Marksizm ve Bilim Üzerine - 1 / Ayhan Tırıç
2012 Eylülünde, bir grup doğa ve toplum bilimcisi, Ege bölgesinde, Karaburun köyünde toplanıp, Marksizm ve bilim konulu bir sempozyum düzenlemişlerdi.
Bir hafta kadar önce soLhaber internet sitesinde, Prof. İzge Günalın övgüyle söz ettiği bir kitap tanıtım yazısı yayınlandı. İzge hocamın söz ettiği kitap, Marksizm ve bilim konulu sempozyumun bildirilerinin Marksizm bilime yabancı mı? adıyla kitaplaştırılmış haliydi.
Marksizm ve bilim ilişkisini önemsediğim için hemen kitapçıya gidip kitabı aldım.
İki saat kitabı inceledim-karıştırdım. İlk izlenimlerim olumsuzdu kitap hakkında. Ertesi gün okumaya başladım. Okudukça, kitabı eleştiren bir yazı yazmaya karar verdim. Daha doğrusu, birisi kitabın eleştirisi, biri benim Marksizm ve bilim ilişkisine ilişkin düşüncelerimi anlatan iki ayrı yazı yazmaya karar verdim.
Şimdi ilkin kitabın eleştirisine ilişkin yazıyı okuyacaksınız. Sonra ayrı bir yazı olarak benim bu konudaki düşüncelerimi içeren yazıyı.
BİRİNCİ YAZI
MARKSİZM BİLİME YABANCI MI? KİTABININ ELEŞTİRİSİ
Sunuş
Marksizm ve Bilim ilişkisi birçok açıdan önemli bir konu. Aynı zamanda çok önemli bir sorundur. İzge hocamın da yazısında belirttiği gibi, bizim gibi, Marksizmin politik yanı ve politik pratiğinin çok egemen olduğu, hatta Marksizmin sadece politik bir şey olduğu sanılan ülkelerde, Marksizm ve bilim ilişkisi hep göz ardı edildi-incelenmedi.
Bu yüzden, Karaburunda, Marksizm ve Bilim konulu bir sempozyum düzenleyen bilimcilere özel olarak teşekkür ederim. Çünkü bu önemli konuyu sanırım onlar dışında kimse ele almadı bu güne kadar. En azından benim bildiğim dönemlerde .
Ben de uzun yıllar bu konu üstüne okuyup düşündüğüm için, Marksizm Bilime Yabancı mı? kitabı hakkında bir eleştiri yazmak istedim. İlkin uzun ayrıntılı bir eleştri yazmayı düşünmüştüm ama sonra vazgeçtim. Çünkü üşendiğim için yazılarda hiç alıntı kuillanmıyorum. Alıntı yapmadan makaleleri ayrıntılı biçimde eleştirmezdim. İkinci neden de yazmaktan çabuk sıkılmam. Uzun yazılar yazmaktan çabucak sıkılıyorum.J
Zaten insanın düşüncelerini kitap eleştirisi üstünden anlatması, okuyucular açısından ve bilginin sonraki kuşaklara aktarılması açısından kötü bir yöntem. Çünkü eleştirilen kitapta ne yazdığını bilemiyor kitap eleştirisini okuyan insan. Özellikle üzerinden çok zaman geçmişse, o kitabın hangi tarihsel ortam içinde yazıldığını, o günlerde moda olan kavramların, konuların ne olduğunu bilemiyor. Sık sık eleştirilen kitaba gönderme yapıldığı için hem anlamak zor (hatta çoğu zaman olanaksız) oluyor, hem de okuyucu sıkılıyor. Örneğin Engelsin Anti Duhring, Leninin Materyalizm ve Ampriokritizm kitapları, başka kitapların eleştirisi üzerine kurgulandığı için anlaşılması ve okunması zor kitaplardır. Marxın bir çok yazısı da o dönem yaşamış olan insanları ve kitapları eleştirmek için yazıldığı için onları anlamak da zordur. Ben bu yüzden kitap eleştirisi yazılarını sevmem. Kendim de kolay kolay yazmam böyle eleştiri yazıları.
Kitaba ilişkin genel eleştiriler
Yazılama yayınlarından çıkan Marksizm Bilime Yabancı mı? kitabını önce genel olarak değerlendirelim.
İlk göze çarpan, kitaptaki tüm yazıları, Marksist bir parti çevresinde (TKP) toplanmış insanların yazmış olması. Oysa böylesi bir konuya başka anlayışlardan insanların da çağrılmış olmaları gerekirdi. Bu konu, Marksizme aynı ideolojik yorumla bakanların değil, birbirinden çok değişik Marksizm yorumları olan insanların bir araya gelmesiyle tartışılabilecek bir konu. Türkiyede de bu konuda önemli çözümlemeler yapabilecek bir çok bilim Marksist var bence.
TKPnin Marksizm yorumu ortodoks bir yorum. Daha çok, Marx ve Engelsin söylediklerinin, 20. Yüzyılda SSCB bilim insanları tarafından sistematize edilmesiyle dünyaya yaydığı bir anlayış. Bu bakış tarzını kesin doğru olarak kabul ederek marksizm ve bilim gibi bir konu tartışılamaz. Post-Marksistler ve Avrupa Marksizmi gibi fraksiyonları bir yana bırakalım; ama tüm bunlar dışında Ortodoks Marksist söyleme karşı çok ciddi eleştiriler yönelten çok büyük bir literatür var. Ortodoks yorum dışındaki literatürü tümüyle kötü niyetli, oportonist, revizyonist , sol sapma, Sağ sapma vb adlarla niteleyerek düşünemeyiz. Bir kere bu nitelemelerin kendisi bile politik bakış açısını yansıtan yargılardır.
Kitaptaki yazarların, Metin Çulhaoğlu dışında tümü 35 yaşından küçük. Oysa Marksizm ve bilim ilişkisi, Marsizme artık bilgece bakabilen, deneyimli ve birikimli bilim insanları tarafından ancak tartışılabilir. Doğa-fizik bilimlerde insanlar genç yaşlarda buluş yaparlar ama toplumbilimler alanında en azından 35-40 yaşlarını geçtikten sonra anlamlı verimli çalışmalar ortaya çıkarabilirler. Yetenekleri, çalışkanlıkları ne kadar iyi olursa olsun, toplumbilimlerde insanların böyle karmaşık alanlarda olgun düşünceler üretebilmeleri çok zordur. (en azından benim gibi 50yi bulmalıydı sempozyuma katılanlarJ )
Öyleki, genç arkadaşlar, tüm yazılarda, dönüp dolaşıp, Marx, Engels, Lenin ve Stalini olumlamaya çalışıyor yazılarında. Lisenko olayında Stalinin hiç yanlışı yokmuş, Marksizme yöneltilen eleştiriler (Marks dönemine) tümüyle Marksizmin yanlış anlaşılmasından ya da anlaşılmamasından kaynaklanıyormuş gibi bir izlenim yaratıyorlar okuyucuda.
