PROF. GROVER FURR'LE MÜLAKAT
Eylül-Kasım 2010'da, Gürcistan'da çıkmakta olan The Georgian Times adlı gazetede, özellikle Stalin dönemi Sovyetler Birliği tarihi üzerine Rusça original kaynaklara dayalı bilimsel çalışmalarıyla ünlü Prof. Grover Furr ile kapsamlı bir mülakat yayımlandı. Dört bölüm halinde (20 Eylül 2010, 11 Ekim 2010, 19 Ekim 2010 ve 9 Kasım 2010) yayımlanan mülakatı Jozef Stalin'in büyük torunu Yakob Çugaşvili gerçekleştirdi. Aşağıda bu mülakatın, The Georgian Times'ta yayımlanan İngilizce versiyonundan tarafımdan yapılan çevirisini bulacaksınız.
Prof. Furrun vebsitesine şu adresten erişebilirsiniz: http://chss.montclair.edu/english/furr/
Garbis Altınoğlu
Dr. Grover Furr: Çok Gizli Raporlar Sızdırıldı
The Georgian Times, 20 Eylül 2010
Yakob Çugaşvili geçenlerde ABD New Jerseydeki Montclair Eyalet Üniversitesinde profesör olan Dr. Grover Furr ile bir mülakat gerçekleştirdi.
G. Times: Dr. Furr, mülakata, SSCB tarihini araştırmaya ilişkin yaklaşımınızı betimlemenizi sorarak başlamak istiyorum.
G. Furr: Sözlerime, herşeyden önce, bütün araştırmalarımda objektif olmaya çalıştığımı söyleyerek başlamak isterim. Ben, elde bulunan en geçerli kanıtlara ve en doğru yorumlara dayanarak hakikatı ortaya çıkarmak için elimden gelen çabayı harcarım.
İyi öğretmenlerim vardı; onlar, bir ortaçağ tarihi uzmanı olan bana objektif olmayı öğrettiler. Biz, fiziksel bilimler alanındaki öğrenciler gibi, konuya ilişkin tüm kanıtları toplamayı ve tümdengelim ve vargılarımızı bu kanıtlara dayandırmayı öğrendik. Ben, kendi yerleşik düşüncelerimi doğrulamaya çalışmak ya da akademik ya da siyasal bakımdan revaçta olanı yinelemek yerine kendi önyargılarımı sorgulamanın ve neyin doğru ve neyin yanlış olduğuna kanıtları esas alarak karar vermenin ne denli önemli olduğunu öğrendim.
Benim ABDnde lisansüstü eğitim gördüğüm dönemde Vietnam Savaşı tüm hızıyla sürüyordu. Yavaş yavaş, komünist hareket hakkında bana öğretilenlerin objektif olmadığını, doğru olmadığını öğrenmeye başladım. Bu anlatılanlar, araştırma kılığına bürünmüş anti-komünist propagandadan başka bir şey değildi. Kanıtlar ya çarpıtılmış ya da büyük ölçüde görmezden gelinmişti. Soğuk Savaş sırasında; komünizm, Sovyetler Birliği ve Stalin üzerine yapılan araştırmalar aşırı derecede önyargılıydı ve objektiflikten tümüyle yoksundu. Soğuk Savaş çoktan bitmiş olmasına rağmen durum hala aynıdır. Veriler, tüm anaakım ve saygıdeğer bilim insanlarının bu konular hakkında yazdıklarının hemen hemen tümünün bilim kılığına bürünmüş anti-komünist propaganda olduğunu kanıtlamaktadır.
Antistalinskaia podlost/ Anti-Stalinist Alçaklık (Moskova: Algoritm, 2007) adlı ilk kitabımda, Stalin ile onun sağ kolu sayılan Gürcü komünist Lavrenti Beria hakkındaki sözümona açığa çıkarmaların tümünün yanlış olduğunu kanıtlayabildim. Konuya ilişkin tüm kanıtları ya kitabımda ya da internette vebsayfası adreslerini vererek yeniden sundum.
Bugün aynı çabayı sürdürüyorum; yani en geçerli kanıtlara dayanarak hakikatı keşfetmeye ve bunu neyin kabul edilebilir ya da siyasal bakımdan doğru olduğuna bakmaksızın yapmaya çalışıyorum. Bu hoş, hatta eğlenceli bir çaba. Ve inanılmaz sonuçlar veriyor.
G. Times: Aralarında bir çok Gürcünün de bulunduğu çok sayıda akademik ve siyasal kişi, 23 Ağustos 1939da Molotov-Ribbentrop Paktını imzalamak suretiyle SSCBnin, Hitler Almanyasıyla birlikte Polonyayı işgal etmeyi kabul ettiğini ileri sürüyor ve dolayısıyla SSCBni saldırgan sayıyorlar. Bu böyle mi?
G. Furr: Hayır. 1939da dünyada hiçbir ülke SSCBni saldırgan saymadı. Bağlaşıkların hepsi ve (BMin önceli olan ve Türkçe literatürde daha çok Cemiyet-i Akvam olarak anılan- G. A.) Uluslar Ligası, Sovyetler Birliğinin sınırlarını savunmakta olduğu ve Almanya-Polonya savaşı sırasında tarafsız kaldığı yolundaki savını kabul ettiler. Polonyayı ve Polonya halkını yüzüstü bırakanlar, bu ülkenin siyasal ve askeri liderleriydi.
Sovyet hükümetinin tutumu, Polonya devletinin çöktüğü yönündeydi. Ancak, bu özgül tutum reddedilse bile Sovyetlerin hukuksal konumu gene de sağlamdı. 1958de, yani Soğuk Savaşın en hararetli döneminde, SSCBne sempati duymayan, ama -bugün olduğu gibi o zaman da ender rastlanan- objektif bir bilim insanı olan George Ginsberg adlı bir Amerikan Uluslararası Hukuk uzmanı, Sovyetlerin eylemlerinin uluslararası hukuka aykırı olmadığını belirledi (American Journal of International Law/ Amerikan Hukuk Dergisi, Ocak 1958).
SSCBnin Polonyaya askeri birlik göndermeye hakkı olmadığını ileri sürenler, edimsel olarak Sovyetlerin Alman ordusunun ta 1939-öncesi sınırlara kadar ilerlemesine izin vermesi gerektiğini söylemiş olmaktadırlar. Ne dünyada herhangi bir devlet böyle davranırdı, ne de uluslararası hukuk bunu gerektirirdi.
Yineliyorum: Sovyetler Birliği Polonyaya karşı saldırgan bir tutum almamıştır. İlgili okurların 2009 tarihli ve http://www.tinyurl.com/furr-mlg09 adresinde bulabilecekleri Did the Soviet Union Invade Poland in September 1939/ Sovyetler Birliği Eylül 1939da Polonyayı İşgal Etti mi? başlıklı yazıma bakmalarını öneririm.
G. Times: Peki ya Moskova Duruşmaları? Hemen hemen tüm bilim insanları Stalinin Moskova Duruşmalarında ve Tuhaçevski Olayında masum sanıklara karşı uydurma suçlamalar getirdiğine inanıyorlar.
G. Furr: Elde bulunan kanıtların hepsi de bunun tam tersini, yani sanıkların en azından itiraf ettikleri suçları işlediklerini gösteriyor. Kanıtların büyük çoğunluğu değil, TÜMÜ sanıkların suçlu olduklarını gösteriyor.
