Hazirandan sonra Haziran- Metin Çulhaoğlu
İki Haziranın 7siydi. İkincisi BHHnin Haziranındır. Soru da 7 Hazirandan sonraki Haziranın ne olacağıdır.
Rivayet muhtelif. Bir tarafta limana yanaşma, trene binme gibi ulaşım sektörü ağırlıklı olumsuz metaforlar gırla gidiyor. Diğer taraf ise Bakın, bir fırsatı kaçırdık yenisini kaçırmayalım uyarısında bulunuyor.
Hepsini boş verin
Gerçek şudur: Akla gelebilecek her tür koalisyon ihtimalini sıralayın; bunların arasında BHHnin zeminini eritecek ya da önünü tıkayacak bir tanesini bile bulamazsınız.
Ha yakınlarda erken seçim gündeme gelirse, o başka. O zaman BHHnin başı (yeniden) sıkıntıya girer. Ama sağlıklı değerlendirmeler ve hazırlıklardan sonra bu olasılığı da fazla dert etmemek gerekir.
***
HDPnin seçim başarısı ve topladığı ilgi Haziran için bir engel sayılamaz mı?
Daha önce de yazdık: HDPnin, BHH eliyle gerçekleşecek bir sol açılımın önünde engel olarak görülmesi için, BHHnin sol ufkunun HDPnin sol ufkuyla sınırlı olması gerekir.
Böyle midir?
Türkiyenin bugünkü durumunda BHH gibi bir oluşum, sol ve solculuk adına HDPnin ötesinde şeyler söyleyemeyecekse hiç olmasın daha iyi.
Demek ki önce buna karar vermek gerekiyor: Söyleyecek mi söylemeyecek mi?
Söyleyecekse, bunu pratikteki karşılığı mutlaka rol çalmak olacaktır.
Rol çalma deyimi genellikle yanlış bilinir. Sanılır ki, bir aktör bir başka aktörü taklit edip onun gibi oynarsa rol çalmış olur
Böyle değildir. Rol çalma, bir aktörün, sergilediği özel ve farklı performansla dikkatleri ön plandaki aktörden kendisine çekmesidir. En bilinen örneklerinden biri, ilk Batman filminde Jack Nicholsonun (Joker) Michael Keatondan (Batman) fazlasıyla çaldığı roldür.
Neticede BHHnin öyle afaki olmayan, ama HDPnin söyleyebileceklerinin epey ötesine geçen talepler, hedefler ve eylemliliklerle kendine ayrı ve siyaseten önemli bir yer açması bakımından koşullar elverişlidir.
HDPyle ilişkilerin ve aradaki mesafenin böyle bir yerden değerlendirilip belirlenmesi çok daha hayırlı sonuçlar verecektir.
***
BHHnin içinde kimileri parti formunda örgütlü yapılar var. Sorun çıkar mı? Bu yapılar BHHnin büyümesine köstek olur mu?
Aradaki ilişki doğru kurulduğunda, başka türlü gerçekten sorun oluşturabilecek kimi gerilimlerden kaçınmak mümkündür.
İlişkinin doğru kurulması, iki noktaya dikkat edilmesini gerektirmektedir:
Haziranın kendisi açısından:
Haziranın anahtar sözcüğü halk olmalıdır. Yani sarraf terazisiyle sınıf analizleri yapmanın anlamı yoktur.
Sonra, yerel meclisler hayati önemdedir. Bu meclisler gerçekten çalışmalı, tartışmalı ve kararlar almalıdır. Erkin Özalpin geçen haftaki İleri yazısında (7 Haziran sonrasında BHH) belirttiği gibi şeffaflık ve katılımcılık ilkeleri mutlaka gözetilmelidir.
Öyle salt demokrasi zaten bunu gerektirir diye değil; halkın daha ileri düzeylerde ve kalıcı politikleşmesini sağlamak için
Bir ek daha: BHHnin bugünkü durumunda, aşağıdan yukarıya girdiler, yukarıdan aşağıya girdilere göre daha kritiktir.
