Amerikan emperyalizminin gücü? Korkut Boratav
10 Ekim Ankara Katliamında bu perişan haliyle Amerikan emperyalizminin parmağını aramak yanlıştır. Bu tür dış odak arayışları, asıl suçluları göz ardı eder
Immanuel Wallerstein, on beş günde bir dünyanın hali üzerinde bir yorum (Commentary) kaleme alır; internette dağıtır. 411 sayılı ve 15 Ekim 2015 tarihli iletisi, Obamanın Ortadoğudaki İmkânsız Seçenekleri başlığını taşıyordu ve ABDnin bu bölge politikalarındaki tutarsızlıkları, açmazları eleştiriyordu.
Bu bilge sosyal bilimci, Obamanın Suriyedeki hedeflerinin tutarsız, imkânlarının sınırlı, sonuçlarının ise tahripkâr olduğunu ileri sürüyor. Bu nedenlerle ABDnin Suriyede liderliğini kabul eden kimse kalmamıştır. Türkiye, Britanya, Fransa ve İsrail (yani geleneksel müttefikler) ile ABDnin uyuşmazlıklarının dökümü, bu yargıyı desteklemektedir.
Wallerstein benzer bir bilançoyu ABD yönetiminin İran, Afganistan, Filistin/İsrail politikaları için de çıkarıyor ve yorumunu şu teşhisle noktalıyor: ABD bu parçalanmış bölgede hegemonik bir güç olmak bir yana, en güçlü aktör dahi değildir. Bu durumu kabul etmedikçe tüm dünya için bir tehdit olmaktadır.
Amerikanın bölgesel güç kaybı, etkisizliği Ortadoğu ile sınırlı mıdır? ABD liderliğini reddeden solcu iktidarların yaygınlaştığı Latin Amerika ve Çinin önlenemeyen yükselişi karşısında Asya için de benzer teşhisler geçerli değil midir?
Yine de Ortadoğu vurgulaması bizim için öncelik taşır. Geçen yüzyılın son çeyreğinde Türkiye için Avrupada, örneğin Yunanistan, İspanya, Portekizde olup bitenler önemliydi. AKP iktidarı sayesinde bir Ortadoğu ülkesi olduk. Örneğin 10 Ekim Ankara Katliamından önce dahi Suriye ile iç içe yaşıyorduk. Wallersteinin bugün ABD Suriyede etkisiz ve çaresizdir teşhisini tartışmak şimdi daha da önem kazandı.
Suriyede Amerikan parmağı konusunu (ve uzantılarını) Türkiyede günü gününe, benden daha yoğun, yakından izleyenler, yazanlar var. Ben de, bildiklerimle, öğrendiklerimle bugün aynı kervana kuşbakışı bir gezintiyle katılacağım.
Amerikanın Suriyedeki marifetlerini dört aşamada gözden geçireceğim.
(1) Libya senaryosu gündemde: Uygulanamıyor
Libyada Kaddafinin devrilmesinden sonra Demokrat Partinin şahin kanadı (Dışişleri Bakanı Clinton çevresi) ile ABDdeki etkili Musevi lobisi Suriyede ABD güdümünde bir rejim değişikliğini gündeme getirdi. Esad, İsraili silahlı yenilgiye uğratan tek Arap gücü olan Lübnan Hizbullahını destekliyordu; bu nedenle devrilmesi gerekiyordu. Pratik yöntem, Libyadaki gibi uçuşa yasak bir alan ile Bingazi benzeri bir tampon bölgenin oluşturulması idi. ABD hava gücü ile bazı müttefiklerin (Türkiyenin?) kara desteği rejim değişikliğinin ilk aşaması olacaktı.
Ne var ki, Libyada uçuşa yasak bölge uygulaması ve askeri müdahale BM Güvenlik Konseyinin 1973 sayılı kararıyla başlatılmıştı. O karara çekimser kalan Rusya ve Çin, Suriyede aynı tuzağa düşmediler ve benzer bir operasyona Birleşmiş Milletler kılıfı sağlanmasını engellediler.