Aralarında Trotskist araştırmacıların da bulunduğu anaakım bilim insanları, sanıkların masum olduğu varsayımından yola çıkıyorlar. Bunun nedeni onların, siyasal önyargılarını araştırmalarına zorla dayatmalarıdır. Onlar bu vargılarını kanıtlara dayandırmıyorlar. Rus yetkilileri, Moskova Duruşmaları sanıklarının soruşturma raporlarını hala çok gizli konumunda tutuyorlar. Fakat zaman içinde hayli bilgi sızdı. Mart 1938 Moskova Duruşmasının baş sanığı Nikolay Buharin hakkında ve yüksek rütbeli askeri komutanların Tuhaçevski Olayı diye bilinen davası hakkında sanıkların gerçekten de suçlu olduklarını gösteren yeterinden de fazla kanıt var. Moskovada oturan meslekdaşım Vladimir L. Bobrov ile ben önümüzdeki yıl içinde, Gorbaçov dönemi Sovyet yetkililerinin, Buharini masum ilan eden Şubat 1988 tarihli rehabilitasyon raporunun kasıtlı olarak çarpıtılmış olduğunu gösteren bir kitap yayımlayacağız. Bu raporun kendisinin o zaman gizli olduğunu söylediği, ama şimdi erişilebilir hale gelen kanıtların ta kendisi, Buharinin suçlu olduğunu ve Sovyet yetkililerinin bunu bilmelerine rağmen durumu örtbas ettiklerini göstermektedir.
Bu arada okuyucularınıza, 2007de Rus bilimsel dergisi Klioda (St. Petersburg) yayımlanan (Rusça- G. A.) makalemize (http://tinyurl.com/bukharin) bakmalarını öneriyorum.
Leon Trotski Moskova Duruşmalarının üçünde de, yokluğunda yargılanan sanık konumundaydı. O, terörle Stalini ve diğer Sovyet liderlerini öldürtmek için komplo kurmak- ve SSCBnde iktidarı ele geçirmek için Nazi Almanyası ve militarist Japonyayla işbirliği yapmakla suçlanmıştı. Ben Nisan 2010da, Evidence of Leon Trotskys Collaboration with Germany and Japan/ Leon Trotskinin Almanya ve Japonya ile İşbirliğinin Kanıtları başlıklı yazımı yayınladım. (http://clogic.eserver.org/2009/Furr.pdf) Ele geçen kanıtlardan çıkarılabilecek bir tek sonuç var: Trotski suçluydu.
G. Times: Peki, ya Aralık 1934te Leningrad Parti lideri Sergey Kirovun öldürülmesi? Herhalde bu eylemi Stalinin kendisinin planladığından ya da tek başına hareket eden çıldırmış bir silahlı kişinin eylemini siyasal düşmanlarından kurtulmak için sinik bir biçimde kullandığından kuşku duyulamaz?
G. Furr: Hruşçov, Stalinin Kirovu öldürttüğünü kanıtlamak istedi. Kendisine bağlı sahtekar araştırmacılar bunu başaramayınca tek başına hareket eden silahlı kişi teorisini uydurdular ve Stalinin Kirovun öldürülmesini, sinik bir biçimde siyasal düşmanlarına çamur atmak onları haksız yere suçlamak- ve infaz etmek için kullandığını ileri sürdüler. Bu bütünüyle yanlış. Elimizde bulunan kanıtlar sadece ve sadece, Kirovun gerçekten de, mensuplarının duruşmada ve şimdi bir bölümüne ulaşabildiğimiz- gizli önduruşma soruşturmalarında itiraf ettikleri gibi yeraltı muhalefeti tarafından öldürüldüğü hipoteziyle bağdaşmaktadır.
G. Times: 1937-38in Büyük Teröründe hemen hemen 700,000 kişi infaz edildi. Bunların hepsi de bir suç işlemiş miydi? Eğer değillerse, böylesi bir kıyım nasıl açıklanabilir?
G. Furr: 2005te Stalin and the Struggle for Democratic Reform/ Stalin ve Demokratik Reform Savaşımı (http://clogic.eserver.org/2005/furr.html ve http://eserver.org/clogic/2005/furr2.html) başlıklı ve iki bölümden oluşan denememi yayımladım.
O günden bu yana, (bazan Robert Conquestin, hiç de dürüst olmayan ama etkili kitabının adına izafeten Büyük Terör olarak anılan) Yejovşina hakkında çok daha fazla kanıta ulaşmış bulunuyoruz.
Şimdi okurlarınıza, kanıtlara ulaşabilecekleri linklerle (http://tinyurl.com/ezhovshchina) bu vargıların İngilizce özetine (The Moscow Trials and the Great Terror of 1937-1938: What the Evidence Shows/ Moskova Yargılamaları ve 1937-1938in Büyük Terörü: Kanıtlar Neyi Gösteriyor?) bakmalarını önerebilirim.
Yeni elde edilen kanıtlar, NKVDnin 1936dan 1938in sonlarına kadar şefi olan Nikolay Yejovun Almanlarla da kumpas kurduğunu doğrulamaktadır. Sağ(cı)lar ve Trotskistlerin yaptığı gibi Yejov ve onun NKVD içindeki üst düzey adamları Almanyanın, Japonyanın ya da bir başka büyük kapitalist ülkenin işgaline bel bağlamışlardı. Onlar, kurşuna dizilmelerini sağlamak için işkence yaptıkları çok sayıda masum kişiyi, idamı gerektirecek suçlar itiraf etmeye zorladılar. Ve daha pek çok insanı da çarpıtılmış gerekçelerle ya da herhangi bir gerekçe olmaksızın infaz ettiler.
Yejov, çok sayıda masum insanın kitlesel olarak öldürülmesinin Sovyet halkının geniş bir bölümünün hükümete karşı tutum almaya itmesini umuyordu. Bu, bir Alman ya da Japon saldırısı sırasında Sovyet hükümetine karşı iç isyanların gerçekleşmesi için bir zemin oluşturacaktı. Yejov bu ve benzer konularda Staline, Parti ve hükümet liderlerine yalan söyledi. 1937-38de hemen hemen 680,000 kişinin bu korkunç kitlesel kıyımı, Yejov ve onun üst düzey adamlarının, Sovyet halkı arasında hoşnutsuzluk tohumları ekmek için gerçekleştirdikleri esas itibariyle haksız infazlardan oluşuyordu.
G. Times: Son soru: Sevelim ya da sevmeyelim, Jozef Stalin tarihte gelmiş geçmiş en büyük Gürcü. Staline ilişkin değerlendirmenizi kısaca söyler misiniz?
G. Furr: Stalini, kendisinin de kabul ettiği standartla yargılamamızı öneriyorum. Stalin, Leninin öğrencisi olmaya çalıştı. O, sosyalizmi inşa etmek ve ardından sömürünün olmadığı, emekçi halk tarafından yönetilen ve onlara hizmet eden bir komünist toplum kurmak için uğraştı. Peki, ne ölçüde başarılı oldu O?
Benim görüşüme göre Stalin, Leninin sadık bir öğrencisiydi. O, ilkeli bir insandı; çok zeki ve son derece çalışkan biriydi. Stalin, Bolşeviklerin niteliklerinin en iyileriyle donanmıştı. Ancak, Stalin ve onunla birlikte savaşan ve çalışan insanlar, uğruna bu denli uğraş verdikleri komünist toplumu kurmayı başaramadılar.
