Eski AKP, Neo-Türkiye ve Neo-İslamcılık
MELİH PEKDEMİR
Faşizme karşı ancak gayri nizami bir muhalefet anlayışıyla baş edilebilir
Kendimizi haklı çıkaracak yüz madde sıralayabiliriz. Bunları geçelim.
Kendimizi eleştirecek yüz madde de sıralayabiliriz. Bunları da geçelim.
Seçim sonuçlarına saygı duymayalım, saygı duyana ise hiç duymayalım.
Ne yapalım? Mesela sosyolojiye bakalım.
Yani? Nasıl bir toplumda yaşıyoruz, onu tüm nesnelliğiyle bir kez daha anlamaya çalışalım. Gezi isyanı yalan mıydı? Veya 1 Kasım sonuçları mı yalan?
Peki ama ne?
Yaşadığımız coğrafyanın sosyolojisinin de önce ideolojisi
İslamcılık yani
İslamiyet bu coğrafyada siyasetin içeriğini de biçimini de belirleyen en önemli faktördür ve siyasileşmesinin sonuçlarından ötürü gezegendeki diğer dinlerden çok daha farklı ele alınması gerekiyor. Çünkü sorun basit anlamıyla laiklik-dincilik ikilemi değil, çözüm de ilericiler ile yobazlar arasındaki bir çatışmada yatmıyor.
AKP ve IŞİD aynı madalyonun iki yüzüdür.
Mesela IŞİD hakikaten sadece terör örgütü değil, IŞİD şu anda o coğrafyada ve orada yaşayan toplumda çoğu kez söz sahibi! Yani yaptıklarını milyonlarca insan onaylıyor. Demokrasi sadece sandıkta oy kullanmaktan ibaret olunca, işgal ötesinde tahkim ettiği kentlerde sandık koyun, yine IŞİD birinci parti çıkacaktır. Demokrasiyse, buyurun tepe tepe kullanın
Öte yanda
İslamcılık karşısındaki sekülerlik/laiklik
Rojava neden sempati topladı sanıyorsunuz seküler Batıda? Elbette Kürtlerin ulusal direnişinin değil, ama gerilla kadınların IŞİD erkeklerine karşı silahlı fotoğraflarıyla
IŞİD İslamcılığını tanıyoruz. Öteki dünyayı vaat ediyor. Bu dünyada kölelik (cehennem) karşılığında öte dünyada özgürlük (cennet) milyonları hâlâ cezbedebiliyor.
AKP İslamcılığını da tanıdık, sadece öteki dünyayı vaat etmiyor, yaşanan dünyayı daha fazla vaat ediyor
AKP böylece İslamiyetten çok İslamcılığı özgürleştirdi! Hayır, sadece laikliğin canına okuması bağlamında değil (ki laiklik zaten İslamiyeti sınırlar) AKP meşrebindeki özgür İslamcılıkta, bazı ritüelleri yerine getirdikten sonra her şey serbest! Hırsızlık, cinayet, yalancılık, kişiye biat, ahlaksızlık... Ama bunları öbür dünya uğruna yapan IŞİDinkinden farklı olarak AKPninki tam da bu dünya için yaşanan bir İslamcılık: Kendi komşusunu cehennemde bırakmak pahasına kendi üç kuruşluk cennetçiğinde vur patlasın (bombalar) çal (evet iki anlamda da çal) oynasın, devran sürsün özgürlüğündeki bir İslamcılık
Şu tarihe geçen Emevi İslamiyetine rahmet okutacak bir dünyevi maneviyat âlemi
AKPyi batı sosyolojisinden ithal edilen muhafazakârlık (konservatiflik) kavramına oturtmaya çalışan liberaller fena halde çuvallamadılar mı? Hıristiyan toplumlardaki muhafazakârlık ile AKPnin ne alakası var?
