Ben, Kaçak'ın iki tane takıldığım noktasına değineceğim. Birincisi SF'de yazmaya başladığından beri kendisine karşı verilen tepkilere karşı ''madem öyle bende yazmam yada önemsiz konulara değinirim, gitmek istemiştim zaten'' vesaire gibisinden laflarına takıldım. Hani Kaçak'ı tanımayan biri 'ah vah bu adama haksızlık yapılıyor, tamamen iyi niyetli yazıyor ama tahammül edemiyorlar adam da gidecek bunlar yüzünden' gibi düşünür. Halbuki Kaçak kimdir aslında? Yüzüne tükürsen yarabbi şükür diyen bir adam. Girdiği bütün forumlardan banlanan ama inatla defalarca dönüp yazan ve yine banlanan kendisi değil sanki. Bu forumda aldığı nerdeyse 10 tane mahlas vardır. Bilmem kaç kere cezalandırılmış, uzaklaştırılmıştır. Ama Kaçak tüm bunlara rağmen öz eleştirisini verip, kendini hiç sorgulamadan her forumda inatla geri dönüp, insanları çileden çıkartana, bıktırıp tahammül seviyelerini zorlayana kadar inatla aynı tarzı işletmiş, işletiyor. Bu tavrı yapan kendi değilmiş gibi birde yukarıda bahsettiğim yazıları yazıp, bir rol içine giriyor. Tabii Borga ve Che'nin bu ciddiyetsiz şahsı ciddiye alıp, korumaları da bu tavrını besliyor. Ama yine de sürekli tüm bu ha şimdi bırakıyorum sadece espri yapacağım vesaire yazılarına rağmen sürekli siyasi konularda dönüp dolaşıp yazması ciddiyetten uzak iki yüzlü kişiliğini en dolaysız bir şekilde ortaya koyuyor.
İkinci değineceğim nokta bir siyasi tartışmada hele de sosyalistlerin yani halktan, halkın değerlerinden yana kimselerin yaptığı tartışmalarda inanılmayacak derecede laubali, elit-aristokratik havalarda kullandığı ucuz mizahi dil. 'Şarap yolluyorum' gibi laflar nedir ya? Böyle bir dil olabilir mi? Birde demiş 'Melnur şarabıma karşılık vermedi, herhalde tadını beğenmedi vs'. Gerçekten bir ibret timsali Kaçak. Birde bu lafları edenin o sıralarda hemen başka başlıklarda oynadığı 'hümanist' rolü de unutmamak gerek(devletçi-AKP'ci maskesini saklamaya çalışan bir rolden başka bir şey değil de zaten). SF'de biri bu noktayı vurgulayıp demiş yaşananlara üzülen biri aynı süreçte böyle ciddiyetsiz bir tartışma yürütür mü? İkiyüzlülüğünü çok iyi gözler önüne sermiş.
Sn.Kaçak SF'de bir konu açmış; ''Madde var mı?'' diye sormuş ve kendince de açıklamalarda bulunmuş. İlk kez Sn.Kaçak'ın bu türde bir yorumunu okudum, yıllarca SOLpaylaşım ve Yazıyazforum'da yazmış ve bu konulara hiç girmemişti.
Yazı bu:
Maddeye dâir bilgilerimiz bize artık bambaşka bir maddî alem bilgisi veriyor.
Göz, ışığı, retinasındaki hücreler aracılığıyla elektrik sinyaline çevirmekle görevli bir organdır. Elektrik sinyali, *beynimizdeki görme merkezine ulaşır. Sonra bu elektrik sinyali, eşyanın görüntüsünü oluşturur. Sonuç olarak, görüntünün oluştuğu yer beyninizdir. Ve siz, beyninizin içindeki görüntüyü görürsünüz; evinizin dışındaki nesneleri değil!
Kafatası ışığı içeri geçirmez. Yani beynin bulunduğu yer kapkaranlıktır. Dolayısıyla beyin, ışığın kendisiyle asla muhatap olmaz. Ancak biz, bu zifiri karanlıkta, 'mucizevî bir şekilde' dünya'yı seyrederiz. her şey bu zifiri karanlık olan yerde oluşur.
Bizim dünya hakkında algıladığımız tüm hisler, görüntüler, tatlar ve kokular, aslında elektrik sinyallerinden meydana gelmektedirler. Elektrik sinyallerini bizim için anlamlı hale getiren, bu sinyalleri koku, tat, görüntü, ses veya dokunma olarak yorumlayan ise beyindir.
Gerçekte, beynimizin dışında, bizim tanıdığımız anlamda ışık da yoktur. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız ışık, yine beynimizde oluşur. Dış dünyada, yani beynimizin dışında ışık olarak tanımladığımız şey, elektromanyetik dalgalar ve fotonlardır (Fotonlar, tanecik şeklindeki enerjidir). Bu elektromanyetik dalgalar veya fotonlar, retinayı uyardığında, bizim bildiğimiz ışık oluşur.
