İpuçları
-Haluk Yurtsever
Pek çok yinelendiği gibi, seçimler nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, 8 Haziranda ekonomik ve siyasal açıdan istikrarlı, barışçıl, rahat ve huzurlu bir Türkiyeye başlangıç yapmayacağız.
2015 seçim düzlemi, daha şimdiden 8 Haziran sonrası Türkiyedeki sınıfsal ve siyasal mücadele, öbekleşme ve çatışma çizgilerinin hangi noktalarda yoğunlaşacağıyla ilgili önemli ipuçları veriyor. Seçimlere beş gün kala, süreci bu ipuçları üzerinden değerlendirmenin, soyut ve kurgusal restorasyon/likidasyon teorileri üzerine akıl yürütmekten daha verimli olacağını düşünüyorum.
***
Seçim düzlemi, birkaç hafta içinde ekonomik konu ve proje lerden Kürtçe Kuran, diyanet, Vatikan, saray, saraydaki klozetler, Kâbe, eşcinsel aday, intihal, MİT TIRları, casusluk, üç legal, üç illegal terör örgütünün oluşturduğu altıgen paralel yapı ve çözüm sürecinin geleceği gibi kimi komik, kimi trajik konulara kaydı. Bu arada, el çabukluğu marifet, Anayasa Mahkemesi imam nikahını hukukileştiren, HSYK da yargıç ve savcılara da başörtüsü takma özgürlüğü bahşeden kararlar verdiler.
Erdoğan ve AKP'nin her zaman olduğu gibi, kendilerine oy getirecek gündemleri öne çıkarmaya çalıştıkları, ama her zamanki kadar başarılı olamadıkları görülüyor.
Biz bunları bir yana koyup, yukarıda sözünü ettiğim ipuçlarına, önümüzdeki dönemin siyasal ortamını önemli ölçüde belirleyecek, son ikisi birbirine yakından bağlı üç önemli başlığa dönelim.
***
Mayıs 2015 işçi hareketliliği; Türkiyenin Ortadoğu/Suriye siyaseti ve çözüm süreci denilen çatışmasızlık ortamının geleceği bu üç başlığı oluşturuyorlar.
Bursada Renault fabrikasından başlayıp, Kocaeli, Gebze, Eskişehir metal işçilerine, oradan en son Aliağa petrol işçilerine sıçrayan direniş, zamanlaması, istemleri, yöntemleri, bu aşamadaki sonuçları ve ileriye ilişkin iletileriyle yeni dönem işçi sınıfı hareketi açısından çok önemli ipuçları verdi. Hızla özetleyelim: Eylemlilik, yan sektörleriyle birlikte büyük ve kilit bir sanayiden, otomotivden sökün etti. Asgari ücret tartışmasının öne çıktığı, AKP sonrası koalisyon olasılıklarının dillendirildiği bir zamanda filizlendi. Fabrikaların içinden, sendikal hareketin dışından mayalandı. İşçilerin doğrudan seçtiği, güvendiği öncü işçiler eyleme başarıyla kurmaylık/önderlik etti. Bu birikimin yaratılmasında, ekonomik ve siyasal mücadeleyi birleştiren yeni türden sınıf örgütlenmesi tipinin, adıyla söylemek gerekirse Metal İşçileri Birliğinin katkısı olduğu anlaşılıyor. Türkiye işçi sınıfı tarihinde ilk kez, işçiler üyesi oldukları sendikayı bu kadar kesin ve kararlı bir biçimde karşılarına aldılar. Direnişin, eylemin hedef tahtasına Türk Metali çaktılar. Daha son söz söylenmedi; ama sapsarı Türk Metalin metal işçileri üzerindeki sultasının kaldırılması yolunda çok önemli, altın değerinde bir adım atılmış oldu. Sermaye ve düzen siyasetçileri bunu kolayca sineye çekmeyecekler. Dur durak bilmeden açılıştan açılışa koşan paniklemiş Erdoğanın, eylemler sürerken, zaman ayırıp Türk-Metal ve Türk-İş başkanlarıya özel toplantı yaptığı, sonra da çalışma bakanına direktifler verdiği haberine bir mim koyalım.
