Solun halk ile imtihanı ve Kürtler...- Ercan Gündoğan
Halk kavramının tarihini bir tarafa bırakarak yazalım. Eski Romada ne anlama geldiğini, modern dönemde nasıl kullanılmaya başlandığını da. Popülist sol ve sağ akımlar, hareketler için nasıl görüldüğünü, politik olarak nasıl kullanıldığını da. Sadece şu saptamalarla başlayalım: Halk genel anlamda, tüm yönetilenler için, bazan yoksul yurttaşlar için, bazen de, Leninin kullandığı anlamda, işçi ve köylü olanların toplamını ifade etmek için kullanılmıştır. Türkiye sağcılarıncada kullanılan anlamı, millettir. Bu yazıyı okuyanın da belki farklı bir halk kullanımı vardır. Bu kavramın içine sınıfsal anlamda orta-sınıf da girer.
Sınıfsal dile çevirirsek, halk denilen kavram, işçileri, köylüleri, her türden küçük burjuva kesimleri kapsar.
Türkiyede 1960ların sonundan itibaren kurulan iki parti, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu idi. İkisinin adında Türkiye ve sonra Halk kavramları bulunuyordu. Türk değil, Türkiye deniliyordu. Halk derken de, Leninin kullandığı anlamda, Türkiyenin işçileriyle köylüleri kastediliyordu. Elbette, Türkiye o zamanlar işçileşme ve kentleşme süreci yaşayan, köylü bir toplumdu. Bu nedenle de, köyden kente, ya da kentten köye çevirme stratejileri ana anlaşmazlık konularından biriydi. Yine biliyoruz, bu iki parti için de halk büyük ölçüde işçileri değil, köylüleri dikkate alıyordu. Bu nedenle de, halk devrimi, köylü devrimi anlamında milli demokratik devrim stratejisi benimseniyordu. Bu yazının okuru umarız, eleştirici yapmak adına Mahirinki öyle değildi, Perinçek böyleydi diye başlayıp, 1970lerin iç politika tartışmalarına, stratejik ayrıntılarına girmez.
Türkiye sosyalist solunda halkçılık o kadar öndedir ki, zamanında bunun nedeni, yukarıda belirtildiği gibi, köyün, köylülüğün ve kırın önde olmasıdır. Belirtmek gerekir mi, köylülüğün en yoğun olduğu bölgeler de, elbette, yarı-feodal Kürt bölgeleriydi. Sosyalist hareketin militan tarafına bu kesimlerin etkisi de barizdi. Halkçılığın köylü ve feodalite vurgusu da zaten buradan geliyordu.
Özeti şudur, 1980 öncesi sosyalist hareketin militan yükselişine halk, yoksulluk, Kürt sorunu, kentleşme, damgasını basmıştır. O kadar damgasını basmıştır ki, işçi sınıfının yükselen militanlığı tarihsel bir değişim ve kayma olarak algılanamamıştır. Umarız okuyucu burada da, hayır biz 15-16 Haziran sonrasını çok iyi farketmiştik demez.
Bu tür köşe yazılarında az ve söylemek, ve bolca atlayarak gitmek zorunludur. 1970lerden, 1980lerden günümüze, 7 Haziran 2015 seçimlerine ve HDPnin barajı geçerek yazdığı destana gelelim:
Çekinmeden yazalım, ama iyi mi kötü mü olduğunu hemen söylemeyelim. BDP, Kürtlerin ulusal-demokratik hareketi olarak, Türkiye sosyalistlerinin desteği yanında, AKPnin, CHPnin ve hatta MHPnin oy desteği ile, barajı geçmiştir. Elbette bir halk hareketidir, çekingen bir Kürt ulusal hareketi olarak da görebiliriz. Destekleyen Kürtler her sınıftandır. Kürt ağaları, burjuvazisi de bu hareketi desteklemiştir. Doğu ile Batı, Türk ile Kürt bağlantılarının kurulmasında eski halkçı sosyalistler, pek çok radikal demokrat, büyük katkılar koymuşlardır. Belli ki, onbinlerce Leninist oy da bu partiye destek olarak gitmiştir. Bu kesimler, bakalım sonra ne olacak, ona göre konumumuzu ayarlarız demektedirler. Belli ki, emanet oylarla HDP barajı geçmiş, geçirilmiştir. Bu emanetlerin alınıp alınmayacağını, ya da artıp artmayacağını, göreceğiz. Neye göre alınır, neye göre arttırılır bu oylar, emanetçilerin stratejik hesaplarına bağlıdır. Bir de HDPnin sol ya da sağa kayma performansına.
Görünen şudur: Türkiye sosyalisti, solcusu, Türk ya da Kürt olsun, Batıda ya da Doğuda yerleşik olsun, halkçı ama çok halkçıdır. Kürt halkına destek olmakta, oradan da Türkiye halkına gitmek istemekte, belki de oradan da....
Nereye mi, sosyalizm mücadelesine gibi görünmüyor.