Böyle olursa ortadaki durum örgütlere ayar verir, onları hizaya sokar demiyoruz; verilerini çoğaltır, gündemlerini zenginleştirir ve onları BHHnin daha gerçek bileşenleri konumuna getirir diyoruz
Örgütler açısından:
Zamanın ruhu mu yoksa daha yapısal bir olgu mu söz konusu?
Şundan söz ediyoruz: Türkiyede kendini solda, sosyalist sayanların, belirli bir forma, tanımlanmış kurallara, disipline ve hiyerarşiye sahip sosyalist örgütlere nispeten uzak durmaları, zamanımızın bir gerçeği midir yoksa bu ülkede daha yapısal denebilecek bir durumu mu yansıtmaktadır?
Bu soruya net yanıt verebilecek durumda değiliz. Sadece şunu belirtmekle yetinelim: Sosyalist hareketin daha büyük niceliklerle buluştuğu geçmiş dönemlerde bile, az önce sıralanan özelliklere sahip örgütlülükler bu büyük niceliklere ancak dolaylı olarak ulaşabilmişlerdi. Bir de, daha büyük niceliklere ulaşabildikleri halde net tanımlanmış örgütsel yapılanmaya sahip olmayanlar vardı
Meramımız, Böyle gelmiş böyle gider değildir.
Sadece, durumun ne zaman değişeceğini bilemiyoruz.
Gene de, yani günümüzün gerçekliği böyle olsa bile, BHH içindeki sosyalist örgütlerin özel olarak sınıf çalışması yapma ve kadro yetiştirme görevleri, verili durumdan muaf, asli ve sürekli görevlerdir.
Buralara yüklenilsin
Erkin Özalpin az önce sözünü ettiğimiz yazısının son kısmıyla bitirelim:
BHH içindeki örgütler, hareketin doğrultusu ve politikaları üzerindeki etkilerini, örgütsel güçlerine değil, siyasal ön açıcılıklarına borçlu olmayı hedeflemeli.
Bir dönem için en iyisi gerçekten budur
8 Haziranı boşuna beklemedik-Can Soyer
7 Haziranın son dönemde yaşanan en önemli seçim süreci olduğu konusunda genel bir ortaklık var. Bu derece önemli bir sürecin çok ciddi bir tartışma başlığı haline gelmesi de doğal karşılanmalı. Nitekim, hem Türkiye siyasetinin bütününde hem de sosyalist hareketin içinde 7 Hazirana dair çok boyutlu bir tartışma süreci yaşandı.
Kimi marjinal örnekleri saymazsak, 7 Haziran seçiminin önemsiz olduğunu söyleyen olmadı. Yine aynı şekilde, 7 Haziran seçiminin bir ölüm kalım meselesi olduğunu savunan da görülmedi. Genel kanı, Türkiyede siyasetin ve toplumsal dinamiklerin bundan sonraki dağılımını, konumlanışını ve kapasitesini belirleyecek olması anlamında 7 Haziran seçiminin önemini teslim etmek; öte yandan Türkiyenin birikmiş sorunlarının çözülmesi ve AKP gericiliği altında geçen yılların tahribatının giderilmesi için sandıktan çıkacak bir meclis bileşiminin yeterli olmayacağını saptamak yönündeydi.
Uzatmadan söylersek, sosyalist hareketin genelinde 7 Haziranı önemsemek, ancak 8 Hazirandan itibaren açılacak döneme işaret etmek yönünde bir kararlılık gözlendi.
İşte şimdi o noktadayız. 8 Haziran ve ertesindeyiz. Açılacağını söylediğimiz ve birçok olanak sunacağını öngördüğümüz o dönemdeyiz.
Kuşkusuz özel bir dönem olarak 8 Haziran sonrasının bütünlüklü ve belirgin bir haritasını çıkarmak için henüz biraz erken. Ancak yine de öngörülerimize güvenmek ve devrimci siyasetin hızlı adım atabilecek bir pozisyon seçebilmesi için hazırlıklarımızı sürdürmek zorundayız.