Bence, Leninin yaşamış ya da SSCBnin başında Trotski, Zinovyev ya da başka birisinin olmuş olması halinde sonuç pek de farklı olmazdı. Başarısızlığın nedeni, Stalinin, Bolşeviklerin ve Sovyet emekçi halkının yeterince çaba harcamamış olmaları değildi. Kusur, onların sosyalizmi inşa etmeye ve ardından komünizm yolunda ilerlemeye ilişkin anlayışlarındaydı. Bu kuşağa ya da gelecekteki kuşaklara düşen görev, Stalin de içinde olmak üzere Bolşeviklerin başarılarından ve başarısızlıklarından öğrenmek ve onların ulaşmak için bu denli kahramanca uğraştıkları amaçlar doğrultusunda daha da ileri gitmektir.
''Antistalinizm- Mit mi yoksa Gerçeklik mi?
The Georgian Times, 11 Ekim 2010
The Georgian Times, ABDnin New Jersey eyaletindeki Montclair Eyalet Üniversitesinde profesör olan Dr. Grover Furr ile yaptığı özel mülakatı yayımlamayı sürdürüyor.
Antistalinizmi tartışmak için önce Stalinizmi tartışmamız gerekir. Leninizm teriminin kullanıma girmesi, Stalinizm sözcüğünün kullanılmasını kaçınılmaz kıldı. Stalin, Trotskizm terimini 19 Kasım 1924 gibi erken bir tarihte kullandı. Stalinizm sözcüğünün kullanımı da aşağı yukarı bu döneme dayanır. Stalinizm sözcüğünün Trotski tarafından icat edildiği sanılıyor. O bu terimi, 28 Haziran 1917de G. Evdokimov ile birlikte yaptığı ortak açıklamada kullandı.
İlk başlarda Stalinizm sadece, Stalinin liderliğiyle bağlantılı politikalar anlamına geliyordu. Sabık Alman komünisti Arthur Rosenberg Temmuz 1927de bu terimi, dünya devriminin eli kulağında olmadığının kabulü anlamında kullanmıştı. Trotski Stalinizmi, Stalinin politikalarının Leninizmle karşıtlık içinde olduğunu göstermek amacıyla kullandı; ve Stalin de Trotskizmi aynı amaçla kullandı.
Fakat zamanla Stalinizm terimi, gerçeklerden tamamen kopuk bir anlam kazandı. İşte bazı Stalinizm tanımları:
Stalinizm- 1930-50ler arası dönemde SSCBnde meydana gelen ve J. V. Stalinin yaptıklarıyla toplumsal yaşamın her yanının denetimi anlamında kişisel iktidar rejimi, kitlesel baskı vb.- bağlantılı olaylar Kuznetsovun Açıklamalı Rus Dili Sözlüğü.
Dmitriy Pospiyelovski, Restalinizasyon ya da Destalinizasyon adlı kitabında şöyle diyor: Stalinizmin formel bir tanımı şöyle yapılabilir: tek bir diktatörün keyfi bir biçimde ve herhangi bir parti organı tarafından denetlenmeksizin yönettiği, Marksist-Leninist dogmanın biricik yorumcusu olduğu ve etrafının kendi kişiliğine tapınmayla çevrili olduğu tek kişi diktatörlüğü. (Russian Review 27, No. 3 (Temmuz 1968), s. 307-320, s. 309)
Stalinizm tanımlarının büyük çoğunluğu bu iki tanımda olduğu gibidir.
Bu tanımların en önemli yanı, ayrıntılarına varana değin yanlış olmalarıdır. Stalin tanım gereği hiçbir zaman diktatör olmamıştı. Parti liderleri onun görüşlerini kabul etmeyebiliyor ve (zaman zaman- G. A.) da kabul etmiyorlardı. SSCBnde hiçbir zaman toplumsal yaşamın her yanının sıkı sıkıya denetimi sözkonusu değildi.
Bir dizi teorisyen ve zamanın Sovyet liderliğinin çoğunluğu, onun Marksizm-Leninizm yorumuna katılmıyordu.
Stalin kişisel olarak tapınmaya karşı çıktı ve onu zararlı olarak niteledi. O, diğer liderler öyle davranmasını dayattıkları için buna katlandı. Hatta Malenkov, Stalinin ölümünden kısa bir süre sonra bunu itiraf etti.
Anti-stalinizm, Stalin dönemi SSCBnin tarihinin çarpıtılması anlamına gelmektedir. Bu, yukardaki türden ve daha pek çok tarihsel uydurmalara, yalanlara dayanır. Bu tarihsel uydurmaların serpilmesinin nedeni, onların anti-komünizmin çıkarlarına hizmet etmeleridir. Anti-stalinizm, anti-komünizmin bir biçimidir. Benim görüşüme göre, anti-Stalinist uydurmaların üç ana kaynağı ya da akımı var: Leon Trotski, Nikita Hruşçov ve Mihail Gorbaçov.
Anti-stalinist uydurmaların ilk kaynakları arasında Leon Trotski en önemlisidir. Kendi etkinliklerine, Staline ve kendi dönemindeki Sovyetler Birliğine ilişkin korkunç yalanları; onu her renkten anti-komünistler arasında son derece popüler hale getirdi. Uydurmalarını sol bir kılığa büründürdüğü için bazı dürüst insanları da kendi örgütlerine çekebildi. Kapitalistler de ona, kendi uydurmalarını yaymakta yardımcı oldular.
Dürüst eleştiri, her alanda son derece yararlıdır. Leninin zamanında çok miktarda dürüst eleştiri ve görüş ayrılığı vardı. Trotskinin sosyalizmin tek bir azgelişmiş ülkede, yani SSCBnde zafere ulaşamayacağı yolundaki- görüşünü, içlerinde Leninin de olduğu başka bir çok kişi kısmen paylaşıyordu. Trotskinin (ve diğerlerinin) bu ve benzer eleştirileri tartışılmayı hak ediyordu.
Trotskinin komünist hareket içinde olumsuz ve yıkıcı bir rol oynamış olmasının nedeni onun, sosyalizmin inşasının yolu konusunda Stalinle anlaşamamış olması değil, devasa ölçekte bir çarpıtıcı olmasıydı. Trotski, dürüst olmadığı için zararlı ve gerici bir rol oynadı.
Trotski kendi çıkarlarının ve siyasal iktidarin peşindeydi. O, kollektif tarzda çalışma yetisinden yoksun bir bireyciler şahıydı. Önerileri 1920lerdeki tartışmalarda yenilgiye uğradığında asla çoğunluğa boyun eğememiş ve Parti çizgisini izlemeyi kabul edememişti o. Tersine o, gizlice ve dürüst olmayan bir biçimde çeşitli entrikalara girişti. Böyle davrandığı için sürgüne gönderildiğinde Trotskinin uydurmaları ve yalanları giderek daha da rezil bir nitelik kazanmaya başladı. O günden bu yana tüm anti-komünist propagandacılar ve bilginler büyük ölçüde Trotskinin Staline ve SSCBne ilişkin uydurmalarından yararlanmışlardır.
