Osmanlı'da islam ve sosyalizm tartışmaları (I)
Mehmet Bozkurt
Her ne kadar öncesi varsa da, Komün günleri (1871), tartışmayı başlatarak ortalığı karıştıran Şemsettin Sami olmuştur. Onca dili iki ara bir dere nereden öğrenmişse, çok dilli pek meraklı bir entelektüel Şemsettin Sami.Bela bir adam. Yedi dilden konuşuyor, okuyor ve yazıyor Biz onu edebiyat tarihine ilk Türk romanı olarak geçen gayet berbat Taaşşuk-u Talat ve Fitnat adlı romanından tanıyorsak da, Esas mesleği sözlük ve ansiklopedi yazarlığı ama gazeteciliği de yabana atılası değil. Avrupa matbuatını ve literatürünü yakından takip ediyor. 1878de Tercüman-ı Şark gazetesinin başına geçince ilk makalesi şu başlıkla çıkıyor: Sosyalizm-İştiraki Emval.
İştiraki Emval, mallarda ortaklık, yani komünizm anlamında kullanılıyor. 1871in başından sonuna kadar Avrupayı baştan başa etkisi altına Komün rüzgarı Osmanlı aydınını da az çok etkilemiş olmalı ki komün ve komünizan fikirler, en azından merak düzeyinde, siyasi kaçak Jön Türkler üstünden yoğun olarak tartışılmış. Takip eden yıllarda ise, evet, azalmış ama yine de zaman zaman basında kendisine yer bulduğunu ve entelektüel çevrelerce büsbütün kenara itilmediğini söyleyebiliriz sosyalizm ve komünizm kavramlarının.
Şemsettin Sami Komünün üstünden yedi yıl geçtikten sonra tartışmayı yeniden alevlendirecek Sosyalizm-İştiraki Emval başlığını gazetesine taşırken sosyalizmin saadet, kurtuluş ve uygarlık yolu olduğunu çekiniksiz yazıyor. Çekiniksiz, çünkü korkulası olanın sosyalizm değil,mal ortaklığı anlamına gelen komünizm olduğunun altını kuvvetlice çizerek, bu iki kavram arasına yüksek bir duvar örme işine girişiyor. Komünizmin pek kötü ve insan tabiatına aykırı olduğunu ileri sürerek; aman ha ondan uzak durun, kapıyı bacayı kapatın eve sokmayın demeye getirdikten sonra tek kurtuluş yolunu işaret ediyor: Gotha!
Gotha dediği Lasalcı Gotha Programı!
Marksın şiddetle eleştireceği Almanya Sosyal Demokrat İşçi Partisiyle, Alman Genel İşçi Birliğinin sosyalizm anlayışına temel olacak ortak metin, Gotha Programından, böylesine spesifik denilebilecek bir metinden, Osmanlının düşünce ve yazı aleminin haberdar olması pek zor görülse de Şemsettin Saminin bu konuda ilgi ve bilgi sahibi olduğu ve programı okuduğu çok açık. Yani şimdi durup dururken aklıma ne geldi; Marksın Gotha Programının Eleştirisinin ilk kez Engelsin ön sözüyle1891 yılında basıldığı bilgisine sahibiz, Şemsettin Sami,(ö.1904), bunu okuma olanağı bulmuş mudur acaba, ne dersiniz? Merak işte
Neyse,bırakalım bunu, Şemsettin Saminin okuduğundan emin olduğumuz programa dönelim. Şöyle başlıyor:
Avrupa ve Amerikadaki sosyalistlerin 1875 tarih-i miladisinde Almanyanın(Gota) şehrinde akdettikleri içtima-i umumide ilan ettikleri atideki program sosyalizmin maksat ve esasını anlatmaya kâfidir.
Devamında Gotha Programından maddeler halinde örnekler aktararak burada zikredilen sosyalizmin bütün insanlık için hayırlı olduğunu ve gerçekleştirilmesinin mümkün olduğunu, asla hayal olmadığını yazıyor. Yazdıklarının arasında Amerika ve İsviçrenin benzer bir program doğrultusunda yönetildiğide var. Ayrıca İngilizlerin bu programa kötü gözle bakmadıklarını da öğreniyoruz
Buraya kadar iyi ama sonrasında hacı-hoca takımından saray çevresine; saray çevresinden matbuat alemine herkesleri yerinden hoplatan cümleyi kuruyor. Cümle handiyse bir paragraf, pek uzun ve eski dilden, ben kısa ve gayet özet aktarıyorum yeni dilden: Gothanın vazettiği sosyalizm İslamiyete milimi milimine uygundur. Ona sarılın!
