'Çözüm masasına', 'barış sürecine' neden uzağız
İlker Belek
Sanılıyor ki sokağa çıkma yasağı olan illerdeki drama karşı kalbimiz nasırlı, gözlerimiz kuru, gündemin acil başlıklarına ilgisiziz, oturduğumuz yerde eşelenip, deşelenip teori kuruyoruz.
Yanlış değerlendiriliyor, taraflı yaklaşılıyor, düşüncelerin içeriğini görmemek konusunda neredeyse bilinçli bir tercih söz konusu.
Neyin çözümü ve ne için barış ?
Bu soru sıklıkla gözden kaçırılıyor. Kimi kez Kürt hareketi, özellikle de, insani gerekçelerle ve acilen bir şeyler yapılmalı kaygısıyla çözüm ve barışa angaje olanlar tarafından.
Oysa soru önemli. Daha da ötesi, Kürt sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin genel bir perspektifin içinde ele alınması gerekiyor ve bu tür bir perspektif olmadığında da ilişkili olduğu her şeyi bir anda anlamsızlaştırma potansiyeli taşıyor.
Açık ki, bir an önce ateşkes ilan edilsin, silahlar sussun talebi, çözüm masası kurulsun diye gündeme getiriliyor. Tekrarlayalım: Çözüm masasında ne görüşülecek, neyin pazarlığı yapılacak ? Şimdiye kadar ne için, ne amaçla kullanıldı. Hiç bir şey değişmedi, ortalık hala kan gölü ama, daha bu basit sorulara yanıt verme tenezzülünde bulunulmuş değil.
Bu soruların sorulması, silahların susmasının istenmediği anlamına gelmez. Bağırıyoruz, silahlar sussun, sokağa çıkma yasağı kaldırılsın.
Ancak yaşanılan olayların ulaştığı karmaşa düzeyi, savaşan tarafların konumlanışları, Kürt sorununun uluslararasılaşma boyutu gibi değişkenler nedeniyle, artık silahların kesintisiz susmasının hiç olanaklı olmayacağı neredeyse kesin. Sustuğunda ise, bu fasıla, yalnızca yeniden kullanılmasına zemin hazırlayacak, yalnızca tarafların yeni bir savaş için toparlanmalarına fırsat tanıyacak ya da en iyi ihtimalle yalnızca emperyalistlerin Türkiyeye gelecek biçecekleri hazırlık döneminin başlangıcını oluşturacak bir nefeslenme arasının verilmiş olduğu anlamına gelecek.
Tekrar edelim: Masada ne çözülecek ? Bu soru, maalesef, savaşı, ölümleri, yerlerini yurtlarını boşaltmak zorunda kalmış on binlerce insanın acısını, nesnel olarak tamamen önemsizleştiren hayati bir öneme sahip.
Bunun nedeni çözüm masasında, barış sürecinde, sorunun esas nedeninin hiçbir zaman ele alınmamış, bundan sonra da alınmayacak olmasıdır. Masada da, süreçte de ne kapitalizmin, ne de emperyalizmin adı geçiyor. Tersine o masada emperyalizmden çare bekleniyor.
Sorunun sınıfsal özüne ilişilmediği sürece barış demek, apaçık biçimde, halkların zararına olacak bir çözüm seçeneğine destek vermek anlamına geliyor. Milyon kez de yinelense, bu yolda on binlerce insan da ölecek olsa tamamen anlamsızdır. Yalnızca sorunu emperyalistlerin kucağına atmaya, oradan çare bekleyen bir yanılsamanın çoğalmasına yarar. ABDde, sonra Rusyada neyin zemini aranıyor ?
Kürt hareketi açısından çözüm, özerklik
Burası net. Peki insani gerekçelerle barış talebinde bulunanların, çatışmalar durdurulsun diye sokağa çıkalım diyenlerin istediği bu mu ?
Özerklik denilen projenin ne anlama geldiğini, neye mal olacağını hep yazıyorum. Emperyalist bir proje. 1990lardan beri emperyalistler tarafından sermaye akışkanlığını kolaylaştırmak maksadıyla, daha küçük ölçekli yönetim birimleri üzerinde güçlü biçimde tahakküm kurmak üzere planlanıyor.
Özerklik deneyimleri, Avrupa coğrafyasında bile ekonomik planlamada, koordinasyonda önemli sorunlar yaratıyor. Bu tür sorunlar etnik zeminli gerilimleri daha da büyütüyor.
Türkiyede kimlik siyaseti ve özerklik politikası var olan bütün etnik duyarlılıkları kaşıyor. Türk tarafı bölünme geninin kibriyle, Kürt tarafı kabul etmezseniz ayrılığız restiyle, birbirlerinden uzaklaşıyorlar.