Ben Marx-Engels olumsuz-lansın demiyorum. Ama sadece onların açıklamalarına bağlı kalarak ve yaptıkları tüm çözümlemeleri doğru kabul ederek yapılacak inceleme, gerçekten bilimsel bir inceleme havası veremiyor insana.
Yadırgatıcı şeylerden birisi de, kitaptaki makalelerin sadece 3-4 tanesi marksizm ve bilim temasıyla ilgili. Öteki yazılar asıl konuyla ya ilgisiz ya da çok dolaylı olarak ilgili. soLhaber internet sitesindeki yazısında İzge Günal da, bir çok bilim insanının marksizm ve bilim ilişkisinin sınırlarını bilmediğini, çoğu bu sorunun Marksizmin bilim politikası olduğunu sanıyor diyerek yakınmıştı. Bu kitapta da aynı sorun var. Tek tek sayarsak, Metin Çulhaoğlunun, Cem Soyerin, Gökhan Akbayın yazıları doğrudan konuyla ilişkili. Öteki yazarların hemen hemen hepsi değişik bilim dallarında Marksist bakışla yapılmış çözümleme denemeleri.
Çerçeve yazısında, AKP döneminde , çok kapsamlı ve sürekli bir bilim hamlesi yapıldığı, bu bilim hamlesiyle, bütün bilimsel göstergelerde, AKPnini Türkiyeyi ileri taşıdığı söyleniyor ! Bununla ne denmek istendiğini, AKPnin nasıl bir bilim hamlesi yaptığını anlayamadım !? J
Ayrıca, Alper Dizdar, sunuş yazısında Higgs parçacığının bulunduğu söylüyor . CERN deneyleri Higgs parçacığını kesin olarak kanıtladı mı? Yoksa Alper standart modelin doğruluğuna çok inandığı için mi Higgs alanının varlığına inanıyor? Higgs alanının varlığı kesin kanıtlandıysa, standart modelin tüm sorunlu yanları ortadan kalktı mı?
Devam edecek...
Gelecek yazı; Bazı makalelerin eleştirisi..
Marksizm ve Bilim Üzerine - 2 / Ayhan Tırıç
· Bazı makaleler üstüne kısa eleştiriler
1. Alper Dizdarın makalesi
Yeni yüzyıl ve Marksist Bir bilim tarihi anlayışı adlı yazısında , 20. Yüzyılın başında, bir fizikçi olan Boris Hessenin, Isaac Newtonun buluşlarıyla, Newton döneminde kapitalizmin bilimsel ve teknik gereksinimleri arasında nasıl bir bağ olduğunu ortaya koyduğu makalesini anlatmış.
Ben, Boris Hessenini duymamıştım. İlk kez bu yazıda öğrendim. Bu yüzden Alper Dizdar arkadaşa çok teşekkür ediyorum.
20. Yüzyılın başında bir fizikçinin bilim tarihine böyle bir yaklaşımla incelemesi çok saygıdeğer. Çünkü Hessen o makaleyi yazdığı yıllarda daha Marksizmin bir çok önemli kitabı bile yayınlanmamıştı . Başta Alman İdeolojisi olmak üzere bir çok kitap 1925 sonra yıllarda yayınlandı. Hatta Grundrisse 1941de yayınlandı. (Şimdi tek tek kitapları ve ilk yayınlanış yıllarını hatırla-mıyorum).
Hessenin, öneminin bilinememesi, ve Zinovyevle birlikte öldürülmesi de çok acı.
Ancak Alper, Hessenin, bilimlsel araştırmalarla o bilimsel araştırmanın yapıldığı dönem arasında doğrudan ve birebir ilişki olduğuna inanıyor; tıpkı anlattığı Hessenin makalesindeki gibi. Ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum.
Marxın ( ya da genel olarak Marksizmin), Her şey, içinde geliştiği tarihsel toplumsal koşullarla ilişkisiyle birlikte var olur. Bu yüzden şeyleri, tarihsel koşulları içinde incelemek gerekir biçimindeki yöntem anlayışı; bilimin birebir ve doğrudan içinde geliştiği tarihsel koşulların gereksinimleriyle ilişkilidir biçimde yorumlanmamalı.
Çünkü bilim, toplumların gereksinimlerini karşılamayı amaçlayan bir bilgi üretimi olmanın dışında, aynı zamanda dış dünyaya ilişkin bir meraktır. Bilme merakının sınırları tarihsel gereksinimlerle ve koşullarla sınırlı değildir-olamaz. Öte yandan bilim ve bilim çevresi , kavramlar, kuramlar, çözülemeyen kuramsal sorunlar nedeniyle kendi içinde bir gelişim çizgisi de izler-izlemek zorundadır. Başka bir deyişle, bilim bir bakıma, kavramların bilinçte birbiriyle ilişki kurması biçiminde kurulan bağlantılarla kuramsallaşan bir etkinliktir. Bu yüzden de tümüyle ve salt toplumsal koşullarla ilişkili değildir-sınırlı değildir.
Tabi ki bilimle toplumsal koşullar ve toplumsal gereksinimler arasında sıkı bir bağlantı vardır çoğu zaman. Ama bu bağıntı, bir bilim adamının buluşlarını sadece o dönemin gereksinimleri ve tarihsel özellikleriyle sınırlayarak açıklamaya vardırılmamalı. Bu anlamda Boris Hessenin Marksizmin yöntem anlayışını yanlış kullandığını kabul etmeliyiz.
Örneğin, Hazerfan Ahmet Çelebinin uçma denemesini ya da Leonardo Da Vincinin helikopter çizimlerini, toplumsal egemen sınıfların o dönemki gereksinimlerini karşılamakla ilişkilendiremeyiz. Ya da Arşimedin suyun kaldırma gücünü hesaplamasını, bir cismin ağırlığınının taşırdığı suyun ağırlığına eşit olacağını bulmasını , dönemin toplumsal gereksimileriyle koşullarıyla ilişkilendiremeyiz. Tabi, Arşimed, altın taç yapan kuyucunun altının içine başka madde kattığından kuşkulanmıştı; bu hileyi anlamak için bu buluşu yapmak üzerine düşünmek zorunda kaldı; dolayısıyla yine bilimsel buluşla pratik yaşam arasında bir bağ var diyecek kadar aşırılığa da girişmemek gerekir. J
Bilimsel bilgi birikimi arttıkça, bilimsel çalışmalarla tarihsel koşullar arasındaki bağ daha da dolaylı olmaya başlar. Örneğin biz şimdi neden karadelik, karanlık madde, karanlık enerji gibi sorunlarla uğraşıyoruz? Neden atom altı parçacık fiziğinde kuantum kuramı modelleriyle uğraşıyoruz? Kapitalizmin gereksinimleri için mi? Böylesi bir bağ kurmayla çalışmak aşırı bir zorlama olur.