E artık bu kadar fazla, Hilafet ve Saltanat matbuatında ayaklanma başlıyor.
Şiddetli reddiye üç noktada toplanıyor:
Bir, Mallarda ortaklık,iştirak-i emval öngören komünizm ile sosyalizm arasında fark yoktur,aralarına duvar çekilemez
Güzel, açıkçası bu itirazı yerinde bulmak durumundayız... Sosyalistler kunun-u medeniyeti tahrip ve şiraze-i cemiyet-i âlemi tarumar eyliyeceklerdir. Bu iki oluyor ve şöyle sadeleştirdim: İnsanlık aleminin yasalarını dinamitleyecekler, toplumu yörüngesinden çıkarıp darmadağın edecekler
Şu da üç ve ortaklaşa reddiye olanı: sosyalizm Muhammedin şeriatına uygundur yakıştırması kadar deli saçması bir şey olamaz. Sosyalizm mallarda ortaklık demektir. Şeriat böyle şeylerden iğrenir. Gotha Programı tek kelimeyle iğrençtir! İtirazlar bu minvalde başlayıp ortalık iyiden iyiye kızışınca hemen arkasından Muaviye mızraklarının çekilmesi kadar olağan ne olabilir ki! Bu, mızrak uçlarında Kuran yaprakları demektir. Bu defa mızrak yerine kalem görülecektir. Kalemin ucunda Nisa süresi ayet 59: Ya eyyülellezine âmenü ataullâhe ve atıulresule ve ûlilemri minkum. Bu kadar
Anlasaydık iyiydi ama, şart değil.. Kuranın her cümlesi, ayet deniliyor, itaat etmeniz için indirilmiştir. Anlamasak da olur. İşittim ve itaat ettim demeniz yeterlidir. Ama ben yine de merak edenler için tercümesini yaptım, şöyle: İnananlar!Tanrıya,Peygambere içinizden size emredeceklere itaat edin.
Sonrası mızraklı ilmihâldir.
Hakim kuvvet Hilafettir.Hilafetin varlığı ise Tanrının bir lûtfu ve armağanıdır. Bugün o hakim kuvvet adil ve merhametli bir padişah olan Abdülhamid-i Han-ı sâni Efendimiz Hazretleridir.
Bitmedi
Sırada Sava Paşa var
Hristiyandır Sava Paşa ama söz konusu olan sosyalizme karşı imandaşlıksa, imamın arkasında namaza durmayı hangi kitap günahtan sayar ki, kulaklarında çan sesleri!
(Devam edecek)
Düzeltme ve bir ek: Bir önceki yazımda, İslamdan Kurtuluş Teolojisi çıkar mı(III), Ebu Sufyanın Muhammedin amcası olduğunu yazmışım, yanlış, kayınpederidir, Muhammedin amcası olan bir Ebu Sufyan daha varsa da bu, o değil, düzeltirim; Muhammedin sır kâtibi ise Yezid değil, kardeşi Muaviye olacak, (bir de Muaviyenin oğlu Yezid var o da ayrı), Her iki hata için okuyuculardan özür diliyorum. Muhammedin on bir amcası ve çok sayıda kayınbabası var, mazeret için değil ama insanlık hâli, karıştırıyor insan. Bu durumda bir ek zorunlu oluyor: Muaviye ve Yezid Muhammedin kayınçosudur.