O halde şu soruya yanıt vermeliyiz: Elimizde ne var?
***
7 Haziran seçimi Erdoğanın başkanlık hayallerinin ve yeni anayasa beklentisinin sonudur. Bu defter kapanmıştır. Türkiye halkı, Erdoğana anlayacağı dilden yanıt vermiştir.
AKPnin gerilemesi ve tek başına hükümet kurmayı bile başaramaması Türkiye emekçi halkı için olumlu bir gelişmedir. Sermaye düzeninin AKPnin sivriliklerinin törpülenmesini istemesi ile AKPnin halkın sandıkta gösterdiği tepkiyle gerilemesi aynı şey değildir ve birbirine karıştırılmamalıdır.
HDP, kimi kötümser tahminlerin aksine, yüzde 13 gibi bir oy oranıyla barajı geçmeyi ve mecliste 80 kişilik bir grup kurmayı başarmıştır. Bu durum HDPnin niyetinden, hedeflerinden ve bundan sonraki stratejisinden bağımsız olarak AKPnin ciddi bir oranda gerilemesine yol açmış olumlu bir gelişmedir. Türkiye halkı, başta baraj olmak üzere halkın iradesinin meclise yansımasını önleyen tüm engelleri yıkmıştır.
Sadece HDP ve CHP değil, MHP bile seçim sürecinde AKP karşıtlığını öne çıkaran bir taktik izlemiştir. Bizlerin uzun yıllardır başa yazdığı AKP karşıtlığı, 7 Haziran seçim sonuçlarının da gösterdiği gibi, Türkiyede alıcısı olan bir siyasal hattır. Bu hattan yürümeye devam edilmeli, AKP karşıtı mücadelede tek bir geri adım atılmamalıdır.
Uluslararası çevrelerin ve Türkiye sermayesinin AKPnin ve Erdoğanın aşırılıklarından rahatsız olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Bu çevreler, AKPnin burnunu sürtmek için şimdiye kadar çeşitli girişimlerde bulunsalar da AKPyi gerileten ve mutlak bir başarısızlığa mahkum eden doğrudan doğruya Türkiye halkıdır. Bu başarının sermaye çevreleri tarafından ele geçirilmesine izin verilmemeli, halkın kendi öz gücüyle kazandıkları kıskançlıkla korunmalıdır.
Sosyalist solda bizim başını çektiğimiz AKPyi yalnız bırakın sloganı söz konusu meseleye olabilecek en doğru yaklaşımı sunmaktadır. AKPnin yalnız bırakılması, yani ya MHP ile bir koalisyona ya da erken seçime zorlanması, mevcut kriz halini derinleştirebilecek etkilere sahiptir. Bu dönemde istikrar beklentisi veya kaos tehlikesi ile korku salmak burjuvazinin işidir ve bu çaba ısrarla teşhir edilmelidir.
Türkiyede 2002 ile başlayan ve uzun bir karanlık kesit olarak hatırlanacak olan AKP dönemi fiilen sona ermiştir. Bundan sonra AKP ister yeniden hükümet olsun ister Erdoğan partisinin başına geri dönsün, Türkiye halkına boyun eğdirilemeyeceği belli olmuştur. Şimdiki mücadele, sona eren AKP döneminin yerine neyin konulacağıdır.
Uluslararası çevrelerin ve büyük sermayenin beklentisinin bir tür Erdoğansız AKP iktidarı olduğu bellidir. AKP içinden ve dışından kimi siyasetçi figürlerinin parlatılmasına dönük çabalar da bu niyetle alakalıdır. Ancak Erdoğansız bir AKPnin gerçekçiliği hayli kuşkuludur. Erdoğan liderlik özellikleriyle ve parti-devlet mekanizması üzerindeki hakimiyeti ile son derece özel bir liderdir ve onun yokluğunda AKP diye bir şeyden söz etmek pek de mümkün değildir.