2. Gökhan Akbayın makalesi
Öncelikle Gökhan Akbayı kutlarım. Lisenko olayını bu kadar nesnel, kapsamlı inceleyip anlattığı için. Gökhanın makalesinde de bilmediğim bir sürü şey öğrendim. Üstelik akıcı ve tutarlı tarzda yazmış makaleyi.
Gökhanın, makalenin sonuç bölümünde yaptığı çıkarımlar hakkında kısmen farklı düşünüyorum. Şöyle ki;
Gökhan, birinci çıkarımda Engelsden aktararak, doğa bilimcilerin, kendi kişisel yaşam deneyimlerinden kaynaklanan, felsefe ve tarih bilgisinden yoksun, yaygın idolojik inançlara dayanan bir dünya görüşüyle olaylara yaklaştıklarını söylüyor. Gerçekten bu çok doğru ve çok önemli bir sorun. Ancak bunun aşılabilmesi için, doğa bilimcilerinin , doğa bilmlerinin iç tartışmalarına hakim ve bilimlerinin tarihi üzerinde okumayı , yaşlanınca yapılacak bir iş saymayan bir doğa bilimciler kuşağının yaratılmasıyla başarılabilir diyor. Bu doğru ama yeterli değil kanımca. Asıl yapılması gereken, Marksizmin , yaşamı bilimsel olarak açıklamaya elverişli bir yönetm olan yöntemsel bilgisini, doğa bilimcilerin de bir yöntem olarak kullanmaları olmalı. Doğa bilimlerinin tarihini bilmek onlara tek başına , marksizmin gerçekliği kavrama yöntemini öğretemez. Yani doğa bilimciler, kendi bilimsel alanlarının nesnelerine-konularına, diyalektik ve tarihsel materyalizmin felsefi yöntemiyle bakabilmeli.
Bu yöntemin ne olduğu, nasıl olduğu, Metin Çulhaoğlu ve Can Soyerin yazılarında anlatılıyor.
Doğal olarak, doğa bilimcilerin, bir toplumbilimci bir felsefeci olmasını isteye-meyiz. Ama yaşama (dolayısıyla) kendi bilimsel alanlarına diyalektik materyalizmin yöntemiyle yaklaşmayı öğrenmiş olmalılar. O zaman gerçekliği daha etkin ve doğru-gerçekçi kavrayabilirler ve o zaman gerçekliği doğru açıklayan kuramlar oluşturabilirler.
Doğa bilimcilerin , diyalektik yöntemi , bilimsel araştırmalarında kullanmaları, A. Einstein ve C. Darwin gibi bilim insanlarında kendiliğinden oluşmuş örneğin.
Böyle bir yöntem bilinci edinmelerini istemek dışında bilim insanların çalışma alanlarına, çalışma tarzlarına , siyasal iktidar kesinlikle müdahale etmemeli. SSCBde yaşanan sorunlar ve Lisenco olayındaki gibi bir durumun yaşanmaması için yapılması gereken, bilim insanlarını politik amaçların aracı olarak kullanmamak olmalı. Daha baştan bilim insanlarını parti üyesi, partinin bürokratı gibi bir konumda tutmaya zorlamamalı siyasal iktidar. Kapitalizmin bilimi kullanmasında nasıl karşı çıkıyorsak, sosyalizmin bilime müdahalesine de aynı biçimde karşı çıkmalıyız. Çünkü bilim, siyasal toplumsal koşullardan bağımsız olarak kendi içinde de bir gelişim izlemek zorundadır. Özellikle de doğa bilimleri. Siyasal iktidarın bilime-bilim adamlarına müdahalesi, bilimi , Marksizmin iktidarı ele geçirmiş fraksiyonunun dar anlayışı içene hapsetmek olur.
3. Can Soyerin makalesi
Kitabı okurken, Marksizmin bilimselliği nereden geliyor: Doğa mı tarih mi? adlı yazıya geldim. Daha birinci cümlesinden sardı beni yazı. İkinci üçüncü paragrafa geldim hala aynı çoşkuyla okumaya devam ediyordum. Birden bu yazıyı kim yazmış diye merak ettim. Yazar Can Soyermiş. Hem de genç bir yazarmış.
Bir sosyal bilimcinin felsefi temelde ki anlatım tarzının beni çok sarmasını, toplum bilimcilerin bu tür olaylara daha yatkın çözümlemeler yapabilmelerine bağladım. Gerçekten de kitapta, doğa-fizik bilimler kökenli arkadaşların konuları ele alış biçimi tıpkı fizik bilimlerine bakışları gibi. Örneğin Alperin yazısı. Özellikle Alp Öztarhanın yazısı, ilgilendiği matematik, bilgisayar ve fizik bilimlerinin inceleme yöntemi olan olguları algoritmik süreçler olarak düşünmek biçiminde kurgulanmış.
Cem soyer, Marksizmin nasıl, niçin bilimsel olduğunu, doğa bilimleriyle ilişkilerini çok iyi anlatmış. Sadece bir konuda Candan kısmen farklı düşünüyorum.
Yazısının sonuç bölümünde, Marksizme bilimsel niteliğini veren yöntemi, doğa bilimlerinin açıklanmasında da geçerli bir çözümleme tarzı sunmaktadır. Çünkü Marksizm, doğa bilimlerinin de içerisinde geliştiği ve devindiği Tarihi ve tarihsel süreçleri açıklamak için vazgeçilmezdir diyor.
Marksizmin yaşamı bilimsel açıklayabilme olanağı veren yöntemi, tüm bir tarihi açıklaması değildir. Gerçekliği devingen, bütünlüklü ve içsel ilişkileri kavrayacak tarzda nesnel olarak açıklayabilme olananağı sunmasıdır. Bu yöntemi Can zaten kendi yazısında açıklıyor. Bu yüzden, doğa bilimcileri için Marksist yöntemin önemi, gerçekliği , süreçlerin içsel ilişkilerini bütünlüklü olarak açıklayabilmesidir. doğanın da içinde devindiği tarihi açıklayabilmesi değil yani. Canın söylediği biçimde söylersek, yöntemin içeriğini ve kapsamını daraltmış oluruz.