Öyleyse eski tespitlerimizi biraz revize etmemiz lazım. Ümmetleşen, cemaatleşen cemiyetin önemli bir kısmı ağırlıkla muktedir rol modelleri sayesinde ahiretten önce bu dünyada da eski Türkiyeye oranla daha kıyak yaşayacaklarına inanmışlar
Minik cennetçiklerinde nasıl olursa olsun, hırsızlığa, cinayetlere, ahlaksızlığa bilerek ortak olarak, çanak tutarak üç kuruş daha fazlasıyla yaşayabilmenin güvencesindeyken, hayır, hiç kimse şükretmekle yetinmiyor. Kadın cinayetleri artık namus meselesi kategorisinde, para için doğayı katlediyor, şehirleri betonlaştırıyorlar. Kısacası küreselleşmenin sömürge tipi neo-liberalizminin, vahşi kapitalizmin hulasası, kölecilik yapan IŞİDden de kopya çeken serbest piyasanın özgür İslamcılarının model ülkesi!
Hoşumuza gittiğinde halk hoşumuza gitmediğinde gerici güruh yok. Emekçiler kafaları üstünde kutsal harelerle gezen melekler değil. Çözüm, aman onlar kandırılmış ikna etsek kazanırız kadar basit de değil. Önemli bir kesimi kandırılmış değil, ikna (edilmiş değil) olmuş ve böylesine inanmış ve daha beteri bu tercihlerini kendi menfaatlerine denk görüyorlar. Çünkü serbest piyasa ve özgür İslamcılık tercihinde, itiraz ve muhalefet hariç her şey serbest
Dolayısıyla halkımızın bir bölümünü ölümle korkutup sıtmaya razı etmediler, hırsızlıklarına ve cinayetlerine ortak ettiler. MHPyi de fiilen ilhak ederek İslami faşizmi artık İslami ve ırkçı faşizm mertebesine yükselttiler. Ya istikrar ya ölüm dediler, faşizmin istikrarı (yani yine kaos) dayatıldı. Ama faşizm zaten kaotiktir ve savaşmadan ayakta kalamaz. Türkiye artık tam anlamıyla bir Ortadoğu ülkesi ve mezhepler savaşının ve potansiyel iç savaşların göbeğinde...
Ve hâlâ ne kadar çok iyimser var şu ülkede. Başkanlık gündeme geliyormuş da yok HDP buna destek verecek miymiş? Sorun şimdi başkanlık filan değil, başkanlık artık hilafet anlamını taşıyor. Ama Hazreti Ömer gibi (tevatürlere göre) çalmayan bir halife değil, etrafının da çalanlardan oluştuğu bir neo-liberal hilafet rejimi. Bunu bilelim.
Bugüne dek yaşamadıklarımızın da ilkleri hemen başladı işte: İlk kez başörtülü hâkim, ilkokulda ilk kez kız-erkek çocuklar için ayrı sıralar filan, hello ben şeriat ve işte geldim, geliyorum diye bas bas bağırıyorlar artık
Yeni rejimin iskelesi bundan böyle hem hilafet hem açıkça faşizm. Her şey eskide kaldı, her şey neolaşıyor ve Neo-Osmanlı yapamadılarsa hilafet altında Neo-Türkiyeye koşuyorlar. Yasama, yürütme, yargı, medya, eğitim, kentleşme, sendikalar her şey ama her şey neo-liberalizme endeksli bu formata göre yeniden dizayn edildi, ediliyor, edilecek
(İnternete de fazla güvenmeyelim, çat diye onu da bütünüyle keserler!) Karşı karşıya olduğumuz fiili açık faşizmde parlamento açık ama onların tuğralı mührüne ıstampa ve mahkemeler hâlâ var ama onların kadılarıyla, kolluk kuvvetleri ise zaten hep onlarındı.
Türkiyeyi hakikaten değiştirdiler. Neo-Türkiyede, kendi tabirleriyle Yeni Türkiyede yaşıyoruz, önce bunu hazmedelim. Yeni değil, düpedüz yeni yahu
Cumhuriyet tarihinin de, 1 Kasım verileriyle, tekrara düşmeden yeniden okunması ve yazılması lazım
Önümüzdeki dört yıl boyunca kendilerini tahkim etmek için her fırsatı değerlendirecekler. Hukuk, adalet gibi evrensel beklentilere yer yok. Geride kalanları da bir çırpıda gasp edecekler. Şöyle diyeyim, artık işbaşında Kenan Evrene rahmet okutacak bir şahıs ve onun danışma meclisine bile ne demokratikmiş dedirtecek bir parlamento binası var. Meclisteki muhalefet partilerine kolay gelsin!