***
Kriz, birçok özelliğinin yanı sıra, öngörülemeyen gelişmelere açıklık anlamına da gelir. 7 Haziran seçiminin sonuçları Türkiyede uzun süredir dinginleştirilemeyen kriz başlıklarını kuvvetlendirmiştir. Dolayısıyla, başta emperyalizmin ve Türkiye burjuvazisinin planları olmak üzere, sermaye düzeninin beklentilerinin tereyağından kıl çeker gibi hayata geçirilebileceğini düşünmenin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Türkiye krize, bu anlamda öngörülemeyen gelişmelere açık bir ülkedir. Sosyalist hareket tutukluğunu ve etkisizliğini aşmak ve krize müdahale etmek için ihtiyaç duyduğu atılımı hızla hayata geçirmelidir.
Seçim sonuçlarının ardında Haziran Direnişi vardır. Bir başka deyişle, pusuladaki tercihler ne yönde olursa olsun, AKPyi gerileten esas güç Haziran Direnişinde tanık olduğumuz halk dinamiğidir. Sosyalist hareket, bu dinamikle seçim platformunda buluşamamış olmasına rağmen, açılmakta olan yeni dönemde söz konusu dinamiğin temsiliyetini üstlenmenin yollarını bulmalıdır.
Haziran Direnişinde açıkça görüldüğü üzere, Türkiyede cumhuriyetçi/laik taleplerle özgürlükçü talepler birbirine yaklaşmıştır. 90larda biri resmi devlet politikası, diğeri ise neoliberal/özelleştirmeci saldırının kılıfı olarak gündeme gelmiş olan cumhuriyetçilik/laiklik ve özgürlükçülük, AKP iktidarının ağır baskısı altında ve toplumsal dönüşümün sonucunda halkçı ve muhalif bir karakter kazanmışlardır. Daha açık bir deyişle, 90lardan farklı olarak, günümüzde cumhuriyetçilik/laiklik ve özgürlükçülük, sermaye düzenin tahkimine hizmet etmek şöyle dursun, AKP iktidarına karşı mücadelenin en dolaysız kaynaklarından haline gelmiştir. Sosyalist hareket, bu iki dinamiği bir arada tutmayı ve Türkiyenin kurtuluşu mücadelesinde seferber etmeyi başaracak siyasal ve ideolojik yaratıcılığı göstermelidir.
Kürt siyaseti son seçim süreci ile birlikte Türkiyenin yerleşik/olağan siyasal güçlerinden biri haline gelmiştir. İçinde birbirinden farklı hedeflere ve ağırlıklara sahip kesimlerin olduğunu bildiğimiz Kürt siyaseti, Türkiyelileşme olarak adlandırılan stratejiyi ısrarla sürdürmüştür ve seçimdeki başarısını biraz da bu stratejiye borçludur. Burada sosyalist hareket açısından önemli olan, Kürt siyasetinin niyetlerinden bağımsız biçimde, ortaya çıkan kardeşlik zeminidir. Diğer bir deyişle, Türkiyelileşme adı altında sürdürülen strateji, ülkenin batısında yoğunlaşmış cumhuriyetçi/laik kesimlerin dahi HDPye oy verebilmesini sağlamış, bu anlamda Haziran Direnişinden hatırladığımız Lice protestosuna benzer bir duygu durumu ülkede kardeşliği gerçek bir olasılık haline getirmiştir. Anayasa tartışmaları veya bölgesel politikalar bağlamında gündeme gelebilecek konfederalizm ya da özerklik gibi uygulamalar, söz konusu kardeşlik ihtimalini zayıflatacaktır. Dolayısıyla, Kürt siyasetinin bir dönem olduğu gibi daha Kürdi bir çizgiye çekilmemesi, mevcut kardeşlik şansının kullanılması için Türkiyelileşme ekseninde tutulması önemlidir. Kürt siyasetinin içinde bu yönelime ve hedefe sahip kesimler olduğu da bilinmektedir. Ancak bu bahiste de asıl sorumluluk ve görev ülkenin en ileri siyasal hattını temsil eden sosyalistlerindir.