4. Metin Çulhaoğlunun makalesi
Metin Çulhaoğlu, deneyimli bir yazar olarak, Marksizm: Bilimse, nerede ve nasıl? başlıklı yazısında, yalınlaştırıcı bir biçimde anlatmış Marksizmin siyasal ve bilimsel yanlarının niteliklerini.
Ama yazısının çözümleme süreci ara başlıklı bölümünde, Marksist kavrama sürecinin somut-soyut ilişkisini açıklarken, çözümleme süreci duyumsanan nesneden , doğrudan soyutlamalara yönelmez. duyumsanan nesneden sonra düşünülmüş nesne devreye girer. diyor. Bu anlatım biçimini yanlış diyemeyiz, ama böylesi bir anlatım tarzı eksik ve yanlış anlaşılmaya yol açabilir.
Bu yüzden süreci ben şöyle açıklamaktan yanayım.
Nesnel gerçeklik-dış dünya, devingen bir süreçtir ve biz insanlar, bu sürecin çeşitli yanlarını ve biçimlerini gözlemleriz-duyumsarız. Yani nesnnel gerçeklik bize, somut bir bütünlük olarak görünmez. Başka bir değişle, kavrayan özne ile kavranan nesne arasındaki ilişkide, gerçeklik bize, çok parçalı çok çeşitli anlar ve yanlar olarak görüldüğü için, zaten bizim için somut değildir. Çünkü tek tek yanları tek tek biçimleri kavrayabiliyoruz duyumsamayla. Kavrama-anlama sürecinde, nesnel gerçekliğin tek tek soyut parçaları, imgeler yoluyle bilincimizde soyutlamalara dönüşür. Giderek, anlama süreci içinde, kavranan nesnel gerçeklik alanının değişik soyut yanları ve ilişkileri, bilincimizde, nesnel gerçekliğin, bilinçte yeniden somutlanmış, bilişsel somut durumuna dönüşür. bilinçte yaratılan somutluk, nesnel gerçeklikteki somut durumun-nesnenin- bütünlüğün, birebir aynısı değildir, yaklaşık yansımasıdır.
Sonra bilinçte yaratılan somutluk, nesnel gerçeklikteki somutlukla, deneysel olarak, pratik etkinlik yoluyla sınanır ve kuramla pratik arasındaki uygunluk doğrulanır.
Tüm bu süreçte, nesnel gerçekliğin, ne kadar bütünlük oluşturan yansımasına ulaşırsak ve bu bütünlük, devinen gerçekliğin ne kadar çok içsel ilişkilerini-bağıntılarını açıklayabilirse, gerçekliği o kadar iyi anlamış oluruz.
Devam edecek....
Gelecek yazı; Marksizm ve Bilim İlşikisi üzerine...
Marksizm ve Bilim İlişkisi Üzerine - 3 / Ayhan
MARKSİZM VE BİLİM İLİŞKİSİ ÜSTÜNE
· Marksizmin nesnel gerçekliği anlamaya olanak sağlayan yönü ve bilim ilişkisi
Marx (ve Engels), içinde yaşadıkları tarihsel dönemi ve toplumsal olayları anlamak için, o güne kadar söylenmiş ideolojik söylemleri bir yana bırakıp, insan pratik yaşamını nasıl sürdürüyor? Pratik yaşam nasıl bir etkinlikle var oluyor? gibi bir kaç temel soruyla, toplumsallaşmış insan toplumunun yaşamını çözümlediler.
Bu çözümleme onlara, tarihsel ve toplumsal yaşamı bilimsel olarak anlama ve açıklama yöntemini öğretti. Salt belli bir dönemi değil tüm insan toplumsal tarihini bilimsel olarak açıklamayı olanaklı kılan bilimsel bir yöntem buldular. Ve bu yönteme diyalektik ve tarihsel materyalizm adını verdiler.
Tarihsel materyalizm, bu bilimsel anlama ve açıklama yönteminin tarihe uygulanmasından bulgulanmış tarih bilgisini anlatır. Diyalektik materyalizmse, bu bilimsel düşünme-anlama ve açıklama yönteminin felsefe bilgisi biçimindeki soyutlamalarıdır.
Marksizmin bulgulayıp, kısmen sistemlerşirerek felsefi soyutlamalar biçiminde anlattığı bu bilimsel anlama yöntemi, sadece tarihi değil, tüm nesnel gerçekliği (öznenin dışındaki varlık alanını-dış dünyayı) açıklama olanağı sunuyor . Bu yüzden doğa- fizik bilimler alanındaki bilimsel disipler için de geçerli bilim yöntemidir diyalektik materyalizm. Çünkü, nesnel gerçekliğin, varoluş biçimini ve özneyle nesne arasındaki bilme etkinliğinin yapısını açıklamaya olanaklı.
Marksizm bu bilimsel yöntem olmak dışında aynı zamanda politik ve ideolojik bir programdır. Toplumsal yaşamı , türsel insanın kendini daha özgür ve mutlu hissedebileceği toplumsal koşulları yaratacak biçimde değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal ideolojidir.
· Marksizmin nesnel gerçeklik ve bilme kuramı.
Marksizm, yaşamı ancak bilimsel bir yöntemle anlayıp açıklayabileceğimizi ve ancak gerçekçi bilimsel biçimde açıkladığımız gerçekliği değiştirebileceğimizi söyler. Bunun için geliştirdiği bilimsel yöntem, tüm nesnel gerçekliğin temel devinim biçimlerinin yapısını açıkmaya yönelir. Bu yüzden şu ya da varlık alanına, şu ya da bu bilim alanına yönelik değildir, gerçekliğin en genel en soyut var oluş biçimlerini açıkladığı için felsefe bilgisi biçimindedir. Yani üst düzey soyutlamaların birbirleriyle ilişkisini anlatan soyutlamalar biçimindedir.
Bilme yönteminin felsefi soyutlamalar biçiminde anlatılması, bu yöntemin, tek tek varlık alanlarına bire bir uygulanamayacak bir şey olmasına yol açar. Bu yöntem, bilim dallarının kendi varlık alanlarını incelerken, gözlemledikleri olguların birbirleriyle ilişkilerini anlamaları ve anlamlandırabilmeliri için kılavuzluk yapmaya yarar.
Marksist bilim anlayışı, iki önemli parçadan oluşur. Birincisi, nesnel gerçekliğin temel var oluş biçimini anlatan yanı. İkinci yanı bilme etkinliğinin yapısı açıklayan yandır ve bilme kuramı olarak adlandırılır.
Varlığın-maddenin varoluş biçimin açıklandığı diyalektik materyalizmi şöyle anlatabiliriz.
