Zaman kaybediyoruz-Metin Çulhaoğlu
Eğer bugünkü düzenin şu ya da bu ölçüde ötesinde arayışları olan bir soldan söz edilebilirse, tespitimizi baştan açık biçimde dile getirelim: Sol, seçimlerden bu yana yaklaşık 1 ayı şimdiden kaybetmiştir.
Bu tespite bir de endişe eklenebilir: Böyle giderse, önümüzdeki ayların kaybı da ihtimal dâhilindedir
Gerçekten çok mu önemli, çok mu endişe verici?
Şunun şurasında seçimlerin üzerinden henüz bir ay geçti, ne olacaktı ki?
Yanıtlamaya çalışalım.
Birincisi: Seçimlerde CHPye ya da HDPye oy verenlerin en az beşte biri, bugün mecliste temsil edilen muhalefet partilerinin değiştirmek istediklerinin ve değiştirebileceklerin ötesinde özlemlere ve beklentilere sahiptir. Yaklaşık 3-4 milyon insan demektir ve bugün bu insanlar şu koalisyon mu bu koalisyon mu boğuntusuna getirilmektedir.
İkincisi: AKPnin seçimlerde geriletilmesi gibi bir olumluluğun hemen ardından, AKPyi sandıkta gerileten partiler düzen, normalleşme ve istikrar havarisi kesilmişlerdir. Üçüncüsünü boş verin, birincisi Cumhuriyeti kuran parti havalarıyla sorumlu davranırken ikincisi hazır Türkiyelileşmişken bu görüntüye gölge düşürmeme derdindedir.
Kendi siyasetleri açısından haklı olabilirler.
İyi de, solun oturup bunları seyretmesi mi gerekiyor?
Bildiğimiz kadarıyla Haziran (BHH) seçimlerin ardından bir açıklama yapmakla yetindi. Bu mudur? Seçimleri izleyen yakın dönemde her gelişmeye doğrudan müdahil olmak gerekirken yeterli midir? Haziranın en az yüzde 80i CHPye ya da HDPye oy veren yerel ayakları/meclisleri neden toplanıp durumu değerlendirmiyor, bundan sonrasını tartışmıyor? Bu insanların kafayı koalisyon ya da erken seçim olasılıklarına takıp kendi başlarına öylesine idare etmeleri mi isteniyor?
Eleştiridir ve zaman kaybedildiği kesindir.
***
Sol, AKPyi gerilettik hazzını doyasıya yaşarken bu parti şimdi toparlanma durumuna geçmiştir. Sadece Meclis Başkanlığı olayından söz etmiyoruz. Bensiz olmaz demektedir ve ülkedeki genel havayı bu yönde etkileyebilmektedir.
Bu durumda, her birinde baş aktör AKP olmak üzere düşünülmesi (ve hemen ardından harekete geçilmesi) gereken başlıklar, koalisyon alternatifleri, erken seçim ve Suriyeye müdahale olasılıklarıdır.
Dış merkezlerle içerdeki sermaye çevrelerinin tercihi hiç kuşkusuz AKP-CHP koalisyonudur.
Erken seçimi gündemden düşürme açısından görece etkili bir alternatiftir. Önümüzdeki kısa dönemde bu alternatif cilalanacaktır. Her iki partide, az önce sözü edilen çevrelerde ve belirli bir aydın kesiminde sıkı taraftarları bulunmaktadır. Ancak, hep söyledik: Siyasetin, güç odaklarının çizdiği yörüngeden sapan kendi dinamikleri vardır. Dolayısıyla mutlaka bu olacak denilemez.
Olursa da solun önünü açacak bir durumdur ve hiç vakit kaybetmeden yüklenilmesi gerekecektir.
Siyasetin, güç odaklarının çizdiği yörüngeden sapan kendi dinamikleri ise bir AKP-MHP koalisyonuna işaret etmektedir.
Evet, kötüdür, ama beraberinde getireceği ortam, bütün olumsuzluklarına rağmen dirençli bir solun önünü kapatmayacak, tersine sola yeni zeminler ve imkânlar sunacaktır. Sola ivme kazandırma açısından ilk koalisyon alternatifine göre daha büyük potansiyele sahip olduğu söylenebilir.
Ne var ki, AKP-MHP koalisyonu erken seçimi gündemden düşürecek bir alternatif değildir. Tersine erken seçimi gündeme getirecek bir yoldur ve AKPnin bunu tercih etmesi durumunda kafasında erken seçime gitme niyeti olduğuna kesin gözüyle bakılabilir. Yok, daha uzun süreli bir AKP-MHP koalisyonu düşünülüyorsa, az önce de söylemiştik, solun önünü kesecek bir durum olarak görülmemelidir. Tek güçlük, liberal restorasyonun böyle bir koalisyonla nasıl sağlanacağını izah etmektir ki onun da bir yolu bulunur.
***
Tekrar sola dönelim.
AKP-CHP koalisyonu olursa, sol, koalisyonun CHP kanadına hadi şunları şunları yap deme moduna mı girecektir?
AKP-MHP koalisyonu olursa, sol, faşizm geliyor paniğiyle liberal çevrelerden medet umma yolunu mu seçecektir?
Bir erken seçim gündeme gelirse, sol, bir kez daha 7 Haziran öncesindeki tartışmalara mı gömülecektir?