Bütün bunları yapabilmek için sosyalist hareket kendi bağımsız hattını sınıf perspektifi ve devrim hedefi ile birlikte kurmalıdır. Kendi bağımsız hattına sahip olamayan, sınıf politikası ve devrimci iddiasını güçlendiremeyen, düzen karşıtı bir kitlesel güç haline gelemeyen sosyalist hareket, yukarıda saydığımız görevleri de yerine getiremeyecektir. Bu anlamda, bağımsız hattın güçlendirilmesi ile toplumsal dinamiklerin temsiliyetinin üstlenilmesi, ülkenin ilerici güçlerinin birliğinin sağlanması, geniş muhalefet olanaklarının sosyalist iktidar hedefiyle buluşturulması birbirini dışlayan değil, birbirini gerektiren çalışma başlıklarıdır.
Ayrıca başta metal işçilerinin son direnişinde görüldüğü gibi, Türkiyede ekonomik krize paralel biçimde seyreden bir işçi dinamiği de söz konusudur. Bu dinamiğin ne kadar uzlaşmaz ve direngen olabileceği son birkaç yıldaki örneklerle yeterince gözlenmiştir. Ancak sosyalist hareketin bu dinamik içerisindeki örgütlülük ve temsiliyet gücü son derece zayıftır. Önümüzdeki dönemde, bir ekonomik kriz ortamında işçi tepkiselliğinin artacağı da hesap edilerek, sınıf içinde kalıcı mevziler kazanmak üzere planlamalar yapılmalıdır. Bu tür bir çalışma, bir önceki paragrafta vurguladığımız sınıf politikasının güçlendirilmesinin de yegane yoludur.
İşçi sınıfı dışında, Türkiyede giderek yükselen ve patlamalar gerçekleştirme ihtimali bulunan bir kadın ve gençlik dinamiği bulunmaktadır. Hiçbir geleneksel kodlama ya da alışkanlık, kadın ve gençlik dinamiğinin gücünü azımsamaya neden olmamalı, Türkiyede AKP karşıtı geniş kitlelerin içinde kadınların ve gençlerin özel bir ağırlık taşıdığı unutulmamalı ve sosyalist hareketin kadın ve gençlerle buluşması için her türlü imkan değerlendirilmelidir.
***
Saydığımız başlıkların ve bu başlıklara dair yürütülecek hazırlıkların kolay bir iş olmadığını söylemeye gerek yok. Ancak sosyalist hareketin tarihi son derece önemli bir birikime sahiptir. Yıllara dayanan bir mücadele ve hareket kültürü, siyasal ve örgütsel süreklilik, farklı dönemlerin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek bir deneyim zenginliği gibi olgular, sosyalist hareketin bu süreçteki en büyük şansını oluşturmaktadır.
Bu şansa eklenmesi gereken tek şey ise açılmakta olan dönemin imkanlarına dikkat kesilen bir duyarlılık ve yerleşik alışkanlıkların kısıtlarından kurtulmak konusundaki cesarettir.
Deneyim ve olgunluk istek ve cesaretle buluştuğunda, sosyalist hareketin ülkedeki 5. siyasal güç olma hedefi de bir hayal olmaktan çıkacaktır.
Seçim sürecinde sık sık işaret ettiğimiz 8 Haziran ve sonrası, ancak 5. güç olma hedefiyle birlikte ele alındığında anlam kazanmaktadır zaten.
Yani 8 Haziranı boşuna beklemedik. O halde zaman kaybetmeden yola çıkmak lazım.
Daha ne olsun!-Aysel Tekerek
Erkan Baş yoldaşımın sözüydü. Birleşik Haziran Hareketi yola çıktığında yazmıştı. Hem Birleşik hem Haziran hem de Hareket daha ne olsun! diyerek hepimizin heyecanını bir cümle ile oldukça iyi özetlemişti.
Şimdi Haziran Hareketi aynı heyecanla ve daha güçlü yol almak için bir yıla yakın bir zamanı geride bırakacağı zamanlarda tüm meclislerinde Nasıl bir Haziran ? sorusunu soruyor bu soruya en doğru yanıtı vermek adına tartışmaya başlıyor.
