Açıkçası güçlü bir toplumsal tabana dayanmadan yönetimi ele geçirmek veya geçirilse bile tutmak bana da pek mümkün gelmiyor. Birde bunun şartları da bugün pek yok. Mesela Bedrettin arkadaşın dediği 9 Martta yaşanabilirdi. Yön-Devrim hareketi askere dayanarak iktidara el koyacak bu asker-sivil ilerici aydınları da öğrenciler, işçi kesiminin örgütlü olunan bölümü destekleyecekti. Ki bana göre bu zaten bu noktasıyla darbe değil devrim olurdu. Ama 9 Martçılar başarısız oldu. Daha sonra 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerinde askerin içinde gerekli tasfiyeleri yaptı egemenler ve eğitim programlarını da değiştirdiler. Askerin devrimci dinamiği bu süreçlerden sonra pek kalmadı. Kalsaydı Gezi sürecinde görürdük. Gezi sürecinde asker de devreye girse AKP devrilirdi. 27 Mayısın benzeri gibi olurdu. Yine de ileriki süreçte Türkiye de güçlü bir devrimci hareket gelişirse asker de mutlaka etkilenecektir bundan. Ama bu ortam olmadan askerden pek beklentiye katılmamak gerek.
Bana göre bugün devrim yapmak için yukarıda dediğim gibi güçlü bir toplumsal tabanın olması gerek ama öyle illa toplumun çoğunluğunu ele geçirmeye de gerek yok. Yani yüzde altmışını yetmişini etkilemeye gerek yok. Bugün Türkiye'de yüzde otuz kırklık sol potansiyelin önemli bir bölümü radikalleştirilip gerekli askeri örgütlenme inşa edilse devrim yapılır. Bu yeterli ve güçlü bir toplumsal tabandır. İsteyen 'e geri kalan noldu, darbe yapıyorsun' diyebilir ama bana göre her devrim de biraz darbedir. Bugünkü mesele bu kitleler nasıl radikalleşecek? Ben bunun yereller, mahalleler üzerinden geliştirilecek çok yönlü bir örgütlenme modeli üzerinden işletilebileceğini düşünüyorum. Yani Gezi gibi bir ayaklanma olsun biz buna öncülük edelim diye beklemekten ziyade bizim buralarda bir şeyler inşa edip kendimizin ayaklanmayı sağlayacak dinamizmi oluşturması gerek. Özellikle yoksul mahalleler üzerinden bu dinamizm oluşturulduğu takdirde buna daha orta sınıf sayılacak mahallelerin de katılabileceğini düşünüyorum. Ancak temel nokta yoksul mahaleler olmalı. Bu noktada durum öyle aşırı kötü de sayılmaz. İstanbul'da ve Ankara'da devrimci hareketin hegemonik konumda olduğu onlarca yoksul mahalle var. Tabi ki bu yeterli değil. Ama buradalarda etkin olurken nasıl olunuyor ona bakmak lazım. Alevilik, Kürtlük de bir tarafı ama bu bakış biraz dar. Buralarda çok yönlü bir örgütlenme inşa ediliyor. Bundan kastım halkın hayatının her noktasına değinilip sorunlar bugünden çözülmeye çalışılıyor tabi ki devrim perspektifi de unutulmadan. Mesela neler yapılıyor? Organik bahçeler kuruluyor, rüzgar türbinleri kurulup kendi elektrik üretiminin yapılması sağlanıyor, Halk fırın, halk marketler kuruluyor, uyuşturucu ile devrimciler mücadele ediyor, halk meclisleri üzerinden halkın istekleri doğrudan öğrenilip ve hemen halkla birlikte çözüm başlatılıyor, mahalle halkına ücretsiz sağlık hizmeti sunuluyor ve işin kültürel yanınında içinde olduğu bir çok şey... Bunlar kapitalist sistemin halklara yaşattığı yoksulluğa, çaresizliğe karşı çok önemli alternatifler. İşte bunun yapıldığı mahallelerdeki başarı ortada. Ben bu irade ve mücade yayıldıkça başarının da geleceğini düşünüyorum. Yani devrimcilerin ısrarla ve sabırla yılmadan halka gitmesi, halka sevgi göstermesi ve basit sorunlarına bile duyarlılık gösterip bunlara çözüm üreterek ilerlemesi, hayatlarının bugününe dokunması gerek. Sonuçta sömürülen, yoksul bir halk var. Adaletsizliğe mahkum edilmiş bir halk. Buna karşı biz alternatif ürettikçe neden güvenip arkamızda durulmasın? Bundan uzun, uğraştırıcı vesaire diye de vazgeçmemek gerek. Zaten ne kaybedeceğiz ki? Oturup beklemektense gidelim halka. Bu belli ölçülerde başarıldığı takdirde olası bir sistem krizi durumunda sen sağlam bir taban ve örgütlenmeye sahip olacağın için örgütsüz olan kitleyi de arkana katıp devrim yapabilirsin. Önemli olan sağlam bir tabanı inşa etmek. Bu olmadan bir kriz de fırsata çevrilemez.