Kaosun bitmemiş olmasının öteki anlamı, ilişkiler ve çelişkiler yumağının daha da yoğunlaşacağı demektir, hem ülkede hem bölgede
Bu bakımdan seçim zaferi ardından bunun bir Pirus zaferine dönüşmesi ihtimali de ortaya çıkabilir ve o da hiç şaşırtıcı olmaz.
Peki sınıflar mücadelesi? Ne yazık ki nesnel olarak sınıfsal düzlemdeki çelişkiler yoğunlaşsa, zengin-yoksul uçurumu artsa bile bu durum henüz pek kimsenin umurunda değil gibi. Ama öte yandan, sosyolojik bakımdan, bilinçli emekçiler ve seküler/laik tarihsel damar bir yana, Aleviler toplumun yüzde yirmisi, Kürtler de öyle; ve bunların toplamı ise takriben yüzde otuz kadar, yani Sünni-Türk bir hilafet diktası diğer kesimleri ancak misli görülmemiş şekilde kan dökerek teslim alabilir.
Avrupadan göçmen rüşveti, ABDden Suriye rüşveti sayesinde rüzgâr şimdilik AKP lehine ve hatta bir fırtına gücünde esiyor olabilir. Ama yine de jeopolitik bakımdan Ortadoğuda hâlâ kimin eli kimin cebinde belli değil. AKP ABDden kopamadıkça karşısında ciddi muhalif (!) güç olarak IŞİDi bulabilir pekâlâ. Onun tek muhalefet yönteminin ise katliam olduğunu biliyoruz.
Ama bu tür negatif beklentilere bel bağlamak değil çaremiz.
Peki, ne yapalım?
Sorun alanı İslamcılık ama çözüm alanı orada değil. Onlarla yarışarak ve İslamcılık alanında kalarak alternatif çözüm bulunamaz. Çözüm tek başına sekülerlik de değil. Tabii ki cemaatleşmenin, milliyet formatının dışına taşıp ümmetmillet ekseninin dışında sınıfsal ekseni, bıkmadan usanmadan oturtmaya çalışacağız.
Faşizm (ve öngördükleri hilafet!) bütün kurumsallaşması yanı sıra paradoksal olarak gayri nizami ve bu anlamda keyfi bir yönetimdir, kontrgerilla ve kontrpolitika onun yönetim metotlarıdır. Ve bu tür yönetim metotlarıyla ancak gayri nizami bir muhalefet anlayışıyla baş edilebilir. Gülen cemaatinden hınçlarını aldıktan sonra bizlerin üzerinden de silindir gibi geçme niyetinde olduklarından kuşkumuz var mı?
