Mesele 'Basın Özgürlüğü' değil, sen hala anlamadın mı?
Deniz YILDIRIM
Son 3 günün hem dış politikada hem de iç politikada öne çıkan gelişmelerine bakalım.
Önce Suriye sınırında bir Rus savaş uçağı düşürüldü. Türkiye dış politikasını belirleyen Atlantik eksenli; Yeni Osmanlı düşlerinin esiri olmuş Değerli Yalnızlık stratejisi kaybettikçe; Suriyede kutuplararası vekalet savaşında Rusyanın önderlik ettiği bloğa karşı Saray sıcak savaş aşamasına geldi. Rusya neredeyse tüm askeri, ekonomik ve siyasi ilişkileri askıya aldı ve gerilimin artacağı açık.
Ardından, Cumhuriyet Gazetesinde Suriyeye silah ve mühimmat taşıyan MİT tırları haberini yayınladıkları için gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül 6 ay sonra apar topar ifadeye çağrıldı ve akşam saatlerinde iki gazeteci de tutuklandı.
Gelişmeler birbirinden kopuk gibi görünse de; böyle olmadığı açık. Tesadüf kelimesini rafa kaldıralı çok oldu.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: ülkenin dış politika yönünü de (savaş), iç politika yönünü de (dikta) Sarayın Suriye siyaseti belirliyor. Dış politika ile iç politika, belirleyicilik bakımından Suriye merkezli olarak kaynaştı. Rus uçağının düşürülmesi ve Rusya ile cepheleşme de; Can Dündar ve Erdem Gülün, yani gazetecilerin tutuklanması da bu kapsamda aynı madalyonun iki yüzü; yaşananlar Suriyede bu siyasetin duvara toslamasının; daha açık ifadeyle, duvara tosladığı ve sorumlu olduğu ortaya çıktıkça Sarayın saldırganlaşmasının ve çıkış aramasının ürünü.
Erdoğanın geçen yıllarda ifade ettiği şekilde son iki gelişmeyi özetleyelim: Suriye bizim iç meselemiz. Netleştirelim: Can Dündar ve Erdem Gül; AKPnin iç meselesi olan Suriye siyaseti nedeniyle tutuklandı; Rusya uçağı AKPnin iç meselesi olan gerici Suriye siyaseti duvara tosladığı ve çeteler eliyle yürüyen stratejisi giderek dar bir alanda sıkıştırılıp püskürtüldüğü için düşürüldü.
Bu nedenle ne Rusya uçağının düşürülmesi AKP cephesinin ifade ettiği gibi bir sınır egemenliği vakası; ne de Can Dündar ve Erdem Gülün tutuklanması bizim muhalif cenahta hemen dolaşıma sokulduğu ve saldırının kapsamını sınırladığı gibi sadece bir basın özgürlüğü meselesi. Saldırıyı ana karakteriyle ve arkasındaki nedenlerle okuyalım. Meseleyi basın özgürlüğüne sıkıştırmak; kuru bir liberal muhalefet tarzı.
Sınır Egemenliği Derken?
Saray Rejimi bir Rus savaş uçağını apar topar düşürüyor; sonuçlarını, uluslar arası sistem ve dengeler açısından taşıdığı anlamı iyi bilerek. Öyleyse bu basitçe bir sınır egemenliği vakası değil; çünkü mesele sadece sınır egemenliği hassasiyeti olsa; Türkiye-Suriye sınırı son 5 yıldır hallaç pamuğu gibi atılmazdı. Reyhanlı olmazdı; sınır kapılarına bombalı saldırılar gerçekleşmezdi. Suriyeden ellerini kollarını sallayarak Türkiyeye geçtiklerine dair haberler gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanan bombacılar Diyarbakırı, Suruçu, Ankarayı kana bulamazdı; bulayamazdı.
Sınır egemenliği hassasiyeti açıklaması; son 63 yıldır uçağı düşürülmemiş; Ukrayna ve Suriye siyasetinde Atlantik bloğu karşısında mevzi genişletmiş Rusyaya karşı NATO üyesi ülke sıfatıyla açıktan düşmanlık kararı alınmasını açıklamaz; sadece örtüsüdür.