Paris komünü, Rus devrimi, Küba devrimi, Çin devrimi. Hemen hemen hepsinde iktidarın ele geçirilmesi farklı yöntemlerle gerçekleşti. Paris komünündeki mücadele barikatlar üzerinden ve göğüs gögüse çarpışmalarla gerçekleşiyordu. Rusya'da iktidar genel anlamıyla öncü partinin kendini geniş kitlelerin öncüsü olarak kabul ettirebildiği koşullarda ayaklanmalarla oldu. Küba'da ''dar örgütçü bir anlayışın'' eseriydi devrim. Çin için anti-emperyalist bir köylü devrimi denilebilir. İlginç durum, Paris komünü sonrasında Engels'in sonraki devrimlerin barikat yoldaşlığı çerçevesinde olmayabileceği saptamasını yapmasıydı. Lenin de benzer şekilde, Rusya'da devrimi getiren yöntemin başka ülkelerde de ayne olmayabileceği uyarısını yapıyordu. Fidel de devrimden sonra İngiltere'de bir radyo konuşmasında devrimlerin her ülkeye özgü bir yöntemle gerçekleştirileceğine göndermelerde bulunmuştu. Çin devriminin gerçekleşme koşulunun bugün dünyada ne kadar olduğu konusu ise tartışmalı.
Ama şu var; bütün bu devrimlerin gerçekleşebilmesinin altında yatan temel benzerlik hepsinin de sonuçta bir ''kitle kalkışması'' olması veya kitle kalkışmasına dönüştürülmesidir. Buradan çıkarmamız gereken sonuç da özellikle sosyalist devrimlerin Lenin'in de altını çizdiği ölçüde geniş yığınların memnuniyetsizliğinin somut bir şekilde ortaya çıkması, bu memnuniyetsizliğin iradi bir eylemsellik alanına yansıması ve öncü partinin bu kitlesel eylemselliğe kendini öncü olarak kabul ettirerek kitleyi mobilize edebilecek bir toplumsal güce ulaşması...Kapitalizmin yol aldığı ve temel sınıfların ortaya çıktığı bir ülkede bana göre devrimin ''reçetesi'' budur. ( Devrim koşullarını burjuvaziye özgü nedenleri de var, o ayrı bir konu.)
Sınıf mücadelesinin temel sınıflar arasındaki mücadelesinin son kapışması ulusal ölçekte ve böyle bir zeminde gerçekleşecektir diye düşünüyorum. Burada problem burjuvazinin ideolojik ve siyasal basıncı altında kendi sınıfsal çıkarlarının farkına varamayan ve düzenle bağını koruyabilen kitlelerin memnuniyetsizliğinin nasıl ortaya çıkartılabileceği ve siyasi alana nasıl taşınabileceği, öncü partinin bu kitleyle nasıl bir birliktelik kurabileceğidir. Bunun da reçetesi bulunmamaktadır.
Yararlı bir tartışmadır bu konu. Özellikle Sn.bedrettin'in dile getirdiği konunun üzerinde durmak gerekiyor. Sınıf mücadelesinde amaç iktidarın alınması ise, kitlenin destekleyip desteklemeyeceğinin belli olmadığı koşullarda dar örgütçü anlayışlarla veya ''cuntasal'' hareketlerle iktidarın alınma mücadelesinde varsa artı ve eksilerin neler olacağı konusu gerçekten tartışılmaya değer bir konu.
Sosyalizm teorik olarak ütopiktir. Çünkü gelecek her zaman ütopyadır.
Bilimsel olması tarihle bağlarıdır. Tarih özel mülkiyetin çıkışı ile sınıfların ortaya çıkışı aynı anda olduğunu söyler .Tarihi geriye doğru işlettiğimizde özel mülkiyetin kaldırılışı mülkiyetin toplumsal oluşu ile sınıfların kaldırışı aynı anda olacağı hayallerini kurdurur.