Obama, Suriyede rejim değişikliğini benimsemişti; ama Bushun uyguladığı, çıkarlarımız tehdit edilirse Birleşmiş Milletleri umursamayız çizgisi ile değil
Algılamıştı ki Amerikalılar Ortadoğuda telef olmak istemiyorlar ve bu yöntemler Irak ve Afganistanda tamamen iflas etmiştir.
Suriye gibi küçük bir ülkede rejim değişikliğini hedefleyen Amerikan emperyalizminin hareket serbestliği bu ilk aşamada dahi kısıtlanmaktaydı.
(2) Muhalifleri silahlandıran bir renkli devrim
Ama kimleri?
Bu durumda Obama yönetimi, rejim değişikliğinin Batı destekli Suriyeliler tarafından ve silahlı ayaklanma yoluyla gerçekleştirilmesi seçeneğini benimsedi. Suriyeyi kana boğan yıkım ve felaketler böylece başlatıldı.
Emperyalizmin parası ve silahıyla demokrasi mücadelesi yapmaya hevesli siyasetçiler için İstanbulda Suriye Ulusal Konseyi, savaşçılar için (güya ılımlı) Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bu amaçla oluşturuldu. İç çekişmeler, bölünmeler Konseyi bir süre sonra etkisiz hale getirdi.
ÖSOnun silahlı mücadelesi ise ABD desteğiyle başlatıldı. Örneğin Libyada CIA veya Suudiler tarafından bedeli ödenen silahlar ve mühimmat Katar uçaklarıyla Esenboğaya, oradan da TIRlarla Suriye sınırına taşınıyordu.
Peki sonrası? Patrick Bahzadın kaleminden aktarıyorum: Ocak 2012 ile Nisan 2013 arasında 4000 (dört bin) tonluk askeri malzeme isyancılara ulaştırıldı. Sınırda CIA yetkilileri seyirci kalmaktaydı; zira Amerikan operasyonu Türkiye ve Körfez istihbarat servislerinin taşeronluğuna devredilmişti. Türk, Katarlı ve Suudi istihbaratçılar, silahların ılımlı gruplara değil, İslamcılara, yani İhvanın yeni oluşan Suriye koluna veya giderek gözde hale gelen Selefi gruplara mı gideceğini tek tek belirleyebildiler.
Bahzad bu dönemde Şii ve Alevi kâfirlere karşı Sünni cihat tutkusuyla Türkiyeden Suriyeye geçen mücahitlerin artışına da işaret ediyor. (Sic Temper Tyrannis, 18 Eylül 2015)
Amerikalılar başlangıçta ÖSOnun içinde Selefi-Cihatçı grupların varlığını dert etmedi. Ne var ki, bunların en önemlisi olan Nusra Cephesi, Kasım 2012de ÖSOdan ayrılarak El Kaideye bağlılığını açıklayınca ABD tarafından terörist bir örgüt olarak ilan edildi.
Ancak, iş işten geçmişti. Sonraki aylar boyunca da Türkiye sınırından mücahit, silah, para serbestçe Suriyeye aktı. Türkiye yetkilileri Nusraya hep yakın durdu. Suudiler ve Katar da ÖSOdan kopan çeşitli cihatçı grupları desteklemeyi sürdürdü. ÖSO, diğer İslamcı örgütlere silah ve savaşçı aktaran bir konuma dönüştü; adım adım eridi.
Amerikanın Ortadoğudaki (biri NATO üyesi) üç müttefiki, Suriye savaşına kendi önceliklerini taşımaktaydılar ve ABD bunları kontrol edemiyordu.
