serinkanlı, daha aklıselim, daha ılımlı bir şekilde bu işi rayına oturturum mantığını temsil ettiğini düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde AKPyi yeniden, ben artık akıllanan, eski fevriliklerden, aşırılıklardan arınmış bir aktörüm diye piyasada görebiliriz. Dolayısıyla buradan hareketle şunu söylemek de mümkün. Türkiyede seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Türkiyenin önümüzdeki döneminde siyasi anlamda bir istikrar göremiyorum.
Seçimlerin sonucunda gerçekleşme dahilinde olan her iktidar veya koalisyon olasılığının, Türkiyenin diğer yarısının doğrudan dışlanmasıyla sonuçlanacağını görüyoruz.
Evet ancak, şuna güvenmek lazım; öyle saflaşmalar, öyle yarılmalar olur ki bu yarılmaların bir tarafı çaresizlik içerisinde içine kapanabilir. Toplumun yarısı edilgenleşebilir, pasifleşebilir. Ama, bugün Türkiyede böyle bir ortam görmüyorum. Sadece ve sadece direngen sol unsurların -ki sayıca çok fazla değildir- direnebildiği, başka herkesin edilgen kaldığı bir ortam olduğuna inanmıyorum. Gelecekte hangi karşıt, bize ters iktidar kombinasyonu olursa olsun, muhalefetin sönümleneceği, gerileyeceğini düşünmüyorum. Ancak buna rağmen sol hareketin, başta Birleşik Haziran Hareketinin özel olarak bunun ateşleyicisi, katalizörü olması şart.
12 Eylülün getirdiği en önemli sonuçlardan biri, kitlesel politizasyonun yok edilmesiydi. Amasağ olsun AKP iktidarı ve en önemlisi de Haziran Direnişi sayesinde depolitizasyon döneminin aşıldığını, halkın artık meselelere daha politik bakmaya başladığını söyleyebiliriz. Ancak bu politizasyon iki türlü tanımlanabilir. Birincisi var, ikincisi ise henüz yok. Var olan şu; insanların gündelik politik gelişmelerle ilgilenmeleri, onlardan birtakım sonuçlar çıkarmaları ve bak, bu iktidar Türkiyeyi şuraya götürüyor anlamında duyarlılık ve hassasiyet taşımalarıdır. Varolmayan ise şudur; tamam tespit ediyorsun, buna ilişkin hassasiyetin ve duyarlılığın da var. Ama bir partiye oy verme, iki seçim arasındaki dönemde ben daha aktif nasıl olabilirim anlamında bir politikleşme henüz eksik.
Bu politikleşme nasıl sağlanabilir?
Hiçbir toplumda Haziran Direnişi boyutlarında, kitleselliğinde ve yaygınlığında patlamalar kolay kolay olmaz. Şimdi, her gün ve her ay bir Haziran patlaması ya da eşdeğer bir toplumsal patlama beklemek gerçekçi değil. O zaman şunu yapmak gerekiyor; örneğin Birleşik Haziran Hareketi, bu diri unsurları, yani Haziran direnişine katılan ya da katılmanın ötesinde AKPye karşı protestocu kimliğini vurgulayan insanları, sadece seçime odaklı bir konsantrasyonun ötesine taşıyıp, bir hareketlilik ve bir form içerisine sokmalıdır.
Haziran Hareketinin temel ilkelerinin açımlanarak ve güncellenerek geniş toplumsal muhalefetin mümkün olan en geniş kesimini bir harekete ve forma taşıyabileceğini düşünüyorum.
Bu konuda en başta şunu zikretmek gerekiyor. İşçi sınıfı tabii sabit parametre, ona bir sözümüz yok. Ama bugünkü ortamda bu koşullarda iki toplumsal kategori, muhalefet dinamiği açısından öne çıkıyor; gençlik ve kadınlar. Çünkü bugün iktidarda olan ve bundan sonra hangi parti iktidara gelirse gelsin, radikal bir biçimde değişmeyecek olan kadının toplumsal yaşamdaki görünürlüğünden rahatsız olan bu anlayışın faturası, şiddet olaylarından da biliyoruz en fazla kadına çıkıyor. Gençlik de şu sebeple önem taşıyor. Türkiyede işsizlik oranı indirilmiş resmi rakama göre yüzde 10-11. Ama bundan hareket etsek bile gençler arasındaki işsizlik oranının yüzde 20lerin üzerinde olduğunu görürüz.