Seçim sonrasında, yalnız metalde değil, tüm sektörlerde sınıf mücadelesinin yeni biçimler alarak ve keskinleşerek süreceğini öngörebiliriz. Seçim sonrasının siyasal koşulları bu mücadelenin seyrini ve geleceğini etkileyecek.
***
Ortadoğudaki son gelişmeler, Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin ilk denemede terslenen bölgesel emellerini yeniden canlandırdı. Durum karışık; büyük ve küçük fotoğraflar her zaman örtüşmüyor; hegemonya boşluğu nedeniyle ittifak eksenleri kırılgan; vekalet savaşları, hibrit savaşlar türünden isimlerle anılan, kimin elinin kimin cebinde olduğunun kolayca ayırdedilemediği çatışmaların hangi sonuçları yaratacağını vb. tahmin etmek kolay değil.
Yine de, biriken işaretler Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin, seçimden sonra kendilerinde o gücü görürlerse Türkiyeyi Suriyede savaşa sürüklemeyi deneyebileceklerini gösteriyor. Seçim düzleminde MİT TIRlarıyla ilgili tartışmanın alevlenmesi, Erdoğanın İslami cihad örgütlerine silah sevkiyatının fotoğraflarını, videolarını yayımlayan Cumhuriyet gazetesine casusluk faaliyetine yataklık ediyorlar diyerek saldırması, CHP ve HDPnin ısrarla seçimden sonra Suriyeye savaş açılacağından söz etmesi vb. rastlantıyla, seçim polemikleriyle açıklanacak şeyler değil.
Dış savaşlar, içeride sıkışan rejimlerin, başvurduğu bir yöntemdir. AKP rejimi, Esad rejimini devirmek üzere başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Körfez ülkeleriyle koalisyon oluşturmak, Rojavada tampon bölge kurmak, ABDyi pazarlık ve oldu bitti yöntemleriyle bu siyasetlere ikna etmek için uğraşıyor. Sonuç olarak, seçim sonrasında Suriye savaşı olasılığının ciddiye alınması, bu savaşı önlemenin etkili yolunun ise, Erdoğan ve AKPyi Türkiyeyi savaşa sürükleyemeyecek kadar zayıflatmaktan, geriletmekten geçtiğinin bilinmesi gerekiyor.
***
Çözüm süreci çözülmüş, 2013 Martında başlayan dönem, 2014 Ekimindeki Kobané savaşlarıyla kapanmıştır. O günden bugüne, seçim nedeniyle uzatmalar oynanıyor. Erdoğan ve AKP, bu tarihten sonra, yeni bir strateji, bu stratejiye bağlı yeni bir ittifak siyaseti izliyorlar. İçeride, cemaat ve liberallerle oluşturdukları bloku bozarken, milliyetçilerle, asker-sivil eski rejim güçleriyle yakınlaştılar. Yüzlerini Türk-İslam sentezine dönüyorlar. Kürt düşmanlığı, yeni yönelişin çimentosu oluyor. Yukarıdaki paragrafta belirttiğim, dış siyaset açılımı ile yeni Kürt siyaseti birbirini tamamlıyor.
Fahri başdanışman Etyen Mahçupyan geçtiğimiz Pazar günkü makalesinde, HDPnin çözüm sürecini sahiplenmek yerine, AKP karşıtı koalisyonun parçası olmayı seçtiğini, HDPnin barajı geçmesi, AKPnin tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edememesi durumunda gerçekçi ve tabii seçeneğin AKP-MHP koalisyonu olacağını, böyle olursa çözüm sürecinin rafa kaldırılacağını yazdı.
KCK eşbaşkanı Cemil Bayıkın bugünkü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanacağı duyurulan, bu yazı dün yazıldığı için okuyamadığım söyleşisinin başlığı ise şöyle: Hükümetin planı seçim sonrası savaş!
İpuçları bunlar!
Seçim öncesi son yazının son notu: +1 oyumu kullanmak ve seçim müşahitliği görevimi yerine getirmek için 7 Haziran günü sandık başında olacağım.
Eyvah, oyum var!-Metin Çulhaoğlu
Yakın geçmişte havaalanlarında ve seçkin otobüs firmalarının terminallerinde satılan kitaplar arasındaydı: Eyvah, Param Var!
Sahiden Eyvah dedirtecek bir derttir!