Ümmetleşme karşısında Gülencilerin cemaatleri bile çaresiz! Cemaatleşmeyelim, meclisleşelim, bundan sonrası artık direniş meclisleri... Kendi fiili demokrasimizi yaratalım, dayanışalım ve öncelikle kendimizi savunalım
Her muhalefet hareketi başlangıçta muktedirler karşısında fiilen güçsüz olduğundan, onlara denk bir konuma gelene dek stratejik bir savunmayı gözetir ve hamlelerini bu düzlemde yapar. Faşizmin saldırıları karşısında Birleşik Haziran Hareketinde (kısmen bazı kurucu bileşenlerindeki kafa karışıklığı ve özgüven eksikliği yüzünden) bir türlü stratejik hamle yapılamadı. Şimdi böyle bir hamle için önce, gayri nizami muhalefet gereği, stratejik savunma hattında birleşik bir güç yığmalıyız. Çünkü belki bugüne dek küçümsediğimiz, kâğıt üzerindeki bazı haklarımıza bile ihtiyaç var; grev, gösteri, siyasi gerçekleri açıklama kampanyaları vb. bütün bunları siz kazandınız artık kullanmayacağız diye göz ardı edecek değiliz. Direnmek, şimdi tek çaremiz. Biz geri adım attıkça üstümüze geliyorlarsa, geri adım atmayacağız ama hamle yapabilmek için önce ayakta kalacağız, hayatta kalacağız. Çünkü gözlerini kırpmadan öldürdüklerini de biliyoruz. 12 Eylülün hemen sonrasında stratejik savunmanın gereklerini yerine getiremedik, bari şimdi becerelim
Evet, sokaklarda buluşalım. Ama sokaklar bağırıp çağırmaktan çok o sokaklardaki evlerin kapısını çalmak için lazım
Gezi/Haziran günlerinde o kapılar isyancılara sonuna dek açılmıştı. Tekrar o ev sahipleriyle buluşmak lazım. Meclislerimizi halk iktidar organlarının nüveleri olarak tasarlamışsak, hani şu sitelerde yapılan apartman sakinlerinin katıldığı toplantıları, kantin-kafe-kahvehane sohbetlerini de meclislerimizin nüveleri olarak görelim. Sokakta direnmek hane halklarıyla, kantindeki öğrencilerle, işyerlerindeki emekçilerle doğal ortamlarında buluşmakla başlar. Sokaklara öncelikle bunu sağlamak için tekrar inelim. Gayri nizami iktidar karşısında gayri nizami muhalefet kendisini hemen hedefe koymamalı, öyle değil mi?
Geçen yıl ODTÜ Vişnelik toplantısında Birleşik Haziran Hareketi tam da bugünler öngörülerek yapılan bir çağrıyla kurulmuştu. Ya o kuruluşu tamamlayacağız ya kuruyup kalacağız
Peki başka neler yapalım? Burada lafı fazla uzatmamak için, cevabın devamını da Pazartesi köşe yazımda vereyim.
Zorunlu-Birleşik Muhalefet
MELİH PEKDEMİR
Dün Pazar Ekindeki yazımı şöyle bitirmiştim:
Geçen yıl ODTÜ Vişnelik toplantısında Birleşik Haziran Hareketi tam da bugünler öngörülerek yapılan bir çağrıyla kurulmuştu. Ya o kuruluşu tamamlayacağız ya kuruyup kalacağız
Sesimizi birlikte çoğaltacağımız toplumsal muhalefet güçleriyle eleştirel bir dayanışma içinde olmaya artık sadece gönüllü değil mecbur olduğumuzu da bilmeliyiz. Bunların bir kesimi CHP bünyesinde bir kesimi HDP bünyesindeler
Elbette elde var yüzde 25 (CHP) artı yüzde 10 (HDP) ötesinde düşünmemiz lazım. Sosyalistler bu yarışa girmemişti (girseydi ne olacaktı?) ama Birinci Dünya Savaşında Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık zırvasındaki gibi CHP ve HDP yenilince biz de yenilmiş sayıldık diye mi zırvalayalım? Mahallemizdeki bakkal, komşularımız bizleri de yenik sayıyor! Çünkü öyle inanıyorlar ve kısmen de öyle...
Şunu da bilelim, CHPye ve HDPye vurarak birleşik bir muhalefet olamaz. Şimdi zaten gün o gün değil. Umarım iki parti de AKPyi bırakıp birbirlerine vurarak puan alma hesabı yapmazlar
CHP öncelikle Sünni AKP, Alevi CHP denklemini, imajını bozabilmeli. HDP de elinden geldiğince Türk AKP, Kürt HDP denklemini
CHPnin bu denklemi bozmasındaki çare elbette Alevileri dışlamak veya Sünni kimliği öne çıkarmak olamayacaksa, tek çare var ki o da yoksulların partisi, halkın partisi kimliğine ağırlık vermek. Nerede mazlum var, onun yanında olabilmek
Yani kendi çapında ve fıtratında CHPnin de Haziranlaşması şart
(Tarık Şengül HDPnin Kürt muhafazakâr seçmenine yönelik başardığını CHPnin niçin batıda başaramadığını açıklamak gerekiyor diye yazdı. HDP bunu Kürt kimliğiyle başardı, ama CHP Türk kimliğiyle başaramaz, emekten yana kendisini çoğaltarak, muhafazakâr emekçilere de seslenebilir.)
