Bu düzen değişmelidir
Kemal Okuyan
Bu düzen değişmelidir, Bülent Ecevitin o dönem bir manifesto etkisi yaratan broşürünün adıydı. 1968de yazılmıştı, sonraki yıllarda dağa taşa da yazıldı bir slogan olarak: Bu düzen değişmeli!
Düzen solunu yenilemeye, devrimci sol karşısında dirençli ve daha cazip kılmaya dönük bir operasyonun kilit ismiydi Ecevit. Türkiyede düzenin değişmemesi için bir dönem boyunca Demirel ile birlikte oldukça etkili bir ikili oluşturduklarını biliyoruz.
Yanlış anlaşılmasın, ikisini bir kefeye koymuyorum, her şeyden önce kumaşları farkılıydı. Ancak hangisi sola ya da şöyle söyleyeyim, düzen değişikliği arayışına daha çok zarar verdi sorusuna kesin bir yanıt verebilecek durumda değilim.
Aslında yazımın konusu tam da bu
Ecevit, o broşürü yazdıktan sonraki on yıl boyunca Türkiye siyasetinde bir reformcu gibi algılandı. Öncesi de var; İnönü hükümetinde Çalışma Bakanı iken, 1963te Türkiyeye grev hakkını getiren kişi olarak da bilindi. Anayasaya giren bir hakkı etkisizleştiren, hatta kullanılamaz hale getiren bir yasal düzenlemenin yaratıcısıydı oysa
Bugün grev hakkı neredeyse sıfırlandıysa Türkiyede, bunda bir sıfır noktası olarak kabul edilen o yasanın geriliğinin büyük payı vardır.
Bu geriliğin müsebbiplerinden birinin işçi kahramanına dönüştürülmesi, Türkiyede algı yönetiminin önemli örneklerindendir.
Şimdi yasayı bir kenara bırakıp düzen değişikliğine dönelim.
Ecevit, İnönüyü saf dışı edip CHPye damga vurduğunda Türkiye toplumunda giderek daha fazla taraftar bulmaya başlayan düzen değişikliği talebini düzen içi bir kanala çekiyor ve bir bölümü fantezi kalmaya mahkum reformcu bir programı gündeme getiriyordu.
Kabul etmek gerekiyor ki, bugünkü reformcu partiler o programın yanında solda sıfır kalıyor.
Reformculuğun bile ufku sınırlı bugün!
Ecevit ise o zamanlar, umutlu ve enerjik bir toplumu kontrol etmeye çalışıyordu. Düzen değişikliği talebi alabildiğine meşruydu, bu talebi kafadan karşıya almak sola oynayan bir siyasetçi için intihar anlamına gelirdi.
Türkiye solunun önemli bölümü, Ecevitin bu hamlesinde, düzen değişikliğinin önünü açacak bir içerik gördü. Hem bu reformlar, Türkiyenin sosyo-ekonomik koşullarında eşitlikçi bir toplumun kurulmasına imkan verecek dönüşümleri gündeme getirecek hem de siyasal açıdan dengeler emekçi halk lehine değişecekti.
Türkiye solu erken ve hazırlıksız yükselişinin birikimini bağımsız ve devrimci bir programla taçlandırmak yerine Ecevite teslim etmiş oluyordu.
Siyasette emanet konumlanış olmaz. Günü geldiğinde asıl işimi yaparım olabilecek en berbat stratejik muhakeme tarzıdır.
Türkiyede 70lerin ikinci yarısında artık bir iç savaş özelliği kazanmaya başlayan faşist saldırganlık ve ona karşı gelişen sol direniş arasındaki kavga düzenle devrim cephesi arasındaki bir hesaplaşma anlamına gelmiyordu; düzenin karşı devrimci ve muhafazakar kuvvetleri, reform fikrine tutsak edilmiş küçümsenmeyecek bir birikimi budamaya çalışıyordu.