Olumlu yanlarını vurgulamaya çalıştığım bu tabloda, bana göre en eksik kalan kendisi değil ama Türkiyede gidişata, süreçlere vs kendi özel damgasını vuracak güçte bir sınıf hareketliliği ve dinamizminin olmaması. Yani, işçi sınıfı yatmış uyuyor demiyorum ama örneğin 60lı yılların ikinci yarısıyla karşılaştırıldığında bu farkı açıkça görebiliriz. Ama sınıf dinamiğinin de önümüzdeki dönemde öncü işçilerden başlayarak, işçi sınıfının edilgenliğini kırılabileceğini düşünüyorum.
***
HDP için sağ proje diyemeyiz
Sosyalistlerin seçimlere yönelik parametreleri değiştirebilecek gücü bulunmuyor. Buna rağmen, HDPnin bu süreçte başta Birleşik Haziran Hareketi olmak üzere sosyalistlerle yaptığı ittifak ve destek çağrıları nerdeyse büyük bir basınca dönüştü. Bu nasıl değerlendirilebilir?
Bunun nesnel nedeni şu; ütopik, Proudhoncu vs bulsam bile, radikal demokrasi dedikleri ve çok da özgün saymadığım bir sol anlayışı temsil ediyorlar. Bu sol bir proje, sağcı diyemeyiz. Marksist, ortodoks bulmayabiliriz, ama sonuçta sol bir proje. Dolayısıyla kendilerini solcu olarak tanımlayanların bizi desteklemesi gerekir anlayışını taşıyorlar. Sosyalist harekette ise bu, Türkiye sol hareketini likidite etme girişimidir endişesi var. Böyle bir niyetleri var mı yok mu, bilemem, varsa bile, bu sosyalistleri aptal ve bilgisiz yerine koymak olur. Bunlar işin teorik kısımları ama bu işin bir de pratiği var. Yarın bir iktidar ya da koalisyon karşısında sosyalistler olarak belirli hat doğrultusunda, belirli çağrılarda bulunmayacak mıyız? O zaman bakılır, daha önce şu misyonu veya kimliği yakıştırdığın HDP, senin çağrılarına hangi mesafede duruyor. Bu bir pratiktir ve işin aynası da budur. HDP, gelecekte muhalefetin içinde ne kadar olacak buna bakmalıyız.
***
Sosyalizm bitti şoku atlatıldı
Türkiye sol hareketi 1980 sonrasının en kritik dönemecinden geçiyoru biraz açarsak
Türkiye sosyalist hareketi çok önemli bir fırsat yakaladı. Bunu değerlendirirse, -devrim olacak anlamında aşırı bir şey söylemiyorum tabii- sosyalist hareket 80den başlayarak son 35 yıllık dönemde kendini bir siyasi özne, bir siyasi güç olarak kabul ettirme anlamında bir eşik atlayacak. Bugün, özellikle Hazirandan sonra, çok afaki şeyler söylemezlerse, uçmazlarsa sosyalistlerin söylediklerine, sosyalistlerin sesine daha fazla kulak verildiğini düşünüyorum.
Bir de tabii, 1990ların başında, sosyalizm öldü bitti, çöktü anlamında sosyalizmin toplum nezdindeki itibarını önemli ölçüde sarsan şok da atlatıldı. İnsanlar sosyalizm diyorsun iyi güzel de Sovyetler niye çöktü? sorusunu eskisinden daha az soruyorlar. Uygun, titiz, usturuplu davranılırsa -ki, bundan çekiniklik ve pimpirikliği kast etmiyorum- insanlara sadece demokrasi vs gibi hedeflerin ötesinde, sosyalizmi de daha alıcı hale getirmenin mümkün olduğunu düşünüyorum.