***
(3) Amerikalıların eğittikleri, donatımlarıyla birlikte buharlaşıyor
2013 ortasında ABD eğit-donat politikasına geçti ve silah akımının güvenilir gruplarla sınırlanmasını hedefledi. Ne var ki, bir yıl sonra Nusradan ayrılan IŞİD, Musulu, Suriyenin geniş bölgelerini işgal etti. Amerikalılar da önce Irakta, sonra (Esad rejiminin örtülü onayı ile) Suriyede IŞİDe karşı hava saldırılarını başlatmak zorunda kaldı.
Eğit-donat programıyla Suriyeye yollanan savaşçılar ise donatımları ile birlikte IŞİDe veya Nusraya katıldı. ABD bütçesinden bu programa dağıtılan 100 milyon dolar böylece buharlaştı.
2015e gelindiğinde ABD, Suriyede sadece IŞİDle savaşan güçleri destekleme kararı almıştı. Bu da, fiilen, PYD olmaktaydı.
(4) İslamcı müttefikler uslu durmuyor; Rusya sahneye çıkıyor.
Obama yönetimi rejim değiştirme hedefini böylece fiilen askıya almış oldu. Ne var ki, Türkiye, Suudiler ve Katar, Esadı devirme hedefinde ısrar etti. Körfez parası, Nusradan türemiş veya onunla ile işbirliği yapan (Ahrar, Fetih Ordusu gibi) gruplara Türkiye sınırından kaynak akımını canlandırdı. Bu gruplar Nusranın öncülüğünde Mart 2015te İdlibi işgal etti; Hataydan Halepe uzanan kesintisiz bir ikmal hattına kavuştu. Lazkiye üzerinden Esad rejimini çökertebilecek acil bir tehdit böylece oluştu.
Rusya, bu aşama sonrasında rejimi kurtarmak için savaşa katıldı. Esad rejimine asıl tehdit Nusradan ve müttefiklerinden gelmekteydi; IŞİDten değil. Rus uçaklarının ve Suriye, Hizbullah, İran birliklerinden oluşan koalisyon güçlerinin önceliği Türkiye sınırını kapatarak silah ve ikmal akımını tez zamanda durdurmaktır. (Bu konularda bk. Christina Lin, Asia Times, 11 Ekim; Mike Whitney, CounterPunch, 15 Ekim; Gareth Porter, Middle East Eye, 16 Ekim.)
Rusyanın müdahalesi, Türkiyenin Suriye içinde uçuşa yasaklı güvenli bölge önerisini geçersiz hale getirdiği için Obamayı rahatlattı. Ancak öte yandan ABD yönetiminin şahin kanadı (örneğin eski CIA Başkanı General Petraeus) terör örgütü Nusrayı aynı zamanda potansiyel bir müttefik olarak da görmektedir. Bu çevreler Rusları niçin IŞİD değil de Esad muhalifleri bombalanıyor? diye eleştirdi.
***
ABD Suriyede vahim bir insani trajedinin yaratıcısı, suçlusu olmuştur; ama sürekli değişen, tutarsız hedeflerinden hiçbirini gerçekleştirememiştir. Beş yılın sonunda Suriyede kararsız, tamamen dağılmış durumdadır. Kısacası Wallerstein haklıdır.
Bu nedenlerle 10 Ekim Ankara Katliamında bu perişan haliyle Amerikan emperyalizminin parmağını aramak yanlıştır. Bu tür dış odak arayışları, asıl suçluları göz ardı eder.
Asıl suçlular, katliamı yapanlar, bağlı oldukları örgüt açık-seçik bellidir: IŞİD
Suça birinci derecede katılan ise, Suriye savaşının kışkırtıcılığını üstlenen; daha sonra cihatçı mücahitlerle başlayıp IŞİDe uzanan her halkada yer almış, hepsine aktif katkı yapmış olan; sonuçlarını bilinçli olarak Türkiyeye taşıyan AKP iktidarıdır.
Bu basit, açık-seçik olguları karmaşıklaştırmak fayda değil, zarar getirecektir.