Osmanlı'da İslam ve sosyalizm tartışmaları (II)
Mehmet Bozkurt
İnanmış bir Hıristiyan idi Sava Paşa. Diğer inançlara da saygısı vardı. İsayı, Muhammedi ve Abdülhamidi severdi. Yazılanlardan anladığımız bu. Sonuncusunun saltanatı döneminde çeşitli yerlerde valiliklerde bulunduğunu, üniversitelerde ders verdiğini, Dışişleri bakanlığına kadar yükseldiği de bildiklerimizin arasında. Sosyalizm tartışmalarına katıldığını da biliyoruz. Fikirleri şöyle özetlenebilir: Sosyalizmin vaat ettikleri insanlığın hayrına olan şeyler ise ne kadar güzel, insanlığın hayrına olan her şey hem İslâm hem de Hıristiyan şeriatında var olduğu malumumuz olduğuna göre, şeriat daha da güzel. Bu hal ve durumda sosyalist olmanın hiçbir sakıncası yok. Ancak bir de had sınırı çizilmeliydi.
Çizdi:
Devlet icraatının adalete, doğruluğa uygun olup olmadığı hususunda her tenkit, her mülahâza suç sayılmalı, cezalandırılmalı ve haddi bildirilmelidir. Ha, bir de sosyalistler hak dağıtırken adaletli olmalıydılar. Sava Paşa adil olanı göstermek için kutsal metindeki Tanrı buyruğunu aktardı: Tanrının hakkı Tanrıya,Sezarın hakkını Sezara veriniz. Sonra düşünmüş olmalı, buyrukta geçen Sezarı yeterince açık bulmadı, onu da açtı:
Türkiyede Sezar Padişahımız Efendimiz Hazretleridir,Zât-ı Şahanedir.Rusyada Haşmetpenah Çar Hazretleri. Fransada,millet tarafından seçilen Devlet reisi sayın Cumhurbaşkanı.
Tartışmacıların başka türleri de var. Bunların alana inmeleri Sava Paşadan sonra. Örnek olsun,emperyalist Hıristiyan devletlerinin temellerini sarsan sosyalizm fırtınasını, dinsizin hakkından imansız gelir edasıyla neşeyle izleyip,sınırdan geçmeme şartını parantezleyerek sosyalizme arka çıkanlar olduğu gibi; Avrupa devletlerini sosyalizm belasından kurtulabilmeleri için İslâma sarılmaktan başka çarelerinin olmadığını ileri süren sarıklı müderris takımı da söz sırasına girmişti. Bunların temel görüşü gayet açık ve net, bunlara göre sosyalizmi durduracak olan tek kuvvet Muhammedin farz kıldığı zekât müessesedir. O da İslâmda var olduğuna göre, sosyalizm felaketinden kurtulmak için eey Avrupa buyurun kelime-i şehadete!
Yazık. Kelime-i şehadet getiren Osmanlı olur. Zira 1. Dünya Savaşından per perişan vaziyette çıkılmıştır. Mondros Mütarekesiyle yatağa bağlanmış,parmağını oynatacak hali kalmamıştır Osmanlının . De ki ölüm döşeğinde
Tam o günlerde, sanki dalga geçer gibi, galibin kilisesi Anglikan Kilisesinden, mağlubun din işlerini düzenleyen Yüksek İslâm Şurasının önüne içerisinde cevaplandırılması ricasıyla dört soru bulunan bir mektup gelir. Yani,gerçekten de koyun can derdinde kasap et peşinde
Kilise,girişte, maksadının İslâm dinin tanımak olduğunu zarif bir şekilde belirttikten sonra sorularını sıralar:
1. İslâm dini nedir, 2.Bu din fikre ve hayata neler veriyor, 3.Muhammedin dini Zamanımızın çeşitli yaralarını nasıl iyileştiriyor, sıkıntılarını nasıl çözüyor, 4.Dünyayı daha iyi ve daha kötü şekilde değiştiren siyasi ve manevi güçler hakkında ne diyor
Üçüncü soru konumuzu ilgilendiriyor. Cevabı Şura başkanı İsmail Hakkı İzmirli(ö.1946) veriyor. Bazı bölümlerini aktarıyorum:
Avrupa medeniyetinin temeli büyük bir çoğunluğun yoksulluğuna karşılık azlığın zenginlik ve saadet kazanmasıdır
Avrupa medeniyetinin doğurduğu bu haller pek çok düşünürlerin düşüncelerini kurcalamış; bundan sosyalizm denilen sosyal bir meslek doğmuştur. Müşterek felaketler karşısında,işçiler arasında fikir birliği meydana gelmiş,bugünkü medeniyeti onarmak emeliyle komünizm denilen daha aşırı bir sosyal doktrin ortaya atılmıştır
Komünizm sosyal ayrılıkları kaldırarak mallarda ve kadınlarda ortaklık istiyor
Küçük bir ara not için izin istiyorum: Kadının, İslâma göre menkul mallar sıralamasının hemen başında yer aldığı bir sır değil, ikincisi, bakmadım ama çek ya da beyaz eşya takımı olmalı, iştirak-i emval (mallarda ortaklık) anlamında kullanılan komünizmin bu yanıyla taşınılabilir mallar sınıfına giren kadını da kapsaması makul görünüyor. Ara not bu kadar.