Gerçeklik , maddesel yapıdadır ve bu maddesel evren, birbirleriyle durmaksızın etkileşim içindeki maddelerin birbirlerini etkileyerek dönüştürmesi biçiminde yeni varoluş biçimlerine dönüşmek biçiminde varolur. Bu süreçte maddesel varlığın birbirleriyle ilişkisinin değişik biçimleri , diyalektiğin kategorileri-uğrakları biçiminde gösterilmiştir. Şeylerin birbirini etkilemesinde belirleyici olacak kadar temel olan iki ana durum vardır. Birisi o şeyin şimdiki durumunda var olmasını sağlayan yapı, öteki o yapıyı değiştirmek-bozmak isteyen yapı. Bu ikisi bir arada bulunur ve bunlara karşıtların birliği denir. Karşıt uçların var olması durumuna da çelişki denir. Varlığın bir durumdan başka bir duruma dönüşmesi değişmesi sürecinde, değişmeyi sağlayan şeye neden, oluşan yeşin şeye sonuç diyoruz. Varlık sürekli değişme durumunda olduğu için, bilme etkinliğinin temeli bu neden sonuç ilişkilerini bulmaya yönelik oluyor.
Varlık, bir var oluş biçiminden-durumundan ötekine dönüşürken, bir çok ilişki biçimi etkendir. Bunlardan bir tanesi nicel birikimlerin nitel birikimlere dönmesi, başka biri rastlantılarla zorunlulukların aynı olguda birlikte etkin olmaları, olanak- olasılık ve gerçeklik vb.
Oluşan varlık, biçim ve ve öz, genel ve özel olarak farklı biçimlerde yapılar olarak ele alınması gereken durumlar olarak bulunur pratikte. Varlığın bu pratik bulunuş biçimleri onların incelenmesinde, somut bir bütünlük olarak kavranmasında önemli çözümleme araçlarıdır.
Marksist bilimsel yöntemin ikinci yanı bilme kuramı da, bilen insanın-öznenin, varlıkla-nesnel gerçeklikle ilişkisini ve bu sürecte gerçekliği anlamasını olanaklı kılan sürecin nasıl bir yapıda olduğunu anlatır.
Gerçeklikle-yaşamla, kendi etkinliği yoluyla ilişki kuran insanın, bu etkinlik sürecinde, gerçekliğin değişik görünümleri (parçaları) bilinçte imgelesel düzeyde soyutlamalara dönüşür ve bu soyutlamalar, bilinçte birbirirleriyle ilişkili durumları bir araya getirilerek , somut bir bilinç durumu oluşur. Böyle bilir insan gerçekliği. Marksist bilinç kuramı, kendinden önceki bilinç kuramlarının bir çok eksik ve yanlış yanını da ortaya koyar.
· Bilme kuramının felsefi soyutlamalara dayanan niteliği üstüne
Marksizmin diyalektik materyalist açıklamaları, Marx-Engels döneminden günümüze kadar hep çok tarıtışılan alan oldu. Bu tartışmalarda Marksistlerin kimileri, diyalektiğin kategorilerinin bu yöntemin en önemli yanı olduğunu ve her bir incelemede bu yöntemin bire bir uygulanması gerektiğini söylediler. Başka bir grupsa, bu kategorilerden söz etmenin hiç de gerekli olmadığını, sadece pratik yaşamı pratik etkinlik yoluyla değişen bir durum olarak kavramanın bu yöntemi bilimsel bir yöntem olarak kullanmaya olanaklı kıldığını söylediler.
Ben, üniversite yıllarında her olayda temel ve ikincil çelişkileri bulmaya, olayların nicelik ve nitelik olarak nasıl değiştiğini anlamaya çalışardım her durumu. Çelişkilerin hangisinin temel hangisinin ikincil olduğunu çoğu zaman anlayamazdım. J Çünkü bizim kuşağımızda, Türkiyede Marksist Felsefe denince, George Politzerin Felsenin el kitabı anlaşılırdı ve bu kitabı okuyanlar birer felsefeci sanırdı kendini. Çünkü Marksizm hep politik bir şey olarak ele alınıyordu ve Marksitlerin çoğunun Marksist yöntemden haberleri yoktu. (Şimdi bile öyle) J Bu durum başka ülkelerde de böyleymiş edindiğim bilgilere göre.
Bence, diyalektik materyalist yöntemin bir bilim yöntemi olarak kullanılmasında, böyle her olaya bu kagorileri uygulamaya çalışarak anlama ve açıklama yapmaya çalışılmamalı. Çünkü bu durum, George Politzerin kitabındaki örneklerde olduğu gibi, gerçekliğin kısır ve karikatürize edilmiş biçimde anlaşılıp anlatılmaya çalışılmasına yol açıyor. Çünkü bu yöntem en genel felsefi soyutlamalar olarak bize araştırma sırasında kılavuzluk yapmaya yarayacak üst düzey soyutlamalardan oluşuyor. Bu ifade biçimlerini nesnel gerçekliğe birebir uygulamaya çalışmak ve onu nesnel gerçeklikte teoriyi doğrulayacak biçimde görmeye çalışmak; bilgiyi gerçeklikten çıkarmak değil, gerçeklik alanına bir ideolojiyi uygulamaya yol açıyor. Engels, başka bir olay için konuşurken, Kuramları gerçeklikten çıkarsamayıp, gerçekliğe kuramları uygulamaya çalışmak, idealist bir yöntemdir ve tümüyle yanlış bilince yol açar demişti.
· Doğa bilimcilerde bilimsel yöntem sorunu
Toplum bilimcileriyle doğa bilimcileri arasında ciddi bir düşünme biçimi ayrılığı vardır.
Diyaliktik ve tarihsel materyalizm yöntemini , kendi bilim alanlarında uygulamak-ta toplum bilimciler daha başarılıdır. Çünkü hem bilinç kuramları, genel felsefe vb gibi eğitimler alırlar, hemde daha karmaşık toplumsal tariehsel pratiğin birbiriyle ilişkisini ve değişimini incelemek zorundadırlar. Bu iki özellik de toplumbilimciler alanında, diyalektik yöntemi bir bilim yöntemi olarak kullanan bilimcilerin, doğa bilimcilerle karşılaştırılamayacak kadar çok olmalarını sağlar.
Doğa bilimciler, Fizik-doğa alanını anlamak için, felsefi bir yönteme gerek olmadığı, deney ve matematiksel hesaplamalarla fiziksel olayların anlaşılabileceğine inanırlar çoğunlukla. Onların pozitivizm, gerçekçilik, Bilimsel yöntem diye adlandırdıkları şey; deney ve / ya da deneysel modellemeler yoluyla nedensel çıkarımlara ulaşmak ve bu nedensel çıkarımları istatistik ve/ ya da matematiksel ilişkiler biiçiminde göstermektir. İşin bu sonundaki gösterme kısmına da fiziksel yasa ya da formül derler.