Konu Haziransa bir yıla yakın bir sürede zamana sığmayan bir birikimin olduğunu başa yazarak tartışmak basit bir ilk basamak olarak değerlendirilmemeli. İçinde olmayanlarca mesafe tayininde bilhassa seçim organizasyonu yakıştırmalarının yapıldığını, Yine sol bir şeyler deniyor galiba indirgemeciliğine başvurulduğunu, ya da HDK var zaten buraya gelin değerlendirmelerinin yapıldığını bilmekteyiz. Bu ilk ve doğal sayılabilecek tepkilere Haziran henüz sokağa çıkmadan bile varlık gerekçesini anlatarak cevaplamıştır. Haziran Hareketi ülkemizde beşinci ve halkın en fazla ihtiyacını hissettiği güç olmak üzere yola çıktığını vurgulamıştır. Tam da bu iddia geçirdiğimiz ve geçirmekte olduğumuz güncel siyasi dönemeçler hesaba katıldığında tarihselliğini ve güncelliğini korumaya devam etmektedir.
Haziran, Türkiye Meclisi ile aldığı karaların ilki olan "Bilimsel Laik Eğitim için Boykot diyerek, ilk dört gücün yapamayacağını yapmış, her şey bir yana ülke gündemine Meydan o kadar da boş değil heyecanı ve haklılığı ile bir giriş yapmıştır.
Bunları şu yüzden yazıyorum. Haziran Hareketi kendi iddia ve varlık gerekçesini Haziran Direnişinin değerleri ile yoğururken aynı zamanda halkın örgütlüğünün sağlanması suretiyle ileriye çekmek olarak tanımladığı yolu, nasıl alacağı oldukça önem taşımaktadır. Sadece yola çıkması dahi beşinci gücün yaratılacağına dair bir iddiayı umuda ve heyecana dönüştürmüşken bunu bir güce dönüştürmesi bu noktada aldığı yol, şimdilerde bir kavşağa da geldiği anlamına gelir.
O kavşak ise Haziran Meclislerinin tartışmaları, deneyim aktarımı, örgütlenme sıkıntıları ve olanakları, siyasi gündemlerin ele alınmasıyla dönülecek ve Haziran kendi gücüyle doğru orantılı birçok kavşakla karşılaşacak ve bu ilk kavşağı tam da bu gücün oluşturulması için geçecektir.
Haziran Hareketi son tahlilde sol örgütlerin ortalaması değil kendini katlayan bir güce dönüşmeli, birleşik olmaktan hareket olmaya geçmeli, hareket olurken karar enflasyonu yaşayan değil tıpkı eğitim boykotunda olduğu gibi güç olmak yolunda sadeleşmeli ve etkinleşmelidir. Hareket örgütlenmesi yine son tahlilde ülkemizde bir Haziran Direnişi yaşandığına göre bir yönü işaret etmelidir. Haziran'ın yönü Haziran Türkiyesidir. Katılımcılığın özneleşme ile yoğrulacağı, toplumsal dinamiklerle Haziran Hareketinin sade bir bağ kurmasının biraz ötesinde tüm dinamiklerin Hazirana akacağı, Haziranın tüm dinamikleri büyüterek yola devam etmesi gerekmektedir.
Haziran meclisleri bu defa Haziran için bir araya gelecek ve Nasıl bir Haziran sorusuna Daha güçlü bir Haziran cevabı verecek, daha güçlü olmak için görevlerini güncelleyecek.
Son olarak, kısa bir zamanda ağır siyasi gündemler karşısında hata yapmamış, beşinci güç olma iddiasını istediği oranda bir güce dönüştürememiş olsa da, bu kararlılığını bir inada dönüştüğü, gözümüzün bebeği Bir Haziranımız var.
Tartışacağız, Haziran Meclislerinde bu defa Haziranımız için bir araya geleceğiz. 5. güç büyüyecek
Daha ne olsun!