İsmail Hakkı Bey devam ediyor ve devamında Avrupanın başındaki hastalığa sosyalizmin ya da onun aşırısı olan komünizmin çare olamayacağını yazıyor. Kelime-i şehadet getirmek üzere yatmakta olan Osmanlı, Paşasının ağzından güzel güzel tavsiyelerde bulunuyor:
Şu halde,bir tek çözüm çaresi kalıyor ki o da İslâm dininin gösterdiği tedavi usulünü kabul etmek suretiyle ki, herhangi bir ilaca lüzum kalmayacak ve insan sosyetesi, içinde çırpındığı bütün tezatlardan kurtularak,saadete kavuşacaktır. Bu kadar.
Bu kadar değil!
Bir de Ali Namık var:
Tanrı adaleti! İnsan merhameti! Bu şeyler olmasa olmaz mı? Sefaleti kökünden kazımak mümkün mü? Sosyalistler evet diye cevap veriyorlar. Bütün çıplaklığı ile meseleyi ortaya koymak, açlık insanın en korkunç düşmanıdır diye haykırmak şerefi onlara düşüyor
Semavi dinler kerem ve sadaka denilen devayı sundular.Yüzyıllar boyunca denenen tesirsiz bir deva.Devlet boşuna denedi,kişiler boşuna uyguladı.Kamu iyilikseverliği,metotla örgütlense de,belki sefaleti biraz azaltabilir. Fakat yoksulluğun kökünü asla kurutamaz
Sosyalistler meseleye Tanrıyı karıştırmayıp sadece insan hakkından bahsediyorlar
Gerçek olan şu ki,bir azınlığın elindeki kapital insanlığı boyundurukta tutmak ve sömürmek için bir araçtır. Şu halde,bu azınlığın elinden kapital alınmalı ki,insanın insan tarafından sömürülmesi sona ersin
Şimdi bu kadar.(Devam edecek)
Not:1. Bu yazıda kaynak olarak Kerim Sadi nin (A.Cerraholu) Türkiyede Sosyalizmin Tarihine Katkı (İletişim,1994) kitabı kullanılmıştır.2. Kerim Sadi kitabında Ali Namık (1885-1953) hakkında şu bilgileri verir: Başbakanlık ve Senato Başkanlığı da yapmış olan Küçük Sait Paşanın oğludur.İkinci Meşrutiyetle birlikte babası sadrazamlıktan uzaklaştırılınca kendisi de Devlet Şurasındaki görevinden açığa alınmıştır. Kerim Sadiden öğrendiğimize göre genç denilebilecek bir yaşta inzivaya çekilerek kendisini tamamen okumaya vermiştir.Fransızca Stanbulgazetesinde makaleleri yayınlanmıştır. Fransız sosyalizminin,özellikle de Jauresin etkisi altında kaldığı söylenir.3. Makaleleri, Ali Namıc adıyla Fransızca olarak Verite, Justice,Bonte (Hakikat,Adalet,İyilik) adlı bir kitapta toplanmış 1918 yılında yayınlamıştır.
Ek: Sol tarihe dair çalışmalarda Ali Namık Beye hiç yer verilmemesi tuhaf bir durumdur. Mete Tunçay sadece iki yerde dip not olarak ve Kerim Sadiye atıfta bulunarak adını anmaktadır. Bu ihmali solun tarihinin 1920de başlatılmasına mı bağlamalı açıkçası bilemiyorum.
