Protesto hareketleri ve seçimler
HAYRİ KOZANOĞLU
Financial Times, SYRIZAnın Marksist kadroları ile biraz da dalga geçerek Brest-Litovsk anının yaklaştığını öne sürüyor. Hatırlatmak gerekirse, Lenin ve arkadaşları 1917 devriminin kazanımlarını korumak kaygısıyla Almanyaya Ukrayna ve Baltık ülkelerini de kapsayan ciddi toprak tavizleri vermek zorunda kalmıştı. Aslında zayıf halkanın kopuşu Rusyada gerçekleştikten sonra, Bolşevikler enternasyonalist dayanışma temelinde Almanyadan gelecek bir devrim haberine bel bağlamıştı. Bilindiği gibi, umutların azaldığı bir anda geri adım atılmış, sonrasında Karl Liebknecht, Rosa Luxemburg ve yoldaşlarının katline varan hazin bir süreç yaşanmıştı.
Halbuki Troyka SYRIZAya en ufak bir manevra alanı bırakmıyor, hiçbir kazanıma izin vermeden Yunan halkının yüzünü sosyalizme dönme iradesini cezalandırıyor. Açık söylemek gerekirse, tüm AB hükümetlerin değişik saiklerle hasmane tutumu da Çipras ve arkadaşlarını yalnızlığa itiyor. Bu anlamda korunacak bir şey bulunmadığına göre Brest-Litovsk metaforu havada kalıyor. Akıllarınca kömünistleri bir kez daha diz çöktürme hazzından başka
SYRIZAnın kazanımı kemer sıkma politikalarından bunalan, giderek yoksullaşan Yunan halkının desteği ise; tam tersine gelinen aşamada zayıf halka olmayı göze almak, tarihsel bir kopuşla neoliberal AB tasarımını elinin tersiyle itmek, radikal bir halkçı programı uygulama cüretini göstermek gerekiyor.
Immanuel Wallerstein SYRIZA, Podemos, Kanadada Ulusal Demokratik Parti, İskoçyada Ulusal Parti gibi, protesto hareketleri nin yükselişinden hareketle, bu partilerin vaatlerini uygulamasının neden engellendiğini tartışıyor. Bu listeye pekala, HDPyi, seçim barajının inmesi halinde gelecekte denkleme dahil olabilecek radikal sol hareketleri de dahil edebilir, tartışmayı Türkiye coğrafyasına da taşıyabiliriz.
Hatırlanırsa 7 Hazirana uzanan süreçte, özellikle ekonomi kanalları, efsaneleştirilen , bir üst akıl mertebesine yükseltilen piyasaların nasıl bir tablo arzuladığına odaklanmıştı. Ekonomi uzmanları, bazen utana sıkıla, Bizim kişisel tercihlerimizden bahsetmiyoruz, tüm mesele piyasanın neyi fiyatladığı mazeretine sığınarak, Başkanlık sistemine kapıları kapatan yeni bir AKP hükümetine işaret etmişlerdi. İşsizlik, yoksulluk, sosyal hizmetlere erişim gibi ekonominin sade yurttaşın yaşamına değen parametrelerinden kopuk, hayatı piyasa göstergelerinden ibaret sayan bir zihniyeti pompalamışlardı. Borsa endeksi yüzünü yukarı dönerse, döviz piyasaları huzurluysa, 2 yıllık gösterge faiz çift haneleri zorlamıyorsa, akan sular dururdu. CHPnin ve HDPnin ekonomi sözcülerinin de, ne yazık ki bu kurguyu reddeden bir söylem tutturamadığı göz önüne alınırsa, Okyanus ötesine uzanmak, Immanuel Wallersteine kulak kabartmak daha bir önem kazanıyor.
Ünlü sosyologa göre, büyük şirketler, diğer hükümetleri ve IMF-DB gibi uluslararası kuruluşları da arkalarına alarak hükümete gelen veya gelmesi söz konusu olan protesto hareketlerinin üzerine çullanıyorlar. Bu hareketler dünya-sistemini değiştirmeyi amaçlayan militan kadroların yanı sıra, kısa sürede icraat bekleyen, anaakım partilerden sıtkı sıyrılmış sabırsız seçmenleri de içeriyor. Haliyle bu tip koalisyonlar akıntıya karşı uzun süre kürek çekmekte zorluk çekiyorlar.
Wallerstein bu durumdan üç sonuç çıkarabileceğimizi düşünüyor. Birincisi, ulusal hükümetler arzuladıkları gibi sınırsız bir güce sahip değiller. Dünya sisteminin işleyişiyle aşırı derecede sınırlanıyorlar.
İkinci sonuç, tüm bunlara karşın sıradan insanların acılarını hafifletecek bir şeyler yapılabilir. Sonuçları geçici de olsa vergi ve diğer mekanizmalar devreye sokulabilir.
Üçüncüsü, eğer bir protesto hareketi dünya-sistemini değiştirmeye soyunuyorsa, kendini kısa vadeli popülizme hapsetmeden, dünya çapında direnişin bir parçası olma görevini önüne koymalıdır.
Demem o ki, koalisyon tartışmalarına bir de bu mercekten de bakmakta yarar var. Haliyle Gezi İsyanının dünya çapındaki direniş hareketlerinin en fazla desteğini almış, kendi meşrebi de enternasyonalizme en yatkın kavşak noktası olduğunu unutmadan