Moskofa düşman, ABye tampon, ABDye üs - Fatih Yaşlı
Türkçü faşizmin baş ideoloğu Nihal Atsız, 1950de yazdığı Tarihin Barışmaz Düşmanları adlı yazıda, şöyle diyordu:
Tarihini, jeopolitiğin ve mukadderatın düşman yaptığı Türklükle Moskofluk, hiçbir zaman barışmayacak ve bu kıran kırana döğüş kesin sonuç elde edilinceye kadar sürüp gidecektir. Nasıl barışabiliriz ki; Yaradan bizi zıt yaratmış, tarih bizi düşman yetiştirmiş, coğrafya bizi toprağa çarpışsınlar diye yerleştirmiş.
İslamcılığın üstadı Necip Fazıl ise 1973te yayınlanan Moskof adlı kitabında, şöyle diyecekti:
Türk, ciğerinin tâ içinden gelen bir havayla ve dişlerini gıcırdatarak Moskof Gâvuru»derken, olanca dayanağını Müslümanlıkta bulur ve gâvurluk mefhumunun başında, soyulmuş çürük patates suratlı çiy ve bomboş gözlü Moskofu görür. Türkün gözünde başka milletler Moskofa yaklaştıkları nisbette düşman ve ondan uzaklaştıkları mikyasta dosttur. Demek ki, Türke göre mücerret düşmanlık, mücerret özünü, renk ve çizgilerini Moskofluktan alıyor.
Dönem Soğuk Savaş dönemiydi ve baş düşman Sovyetler Birliğiydi. Atsız ve Necip Fazıl gibilere düşen ise, bu düşmanlığı teorize etmekti. Sosyalizme düşmanlık Sovyetler Birliğine düşmanlık demekti ve Türk sağının tarihi sosyalizm ve Sovyetlere karşı emperyalizmle işbirliğinin tarihiydi. İkinci Dünya Savaşı yıllarında bunun için Nazilerle işbirliği yapılmış, dergiler çıkarılmış, iktidara Nazilerle birlikte Sovyetlere cephe açma çağrıları yapılmıştı. Gerekçe ise hazırdı: Esir Türkleri kızıl emperyalizmin elinden kurtarmak! Sovyetler yenilecek ve böylece Türkiye ile esir Türkler birleşerek Türkçü faşistlerin hayalindeki Turanı kurabileceklerdi. Naziler de bu hayale oynuyordu, böylelikle Türki halkları Sovyetlere karşı ayaklandırabileceklerini hesaplıyorlardı çünkü.
Nazi işbirlikçiliği, Soğuk Savaşla birlikte ABD işbirlikçiliğine evrildi. Gerekçe yine aynıydı; ABD ile birlikte Sovyetleri yıkarak esir Türkleri kurtarmak ve Turanı kurmak. Türkeşin 1944te Irkçılık-Turancılık davasında yargılanıp ceza almasına rağmen orduya tekrar kabul edilip ABDye kontrgerilla eğitimi almaya gönderilmesi de, en yakın dostlarından birinin Türkistan asıllı CIA ajanı Ruzi Nazar olması da tesadüf değildi yani.
Türkiye yönetici sınıfı 1946dan itibaren Türkiyenin jeopolitik önemini tüccar bir zihniyetle emperyalizmle ilişkilerin merkezine yerleştirdi. Türkiye, Batıyla Sovyetler arasında bir tampon devlet olacak, komünizm tehdidine karşı Batının ileri karakolu vazifesini üstlenecek ve bunun karşılığında emperyalizmin güvenli kollarına kendini teslim edecekti. Emperyalizme bağımlılığın derinleşmesi şerefine ise 1950den itibaren DPde temsil edilen Türk sağı nail olacaktı. Bir milli mesele olarak görülen NATOya girişten sonra ileri karakolluk resmileşecek, Türkiyenin dört bir yanı ABD ve NATO üsleriyle dolacak, ordu NATO ordusuna dönüşecekti.
DP iktidarı boyunca öylesine şahsiyetsiz, öylesine işbirlikçi bir dış politika izlendi ki; ABD bile zaman zaman Menderes yönetimini uyarmak zorunda hissetti. 1957 yılında, ABDnin komünizme karşı Ortadoğuda aktif bir rol üstlenmesini öngören Eisenhower doktrininin yayınlanmasının ardından, Menderes yönetimi Sovyet yanlısı Suriye yönetimine karşı provokasyonlara girişti. Sınıra asker yığıldı, uçaklar sınır ihlalinde bulundu, Suriye köylerine taciz ateşleri açıldı. Gerginlik tırmandıkça Sovyetler uyarılarını artırdı, öyle ki Kruşçev bir ABD gazetesine, Olaylar çığırından çıkarsa Türkiye bir gün bile dayanamaz şeklinde bir açıklama yaptı. Yükselen gerginliğin kendi aleyhine olduğunu gören ABD ise, bir süre sonra müdahale etmek zorunda kaldı ve Menderesi durdurdu.
Bugünden geriye doğru bakıldığında, olan bitenin bir süreklilik ilişkisi içerisinde gerçekleştiği görülebiliyor. Ortada Sovyetler Birliği yok ama İslamcısı, milliyetçisi ve liberaliyle Türk sağının bütün unsurları bir kez daha Moskofa karşı birleşmiş durumda. Türkiye yönetici sınıfı ise bir kez daha Türkiyenin jeopolitik önemini masaya koz olarak sürerek, Batının Rusya korkusuna oynamaya çalışıyor ve bunun için uçak düşürmekten çekinmiyor. Menderes dönemiyle kıyaslandığında çok daha pervasız bir Suriye siyaseti izleniyor ve provokasyonlar süreklileştiriyor. Dahası dün Sovyetlere karşı tampon misyonu biçilen Türkiye toprakları bu sefer de Avrupayı mültecilerden ve cihatçılardan korumak için tampon bölge statüsüne kavuşuyor, ülke devasa bir mülteci kampına dönüştürülüyor.
Velhasıl geçmişten bugüne gelenek sürüyor, yerli ve milli Türk sağı, emperyalizmle birlikte memleketin geleceğini saçıp savurmaya devam ediyor.
*BirGün