Silahlar sussun. Kesin. Ancak silahlar sustuktan sonra (nasıl olacaksa) emperyalistlerin kurduğu masada, Türkiye kapitalist rejimini veri alan pazarlıklar yapılacaksa, bilinsin ki silahlar daha çok acı kusacak. Türkiye daha acıların gerçeğini yaşamadı. Merak eden Yugoslavyaya bakabilir.
Kürt hareketi bunu hep yapıyor
Bizim Kürt hareketinin barış sürecinin desteklenmesi yönündeki çağrılarına ses vermiyor oluşumuz, gündemimizde bu sorunun bulunmadığı anlamına gelmiyor. Böyle düşünülmesi çok tipik Aristo mantığıdır, metafizik bakıştır: Ya o, ya bu.
Hayır ikisi de değil ve başka bir yol, seçenek, tercih mevcut. Bu yolu genel olarak bütün sosyalizm deneyimleri ve Marksizmin teorik birikimi aydınlatıyor.
Ancak Kürt hareketi hep yaptığını bugün de yapıyor: Haklılığının kanıtı olarak gücünü gösteriyor. Oysa böyle değil. Doğruluk ve haklılığın göstergesi güç olsaydı
Ayrıca Kürt hareketi, Kürt halkının çektiği acılar üzerinden solu kendisine mecbur kılmaya yönelik bir tutumu da özellikle işliyor. Acıları dikkate alırız, ancak tutum belirlemek konusunda belirleyici kabul edemeyiz, duygusal davranamayız. Aksi, sosyoekonomik formasyonun belirleyiciliğini, iktisat/siyaset nesnelliğini, tarih-toplum gerçekliğini görmezden gelen, bilim dışı bir idealizm olur. Böyle bir idealist zeminde, canını feda edecek devrimcilikler çıkabilir, ama toplumsal sorunları çözecek devrimci teori ve pratik üretilemez.
O nedenle
Türkiyede sosyalist sol kendi bağımsız örgütsel hattını koruyarak, bilimsel diyalektik-materyalist aklıyla kendisini kurmak ve gündeme öyle müdahale etmek zorunda. MHP ve CHPnin yaşananlara dair herhangi bir fikri olmadığı, AKP ile Kürt hareketi ise zaten kendi çizgilerinde savaşmakta oldukları için, Türkiye sosyalist sola mecbur. Çaresizlikle başka kanallara bağlanmak yalnızca sorunu çözümsüzleştirmeye, emperyalistlere havale etmeye yarıyor.
Kürt hareketi açısından çözüm, özerklik
Burası net. Peki insani gerekçelerle barış talebinde bulunanların, çatışmalar durdurulsun diye sokağa çıkalım diyenlerin istediği bu mu ?
Özerklik denilen projenin ne anlama geldiğini, neye mal olacağını hep yazıyorum. Emperyalist bir proje. 1990lardan beri emperyalistler tarafından sermaye akışkanlığını kolaylaştırmak maksadıyla, daha küçük ölçekli yönetim birimleri üzerinde güçlü biçimde tahakküm kurmak üzere planlanıyor.
Özerklik deneyimleri, Avrupa coğrafyasında bile ekonomik planlamada, koordinasyonda önemli sorunlar yaratıyor. Bu tür sorunlar etnik zeminli gerilimleri daha da büyütüyor.
Türkiyede kimlik siyaseti ve özerklik politikası var olan bütün etnik duyarlılıkları kaşıyor. Türk tarafı bölünme geninin kibriyle, Kürt tarafı kabul etmezseniz ayrılığız restiyle, birbirlerinden uzaklaşıyorlar.
Silahlar sussun. Kesin. Ancak silahlar sustuktan sonra (nasıl olacaksa) emperyalistlerin kurduğu masada, Türkiye kapitalist rejimini veri alan pazarlıklar yapılacaksa, bilinsin ki silahlar daha çok acı kusacak. Türkiye daha acıların gerçeğini yaşamadı. Merak eden Yugoslavyaya bakabilir.
Kürt hareketi bunu hep yapıyor
Bizim Kürt hareketinin barış sürecinin desteklenmesi yönündeki çağrılarına ses vermiyor oluşumuz, gündemimizde bu sorunun bulunmadığı anlamına gelmiyor. Böyle düşünülmesi çok tipik Aristo mantığıdır, metafizik bakıştır: Ya o, ya bu.
Hayır ikisi de değil ve başka bir yol, seçenek, tercih mevcut. Bu yolu genel olarak bütün sosyalizm deneyimleri ve Marksizmin teorik birikimi aydınlatıyor.