Osmanlı'da İslam ve sosyalizm tartışmaları (III)
Mehmet Bozkurt
Sanıldığından çok daha fazla meraklı ve öğrenmeye istekli Osmanlı aydını. Dünyaya kapısını penceresini kapatmış değil. Çevresinde olup bitenleri dikkatle takip ediyor. Örnek olsun, 1905 Rus devrimini gazeteler adeta tefrikaya dönüştürerek okuyucuya ulaştırıyor, devrim sözcüğünü duyunca cinlenen Abdülhamit bütün sansür cambazlıklarına karşın gazetelerle baş etmekte güçlük çekiyor. Mütareke döneminde de durum farklı değil. Yunus Nadinin gazetesi Yeni Günün yayın hayatına, 2 Eylül 1918, birinci sayfadan Lenin fotoğrafıyla başlıyor. Fotoğrafın altına düştüğü haber hayırlı olmasa da, Bir kadın tarafından iki kurşun isabet ettirilmek suretiyle yaralanan Sovyet Hükümeti Reisi Lenin, Yeni Gün yayına başladığı günden itibaren Sovyetlerdeki gelişmeleri gün be gün okuyucuya aktarıyor. Demeye çalıştığım Osmanlının gözünü, kulağını açmış dünyaya baktığıdır.
20.yüzyılın büyük toplumsal dönüşümüne öncülük eden Ekim Devrimini ve komünist/sosyalist düşünceyi de aynı merakla öğrenmeğe çalışıyor Osmanlı aydını
Öğreniyor. Benimseyenler var, ya da külliyen reddedenler. Ya da sosyalizmin eşitlikçi görüşlerinde Kurani bir yan bularak ondan yana mührünü basan aydınlar var. Ulema takımı ise, çoğunluk, sömürgen Avrupayı zayıflattığı müddetçe komünizm, sosyalizm, anarşizm gibi fikir akımlarını sevecenlikle izliyor. Rusyada çarı köşeye sıkıştırdığı ölçüde komünizme alkış tutuyor. Lakin sınırları aşıp içeriye sızmasından da ödü kopuyor. Ancak fikir bu. Ve fikirlerin sızma gibi baş edilmesi olanaksız bir tabiata sahip olduğu biliniyor.
Sızıyor.
Sızmanın öncesi var, bunlardan daha önceki yazılarda söz etmiştim. Ancak bu başka. Bu örgütlü!
1907 yılının Temmuz ayında sonradan Yorulmaz soyadını alacak olan Haydar Rıfat gizli bir örgüt kurmaya karar veriyor. Piknik alanlarında, kır yollarında, ağaç diplerinde gizli örgüt kurmuş bir kuşaktan geliyor ne de olsa. Ancak bu öyle Jön Türkler, İttihadı Osmani ya da İttihat-Terakki türü ihtilal örgütü değil, silahlı-külahlı hiç değil, amacı itibariyle gayet masum, gayet mütavazı adı-sanı olmayan bir örgüt. Böyle bir örgütün adsız kalmasını kim ister. Biz ona pekâla bir ad verebiliriz
Bilemiyorum nasıl karşılayacaksınız ama, hani, Gizli Okuma Örgütü münasipmiş gibi geldi bana
Üç kişiler. Üç delikanlı
Her hafta içlerinden biri önceden belirlenmiş bir konuda araştırma yapıp hazırlanacak ve diğer ikisine anlatacak. Bu kadar
Abdülhamidin hafiye ordusunun nefes aldırmadığı günlerden geçerken söyleşilerin yapılacağı adresin gizlide olması kadar tabii ne olabilir. Söyleşilerini kır yollarında hani öylesine yürürken gerçekleştirme kararı alıyorlar ve öyle de yapıyorlar. İlk sunumu Haydar Rıfat yapıyor. Yani aşk olsun! Öyle bir konu seçmiş ki Haydar Rıfat Abdülhamidin eline geçseler sorgusuz sualsiz doğru fizana
Bakar mısınız konuya: Beynelmilel İhtilal Fırkaları.
Örgütlenmiş üç arkadaş kırlarda elleri ceplerinde dolaşıyorlar. Ve Haydar Rıfat diğer ikisine Avrupada kurulmuş bulunan ihtilal partilerini,örgütlerini anlatıyor. Bir de Komünist Manifestoyu.