Suriyeye yönelik bir askeri operasyon gerçekleşirse, sol, bunun emperyalizmin bölge politikaları açısından nereye oturduğuna ilişkin mükemmel tahliller yapmakla mı yetinecektir?
Eğer böyle olacaksa, gerçi epey vakit var ama bari oturup 1 Mayıs 2016 politikalarımızı tartışmaya başlayalım.
On ay da böyle idare ederiz
Oynamak istemeyen gelinle mektep istemeyen nazır üzerine-Metin Çulhaoğlu
7 Haziran seçimlerinden bu yana solda boy gösteren iki tespite göz atmakta yarar var.
Bu tespitlerden ilkine göre 7 Haziran seçimlerinin kazananı sermaye sınıfıdır
Şimdi, böyle bir tespit karşısında sorulması gereken ilk soru şudur: Bu ülkede 1946 yılından bu yana yapılan seçimler arasında kazananının sermaye sınıfı olmadığı söylenebilecek herhangi biri var mıdır?
7 Haziran seçimlerini sermayenin kazandığı tespitinde başvurulan göstergeler, kriterler, vb. her ne ise bunların aynısını ya da benzerlerini daha önceki tüm seçimlere uyguladığımızda istisnasız her seçim için kazananın sermaye olduğunu söylemek mümkündür.
Bu durumda, 7 Haziran seçimlerinin kazananı sermayedir tespiti, hiçbir değeri olmayan boş bir değerlendirmedir.
Burasını geçip ikinci soruyu soralım: 7 Haziran seçimleri olduğu gibi değil de nasıl sonuçlanmış olsaydı sermaye sınıfı kazanamamış sayılacaktı?
Bu soruya gerçekçilik sınırları içinde kalarak verilebilecek bir yanıt olduğunu sanmıyoruz.
Sol siyasetin edebi ve adabı gereği başka olasılıklardan söz etmiyoruz ve şunlarla yetiniyoruz:
CHP ortalığı silip süpürüp kendisini tek başına iktidar yapacak oyu alsaydı mı seçimlerin kazananı sermaye sınıfı olmayacaktı?
Ya da HDP barajı aşamasaydı, AKP yeniden tek başına iktidar olsaydı mı sermaye sınıfı kazanamamış sayılacaktı?
Bu ikincisine bir mim koyalım.
***
Çünkü ikincisi bizi diğer tespite götürüyor.
Bu tespite göre de HDPnin barajı aşması, bu ülkede sol hareketi kilitleyecek, sol eğilim ve yönelimler üzerinde HDPnin adeta tekel kurmasını sağlayacak bir sonuçtur...
Artık, yerim dar diye oynamak istemeyen gelini mi, yoksa mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim diyen Meşrutiyet nazırını (bakanını) mı hatırlarsınız, size kalmış bir tercihtir.
Aralarında, HDPnin solla en küçük bir ilişkisi bile olmadığını savunanlar vardır. Böyleleri için söylüyoruz: O zaman boş verin gitsin; solla hiç ilişkisi olmayan bir HDP bile bu ülkenin sol damarını bir şekilde tıkayabiliyorsa bu solla uğraşmaya değmez
Gelelim HDPnin sola bakan bir yüzü de olduğunu kabul edenlere: İyi ya, bu durumda solun ne olup ne olmadığını, HDP solculuğunun nereye kadar gidebileceğini, neyin yanına bile yaklaşamayacağını bir güzel anlatırsınız, bunun pratikteki gereği neyse eksiksiz yaparsınız olur biter
Elinizi tutan, ağzınızı kapatan mı var?
Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi davranmanın âlemi yoktur.
***
Yukarıdakilerin hepsinden daha önemli bir başka noktaya gelelim: Var olan somut durum ve gerçeklik
Bu ülkede sosyalist örgütler, partiler vardır; bunlardan önemlice bir bölümünün katıldığı Birleşik Haziran Hareketi (BHH) vardır ve nihayet bir önceki yazımızda da değindiğimiz gibi, özlemleri ve beklentileri CHPnin de HDPnin de karşılayabileceğinin hayli ötesine geçen geniş bir kesim vardır.
Bu kesim içinde, HDPnin seçim başarısı üzerine bu partiyle kalıcı angajman içine girenlerin, özlem ve beklentilerini HDPnin yapabilecekleriyle sınırlamayla razı olanların ağırlığı hiçbir şekilde abartılmamalıdır.
Bize göre bugün için en fazla yüzde 10-15 civarındadır.
Bu yüzdeye bakarak mı yandı gülüm keten helva denmektedir?
***
Diğer özneleri şimdilik bir yana bırakarak BHHye gelelim ve yazıyı öyle bitirelim.
Öncelikle, oynamak istemeyen gelin ve/ya da mektep istemeyen Maarif Nazırı havası BHHye hiç bulaşmamalı, bulaştırılmamalıdır. Hem yapılacak çok iş hem de bu işlerin birlikte yapılabileceği geniş bir kesim vardır. Kaybedilen zamanı telafi için en kısa sürede harekete geçilmelidir.
Peki, ortada hiç mi tehlike ya da tehdit yoktur?
Eğer tehlike ya da tehditse, keşke bunların hepsi HDPnin solculuğu ve solculaşması gibi olsa
Ayrı kanallarda olmak üzere hem birlikte yapılabilecek işler artar hem de biz kendi solculuğumuzu daha ayrık ve net biçimde dile getirme ihtiyacını duyarız...
Fena mı olur?