Kriz gelir, AKP gider mi?
KORKUT BORATAV
7 Haziran seçimleriyle İslamcı faşizme geçmeyi hedeflemişlerdi. Başaramadılar. Şimdi aynı hedefe kan dökerek geçmeye çabalıyorlar.
Faşizm tehdidi ağırlaştıkça, liberal ve bazı sol çevrelerde tuhaf bir beklenti oluşuyor: Türkiye, yükselen piyasaların en kırılgan ülkelerinden biri olduğuna göre, dünya ekonomisi çalkantıya girdiğinde finans kapital Türkiyeyi terk edecek; patlak veren ekonomik kriz AKP iktidarının sonunu getirecek
Elbette, 2001 krizinin AKPyi iktidara getiren katkısı hatırlanıyor: Finans kapital (bir anlamda emperyalizm) kriz yarattı; DSP-MHP-ANAP koalisyonunun üç partisini TBMMden tasfiye etti; AKPyi iktidara taşıdı. 2015te aynı senaryo AKP aleyhine niçin işlemesin?
Bu beklentinin üç bakımdan yanlış ve yanıltıcı olduğunu düşünüyorum.
Bir kere Türkiye ekonomisinin kırılganlığının bugünden yarına krize yol açacağı söylenemez. İkincisi, finans kapital AKPye karşı değildir. Son olarak, gündemde seçim yoluyla iktidarın değişmesi değil, faşizme geçişin önlenmesi var.
Kırılganlık-kriz bağlantılarından başlayalım. Ekonomide kronikleşen dışsal kırılganlıklar vardır. Bu nedenle uluslararası sermaye hareketlerinin yavaşlaması, tersine dönmesi Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyecektir.
Kırılganlık öğelerinden bazılarını, sayısal örnekler de ekleyerek hatırlatalım:
1 Ekonominin dış kaynak hareketlerine bağımlılığı artmaktadır; ama yabancı sermayenin büyümeye katkısı da giderek azalmıştır. Örnek: 2008-2014 yıllarında toplam olarak 354 milyar dolar yabancı sermaye Türkiyeye girmiş; aynı dokuz yılda milli gelirin artışı ise (dolar olarak ve IMF verilerine göre) 76 milyar dolarla sınırlı kalmıştır.
2 Bu kadar dolar neye yarıyor? diye merak edenlere, ya çıksaydı? diye sormak gerekir. Bir örnekle yanıtlayalım: 2008-2009da 12 ay boyunca dış kaynaklar net çıkış göstermiş; milli gelir aynı sürede yüzde 7,9 küçülmüştü.
3Dış kaynaklar içinde spekülatif akımlar (sıcak para) fazlasıyla ağırlık taşımaktadır. Türkiyenin (stok olarak) dış yükümlülüklerinin 2011de yüzde 32si, 2014te ise yüzde 42si borsa, hazine bonosu, mevduat gibi sıcak alanlarda yatmaktadır.
4Ne var ki, dış ortam bozulunca, aynı sıcak para hızla dışarı kaçar, döviz piyasalarını zorlar; büyümeyi (en azından) frenler. Örnek: Nisan-Haziran 2015te Türkiyeden 6,4 milyar dolar sıcak para çıkmış; dolar (yılbaşına göre) yüzde 14 pahalılaşmış; ekonomi durgunlaşmıştır.
5Dış borçlanma tırmanmakta; kısa vadeli kredilerin payı artmaktadır. Örnek: Dış borçların milli gelire oranı 2011de yüzde 39, 2014te yüzde 49dur. Bunların içinde kısa vadeli borçların payı (aynı dönemde, yüzde olarak) 27den 33e çıkmıştır.
6Uluslararası ortam bozulduğunda kısa vadeli alacaklılar, kredileri döndürmeyi reddedebilir. Bu koşullarda ana güvence olan Merkez Bankası rezervlerinin kısa vadeli kredilere oranı düşmektedir. Örnek: Rezervlerin kısa vadeli dış borçlara oranı 2010da yüzde 104 iken, 2014 sonunda yüzde 86ya inmiştir.
7 Banka kredilerinin mevduat ile bağı kopmaktadır; bankalar dıştan borçlanarak şirketleri döviz kredisine boğmaktadır. Örnek: Banka kredilerinin mevduata oranı 2010da yüzde 89du; Haziran 2015te yüzde 124e tırmanmıştır. Aradaki fark, büyük ölçüde şirketlere döviz kredisi olarak aktarılmıştır. Döviz pahalılaştıkça, kazançları TL, borçları dolar olan şirketler sarsılacak; bankalar da etkilenecektir.