12 Eylül, sivil faşizm tarafından sindirilmek istenirken tersine giderek radikalleşmeye başlayan toplumsal kesimlere darbe vurabildiyse, bunda Türkiye toplumunun Ecevit reformizmi tarafından kötürümleştirilmesinin büyük rolü vardı.
1970lerde karşı devrimci bloğun temsilcileri; Demirel-Türkeş-Erbakan üçlüsü, Türkiye işçi sınıfı ve devrimci gençlik ile baş başa kalsa, Ecevitin mavi dalgası aradan çekilse, her şey bambaşka olurdu; en azından 12 Eylül faşizmi tarihsel bir başarıya imza atamazdı.
Bazen devrim cephesine asıl darbeyi daha yakında duranlar indirir.
Bundan sakınmanın yolu, bağımsız bir hattın her durumda korunmasından geçer. Bağımsız hat ise her şeyden önce bağımsız bir programdır.
Her hal ve şartta!
Bugünkü düzen içindeki iyileştirmeler için mücadele ya da iyileştirmelerin desteklenmesi, düzen değişikliği hedefinin, devrim, sosyalist iktidar hedefinin geriye çekilmemesi koşuluyla bir değer taşır. Çünkü devrimciler, reformların sonuçlarıyla değil, o reformların emek-sermaye arasındaki tarihsel kavgayı nasıl etkileyecekleri ile ilgilidirler; bu akademik bir ilgi değilse, alabildiğine siyasal bir yaklaşımsa, devrim fikrini korumanın ilk koşulu, o fikri güncel siyasette de korumaktır!
İnsanlık tarihinin en çaplı reformcuları ile aynı çağda yaşayan ama onlara kendi olağanüstü bir ihtilalci olduğu için kafa tutmayı beceren Leninin reformların propagandasına beş dakika ayırıyorsak, devrim için 25 dakika kullanmalıyız uyarısı bu nedenle kaba filan değil, fazlasıyla yerindedir.
Bazen devrim cephesine asıl darbeyi daha yakında duranlar indirir. Kemal Okuyan bir gönderme yapıyor sanki.
Kemal Okuyanın yazısından alıntı.
1970’lerde karşı devrimci bloğun temsilcileri; Demirel-Türkeş-Erbakan üçlüsü, Türkiye işçi sınıfı ve devrimci gençlik ile baş başa kalsa, Ecevit’in mavi dalgası aradan çekilse, her şey bambaşka olurdu; en azından 12 Eylül faşizmi tarihsel bir “başarı”ya imza atamazdı.
Bazen devrim cephesine asıl darbeyi daha yakında duranlar indirir.
Kemal Okuyan bir şeyi unutmuş .Türkiyedeki devrimin etkileri sadece iç dinamikleri etkilemiyecekti.
Birde dünya dinamikleri vardı Dünya paylaşılmıştı bir kısmına Sovyetlerin başını çektiğin blok bir kısmına ABD nin başını çektiği blok hakim di. Bu iki blokta Türkiyede devrim olmasını istemiyordu eğer olursa bir çok dengeler değişecekti.
Bunu en iyi örnekleri 12 darbesine ne Sovyet bloğu ne ABD bloğu faşist dedi. Hatta bazı devrimciler Bulgaristan ve SB ye kaçtıklarında iade edildi.
Türkiyede ve 1968 de yunanistanda niçin devrim yapılamadı sorusuna cevap bu bloklarıda içine alan çevapla mümkündür.
İşte asıl darbe burdan geldi.
Bu gün daha bağımsız politikalar üretilebilir ama o zaman mümkün değildi.
Zamanı ve tarihiin analizini yaparak ve bir çok alandaki değişimleri dikkate alarak sistemden bağımsız siyasetler üretme imkanları var.
Kapitalizm kriz üretir komünistlerde kriz sever.Kizleri sistem yararına çözme girişimi yerine krizlerden faydalanmasını becerebildinmi sona yaklaşırsın.