Türkmen hassasiyeti meselesine gelince. Bunun iç kamuoyuna dönük kullanıldığı; geçen yazılarda anlattığım şekilde, Saray etrafında gelişen ve şimdi Başkanlık için genişletilmeye çalışılan milliyetçi-muhafazakar ittifakları hedef aldığı açıktır. AKP, Türkmen meselesi üzerinden 5 yıllık Suriye siyasetindeki büyük fiyaskoya kılıf aramakta; Suriyeye, Suriye halklarına düşmanlık, Suriyenin egemenliğine saldırı ve iç savaş siyasetini Türkmen sevgisi üzerinden örtme, gizleme ve hatta fırsata çevirip Başkanlık yolunda yeni ittifaklarını kemikleştirip genişletme amacıyla kullanıyor, kullanacak.
Özetle Türkiyenin milliyetçilerini Suriyedeki AKP felaketine ortak olmaya çağırmakta; bu çağrısını Türkmen meselesi üzerinden yapmakta. Oysa söylendiği gibi mesele Türkmenler olsaydı; geçen yıl Irakta, Telafer, Tuzhurmatuda onlarca Türkmen IŞİD tarafından katledilirken; Türkmen kadınları tecavüze uğrarken; halk göçe zorlanırken de aynı tepkinin verilmesi beklenirdi. O halde mesele Türkmen hassasiyeti de değildir.
O halde sahne önündeki mazeretleri geçersek, açık olan gerçek şu: Davutoğlunun mimarı olduğu, adına Stratejik Derinlik denilen ve uygulama sahası olarak Suriyeyi seçen mezhepçi-emperyal politik strateji çöktü. Şimdi Suriyede yeni bir denklem var. AKPnin sırtını dayadığı Atlantik cephesi Suriyede kaybeden tarafta.
Denklem değişmiş; Rusyanın önderlik ettiği cephe Suriyedeki temel sorun öncelikleri listesini (temel sorun Esad değil, IŞİDdir saptaması) Viyanada Batıya iyi kötü kabul ettirmiştir. Ve Fransada yaşanan katliam; Batıda bu önceliğin kamuoyu desteğinin genişlemesine de yol açmış görünmekte. Nitekim dün Hollandeın gerçekleştirdiği Rusya ziyareti de bu kapsamda bir yeni döneme işaret ediyor. Dolayısıyla; önce ABD-Fransa-Atlantik eliyle başlatılan, ardından adım adım AKP ve Körfez Monarşilerine bağlanan gerici taşeron strateji; Suriyede mevzi kaybetmekte; AKP çizgisine en yakın duran Atlantik müttefiki Fransa da; Paris saldırıları sonrası yine adım adım Rusya tezlerine yaklaşmakta.
Öyleyse denklem Paris Saldırıları ve Viyana Mutabakatı sonrası değişmektedir; yeni bir Suriye denklemi doğmaktadır ve Rusyanın yeni mutabakat kapsamında Suriyenin bu hale gelmesinin sorumlusu ya da sorumluları meselesini gündeme taşıdığı açık. Putinin Antalyada G-20 Zirvesinin kapanışında yaptığı IŞİDi destekleyen G-20 ülkeleri var, petrol ticareti de yapıyorlar, elimizde belgeleri var resti; bu kapsamda bir işaretti. Görünen; AKP Rejimi Rusya uçağını düşürerek; Suriye merkezli yeni mutabakata hem kama sokmayı amaçlamış ve meseleyi Türkiye-Rusya çatışması ekseninden çıkarmak için hemen NATOyu bu nedenle toplantıya çağırmış, hem de Putinin Antalyadaki çıkışına yanıt vermiştir. Bana dokunma uyarısıdır. Dolayısıyla sınırda Rus uçağının düşürülmesi hamlesiyle korunmak istenen Türkiye sınırı ya da egemenliği değil, AKPnin uluslararası suç dosyasıdır.
Sadece Basın Özgürlüğü Meselesi mi?
Gelelim hemen ardından Can Dündarın ve Erdem Gülün tutuklanmasına. Tesadüf yok; haber yapılalı 6 ay olmuş. Ama savcılık; Rus uçağının düşürülmesinin ertesi günü gazetecileri ifade vermeye çağırıyor ve yargı, peşini bırakmam diyen Erdoğanın sözlerinin izinde, gazetecileri tutukluyor.