8 Bunlar Türkiyenin dış kırılganlık bilgileridir. Ancak, verdiğim örnekler zaman içindeki, 4-5 yıllık bozulmaları yansıtıyor. Bazılarının başlangıcı çeyrek yüzyıl öncesine uzanır. Dışsal kırılganlıklar, tümüyle, ekonominin kalıcı, yapısal öğeleri haline gelmiştir ve Türkiyede genellikle bir yıllık küçülme, finansal çöküntü biçimini alan ekonomik-finansal krizler ile aynı şey değildir. Bunalımların oluştuğu, onları bazen hızlandıran nesnel ortamı, kriz geldi-geliyor algılamasına dönüştürmemek gerekir.
Bu durumda güncel ortamı sorgulayalım: Dünya ekonomisinin Ağustos 2015teki çalkantılı konjonktürü, Türkiyeyi hızla krize sürükleyecek özellikler taşıyor mu?
Önce hatırlayalım ki, son çalkantıyı büyük ölçüde Çinden gelen kötü haberler tetikledi. Bu dev ekonominin tökezlemesi elbette tüm dünyayı etkileyecektir; ama öncelikle petrol dahil, ham madde ihracatçılarını
Petrol ve tüm ham madde fiyatlarında başlayan düşmenin katkısıyla 2015te küçülmeye başlayan iki büyük ekonominin Rusya ve Brezilya olması rastlantı değildir.
Türkiye, bu ortamda ham madde ihracatçısı çevre ekonomilerinden olumlu doğrultuda ayrışabilecektir. Ucuzlayan petrol dış açığı frenlemekte; düşük bütçe açığı devlet tahvillerini güvenilir yatırım araçları olarak tutmakta; esnek kurlar ani çıkışları sınırlamaktadır. Kronik kırılganlıklar 2015te Türkiye ekonomisini durgunlaştırmakta; sıfır büyüme patikasına sürüklemektedir; ancak seçime kadar sert, dramatik bir kriz beklentisi gerçekçi görünmemektedir.
Peki, AKPnin yarattığı siyasi belirsizlikler? Türkiyenin İslamcı bir faşizme sürüklenme olasılıkları?
Finans kapitalin umurunda mı? Türkiyenin sıcak, spekülatif dış kaynak hareketlerine aşırı bağımlılığına yukarıda değindim. Bunlar, uluslararası sermayenin tümüyle rantiye, en parazit öğeleridir. Bu boyutuyla emperyalizm, yani finans kapital için, sınırsız hareket serbestliği ve kısa vadeli (spekülatif) kazançların güvencesi esastır. Neo-liberalizmin temel kurallarına teslimiyet dışında siyasi ölçütler önem taşımaz. Bugün iktidara aday olan partileri birleştiren tek öğe, uluslararası sermayenin genel çıkarlarıyla tam uyum değil midir? Bizlerin faşizm diye adlandırdığı senaryo, duruma göre, ortamın düzelmesine katkı dahi yapabilir. Geçmişte de böyle olmuş; AKP referandumlardan, seçimlerden galip çıktıkça, finans kapital borsaya, tahvillere para akıtmıştır. Erdoğanı sarsan yolsuzluk skandalı İstanbul borsasını çökerttikten yaklaşık bir ay sonra, Standard Bankın şeflerinden Tim Ash, müşterilerine, burunlarınızı tıkayarak Türkiyeye girmenin zamanıdır; fiyatlar çok düştü tavsiyesinde bulunmuştu.
Bir trilyon doları aşkın sıcak paranın çevre ekonomilerini terk ettiği biliniyor. Bu çalkantı, sermayenin genel bir krizine dönüşmezse, kısa zamanda son bulacaktır. Risk iştahı canlanacak; bu fonlar, nereye girelim arayışına geçecektir.
Niçin Türkiye olmasın? Ekonomi kırılgan olabilir; ama beterleri de var. Makul bir kırılganlık yüksek getiri anlamı taşır. Dün Türkiyeden kaçan sıcak para, fiyatlar yeterince düştüğü zaman niçin (belki de fazlasıyla) dönmesin?
Kapitalizmin büyük krizi beklentisi, sosyalist solun kültürel mirasında yer alır. Güncel ortama taşırken dikkatli olmak gerekir. Bir kriz olasılığını, faşizme karşı finans kapital senaryosuna bağlamak ham hayaldir.
Ekonomik güçlüklerin sandığa yansıma olasılıkları parlamenter demokrasinin normal ortamlarında geçerlidir. Tekrar vurgulayalım: Bugün, seçim yoluyla iktidarın el değiştirmesi değil, faşizme geçişin önlenmesi gündemdedir. Tarihten öğrendiklerimiz, faşizme karşı direnmenin başarısını, anti-faşist cephenin genişliğine, kapsayıcılığına bağlıyor. Türkiye gündemindeki faşizmin İslamcı niteliği, demokrat ve laik bir direnme cephesini gündeme getiriyor.
Bileşenleri, kapsayıcılığı, kısa ve uzun vadeli hedefleri ise, siyasi eylem içinde, partiler, örgütler, hareketler, liderlikler tarafından belirlenir. Bizleri aşar.