Felsefe gibi şeyleri genellikle gereksiz, kesinlikten yoksun, boşa laf ebeliği yapma etkinliği gibi görürler. En önemli, tek ve en kesin bilgi doğa bilimleridir onlara göre. Çünkü öyle yetiştirilmişlerdir. Çoğu doğa bilimci yanlızca çok yaşlanınca merak için kendi bilim alanlarındaki olayların ve araştırmaların tarihiyle ilgili okumalar yapar. Ve okudukları bu az sayıda tarih bilgisinden devasa çıkarımlar yaparlar. Bizim Oktay Sinanoğlu, Celal Şengör gibi.
Başta Marx ve Engels olmak üzere bir çok Marksist doğa bilimcilerin bu yanını vurgulamıştır.
Oysa, devingen ve sürekli birbiriyle etkileşim içinde yeni varoluş biçimlerine dönüşerek var olan nesnel gerçekliğin kavranabilmesi için, doğa bilimleri alanında da geçerli bilimsel bir yöntem sunar Marksizm.
Doğa bilimleri alanında , hem ülkemizde hem de dünyada, Marksist bilim insanı neredeyse bir elin parmakları kadar azdır ve Marksist olduğunu söyleyen (Marksist politik amaçlar için çalışan) bilim insanlarının, kendi doğa bilimi alanında yaptıkları çalışmalarda, Marksist bilim anlayışını kullanma-dıkları gözlemlenir. (Buna aşağıda tek tek bilim alanılarını ele alırken biraz daha ayrıntılı değineceğim)
Ancak, bilim adamlarının kendiliğinden felsefesi olarak adlandırabileceğimiz şey, kimi bilim insanlarının diyalektik bir biçimde düşünmesine ve buluşlarında bu biçimde tutarlı kuramlar oluşturmalarını sağlar. Buna en iyi örnek A. Einsteindir. Öteki bir örnek de C. Darwin.
Özellikle Einstein, bilime, bilimsel kurama, fizik bilimlere ilişkin bir çok açıklamasında, gerçekliği diyalektik materyalist biçimde gördüğünü göstermiştir. Oysa kendisi Marksist değildir. Ürettiği bulduğu kuramlar da yaşamı gerçeklikte olduğu gibi devingen ve birbiriyle ilişkili şeylerin birbirlerine dönüşümü olarak açıklayan kuramlardır. Einsteinin bilim kuramını o kadar sağlamdır ki, kendisinin de önemli katkılar sunduğu kuantum kuramına karşı N. Bohr ve Heissenberge karşı çıkıp; kuramın doğru olmadığını söylemiştir.
· Akademik dünya-üniversiteler ve bilim
Başlangıcından beri, dünyamızın her yerinde, bilimin üretildiği kurumlar olarak bilinen üniversiteler, hiç de bilim üreten kurumlar ola-madılar. Tam tersine, üniversiteler vb kurumlar , yani akadmemik dünya, bilime engel oluyor. Bilim insanları da bilimsel üretim yapan insanlar olamadılar.
Buna karşın, üniversiteler ve bilim insanları, Aydınlanma döneminden bu yana, toplumlar üzerinde ukalalık yapan, baskıcı bir kurum olarak işlev gördüler.
Çünkü, akademik ortamda-bilimciler dünyasında, egemen bilimsellik anlayışı pozitivizme ve biçimciliğe dayanıyor. Başka bir değişle, bilim dünyası, haala, bilim denince deney ve gözlem yoluylayla incelemeler yapma ve bunlardan çıkarımlar yapmak olarak anlıyor bilimi. Bulgularını da, ya sonuçların soyutlanması biçiminde, tasvir edici-betimleyici açıklamalar biçiminde ya da olgular arasında kurulan istatiksel bağntılar-korelasyonlar biçiminde istatistiki sonuçlar olarak açıklıyor. Bilimde kesinlik durumunu baştan beri yanlış anlayan doğa bilimciler, kesinliğine inandıkları matematiksel gösterimimlerle kuramlar oluşturuyorlar.
Bilimsel çalışma yapma süreci de bir garip. Literatür taramaları yapmak ve okunan kitaplardan bol bol alıntı yaparak, bu alıntılardan mantıksal çıkarımlar yapma etkinliğine, bilimsel çalışma deniyor akademik dünyada.
Her yıl yapılan milyonlarca milyarlarca bilimsel çalışma ve yayından , belki ancak binde biri (%0,1) gerçekten bilimsel bir yöntemle yapılmış şeylerdir. Bu yüzden bilimsel çalışmaların gerçekliği, tutarlı ve bütünlüklü biçimde, anlama ve açıklama olananağı çok çok az.
Kapitalist üretim tarzının (ya da siyasal iktidarların diyelim), bilime müdahalesinden yakınmadan önce, akademide bilimsel yöntemin yaygınlaştırılması için çalışılmalı asıl. Kapitalist üretim tarzı bilime hiç müdahale etmese bile, akademi, bu günkü haliyle bilimsel değil zaten!
Peki bilim nasıl hızla gelişti son birkaç yüzyılda diyebilirsiniz. Bence, birkaç gerçek bilim insanının buluşlarıyla ve sanılandan çok daha az gelişti bilim. Çünkü bilimsel diye anlatılan binlerce yüzbinlerce kuramların çok çok azı yaşamı anlama ve açıklama gücüne sahip. Ama , özellikle fizik bilimlerdeki buluşlarla, bu buluşlardan türetilen teknolojik uygulamalar, bilimin teknolojik yanını hoızla geliştirdiler.
Örneğin fizikte Einsteinden sonra hiç önemli bir buluş yapılmadı. Biyolojide Darwinden sonra hiç önemli-devrimsel bir buluş olmadı. Kimya bilgimizde belki son 100 yıldır bir buluş yaşanmadı ama kimyasal teknolojik uygulamalar inanılmaz biçimde gelişti. Tıp alanında da öyle devrimsel bir buluş olmadı. (bunu söylerken özellikle hastalık mekanızmalarını ve tedavi biçimlerini kastediyorum). Buna karşın korkunç bir ilaç sektörü yaratıldı.
· Bazı doğa bilimleri üstüne durum saptaması
1- Matematik üstüne
Doğa bilimciler , kesin doğru bilimsel bilgilere ancak doğa bilimlerinde ulaşılabileceğine ve bunu ancak matematiğin sağlayacağına inanıyorlar. Bu yüzden matematiği bilim olarak sayıyorlar. Daha da ötesinde, matematiği bilimsel araştırmalarda bir soyutlama yapma, kuram ve model oluşturma aracı olarak kullanıyorlar.