Düşünün: Bolca paranız var, ama ne yapayım, dövize mi yatırayım gayrimenkule mi diye ha bire düşünüp duruyorsunuz, Hisse mi? İyi de hangisinin getirisi daha fazla olacak? İşte, sabah akşam kukumav kuşları gibi bunları düşünüyorsunuz. Huzursuzluğunuz iç dünyanızı da etkiliyor, eşiniz dostunuzla olan ilişkilerinizi de
(Herhalde) insanın huzurunu kaçıran, uykularını bölen ciddi bir derttir
***
Bugün, bu ve benzeri dertlere bir başkası daha eklenmiş gibi görünüyor: Eyvah, oyum var
Yani seçimlerde verilecek bir oyunuz var; var, ama gel gör ki huzur yok!
Oraya mı versem buraya mı? Orası iyi gibi görünüyor, ama ya sonra şunu yaparsa? Burası bu sefer hiç de fena değil, ama onun da
Yoksa hiç mi oy kullanmasam?
Huzursuzsunuz. Gece uykularınız kaçıyor. Eş dost sohbetlerinde eskisi gibi değilsiniz; daha çabuk sinirlenip sesinizi yükseltiyor, en yakınlarınızı bile kırıyorsunuz
İşin ilginç yanı ise şu: Kullanacağınız oy konusunda kararsız olduğunuz halde, kendiniz gibi kararsız olanlarla tartışmaktan çok tercihini belirlemiş, bu konuda kafası net olanlarla kavga ediyorsunuz. Yani kendi içinizdeki kararsızlığı, tereddütleri ve gelgitleri bu kez başkalarına yansıtıyor, onlarla birlikte yeniden üretmek ve yaşamak istiyorsunuz.
Kısacası, ne kendiniz rahat ediyor ne de âleme huzur veriyorsunuz.
***
Seçmenin, kullanacağı oya tanıdığı önem, hatta kutsiyet bir ölçüt kabul edilir ve seçimler de demokrasinin temel öğesi gibi görülürse, Türkiye dünyada demokrasinin en fazla kökleştiği, tabana yayıldığı ülkelerin başında sayılmalıdır.
Demokrasimiz, bu anlamda bir tanedir, dünya markasıdır.
Ne var ki, tam da bu yüzden seçmenimiz Amerikadaki, Fransadaki, başka gelişkin demokrasilerdeki seçmenin rahatlığına sahip olamayıp dört yılda bir ciddi bunalımlar, ömür törpüsü tercih sorunları yaşamakta, günlerce adeta kabir azabı çekmektedir.
İşin aslına bakılırsa, verilecek oya tanınan bu kutsiyet, ülkede demokrasi denilen şeyin ne kadar eksik, güdük ya da azgelişmiş olduğunun işareti sayılmalıdır. Belirli bir zaman dilimine sınırlı kalmayan, gerçek anlamda katılma, gücünü ortaya koyma, etkileme ve değiştirme kanalları hiç yoksa insanlar Elimde bir tek bu var diye elbette dört yılda bir verecekleri oya abanacaklar, bu oyu adeta fetişleştireceklerdir.
Zaten egemenlerin istediği de bu değil mi?
Açıklaması bu kadar basittir.
***
Seçimler önemsiz mi?
Kuşkusuz değil
Şuraya ya da buraya verilecek oyun hiç mi değeri yok?
Elbette var.
Gelgelelim, bir eylem, bir miting, direniş, gösteri vb. olduğunda Ben orada olmasam da olur rahatlığına sahip, kendisinin orada olmayışı nedeniyle herhangi bir huzursuzluk duymayan insanların verecekleri oy üzerinde bu kadar titizlenmelerinde bir tuhaflık vardır.
Neyse
***
Neyse, şunun şurasında 6 gün kaldı... Yani az kaldı, bitiyor
Artık kararsızlıklar, huzursuzluklar, anlamsız tartışmalar da bitmeli
Neticede atla deve değildir, verilecek bir oydur
Yok, Ben bu işi çok sevdim, 7 Hazirana kadar en derin biçimde yaşamak istiyorum deyip ardından Kime oy versem diye hala soranlar varsa, en iyisi şunu söylemektir:
Nereye verirsen ver, yeter ki fazla kafa ütüleme
Ya da:
Al da oyunu