Ancak Kürt hareketi hep yaptığını bugün de yapıyor: Haklılığının kanıtı olarak gücünü gösteriyor. Oysa böyle değil. Doğruluk ve haklılığın göstergesi güç olsaydı
Ayrıca Kürt hareketi, Kürt halkının çektiği acılar üzerinden solu kendisine mecbur kılmaya yönelik bir tutumu da özellikle işliyor. Acıları dikkate alırız, ancak tutum belirlemek konusunda belirleyici kabul edemeyiz, duygusal davranamayız. Aksi, sosyoekonomik formasyonun belirleyiciliğini, iktisat/siyaset nesnelliğini, tarih-toplum gerçekliğini görmezden gelen, bilim dışı bir idealizm olur. Böyle bir idealist zeminde, canını feda edecek devrimcilikler çıkabilir, ama toplumsal sorunları çözecek devrimci teori ve pratik üretilemez.
Sol siyasetin ulusalcı hareketin siyasetinden ayrışması gereken yanı bence burada yatıyor.
Çözümün yol haritası: Sınıfta taraflaşmak
Ramazan Avesta
Bir alışkanlık haline geldi artık; Kürdistan'da katliam olurken Batı'yı sokağa çağırmak...
Ve Kürdistan'da sınıf mücadelesine dair tek bir kurgusu, tek bir çabası olmayanların sol adına içi boş ajitasyonlarla, demagojilerle iş yapmaya çalışması, vicdan rahatlatması ha bire oraya buraya çamur atması geleneği...
Ne oluyor misal?
Türkiye'nin Batısı yılbaşına mı hazırlanıyor?
Kürdistanın "Batısı" ne yapıyor peki? AVM'ler ne durumda bu günlerde bölgede?
Bir AVM emekçisi Diyarbakır'dan; "İflahım kesildi, 4 gündür full çalışıyorum, çok yoğun..."
Peki seyahat acenteleri ne yapıyor?
Zor değil, yılbaşı öncesi sonrası uçak biletlerine bakın, acenteleri arayın göreceksiniz...
Türkiye'nin batısında da durum böyle değil mi? Ankara'dan bir AVM emekçisi; "Burada tıklım tıklım, çok kötü, sanki hiçbir şey yokmuş gibi yaşıyor insanlar..." Kahroluyor, utanıyor etnik kökeninden bu yüzden.
Eğer acının ve sömürünün tarifinin yönü pusulada olmuşsa, Doğu Türkiye'nin de, Kürdistanın da doğusunda emekçiler sömürülmeye, Kürdistanın doğusunda fazlasıyla ölmeye devam ediyorlar.
Ama "Batılı emekçiler de görmüyor Kürdistan'ı."
Evet görmüyor...
Eğer sınıf bilinci ve halkların dayanışması "Doğululuk", sınıf işbirlikçiliği, lumpenlik, küçük burjuva özentiliği "Batılılık" ise görmüyor Kürdistan'ı her iki Batılılar da...
Ankara'daki mevsimlik tarım emekçisini linç eden asgari ücretli lümpen de, Diyarbakır'da Türkçe dahi bilmeyen, katliamı görmeyip 15 yaşındaki çocuğun ölümünü aklamaya çalışan lümpen de görmüyor dibindeki katliamı...
81 ilde düzenlenen en kitlesel eylem Tahir Elçi için düzenlenen cenaze töreniydi, sonrası yok. Bir buçuk milyon nüfuslu Kürt şehirlerinde kaç kişi sokaklara iniyor?
500 bin? 100 bin? Hiçbiri değil, Şerdil ile Şiar'ın cenazesi en son 5000 kişi...
Ne oldu, bu halk sindi mi yüz yıllardan sonra peki?
Ya da Batı'da "üç beş ağaç için" sokağa inenler gerçekten vicdanını mı kaybetti?
Kim bunun sorumlusu?
Kitleleri örgütleyemeyen "sol" mu?
Beceriksiz ana muhalefet mi ?
Masa için çağrı yapıp "Batı"dan gözetçi isteyen HDP mi?
Peki kahrolan Ankaralı AVM işçisi devrimci mi?
"Neden Kürt hareketi bu halka sahip çıkmıyor böyle" diyen izmirli atanamayan öğretmen mi?
Ankara katliamı için duruşmaya katılmayan Somalı maden cinayetinde hayatını kaybedenlerin yakınları?
Onlar nereli ?
Bu kavga doğuyla batının kavgası evet ve biz yüzyıllardır bölünmüşüz zaten...
Biz çok ölüyoruz, "batı"lılar çok öldürüyor.
Biz doğulular Soma'da öldük, Roboski'de öldük, Elbistan'da öldük. Şimdi de Sur'da, Cizre'de, Nusaybin'de, Silopi'de...
O yüzden ayrılalım!
Emekçiler, sömürülenler, katledilenler bu tarafa; diğerleri öteye.