Anti-Stalinizmin ikinci büyük kaynağı Nikita Hruşçovdu. Hruşçov, Stalin ve Sovyet tarihi hakkında gerçekten de devasa ölçekte yalanlar imal etmeye koyuldu. Bunların bir bölümünü Anti-Stalinist Alçaklık (=Antistalinskaia podlost) adlı kitabımda yazdım. Hruşçovun yalanları ve onun yazdırdığı yalanlar üzerine bir dizi denemem daha çok geçmeden yayınlanacak.
Anti-Stalin yalanların üç ana ırmağından ikisi, Trotski ile Hruşçovdur. Aleksandr Orlov gibi diğerleri hem kendileri yalanlar uydurmuş, hem de bu ikisinden kopya çekmişlerdir.
Anti-Stalinizmin üçüncü büyük kaynağı, Gorbaçov döneminde ve onun rejimi tarafından uydurulan ve yayılan uydurmalardır. Gorbaçov dönemi tarihçileri, Trotskiden ve özellikle Hruşçovdan yararlandılar ve bunlara kendi çarpıtmalarını eklediler. Gorbaçov dönemi çarpıtmaları Yeltsin döneminde sürdürüldü ve bugün de sürüyor. Moskovalı meslekdaşım Vladimir L. Bobrov ve ben çok yakında Yauza tarafından yayımlanacak olan 1937 god. Pravosudie Stalina adlı kitabımızda, bu Gorbaçov dönemi çarpıtmalarının bir bölümünü daha irdeliyoruz.
SSCBndeki Kollektivizasyon Çok Sayıda Avrupalının Yaşamını Kurtardı
The Georgian Times, 19 Ekim 2010
Ben, uzun süredir kollektivizasyon ve kıtlık (Golodomor) konularına ilgi duymaktayım.
Ben yıllardır, Sovyetlerdeki kıtlıklar konusunda dünyanın en iyi araştırmacısı olan West Virginia Üniversitesi profesörü Dr. Mark Tauger ile iletişim halindeyim. Ne anti-komünist ve ne de pro-Stalin ya da pro-komünist olan Tauger, diğer araştırmacılardan farklı olarak tümüyle objektif bir araştırmacıdır. O sadece gerçeği keşfetmeye çalışmaktadır.
Taugere göre Rusya tarihinde, yaklaşık her iki ya da üç yılda bir olmak üzere yüzlerce kıtlık yaşanmıştır. 1920-21de, 1924de, 1927de ve 1928de de ciddi kıtlıklar yaşandı.
G. Times: Neden bazı tarihçiler kollektivizasyonun ve sınaileşmenin Stalinin ve Bolşeviklerin en büyük hataları olduğunu düşünüyorlar?
G. Furr: Tauger 2001de, 1928 kıtlığı üzerine, Tahıl krizi mi yoksa kıtlık mı? başlıklı bir makale yayımladı. 1920-21 yıllarının Volga kıtlığını kısmen, yaşanan acıları gözler önüne seren dehşet verici fotoğraflar çekmiş olan Nansen yardım komisyonundan ötürü iyi biliyoruz. Ancak, 1924 ve 1927-28 kıtlıkları büyük ölçüde görmezden gelindi. Görmezden gelmedikleri durumlarda anti-komünist araştırmacılar bunların kıtlık olduğunu reddediyor ve onları bölgesel ve yerel sorunlar olarak adlandırıyorlar.
Onlar, Rusyada büyük ya da küçük boyutlarda kıtlıkların çok sık meydana geldiği olgusunu gizlemek için böyle davranıyorlar. Anti-komünist yazarlar insanları, böylesi kıtlıkların kollektivizasyona kadar olan dönemde seyrek olduğuna inandırmaya çalışırlar. Fakat aslında, kıtlıklar yaygındı ve kollektivizasyon esas itibariyle, durmadan yinelenen bu sorunu çözme girişimiydi.
Churchill, İkinci Dünya Savaşı dönemi anılarını anlattığı Hinge of Fate adlı kitabında yer alan ünlü bir pasajda Stalinin ellerini havaya kaldırarak şu sözleri söylediğini aktarır:
On milyon. Korkunç bir şeydi. Dört yıl sürdü. Periyodik kıtlıklardan sakınmak için toprağı traktörlerle sürebilmek mutlak bir gereklilikti.
Churchill bu ciltleri yıllarca sonra yazdı ve o sıralar belleği büyük olasılıkla kusursuz olmaktan uzaktı. Fakat hiç kimse Churchillin periyodik kıtlıklardan sakınmaya ilişkin bu pasajı uydurduğunu ileri sürmedi. Gerçekten de, bu (Churchillin kıtlıklar hakkında söyledikleri- G. A.) doğruydu.
Tauger halihazırda, daha eski tarihlerde meydana gelen kıtlıklar üzerinde çalışıyor.
Dolayısıyla, sınaileşmeyi finanse etmek için gerçekten de zorunlu olmakla birlikte, kollektivizasyona sadece bu amaçla girişilmemişti. O, çok sayıda insanın yaşamını yitirmesine yol açan periyodik kıtlıklara son vermek için de zorunluydu.
Ve 1932-33 kıtlığı, temel nedeni savaşın yol açtığı devasa yıkım olan 1946-47 savaş sonrası kıtlığı sayılmazsa, son kıtlık oldu. 1932-33 kıtlığı tartışmalarında bu olgu hep gözlerden saklanır.
Kollektivizasyon tabii ki ölümlere yol açtı! Bunu hiç kimse yadsımadığı gibi ben de yadsımıyorum.
Kollektivizasyona gitmemek de ölümlere yol açacaktı. Statüko, kıtlıklar nedeniyle ölümlere yol açıyordu
Yeni Ekonomik Politikayı (=NEP) sürdürmek de kıtlık kaynaklı ölümlere yol açacaktı.
Demek ki, eldeki bütün seçenekler ölümlere yol açacaktı. Bu konuya iki tarzda yaklaşılabilir: Birincisi-kimler ölecekti? Ve ikincisi ne kadar insan ölecekti?
Kollektivizasyon, köylere egemen olan zengin köylüleri (kulak) hedef alıyordu. Statüko esas dikkati, en yoksulların çektiği acı üzerine yoğunlaştırıyor. Statüko, yoksullara karşı zenginleri gözetiyordu. Kollektivizasyon, zenginlere karşı yoksulları gözetti. Aslına bakılırsa, yiyecek maddelerini satın alıp daha sonra fiyatları yükseltebildikleri için zenginler kıtlıklar sırasında daha da zenginleşiyorlardı.
Kollektivizasyon olmasaydı kaç kişi ölürdü? Burada bir sürü olasılık var. İşte bir tanesi. Savaş Bolşevikler, Avrupa devletlerinin içinde yer aldığı ve belki Japonyanın da katılacağı şu ya da bu bağlaşmanın er ya da geç SSCBni işgal edeceğini düşünüyorlardı. Bu aynen gerçekleşti.
Kollektivizasyon sayesinde sınaileşme sağlandı. Sınaileşme olmaksızın SSCB modern bir ordu kuramazdı.
Beklentilere uygun olarak, tümüyle masum 28 milyon Sovyet yurttaşını öldüren Naziler neredeyse SSCBni ele geçireceklerdi.