Özellikle 20. Yüzyıl başından beri uzay ve atom altı parçacıklar gibi, üzerinde gözlem ve deney yapılamayacak alanlarda çalışılmasından sonra, doğa bilimcilerin matematik sevgisi fetişizme dönüştü ! J
Aslında matematik, gerçeklikteki durumların niceliksel (bazen de niteliksel olabilir ama çoğu zaman niceliksel) olarak sayısallaştırılmış biçimlerinin birbirleriyle ilişkisinin niceliksel olarak gösterimine yarayan bir araçtır. Yani matematik , ilişkileri sasısal olarak göstermeye ve saptamaya yarayan biçimsel bir araçtır sadece.
Matematiği, böyle ele alan sadece ben değilim. Bir çok matematikçi de matematiğin doğa bilimlerinde fetişleştirildiğini, aslında matematiğin simgesel bir gösterim aracı olduğunu söylüyor. Aynı sayıda matematikçi ve fizikçi de tam tersine, matematiğin kesin bilgiyi veren tek bilim aracı olduğunu, matemaiksel ilişkilerle kuramlar oluşturulup kanıtlar oluşturulabileceğini söylüyor. (Bu konuda bir sürü kaynak var. Ama Cemal Yıldırımın Matematiksel düşünme kitabında karşılıklı tezleri bulabilirsiniz. Ben şimdi üşendiğim için kitaptan alıntı yapmak istemiyorum ). J
Bir kere, matematik, mantıksal bir ilişki kurarak gösterir ilişkileri. Bu yüzden, şeyler arasında, mantıksal olarak işleyen ilişkileri gösterebilir ancak.
Oysa mantık, yeni bir bilgi üretmez. Sadece, verili şeyler arasındaki ilişkilerin, gerçekleşebilme olanakları açısından anlamlı olup olmadıklarını söyleyebilir. Örneğin Ali Ankaradaysa, İzmirde olduğunu söyleyen önermenin geçersiz olduğunu göstermek gibi. Yani mantık, önermelerin doğruluğu ve ya da kuramların kendi içindeki tutarlılığıını sınamada kullanılabilecek bir araçtır.
2- Biyoloji üstüne
Biyolojide evrim kuramından beri devrimsel bir buluş yapılamadı.
Bu gün gen teknolojileriyle, genetiği değiştirilmiş bitki, hayvan üretebiliyoruz; recombinat teknolojisiyle gen eklenmiş aşılar bile yapabiliyoruz, ama gerçekte Gen hakkında hala çok az şey biliyoruz. (Bu sözler, ünlü bir genetik bilimcinin kitabında yazıyordu. Yazarın ve kitabın adını unuttum).
DNA ve RNA hakkında bir sürü şey öğrendik ama, hala DNA , RNA, amino asitler ve protein üretimleri arasında niçin ve nasıl bir ilişki olduğunu , bütünlüklü, işlevsel biçimde açıklayamıyoruz.
Canlılığın varoluş nedeni ve varoluş biçiminine, yani abiyogenezis alanında hemen hemen hiç bir soruya yanıt veremiyoruz. Canlılık niçin oluştu? DNA ve RNA niçin ve nasıl oluştu? Niçin DNA aminoasit ve protein üretimi sürecini başlatıyor? Canlılar birden bire mi oluştu, yoksa tek bir örnekten giderek karmaşıklaşarak mı evrimleşti? İkincisi doğruysa evrimi açıklamak olanaksızlaşıyor, bu yüzden birçok canlı türünün bir anda oluştuğunu varsayıyor son kuramlar. Ama bu da sorunları çözmüyor. Niçin cinsiyetler var? Niçin tüm canlıların aynı tarzda bir iç işleyişi var. Yani niçin fizyolojik organ ve sistem işleyişleri birbirine çok yakın? Bunları erekselci bir anlayışla açıklamak ne kadar olanaklı?
Canlılığın varoluş biçimine (abiyogenezis) ilişkin tutarlı bir açıklama geliştiremedikçe, evrim kuramının açıklayıcılık alanı çok sırırlı olmaya devam edecek. Ya da abiyogenezis alanındaki yeni buluşlar evrime ilişkin bilgimizi değiştirecek. Bunlar çok önemli sorunlar.
Tüm bu sorunların çözülebilmesi için de, biyoloji alanında Marksist bilim yöntemiyle doğa tarihini inceleyen bilim insanları kuşağının oluşması gerekiyor. Dahası, biyolojik bilimler, atomaltı parçacık fiziği, evren hakkındaki bilimciler ile birlikte çalışmalı-lar kanısındayım.
3- Fizik üstüne
Çok uzun zamandır fiziğin en önemli konuları atom altı parçacık fiziği ve evrenin yapısı-oluşumu.
Ben her iki alanda üretilen kuramlarında gerçekliği açıklayabilen, bilimsel kuramlar olduğu kanısında değilim.
İstatistik ve matematik çıkarımlarla, eklektik bir yöntemle oluşturulmuş, iç tutarlılığı olmayan kuantum kuramları bence bilimsel değil! Aynı kafa yapısıyla üretilen evren çalışmaları için de aynı şeyler geçerli!
Bu gün, doğru olduğuna inanılan kuantum kuramları, süreci-nesneyi bir bütünlük olarak açıklamaktan yoksun. Parçacıkların birbirleriyle ilişkilerini açıklayamıyor ve birbirlerini arasındaki etkileşimlerin nasıl bir devinimle dönüşerek nasıl bir bir bütünlük yarattığını açıklayamıyor-öngöremiyor. Çünkü süreci ele alma biçimi , diyelektik yöntemin bize gösterdiği gibi nesnel gerçekliğin yapısına uygun değil. Kuram eklektik bir yöntemle, olasılık istatistiği ve matematiksel çıkarsamalara dayalı kurgulanmış.
Matematiksel sonuçlarla ya da kimi deneysel çalışmalarla kuramın parça parça yanlarının sanki kanıtlanmış gibi olması, tüm bir kuramın bütünsel tutarlılık oluşturacak biçimde kanıtlandığı (gerçeklikle örtüştüğü) anlamına gelmez.
(Yoruldum ve sıkıldım. Şimdi uzun uzun yazmak istemiyorum. Bu konudaki düşüncelerimi, Fizikçiler! Zırvalamayı bırakın! Geri dönün! adlı yazımda birazcık açıklamıştım.) J
4- Tıp üstüne
Tıp alanında da hiç bilimsel yaklaşılmıyor sorunlara. Bunlara marksist olduğunu söyleyen tıp bilimciler de dahil.