Türkiye sosyalisti, zamanında Gelenek dergisinde yazıldığı gibi, Marksı Leninle bypass etmiştir. Gelenekin ilgili sayfalarını okuduğumda şöyle bir not düştüğümü anımsıyorum: Türkiye sosyalisti, Lenini de bypass etmiştir. Kiminle, Mao ile. Sonra da yapısalcılar ile. Zaten bu yüzdendir ki, Türkiye solunun büyük kısmı 1980 sonrasında, zamanında Maocu ve yapısalcı olanların postmodern ve postmarksist olması gibi, bu akımların etkisine girecektir. Al sana radikal demokrasi, al sana ÖDP, al sana uzun bir aradan sonra Öcalanın formüle ettiği HDP!
HDPde ne var, ne ararsan! Sümerlerden bu yana kimler varsa hepsi var! Öcalan maşallah bir uygarlık tarihçisi ve başlıyor saymaya: Babiller, Keldaniler, Asurlar, İsraililer, Araplar, Medler, Kürtler, Farsiler, Ezidiler, Ermeniler, Lazlar, Çerkezler, elbette Türkler, Elenler...(Unutulanları okuyucu ekleyecektir!). Sosyal coğrafya tarihine hepimiz hoş geldik!
Hoş bulduk da, sonra ne olacak? Tüm bunlar halk mı, kimlik mi? Sınıflar mı, hepsini kesen başka bir kimlik mi? O zaman şöyle mi diyelim? Benim işçi Ezidim, benim Kürt işçim, benim Ermeni küçük burjuvam...
Öcalan güzel söylemiş: Kürt ulusal devlet projesinden vazgeçilmeli! Kapitalist modernite ve ulus projesi çıkmaz sokak! Güzel söylemiş de, barajları aşan HDP gide gide, o da giderse, olsa olsa, İskoçyayı, Katalanyayı bulabilir ancak önünde model olarak. Kötü mü, burjuva ulusal hareketi peşindeysen, değil! Barzani ülkesi gibi mi olacak, kendisine göre iyi elbette! Yanına bir de Rojava eklersin, sonra da birleştirirsin belki! Olur mu, belki olur, hatta, niye olmasın! Biz de ona göre kendimizi ayarlarız!.
***
Sözü çok gevelemeden şunları söyleyelim: Kürtler, Öcalan ve HDP kabul etsin ya da etmesin, Kürt sorunu bir ulusal sorundur. Bu sorunun çözümü ya HDPnin takibettiği biçimde burjuva demokratik çerçevede, müzakerelerle ve neticede otonomi ve bağımsızlık biçiminde çözülür, ya da;
Sosyalist birliğin içinde.
Türkiye bu sınırlarıyla ya da genişlemiş olarak, Türk ve Kürt birliği olarak, ya sosyalist çerçevede çözer bu sorunu, ya da, küçülerek, Kürtlere önce özerk sonra da bağımsızlaşmış bir parçasını vererek, burjuva çerçevede!
Öcalan-HDPnin istediği gibi gelişirse olaylar, bırakın sınıfı, halk kavramı bile anlamını yitirir: Öcalan-HDP iyi bilmelidir ki, kastettikleri sadece Kürt halkı değil, daha fazla olmak üzere, Kürtlerdir, Kürt kimliğidir. Üstelik, son kurdukları parti HDPyi sadece Kürt halkı değil, kapitalistleşmiş ağaları da, burjuvaları da benimsemekte, desteklemektedir. Halk kavramı epey ilerilere, burjuva ulus çerçevesine çoktan çekilmiştir bile!
***
Mahir ile Denizin bile fersah fersah gerisindedirler: Onların kurduğu partiler, Türkiye Halk... diye başlıyordu. Kastettikleri, Türkiye halkı, yani, yoksulları, işçileri, köylüleri, küçük üreticileri, küçük mülk sahipleri, küçük memurlarıydı...Kastettikleri yönetilenlerdi. Leninist ya da en azından Maocu, sınıf perspektifleri vardı...
Öcalan ve HDPde ise sadece bir mesaj, sadece bir ektir.
Öcalan ve HDP'nin tam olarak neyi savunduğunu bilmiyorum, bilen olduğunu da sanmıyorum. Kimileri liberal demokrasiden, kimileri ayrılıktan, kimileri büyük kürdistan projesinden bahsediyor. Demirtaş etnik siyasetin geride kaldığını söylüyor ancak bana göre etnik kimlik kürt hareketinde hala belirgin. Bunun değişeceğini de düşünmüyorum. Çünkü kürt hareketinde tam olarak ne istendiği belli değil. Bu siyaset tarzının çok uzun sürebileceğini de düşünmüyorum. Türkiyelileşme inanılan bir proje değil. Taktiksel bir proje. Koşullar biraz farklılaşsa ''biz Irak kürtleri ile birleşmek istiyoruz, Rojava ile birlik oluşturacağız'', diyebilirler. Böyle bir siyasetin de uzun sürmesi zor.
iki kere gönderdim, özür.