G. Times: Modernleştirilmiş bir Kızıl Ordu olmuş olmasa ve Naziler SSCBni ele geçirmiş olsaydı?
G. Furr: Eğer Naziler SSCBni ele geçirmiş olsalardı, çok daha fazla sayıda Sovyet yurttaşı öldürülecekti. Hitlerin planı böyleydi. İki cephede birden savaşma kaygısı olmayan ve SSCBnin bütün kaynaklarıni elinin altında bulunduran bir Hitler, Bağlaşıklar açısından çok daha tehlikeli bir düşman olurdu. Almanlar ve aralarında Ukrayna milliyetçilerinin ve 14. Waffen-SS Tümeni olarak da bilinen Ukrayna Asi Ordusunun da bulunduğu- bağlaşıkları yüzbinlerce, belki de milyonlarca daha fazla Bağlaşık askeri ve yurttaşını öldürebilirlerdi.
Hitlerin Britanya adalarını işgale ilişkin ciddi planları vardı. O bunu yapabilirdi! Ne kadar çok Birleşik Krallık yurttaşı yaşamını yitirirdi? Pek çok insan!
Japonlar Uzakdoğuda Bağlaşıklara karşı çok daha güçlü hale gelmiş olurlardı. Onlar, Nazilerden insan ve materyel desteği ve işgal edilmiş olan SSCBnden Sahalin (adası- G. A.) petrolünü alabilirlerdi. Bu durumda onlar, çok daha fazla İngiliz, Fransız, Hollandalı, Çinli, Vietnamlı ve Amerikalı öldürürlerdi.
Ve Yahudileri de unutmayalım. Daha işin başında Britanya ve Fransa ordularının işini bitirmiş olan Hitler, ellerini kollarını sallayarak dolaştığı Avrupada daha da fazlasını yapardı.
G. Times: Böyle bir durumda Hitlerin, öldürmüş olduğundan daha da fazla Yahudi öldürebileceğini düşünüyor musunuz?
G. Furr: Bence bu tartışma götürmez. Tabii ki o, çoğu Slav olmak üzere çok büyük sayıda Untermenschen (=alt-insan) ile birlikte daha da fazla Yahudi öldürürdü!
Bu bakımdan, son derece haklı olarak, SSCBndeki kollektivizasyonun sadece çok büyük sayıda Sovyet yurttaşının yaşamını kurtardığını söylemekle yetinemeyiz. Kollektivizasyon çok büyük sayıda Avrupalı, Çinli ve Amerikalıların, hatta Japon ve Almanların yaşamlarını da kurtardı. Savaşın daha fazla uzaması halinde, Eksen ülkelerinde de daha fazla asker ve yurttaş yaşamını yitirecekti.
Bu, yol açtığı iyi şeyler ve engellediği kötü şeyler hesaba katıldığında, eşlik ettiği sorunlar ve ölümlere rağmen kollektivizasyonun 20. yüzyılın en büyük zaferlerinden biri olduğu anlamına gelir.
Kollektivizasyonun tek alternatifi, Çarların yapmış olduğu gibi her 2-3 yılda bir kıtlıkların meydana gelmesine süresiz olarak katlanmak ve sınaileşmeden bütünüyle değilse de onlarca yıl süreyle vazgeçmekti. (Nazilere kalsaydı, onlar bütün Slavları eğitimden yoksun serflere dönüştüreceklerdi.)
Çok hızlı (yoğunlaştırılmış) sınaileşme olmaksızın Kızıl Ordu Nazi işgaline karşı savaşmaya hazır olamazdı.
Bolşeviklerin kollektivizasyon ve sınaileşme deneyimlerine göz atmak bizlere çok şey öğretir. Çin Komünistleri, Vietnam Komünistleri vb bunu kesinlikle yaptılar! Onlar Sovyet örneğini kölece taklit etmemede kararlıydılar ve etmediler de.
Fakat Bolşevikler ya da isterseniz Stalin- bir ilktiler. Onlar, edinilmiş deneyimin verdiği avantajdan yoksundular. Onların, hatalı olduğu daha sonra ortaya çıkan bir çok karar almaları son derece doğaldı. Bu öncülerin değişmez yazgısıdır.
Kollektivizasyon sırasında Bolşevikler tonlarca hata yaptılar. Ama, bu işe hiç kalkışmamak ölçülemeyecek ölçüde daha büyük bir hata olurdu!
Ve sorun tam da bu. Bu hususlara değinmek rağbet görmüyor ve siyasal bakımdan uygunsuz sayılıyor. Doğuda ve Batıda, özellikle seçkinler arasında egemen olan anti-komünist ve özellikle anti-Stalinist ortodoksluk, bu düşüncelerin yayımlanmasını hemen hemen olanaksız hale getiriyor. Bu bir olgu, bu gerçeğin ta kendisi- ama onu söyleyemezsiniz.
Stalin ve Onun döneminin Bolşeviklerini mazur göstermeye çalışmıyorum. Onlar ellerinden geleni yaptılar.
Sahip oldukları bilgiler ve SSCBnde 1928deki durum gözönüne alındığında onların, çok hızlı kollektivizasyon ve sınaileşme dışında bir seçenekleri yoktu.
Şimdiye kadar hiç bir tarihçi ya da iktisatçı Bolşeviklerin 1929da benimseyebilecekleri geçerli bir alternatif plan önerememiştir. Tek bir kişi bile çıkmamıştır bunu yapacak! Birisinin böyle bir plan bulduğunu varsaymamız halinde bile onun, Bolşeviklerin Stalin ya da başka birinin- bu planı 1928de bilebileceğini kanıtlaması gerekecektir.
Bunun gerçekleştirilebileceğinden kuşkuluyum. Bugün, kollektivizasyonun çok sayıda can yitimine yol açtığını biliyoruz. Fakat bunu, geriye doğru bakabildiğimiz ve bu sürecin nasıl geliştiğini görebildiğimiz için biliyoruz. Stalin ve yoldaşları 1928de bunu göremezlerdi. Onlar edinilmiş deneyimin verdiği avantajdan, kendi deneyimlerinden öğrenebilme olanağından yoksundular!
Biz bugün bu olanağa sahibiz. Buna rağmen hiç kimse ortaya uygulanabilir seçenek çıkaramamıştır. Dolayısıyla, tarihsel olarak söylemek gerekirse, böyle bir seçenek YOKTU.
Bu, anti-Stalinist, anti-komünist tarihçilere ve benzerlerine, ellerini oğuşturmaktan ve ahlak dersi vermekten vazgeçip kollektivizasyonun geçerli seçeneklerinin ne olduğunu açıklamaları için yapılmış nazikçe, ama doğrudan bir meydan okumadır.
Grover Furr: Milliyetlerin Sürgünü Mazur Görülebilir Bir Önlemdi
The Georgian Times, 9 Kasım 2010
G. Times: Profesör Furr, ya halkın savaş sırasındaki sürgün edilmesine ne buyrulur? Olup bitenler kabaca bilindiğine göre, yanıtlanması gereken esas soru şu: Böylesi sürgünler nasıl haklı çıkarılabilir? Bunlar bir tür jenosid değil miydi?
G. Furr: 25 Şubat 1956da 20. Parti Kongresinde yaptığı gizli konuşmada Hruşçov bu sürgünlere üç noktada karşı çıktı: (1) hiçbir istisna yapılmamıştı; (2) bunları, dayatan herhangi bir askeri gerekçe yoktu, (3) bireylerin ya da grupların düşmanca eylemleri nedeniyle uluslar bir bütün olarak cezalandırılmışlardı.