Çünkü tarih yaşanmıştır gelecek yaşanma ihtimali olandır.
Sosyalizm hayali ne bilimselik koymak yaşanmış tarihin geriye doğru işleyeceğini umut etmekle olur içine bir sürü matematiksel programlar koyarak.. Bunun için gerekçeler yaratmaktır.
İşçi iktidarı yani mülksüzlerin iktidarı mülkiyetin bütün toplumun olması ilkel komünizmde mülkler herkesin olmasıdır. Gelişmiş komünizm mülkler herkesin ama bir farkla bir sürü sınıflı toplumdan sonraki bir çok aşamalar dan sonraki gelişme sonucudur.
İlkel komünizm yiyecek ihtiyacı ve onu bulmak kollektif çalışma ile olacak günde en az 20 km yol kat etmek bazen boş dönmek.
Gelişmiş komünizm ihtiyaç için başka enerji kaynaklarını kullanma çalışmayı zorunlu olmaktan çıkarma.
Bunun için bir sürü gelişme buluş ve zaman gereklidir.
Bilimsel bir sosyalizm ancak bütün mülklerin en az ellerde toplandığını görmek çalışarak birikim sağlanmadığını anlamak birikimin sömürü ve hırsızlıkla olduğunu hesaplamak la meydana çıkabilecek düşüncenin üretimidir.
Sınıflı toplumun en son aşaması ücretli kölelik mülkiyetlerin az kişilerin elinde toplanması.
Yani kapitalizmi görmeden onu böbreklerine kadar yaşamadan iddiada bulunmak mümkün olmuyor.Yoksa tarihin çeşitli dönemlerinde bir çok filozof komüncilik ortaklık sosyal eşitlik ütopyalar kurmuştur.
Bilimsel sosyalizm MARX ın kapitalizmin eleştirisinde bulunuyor. Eğer kapitalizmi iyi şekilde eleştirdiğinde sermaye birikiminin nasıl sağlandığını anladığında ve bu ayrıntıları hesapladığında bilimsel sosyalizm i anlamak için Marxist olma zorunluluğun yoktur. Rakip olmanında gereği yoktur.
İktidar farklı şekilde alınabilir sosyalizm kolay kurulmaz o şartları hazırlayacak sosyal aktiflik ve üretici güçlerin yeterli gelişmesi gerekir.
Gelişmemiş ülkelerde iktidara gelmek kolay sosyalizm kurmak zordur Gelişmiş ülkelerde soyalizm kurmak kolay iktidar almak zordur.Lenin.
Bu cümle herşeyi özetliyor.
Böyle bir olasılığın mutlaka ''darbedir'', ''karşıyım'', ''sosyalizmi gerçekleştiremez'' yorumlarıyla karşılanmasının doğru bulmadığımı söylemek istiyorum. Bir toplumda sosyalist devrimi gerçekleştirecek koşullar varsa, devrimden önce sosyalist mücadeleye yakın durmayan kitlelerin devrim sonrasında düşüncelerinin değişebileceği olasılığı varsa, yukarıdan bir eylemle iktidarın sosyalist güçler tarafından ele geçirilmesi o sürecin sosyalizme dönüşmeyeceğini göstermez. Bu düşünceye karşı çıkışın realist bir yorum olduğunu düşünmüyorum.
---------------------------------------------
Uzun zamandır bu söylemler var her türlü darbeye karşı olmak bence çok doğru bir tanımlama değil.
Niçin Portekiz de askerler cuntaya karşı darbe yaptı (1974 )işçiler karanfil verdi askerlere adıda karanfil devrimi diye geçti
1960 da türkiyede askerler bayar menderes gericiliğine karşı darbe yaptı ülkenin en ilerici anayasası 1961 hazırlandı.
Her darbe kötü değildir bir işe toptan karşı çıkılması doğru değil bence. Bu darbeler elbette sosyalist olmayacaktır ama ona fırsat yaratabilir. İşte 1961 anayasası 68 -78 kuşağını yarattı.
Bence Türkiye de demokratik bir zaman boşluğu yenden devrimci bir kuşak yaratabilir.
Bir şeyi içeriğini anlamadan red etmek iktidar anlayışını red etmektir.
Şeytan sana çalışıyorsa geçici dost olmak akıllılıktır. Devrimcilikte aklı kullanmakla olacaktır.
Bence Bedrettin,in haklı yanı vardır.