İşte yazarları arasında Haydar Rıfatın da bulunduğu İştirak dergisinin çevresi usul usul böyle oluşuyor ve dergi 1910da yayınlanmaya başlıyor. Haftalık dergi/gazete formunda çıkıyor İştirak. İştirakçiler bir yandan sosyalizmin insanlık için ne denli hayırlı bir icat olduğunu yazıp çizerken öte yandan sosyalizmle İslâmiyet arasındaki benzerlikleri sıralayarak dinden bir dayanak arama peşine düşüyorlar. Her fırsatta din ile sulh içinde olduklarını göstermek için çaba sarf ediyorlar. Buraya kadar iyi. Kendi hallerinde yazıp çiziyorlar. Ne ki dergi çevresi kısa bir süre sonra partiye dönüşüyor: Osmanlı Sosyalist Fırkası.
Kıyamet kopuyor. İttihatçılara ait dönemin bataryası Şurây-ı Ümmet dergisi sosyalistlerin içte zehirli birer mikrop olduklarını yazdıktan sonra işin içine anarşistleri de karıştırarak İştirakçilerin tümünün anarşistlerin süt kardeşi olduğunu ileri sürüyor.Yağmacılıkla itham ediyor. Osmanlı Sosyalist Fırkasının kurucusu ve başkanı olan İştirakçi Hilmi dini tanık göstererek karşı saldırıya geçiyor. İlkin; sosyalizmin kurucu babasının İsâ olduğunu, İsânın öğretisinin kölelerin zalim Romayı yıkmak için ellerinde tuttukları tek ve en değerli mücadele aracı olduğunu ileri sürüyor. İsâdan Muhammede geçiyor. İslamiyetteki zekât hükmünün sosyalist bir ilke olduğunu savunarak Sosyalistlerin maksadı yağmacılıktır gibi sözlerin münasebetsizliğine işaret ediyor ve anarşistlerle sütle olsa kardeşliği şiddetle reddediyor. Ve bu tartışmalar sürerken ulemadan aynı zamanda Karesi(Balıkesir) mebusu Mecdi Efendi İştirake bir yazı gönderiyor. Yazıda sosyalizmi ikiye ayırıyor. Mutedil olan ve olmayan. Bu suretle İştirakçi Hilmiye açık kapı bırakarak, onun aradığı dini mühimmatı sağlamış oluyor. Yazdıkları az buz değil, dönemi düşünecek olursak Haydar Rıfatın değişiyle Latilokum:
Osmanlıda mutedil bir sosyalistlik gerçekleşebilir hatta gerçekleşmelidir. İşçiyi korumalı, kapitalist Batı dünyasında işçinin uğradığı haksızlıklara yer vermemeli ve işçilerin kafasını ışıklandırmalı
Bitiriyorum; Paris Komününden başlasak, 1870 diyelim; Osmanlının yıkılışına kadar, yuvarlasak 1920, yani yaklaşık 50 yıl boyunca Osmanlı aydını İslamiyet ve sosyalizm tartışması yapıyor. Kurtuluş Savaşı döneminde Ankarada ortaya çıkan komünist partiler, Ekim Devriminin yarattığı yeni reel politik iklimde, komünizm ve İslamiyet tartışmalarını sürdürüyorlar. Tüm bunlar kendi dönemleri açısından gayet normal ve ilerleticidir. Önemlidir.
Şimdi 1920nin üzerinden bir asır geçmesine şu kadarcık kalmışken, İslâm dünyasının perişanlığı ortada iken, İslâma kaynaklık eden öğretiden sosyalizm çıkarma çabalarına ve bunların halen tartışılıyor olmasına ne demeli?
Bu yazıyı hazırlarken yararlanmış olduğum Kerim Sadinin Türkiyede Sosyalizmin Tarihine Katkı kitabında Emiroğlu imzalı bir yazıya rastladım. Kerim Sadi yazıyı Osmanlı sosyalistlerinin yayınlarından biri olan haftalık Gül Bahçesi dergisinden alıntılamış. Bu yazıda pek hoşuma giden bir değişi aktarmak istiyorum. Belki de,
halen tartışılıyor olmasına ne demeli sorusuna bir yanıt olabilir:
Şaşarım kedilerin çamaşır yıkamasına!