Bu savların hiçbiri de doğru değildir. Koyu bir anti-Stalinist olan Rusyanın öndegelen sürgün uzmanı N. Bugai, savaş gazileri ve onların ailelerinin sürgünlerinde bazı istisnalar yapıldığını belgelemiştir. Bugai şunu da söylemiştir:
Önceliklerini cephe hattının gerisinde ve özellikle Kuzey Kafkasyada düzeni sürdürme olarak saptayan Sovyet hükümeti, bu önceliklerin dağılımını esas itibariyle doğru bir biçimde yapmıştır.
G. Times: Peki ama uluslar bir bütün olarak sürgün edilmeli miydi?
G. Furr: Bence bu soru, iki bölüm halinde yanıtlanabilir. Birincisi, bu isyanların ne ölçüde kitlesel bir nitelik taşıdığı ve ikincisi de, jenosid sorunudur. Birbirlerine özgün bir dil, tarih ve kültürle sımsıkı bağlı insanlardan oluşan küçük bir ulusal grubu parçalara ayırmak, aslında onu yok etmek demektir.
Amerikalı anti-komünist Ann Applebaum, ünlü GULAG adlı kitabında kitlesel isyanlar ve askerden kaçmalar olduğunu yadsımaktadır. Ben, Antistalinskaia Podlost adlı kitabımda başka araştırmacıların ortaya çıkardığı ve bu pro-Nazi isyanların gerçekten de sözkonusu etnik gruplardan halkın çoğunluğunu kapsadığını kanıtlayan olgulara değindim.
Örneğin, silah altına alınan Kırım Tatarlarının yüzde 90ı askerden kaçtılar. Alman kaynaklarına dayanan araştırmacı J. Otto Pohl, bunların hepsinin Nazi kuvvetlerine katılmadığını ileri sürmüştür. Bu görüşün doğru olması bir şeyi değiştirmez: Sovyetler bunun böyle olup olmadığını bilmedikleri gibi, kaçakların büyük çoğunluğu da anti-Sovyet partizan çetelerine ve haydut gruplarına katılmışlardı.
Aynı biçimde, 1942de silah altına alınan Çeçen ve İnguşların yüzde 93ü askerden kaçtılar, saklandılar, Nazilere katıldılar ya da asi ve haydut gruplarına katıldılar. Pro-Nazi Çeçen milliyetçileri Şubat 1943te Nazi bayrağı altında büyük bir pro-Alman isyana önderlik ettiler.
Grigory Tokayev and Viyaçeslav Molotov, savaş sırasında bu bölgelerde büyük-ölçekli anti-Sovyet isyanların meydana geldiğinde anlaşıyorlar.
Aralarındaki tek fark Tokayevin bu isyanları haklı görmesinde yatmaktadır.
Tarihçi V. I. Zemskov, genel olarak sürgünler konusunda uzmanlaşmış bir kişidir. Onun tahminine göre, sürgüne gönderilen 151,720 Kırım Tatarının 191i sürgün sırasında ölmüştür. Bu yüzde 0.13 demektir. Ne yüzde 13, ne de yüzde 1.3.
Bugai ile Gomova göre, NKVD kayıtları, aynı dönemde yakalanan 493,269 Çeçen and İnguş uyruklu kişiyi taşıyan 180 tren konvoyundan söz ediyor. Operasyon sırasında 50 kişi ve yolculuk sırasında da 1,272 kişi öldü. Bu rakam, yüzde 0.27ye, asilerin silahsızlandırılması vb. sırasında ölen 50 kişiyi saymazsak yüzde 0.26ya denk düşüyor. Bu olayların kış koşullarında ve dünya tarihinde yaşanan en acımasız savaş sırasında meydana geldiği gözönüne alındığında, rakamın pek yüksek olmadığı görülür. Bu büyük olasılıkla, işgal koşullarındaki Sovyet sivillerinin verdiği kayıp oranlarının çok altındadır.
Çeçen-İnguşlar ve Kırım Tatarlarının durumunda Nazilerle işbirliği, kitlesel boyutlardaydı ve nüfusun büyük çoğunluğunu kapsıyordu. Sadece suçluları izole etmeye ve cezalandırmaya çalışmak, sözkonusu ulusları parçalamak anlamına gelecekti. Bu büyük olasılıkla, sözkonusu ulusların yokedilmesine yol açacak ve sonuçta ortada genç kadınların evlenebileceği çok az genç erkek kalacaktı. Bunun yerine, (Sovyetlerin uyguladığı yöntem sayesinde- G. A.) ulusal gruplar birarada tutuldular ve zamanla nüfusları yeniden arttı.
G. Times: Fakat, eğer ulusların sürgünü, tıpkı tarımın kollektivizasyonunda ve sözümona Holodomorda olduğu gibi basit bir biçimde mazur gösterilebilirse, dünyanın her yerindeki saygıdeğer tarihçilerin bu olayı eleştirmesini nasıl açıklarsınız?
G. Furr: Bunu anlamanın zor olduğunu sanmıyorum. Sovyet tarihinde ve özellikle Stalin döneminde yaşanan bu olaylar; aşırı işçi sınıfı düşmanı ve sağcı milliyetçi akımların yararına yanlış yorumlanmakta, çarpıtılmakta, yalanlara konu edilmektedir.
Yukarda ele almış olduğum sürgünler, Nazilerle yapılan büyük-ölçekli işbirliğinin sonucunda meydana gelmişti. Nazilerle yapılan bu işbirliğini meşrulaştırmak ve bu grupların içindeki sağcı milliyetçiler yararına bir görkemli geçmiş yaratmak için Nazilerle yapılan bu işbirliğinin haklı ve sürgünlerin haksız olduğunun gösterilmesi gerekmektedir.
Yakob Cugaşvili ve Eka Buçukuri (The Georgian Timesın Gürcüce basısından -İngilizceye- çevrilmiştir.)
İngilizceden Türkçeye Garbis Altınoğlu tarafından çevrilmiştir. Garbis Hocaya Devrimci Kütütphane editör ve okurları adına teşekkür ederiz.
http://kutuphane.halkcephesi.net/Grover%20%20Furr/roportaj.htm
"Nikita Kruşçev'in 61 Yalanı"
Anti-Stalinist İhanet kitabının yazarı Profesör Grover Furr'la röportaj
Son günlerin göze çarpan en sıra dışı kitaplarından biri, Montclair Devlet Üniversitesi profesörü, tarihçi Grover Furr'un Rusça'ya çevrilen ve SBKP 20. Kongresinde Nikita Kruşçev'in yaptığı konuşmayı ayrıntılı olarak incelediği "Anti-Stalinist İhanet" ( [Antistalinskaia Podlost] Moskova: Algoritm Yay., 2007) kitabıdır.
Kitap, yayınlandıktan sonra kısa bir süre içinde binlerce okura ulaştı. Okurların ilk eleştirilerinde övgü dolu tepkiler kadar ökfe dolu tepkiler de aldı ama kitap piyasa odaklı zamanımızın ortamında yine de ender bulunan bir kaynak kitap olma başarısına erişti.
Bu nedenle Profesör Furr'la görüşüp kendisini daha iyi tanımanın ve fikirlerini, birinci elden sormanın öğretici olacağını düşündük.