Türk AKP, Kürt HDP denklemini bozabilmek için HDP ne yazık ki yeterince Türkiyelileşemedi, kendi mecrasında (doğal olarak) Kürdistanlaşırken Ortadoğu siyasetiyle kuşatıldı. PKK bir Ortadoğu gücü ve o düzlemdeki ittifaklarla hareket ediyor. HDP ise PKKden farklı olarak ve hatta çoğu kez ona rağmen kimlikçi değil tüm emekçilere seslenebilen ve bu anlamda inandırıcı parti olabilirse, Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan kendi muhafazakâr-emekçi seçmenine bile inandırıcı olmayı sürdürebilir. PKK yakın zamana dek HDPnin yükselişinde önemli etkendi ama bundan böyle artık HDPyi etkisiz eleman haline getirecek işler yapmıyor mu? PKK/PYD Ortadoğu misyonlarına ağırlık verse bile bu düzlemde AKP faşizmini ancak IŞİD üzerinden yıpratabiliyor. IŞİDe karşı elbette parlamenter mücadele verilemez, ama madem Türkiyedeki talepleri artık sistem içi ve Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı (AYÖŞ) düzleminde bir özerklik, bıraksın o işi de HDP halletsin
Aksi halde ABDnin dayatmasıyla Kürtlere, ancak ülkede ve bölgede Barzanileşmeleri ölçüsünde şans tanınıyor.
İşte bu faktörler hesaba katılarak CHP ve HDPye iltihak etmeden ve fakat özellikle seslerini bizlerle çoğaltmak isteyenlerine bu imajlarından (niyetlerinden) uzaklaşabilmeleri için yardımcı olmalıyız. Çünkü hem iktidar hem sokaktaki cihatçı-faşistler parti kimliğine bakmıyor, kendisinden olmayan herkese saldırıyor.
Unutmayalım. Bu coğrafyada beklenmedik zamanda bulutsuz gökyüzünde şimşekler çakmasına tanık olduk, ama görevimiz öyle bir şimşeğin çakması için tevekkülle dua etmek, şimşek duasına çıkmak değilse eğer, o kıvılcımlanmayı hazır etmektir ve şimşeklere hazır olmaktır.
Zaten ajite haldeyiz, kendimize ajitasyon yapmamızın ve bilinen sözlerimizin ve çarelerimizin ötesinde, hep birlikte yeni durumdan yeni görevler çıkarabilmeliyiz. Yeni Türkiye, bunu gerektiriyor!
Hiçbir şey bizim yüzümüzden olmadı, bütün bu felaketlerin sebebi kesinlikle bizler değiliz. Kendimizi suçlamayalım.
Sokakların asıl gücünü, o sokaklarda yaşayan hane halklarından aldığını unutmadan görevlerimizi yeniden tanımlayalım. Evet, o sokaklar, bağırıp çağırmaktan öte, öncelikle o sokaklardaki evlerin kapısını çalmak ve buluşmak için lazım
Yine o buluşmaları yapmak için beklersek asıl felaket işte o zaman gelecek. Çünkü seçim gecesinde de söylediğim üzere, her zaman bir yarın olur ve dolayısıyla bugün hep yarım kalır. Kendi yarınlarımızı ve yarımlarımızı tamamlamak ve onların heveslerini yarım bıraktırmak şartsa
Birinci görevimiz ayakta ve hayatta kalmak. Yani: Yaşamak hemen şimdi! Teslim olanlar en kısa sürede infaz edilirler. Ve yaşamak için direnmekten başka çaremiz yoksa...
Görev, evet, öncelikle fiili açık faşizm karşısında kendimizi, sokaklardaki kapıları birer birer çalarak, tamamlamakta