Tıp, insanın tarihsel toplumsal koşulların ve bu koşulların insan fizyolojisinde, genetiğinde vb alanlarda nasıl bir değişim yararattığı; ve bu değişimlerin organ, sistem ve biyokimyasal süreçlerde nasıl bir durum yarattığını yordamaya çalışan; insanı fizyolojisini bir bütünlük olarak ve devingen bir birlik olarak ele alması gerekir. Oysa tıp bilim araştırmaları, bol bol istatiksel korelasyonlardan çıkarımlar yaparak bilimsel bulgu elde etmeye çalışıyor. Çözüm-tedavi için önerdiği şeyler bol bol ilaç kullandırmaya dayanıyor. Üstelik ilaçların %90ı patolojiyi onaran değil, semptomları gideren-gizleyen ilaçlar.
Tıp alanında teknolojik uygulamaların gelişmesi, sorunları anlamayı sağlamayıp, kendisi sorunlu tanılara yol açan uygulamalar olmaya başladı. Örneğin MR, mamografi, tomografi, EMG , PET vb testler.
Küçük ve yoksul bir ülke olmasına karşın, tedavi edici ve tanılayıcı uygulamalarda dünyanın en iyi ülkesinin Küba olması , klasik tıp bilimin ne kadar başarısız olduğunun açık kanıtıdır.
Ben 2004 yılında Prof. Ahmet Aydınla tanıştım. Yazılarını okudum. Kandaki kolesterol düzeyiyle Koroner Kalb Hastalıkları arasında bir ilişki olmadığına ilişkin görüşleri bana çok doğru gibi geldi. Çok heyacanlandım. Bu bilgiyi, Marksist tıp bilimcisi bazı öğretim üyesi abilerime gösterdim. Hemen hemen hepsi, Bu adam saçmalıyor. Literatürde onun söylediği gibi bir şey yazmıyor. Kolesterol yüksekliğinin KKHnın en önemli nedeni olduğu çoktandır kanıtlanmış bilimsel bir bilgidir dediler. (2004ten bu güne kolesterol kuramları hakkında nasıl bir değişim olduğuna dikkatinizi çekerim).
O zaman anladım ki bizim Marksit tıp bilimcilerimiz de hiç Marksist bir bilim yöntemiyle düşünmüyor. (Tıp alanında daha bir sürü buna benzer tartışmalara tanık oldum. Ama şimdi uzatmamak için yazmıyorum)
5- Tarih
Genel inancın tersine, Marksizmin tarihsel toplumsal yapıları açıklayan yanı hiç de tartışmasız kabul edilebilecek bir açıklama getiremiyor yaşama.
Bu yüzden 20. Yüzyıl boyunca, tarihin, üretim araçları-ilişkileri kuramının, sınıflar kuramının ve daha bir çok kuramın nasıl ele alınması gerektiği Marksistler arasında tartışıldı.
(Bu konu başlı başına bir kitap konusu olduğu için soruna burada değinmiyorum).
6- Psikoloji ve psikiyatri
Psikoloji ve psikiyatri alanında Marksist bilim üretimi çok az ve bir bütünlük oluşturamacak düzeyde.
Marksist bilimciler ya hala Freudu eleştirmekten öteye gitmiyor ya da Marksizmin bilim yöntemine tümüyle karşı olan Freudculuk tarzı açıklamaların doğruluğuna inanıyor.
· Marksist siyasal iktidarların bilimle ilişki
Sosyalist devletler (başta SSCB), Marksizm adına bir çok yanlış yaptılar. Bilimsel çalışmaları yasaklama, bilim adamlarına baskı yapma, aileyi tümden yasaklama girişimi, dini tümden yasaklama girişimleri, iktidarı ele geçiren Marksist anlayış dışındaki herkesi karşı devrimci-revizyonist-oportonist-hain vb ilan edip bu insanları öldürme vb gibi.
Bilimsel bir yöntem anlayışı olduğunu söyleyen, insanın daha mutlu ve daha özgür yaşamasının koşullarını yaratacağını söyleyen bir ideoloji tam tersini yaptı. Tüm bunlar sosyalizm tarihinde insanlık adına yüz karası uygulamalardır.
Marksist kuramın doğru anlaşılamaması, ilk kez dünyada sosyalist devletlerin kurulması, içerde ve dışarıda bir çok sosyalizm düşmanıyla boğuşmak zorunda kalınması gibi bir çok neden bunlara yol açmış olabilir; ama sonuçta bu yanlış uygulamaların büyük bir yüz karası olduğu kabul edilmeli.
Lisenko olayı gibi olayların bir daha yaşanmaması için, sosyalist iktidarlar, bilimsel çalışmalara ve bilim insanlarına kesinlikle müdahale etmemeli. Bilim insanlarını partili yapmaya, bürokratlaştırmaya çalışmamalı. Bilim, bir siyasal partinin dar anlayışının yargılamasına maruz bırakılmamalı !
Kapitalizmin bilime müdahalesine nasıl karşı çıkıyorsak sosyalizmin de bilime müdahalesine aynı biçimde karşı çıkmalıyız. Burada sorun sadece, kapitalist toplumda bilimin egemen sınıfların çıkarları için kullanılması, sosyalizmde tüm insanların mutluluğu için kullanılması sorunu değil çünkü. Bilim, kendi iç dinamiği içinde gelişmeli.
· Marksist siyasal ideolojinin bilimlere karşı tutumu
Marksizm ile bilim arasındaki çarpık uygulamalar ve anlayışlar, Lisenko olayındaki gibi bir bilim dalına yasak koymakla sınırlı kalmadı. Marksist anlayışların bir çoğu çeşitli bilim dallarını burjuva bilimi olarak nitelediler ve bu bilim alanlarıyla ilgilenmediler. İlgilenen insanları küçükmsediler. Örneğin daha benim ilk gençlik yıllarımda bile ( yani yaklaşık 25-30 yıl önce), Türkiye Marksistleri psikoloji, psikiyatri, sosyal psikoloji vb gibi alanları, burjuva biliminin uydurukları diyerek küçümsüyorlardı. Ve bu tekil değil yaygın bir anlayıştı.
Bunun tam tersi de yaygın Marksistler arasında. Yukarıda saydıklarım başta olmak üzere bir çok bilim alanında, bu bilim alanının konularına Marksist bir bilim yöntemiyle incelemeyip, idealist ve pozitivist bilimcilerin , gerçekliği hiç de açıklayamayan saçma sapan kuramlarına körü körüne inanıyorlar.
Ayrıca bilimi ve bilim insanlarını değerlendirirken, burjuva bilimi, burjuva bilim adamı, küçük burjuva aydını gibi nitelemek, çok kaba bir söylem.