S. Hartsizov - Profesör, doktora tezi Fransız Orta Çağı olan bir Princeton Üniversitesi doktoru olarak Stalin dönemi Sovyet tarihine nasıl ve neden merak sardığınızı bize anlatır mısınız?
Grover Furr - Benim ilk uzmanlık alanım ortaçağ araştırmalarıdır. Stalin zamanındaki Sovyetler Birliğinin tarihi üzerine araştırma yapmam için bana gerekli "otoriteyi" sağlayacak bir diplomam yok.
Ama bir ortaçağ araştırmacısı olarak derin tarihi araştırmalar yapma eğitimini aldım. Örneğin, İngilizce dışındaki dillerde yazılan temel kaynakları kullanmayı; "kabul gören bilgilere" ya da "kabul gören fikirlere" asla dayanmamayı; "tanınmış otoritelerin" fikirlerine güvenmemeyi ve her şeye kendim bakmayı öğrendim.
1965-69 mezunu olarak Vietnam Savaşına karşıydım. Bir keresinde biri bana Vietnamlı komünistlerin "iyi adamlar" olamayacaklarını; çünkü onların hepsinin "Stalinist" olduğunu ve "Stalin'in milyonlarca masum insanı öldürdüğünü" söyledi.
Bu düşünceyi unutmadım. 1970′lerin başında Robert Conquest'in The Great Terror / Büyük Terör kitabı yayınlandığında ilk baskısını okumamın sebebi belki de buydu. Okuduklarım karşısında sarsılmıştım!
Lisedeyken Rus edebiyatı dersi aldığım için Rus dilini bildiğimi de eklemeliyim. Bu yüzden Conquest'in kitabını çok dikkatle okudum. Anlaşılan bu kitabı hiç kimse böyle okumamıştı!
Conquest'in kaynak kullanımında dürüst olmadığını fark ettim. Dipnotları, yazarın Stalin karşıtı hükümlerini desteklemiyordu! Esasen, Stalin'e karşı olan tüm kaynakları güvenilirliklerini göz ardı ederek kullanmıştı.
Sonunda, sözümona "Terör" ile ilgili bir şey yazmaya karar verdim. Uzun zamanımı aldı; ama sonunda 1988′de "Mareşal Tuhaçevski Hakkındaki Eski Hikâyelere Yeni Bir Işık: Bazı Belgelerin Yeniden Değerlendirilmesi" başlıklı bir makaleyi yayınladım... Bu süre boyunca Arch Getty, Robert Thurston, Roberta Manning, Sheila Fitzpatrick, Jerry Hough, Lewis Siegelbaum, Lynne Viola ve başka yeni ekol tarihçilerin Sovyetler Birliği üzerine yaptıkları araştırmaları inceledim.
S. Hartsizov - Bu isimler, bence, Rus okuruna pek bir şey ifade etmeyecek. Conquest'ten sonra, yeni Batı "ekolü" temsilcilerinden herhangi birinin Sovyetler Birliği tarihi yaklaşımına farklı bir şeyler katabileceğine inanmak güç...
Grover Furr - Doğrusu, durum tam tersi. Sözünü ettiğim ekol, Conquest'in ve soğuk savaş dönemindeki totaliter sovyetoloji yaklaşımının antitezi olarak ortaya çıktı.
Bu yeni ekolün araştırmacıları eldeki bulguları dikkatlice inceleyerek ve en önemlisi, nesnel bakmak için büyük çaba sarfederek, tüm bu Soğuk Savaş tarihçiliğinin, Troçkist, Kruşçevci ve daha sonra gelen Gorbaçovcu-Yeltsinci "tarihçiliğin" siyasi önyargılara korkunç bir biçimde teslim olduğunu gösterdiler. Bu tür tarihçiler politik önyargılarının öylesine etkisi altında kalmışlardı ki yazdıkları kitaplara tarih kitabı olarak değil, propaganda örnekleri olarak bakılmalıdır.
Yeni ekol kurucularından biri olan J. Arch Getty'nin The Origins of the Great Purges / Büyük Tasfiyelerin Kökenleri adlı kitabı bilimsel tarih dünyasında gerçek bir heyecan yarattı. Getty, kitabında gerçek olarak kabul edilmiş sayısız yalanı başarılı bir biçimde ortaya çıkardı. 1930′lardaki baskıların Stalin tarafından planlandığı görüşü de kitapta temesizliği ortaya çıkarılan yalanlardan biriydi.
Bu araştırmacının şansızlığı, çalışmasının "perestroyka" yıllarında ABD'de yayınlanmış olmasıydı. Bu süre boyunca "glasnost" ya da "şeffaflık" gibi sahte bir bahaneyle, yalnızca Getty'nin aleyhtarlarının, soğuk savaşçıların çalışmaları yayınlandı; hem de yüksek tirajlarla. Getty'nin Rusya tarihiyle ilgili tek bir kitabı bile Rusya'da yayınlanmazsa, Rus okurlar onun çığır açan eserlerinden nasıl haberdar olur?
Bu durum, yukarıda adını andığım tarihçilerin birçoğu için geçerlidir. Neyse ki umut verici örnekler de var. Birkaç ay önce Ukraynalı bir internet dergisi, West Virginia Üniversitesi profesörü Mark Tauger'in mükemmel çalışmalarından birini yayınladı. Tauger'in çalışması 1932-33 kıtlığının Sovyet liderleri tarafından uygulanan bir "Holodomor" ya da "yapay kıtlık" yaşandığını iddia eden Nazi-esinli efsaneyi tamamen çürütüyor.
S. Hartsizov - Kruşçev'in 20. Kongre Konuşmasına nasıl ve neden merak sardınız?
Grover Furr -Kruşçev'in "kapalı" ya da Batıdaki deyimiyle "gizli" raporu, hiç abartısız, 20 yüzyılın en çok etki yaratmış konuşmalarından biridir. Bu rapora nasıl ya da kim tarafından "olumlu" ya da "olumsuz" bir değer biçildiği ayrı bir konu ama bu raporun Sovyet ve Rus tarihinin gidişatını temelden değiştirdiği açıktır. Bu konuşma "Anti-Stalinizm" adlı politik kavramın dayanaklarından biri ve "20. Kongre paradigması"nın temel kaynağı olması bakımından önemlidir.
Kısacası, Sovyetler Birliği tarihiyle ilgilenen hiç kimse böyle önemli bir belgeyi görmezden gelemez.
S. Hartsizov - Ama bu konunun bu kadar çok işlenmiş olmasının nedeni de bu. "Anti-Stalinist İhanet" (Rusçası: Antistalinskaya Podlost) kitabınıza gösterilen tüm bu ilgiyi nasıl açıklıyorsunuz ?
Grover Furr - Buna cevap vermek benim için güç. Bunu okurlar değerlendirsin... Ben bir araştırmacı olarak sadece beni etkileyen şeylerden bahsedebilirim.
Bu çalışmanın fikrini oluşturduğum zaman mütevazı bir hedefim vardı. Eski Sovyet arşivlerindeki bazı belgelerin gizliliğinin kaldırılması sayesinde halka açılan tarihi kaynakların yanında, raporun içindeki "ifşaların" yerini belirlemek istemiştim. Son 10-15 yıl içinde birçok yeni kaynak, Kruşçev'in konuşmasındaki herhangi bir ifadenin objektif bir değerlendirmesini yapabilecek uzmanlar için hazır hale getirildiğinden bu tür bir araştırmayı bir Rus tarihçi ya da Çinli bir tarihçi yapabilirdi.