Can Dündar ve Erdem Gülün tutuklanmalarına yol açan konjonktüre bu bağlantı içinden bakalım. Belirleyici olan AKPnin basın özgürlüğü düşmanlığı değil. AKP zaten basın özgürlüğüne düşman. Bunu 2007 sonrası Silivri kumpas davalarında arka arkaya gazeteciler içeri alınırken anlamayıp şimdi anlayanlar varsa; bu yazı onlar için değil zaten. Temiz, saf dünyalarında yaşamayı sürdürsünler.
O halde haberin yapılmasından 6 ay sonra; sınırda Rusya uçağının düşürülmesinin hemen ardından gazetecilerin tutuklanmasında belirleyici olan nedir? Net ifade edelim: AKPnin Suriye siyasetidir. AKPnin Suriyenin bu hale gelmesindeki rolünün artık gizlenemeyecek düzeyde ortaya çıkmasıdır. AKP Rusya uçağını düşürerek de; bu haberleri kamuoyuyla paylaşan gazetecileri tutuklatarak da aynı şeyi hedeflemektedir: Suriyede kaybeden stratejisinin deşifresine karşı; Suriyede stratejisinin adım adım geriletilmesine karşı içeride ve dışarıda savaş kararı. Ve bunun için Türkiye sağının geleneksel düşmanı olarak Moskof imgesini kullanmak; sağı bu temelde bir uçak düşürdük zaferi etrafında kendisinde havuzlamak ve Türkmenlere giden yardımları deşifre ettiler teziyle Türkiyede AKPnin Suriye siyasetine karşı barış pozisyonu alanların üzerine bu milliyetçi zeminde yeni bir saldırı dalgası başlatmak da hedefleri arasındadır.
Şimdi bu saldırının dikta sürecinin 1 Kasım sonrasındaki yeni milliyetçi-faşizan ittifakları temelinde geliştireceği saldırılara dair bir işaret olduğu da kesin. Meselenin anlaşılması için; sorunun basitçe basın özgürlüğü olmadığını anlamak için; aynı gerekçelerle önümüzdeki günlerde gazeteci olmayanlara da yönelecek baskıların görülmesi midir beklenen?
Öyleyse mesele basın özgürlüğü meselesi değil; mesele diktatörlükle demokrasi arasında; mesele savaşla barış arasında; mesele cihatçı çetelerle laik bir yaşam arasındadır. Bugün laik, demokratik, barışçıl bir Suriyeyi savunmakla Türkiyede diktatörlüğe karşı gelmek artık birbirinden ayrılamayacak iki görevdir. Suriyede Arap, Kürt, Türkmenle laik barış Türkiyede demokrasiye; Türkiyede Türkü ve Kürdüyle demokrasi ve barış; Suriyenin de kurtuluşuna hizmet edecek.
O halde söyleyelim: kınayan, saptama yapan, basın özgür mü? sorularıyla geçiştiren bir muhalefet; muhalefet değildir. Emekten, özgürlüklerden, laiklikten, bağımsızlıktan, içeride ve dışarıda barıştan yana geniş bir siyasal-toplumsal ittifak; eksik halka hala bu.
Milli tehdit: Erdoğan ve ekibi
Ender HELVACIOĞLU
Erdoğan ve ekibi bugün Türkiye için bir milli tehdit durumundadır.
Hani zaman zaman devletin kodamanlarından oluşan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplanır, yeni milli tehdit analizi yapılır ve kırmızı kitaba eklenir ya. Bu tehdit Yunanistan olur, Sovyetler olur, komünist ve anarşist gruplar olur, irtica olur, bölücülük olur vb. İşte bugün de -sol, sosyalist, emekten yana demiyorum- gerçekten ulusal çıkarları savunan bir MGK olsa ve toplansa, milli tehdit olarak Erdoğan ve şürekâsını tespit ederdi.
7 Haziranda bir seçim oluyor, AKPnin oyları dramatik biçimde düşüyor, bırakın anayasayı değiştirecek çoğunluğu tek başına iktidar hayal oluyor; iktidara el koymuş bu ekip tamamen keyfi biçimde seçim sonuçlarını kabul etmiyor ve ülkeyi yeniden seçime zorluyor.