Ve bu noktada ilginç bir tablo belirmeye başladı. Ortaya çıktı ki, raporda geçen "ifşaların" hiçbiri doğru değildi. Bir tanesi bile!
Kruşçev'in birkaç yalanı elbette önceden biliniyordu. Örneğin, gizli oturum sırasında kongredeki delegelerden birkaçı Kruşçev'in bazı "ifşalarının", örneğin, Stalin'in "dünya çapında bir askeri operasyon planladığı" yönündeki saçma beyanının, en hafif deyimle, gerçekten uzak olduğunu fark etmişlerdi. Ama konuşmanın tamamı bu gibi "ifşalar"dan oluşmuştu - bu da hayret vericiydi.
S. Hartsizov - Abartmıyor musunuz? Tüm konuşmanın yalnızca yalanlardan ibaret olduğuna inanmak güç. Basitçe Stalin'i savunuyor olmalısınız ve bu yüzden kafanızdaki bu hedefle Kruşçev'i ve onun çığır açan raporunu karalıyorsunuz.
Grover Furr - Sizi hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm; ama ben Stalin'in ya da bir başkasının "savunmasını" yapmıyorum. Bir araştırmacı ve bir uzman olarak gerçekler ve kanıtlarla ilgileniyorum. Araştırmamın amacı, diyelim ki, Kruşçev'in uzay, mısır ya da SBKP programı üzerine yaptığı konuşma olsaydı, bu alanlarla ilgili kaynakları incelemem gerekecekti. Ama burada, araştırmamın konusu, Stalin ve Beria'nın sözde "ortaya çıkarılan" suçlarıydı.
Altmış bir adet "ifşa" ya da suçlayıcı iddiayı ele aldım. Her birini tarihi kaynakların ışığında araştırdım. Sonuç, Kruşçev'in "Gizli Konuşması"ndaki "ifşalar"dan birinin bile doğru olmadığıydı. Burada "Stalin savunması" yapmam söz konusu değil. İspat yükümlülüğü her zaman suçlayanındır; bu olayda da bu yükümlülük Kruşçev'e aittir. "Gizli Konuşma"da "ifşa edilen" iddiaların bir tanesi bile kanıtlarla yüzleşmeye dayanamaz.
"İnanç" konusuna ilişkin bir söz. Hiçbir ciddi araştırmacı kendi kanaatlerine ya da önceden kabul ettiği fikirlere dayanarak herhangi bir ifadenin doğruluğunu kabul veya inkâr edemez. İster beğenin ister beğenmeyin, "Anti-Stalinist İhanet" kitabında sunulan tarihi kanıtlar göz önünde bulundurulduğunda, Sovyetler Birliği tarihine "Gizli Konuşma"nın gerçekleri çarpıtan aynasından bakmak imkânsız hale gelir.
S. Hartsizov - Sırası gelmişken, " Anti-Stalinist İhanet " - bir bilimsel araştırma eseri için çok uygun bir başlık değil, sizce de öyle değil mi?
Grover Furr - Kitap, kaynakça, isim indeksi, dipnotlar ve belgeli ek bölümlerle- kısacası, eksiksiz bir akademik yayının gerekliliklerine tam uygunluk içinde yayınlandı. Ve hatta bunlar daha geniş bir baskıda yayınlandı. Bir yazar bundan fazlasını bekleyebilir mi?
Elbette, kitabın müsveddesi üzerinde çalışırken farklı bir çalışma başlığı koymuştum. Hatta kitapta, yaptığım çalışmanın ana hatlarını yansıtması için öyküsel bir dille düzenlediğim orijinal bir bölüm vardı. Ama sanıyorum uzunluğu sebebiyle ya da başka sebeplerden dolayı son baskıya eklenmedi.
Yayımcı da farklı bir başlık önerdi, her zaman olduğu gibi. Sonuçta, piyasada başarılı olacak bir eser yaratmak için yazı işleri, estetik ve diğer düzenlemeler yayımcıya kalır.
S. Hartsizov - Burada hala mantıklı görünmeyen bir şeyler var. Bir yandan, yazdığınız üzere, Kruşçev'in konuşması başta aşağı yalanlarla dolu; öte yandan, SSCB liderliğinden tek bir kişi bile bu ifşaların yanlışlığına işaret etmedi.
Grover Furr - Daha da ileri gidip onların bu sessizliğine sebep olarak, her birinin Kruşçev ile tam bir dayanışma sergilediklerini söyleyebilirim. Ve burada en ilgi çekici sorularla karşılaşıyoruz.
Genel kanının aksine, "Gizli Konuşma"nın ana hedefi Stalin'in kendisi değil, onun ismiyle bağdaştırılmış olan politik rotaydı, belli bir gelişim yoluydu. Rus tarihçi Yuri Jukov bunu açıkça belirtti: Kruşçev'in hedefi, Stalin'in döneminde başlayan ama henüz tamamlanamayan demokratik reformları sona erdirmekti.
Bugün - Kruşçev'in Konuşmasının etkisi altında, birçok insanın zihnindeki "Stalin" ve "demokrasi" kavramlarının birbirine taban tabana zıt, birbiriyle bağdaşmayan iki uç kavram, zıt kutuplarda duran iki olgu olarak gösterilmektedir. Ama bu bakış hatalıdır. Stalin, Lenin'in temsili demokrasi görüşlerini paylaşmış ve Sovyet devletinin inşasında bu görüşlerin ilkelerini kökleştirmek için çaba sarf etmişti.
SSCB'de, Sovyet toplumunu demokratikleştirmek için verilen ve 1930′lardan 1950′lere kadar devam eden politik mücadelenin başında Stalin vardı. Bu programın özü şöyleydi: devlet yönetimindeki komünist partinin rolü, başka ülkelerde olduğu gibi normal sınırlara indirgenecekti ve devletin politik liderliği, parti listelerine göre değil, demokratik prosedürlere dayanarak seçilecekti.
Sadece Kruşçev değil, diğer Sovyet liderleri de bariz bir biçimde, bu tür reformlara karşıt görüşteydiler. Stalin'le bağdaştırılan Manlenkov, Molotov, Kaganoviç gibi önemli politik figürler istemeden de olsa "Gizli Konuşma"nın gizli altmetnini kabullendiler ve buna boyun eğdiler. Kruşçev'in iktidara gelebilmesinin, bir patlama potansiyeline sahip "Gizli Konuşma"sını yapabilmesinin, kendi görüşlerini yerleştirebilmesinin nedeni Sovyet Parti elitini kendi tarafına kazanabilmesiydi.
Bu röportajı fırsat bilerek, eserleri "Gizli Konuşma"yla ilgili eserime esin veren, Kruşçev'in döneminde derinlere gizlenmiş gerçeği, Stalin'in demokrasinin prensiplerine bağlığını ortaya çıkaran Yuri Jukov (Rusya) ve John Arch Getty'ye (ABD) teşekkür etmek istiyorum.
Röportaj: S. Hartsizov
kaynak: http://www.litrossia.ru/article.php?article=3003
çeviri: Stalin Arşivi çeviri birimi.
http://kutuphane.halkcephesi.net/Grover%20%20Furr/anti%20stalinist.htm