1 Kasım seçimini kazanmak için, aradaki 4 ayda, durduk yerde Kandile ve Kürt illerine saldırıyor, ülkenin güneydoğusunu savaş alanına çeviriyor, bir iç savaşı bile göze alıyor, Suruçta, Ankaranın göbeğinde tarihimizin en büyük katliamlarına yol veriyor
Deyim yerindeyse halkı rehin alarak seçimi kazanıyor.
Başta IŞİD ve El-Nusra olmak üzere komşu ülke Suriyeyi kan gölüne çeviren şeriatçı terör örgütlerine silah taşıyor, her türlü desteği veriyor, yasadışı mali ilişkilere girerek hem teröristlere kaynak aktarıyor hem de kendi vurgun yapıyor, uluslararası suçlar işliyor. Üstüne üstlük bu karanlık ilişkileri yürüten akrabalar bakan yapılıyor.
Yetmiyor, baş taşeron olduğunu kanıtlayabilmek ve başkanlık yolunu açmak için Türkmenlere yardım yalanını atarak uluslararası provokasyonlara kalkışıyor, Rusyanın uçağını düşürüp ateşle oynuyor, ülkeyi bir savaşın eşiğine getiriyor.
Kısacası, iç savaş, dış savaş, terör, katliam, halka saldırı, komşu ülkelere terör ihracı, içte dışta provokasyon
ne ararsan var. Şimdiye kadar tespit edilmiş hangi milli tehdit odağı bu kadar kısa süre içinde ülkeye bu kadar zarar verebilmiş ve bu çapta tehlikelerin kıyısına getirmiştir?
Halk yanmış, ülke yanmış, bölge yanmış, ne gam! Varsa yoksa iktidarın ve çıkar mekanizmasının devamı
Gözü dönmüştür Erdoğan ve ekibinin. Her şeyi yapacak ve her şeyin yaptırılabileceği bir noktaya gelmiştir.
Dolayısıyla AKP eliyle iktidara el koymuş bu ekibi, sadece emekçi düşmanlığıyla, laiklik karşıtlığıyla, yolsuzlukla suçlamak artık hafif kalmaktadır. Ülkedeki ve bölgedeki en büyük terör örgütüdür bunlar. Milli tehdittirler, hem Türkiye için hem de Suriye için
***
Şimdiye kadar hiçbir iktidar, 12 Eylül faşist cuntası dahil, bu kadar pervasızca at oynatamamıştı.
Fakat bu pervasızlığın nedeni Erdoğanın ve AKPnin gücü değildir, muhalefetin güçsüzlüğüdür. Derece derece hepimizin aymazlığı
Bu noktada geliyoruz madalyonun diğer yüzüne, bizim tarafa
Ülkede inanılmaz bir muhalefet boşluğu var. Genel anlamda siyaset arenasında, parlamentoda, sol içinde, sosyalist sol içinde akıl almaz bir muhalefet boşluğu
Deyim yerindeyse, öncüler halkı yapayalnız bırakmıştır. Kendi küçük dertlerimize dalmışız, ülkeyi unutmuşuz
Hiçbir şey yapamayan bir muhalefet yüzünden her şeyi dayatabilen ve yapabilen bir iktidar var bugün.
İktidar hedefi olmayan, mevcut iktidarı devirme hedefi olmayan muhalefet de edemez.
Bu durum değişecek. İç savaşlar, dış savaşlar yaşandıktan sonra mı değişecek, yoksa değişecek de bu tehlikeler bertaraf mı edilecek, bunu bizim basiretimiz gösterecek. Ama önünde sonunda dur denecek.
Ciddiye alınabilir, güvenilir, dediğini yapan bir muhalefet (yani iktidar) stratejisi geliştirmemiz gerekiyor.
Türkiyenin son derece deneyimli bir sosyalist solu var. Fakat bir o kadar da prangamız var; çoğu da kendi kendimize taktığımız prangalar. Tartışacağız, eyleyeceğiz ve kıracağız bu prangaları.
Aslına bakarsanız, bu pervasızlar sayesinde kıyamet koşulları olgunlaşıyor. Kıyametimizi, kıyametlerine dönüştürebiliriz.
Yeter ki bu çapta düşünebilelim ve davranabilelim.