Sonuç olarak ışık, gözümüze gelen bazı elektromanyetik dalgaların veya parçacıkların bizde oluşturduğu etki ile meydana gelmektedir. Yani dışarıda, beynimizdeki görüntüyü oluşturacak bir ışık da yoktur. Sadece bir enerji vardır.
Renkler de Bütün Sesleri Tüm Kokular Beynin İçinde Meydana Gelir.Tüm Lezzetler Beyinde Oluşur.Dokunma Duyusu da Beyinde Oluşur.Uzaklık Hissi de Beyinde Oluşan Bir Algıdır.
*
Tüm bunlar bizi hep aynı gerçeğe götürmektedir. Biz hayatımız boyunca, Dünya'yı bizim dışımızda zannederiz. Oysa Dünya her şeyi ile bizim içimizdedir. Biz, dışımızda sandığımız Dünya'yı aslında içimizde, beynimizdeki küçücük bir noktada görürüz.
Özetleyerek aktarıyorum. Daha sonra devam edeceğim...
''Özetleyerek'' aktarmış ve daha sonra da devam etmiş!
http://www.sosyalistforum.net/showthread.php?t=79233
Buraya alışımın nedeni tam da bugün açtığım konuya denk gelmesi:
http://www.solpaylasim.com/k6219-80-oncesi-solculugumuz.html
Demek ki, 80 öncesi sol saflarda bulunmak(!) sosyalist ideolojinin anlaşılır olmasına yetmediği gibi, diyalektik materyalist felsefenin de anlaşılmasına yol açmıyormuş. En azından bir kısmı için bunu söylemek mümkün. Tamamen Berkeley saçmalığından başka bir şey de değil.
( Maddenin ne olduğuna ilişkin küçük bir çalışma Solpaylaşım'da mevcut. Yıllar önce yazıyazforum döneminde aylık e-dergimiz için yazılmıştı. http://www.solpaylasim.com/k39-madde-ve-sonsuzluk-.html )
Bence Kaçak'ın bu yazısına tek verilecek yanıtı yıllar önce Komünist Şair Nazım Hikmet vermiş Sn Melnur.
Bence anımsamakta ve anımsatmakta yarar var.
BERKLEY
Behey
Berkley!
Behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
Felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir.
Behey
Berkley,
Behey Allahın
Cebrail şeklindeki Ezraili,
Behey on sekizinci asrın en filozof katili!
Hâlâ geziyor İskoçya köylerinde
adımlarının sesi.
Hâlâ uluyor adımlarının sesine
tüyleri kanlı bir köpek.
Hâlâ
her gece titreyerek
görüyor gölgeni İskoçya köylüleri
evlerinin
camlarında!
Hâlâ
kanlı beş parmağının izi var
o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!
Behey
Berkley!
Behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
Kıralın şövalyesi,
sermayenin altın sesi,
ve Allahın peskoposu!
Felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
Hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir!
Her kelimen
kelepçelerken
bileklerimizi,
kıvrılan
bir yılan
gibi satırların
sokmak istiyor yüreklerimizi.
Beli hançerli bir İsaya benziyor resmin.
Sivriliyor kitaplarından ismin
sivri yosunlu ucundan
kızıl kan
damlıyan
yeşil bir diş gibi.
Her kitabın
diz çökmüş önünde Rabbın
kara kuşaklı bir keşiş gibi..
Sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
inandıracaktın?
Biz İsanın vuslatını bekleyen
bir rahibe değiliz ki!
Behey
Berkley!
Behey tilkilerin şahı tilki!
Çalarken satırların zafer düdüğü,
küçük bir taş parçasının en küçüğü
imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
hemen anlaşmak için
bir kapı açıyorsun,
binip Allahının sırtına
soldan geri kaçıyorsun!
Kaçma dur!
Her yol Romaya gider,
bu belki doğrudur
fakat
fikri evvel gören her felsefenin
safsata iklimidir yelken açtığı yer!
Bu bir hakikat
hem de mutlak cinsinden !
İşte sen
işte senin felsefen:
Sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
parlak
yuvarlak
elmaya:
«Fikirlerin bir
terkibidir,»
diyorsun!
Dışımızda bize bağlanmadan
var olan
varlığı
inkâr ediyorsun!
Şu mavi deniz
şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
Mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
mademki kendi fikrindir umman,
ne zaman var,
ne mekân!
Ne senin haricinde bir vücut
ne senden evvel kimse mevcut,
ne senden sonra kâinat baki
bir sen
bir de Allah hakikî.
Lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
Senin dışında değil miydi
kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
Yoksa kendi altında sen
kendinle mi yattın?
Diyelim ki senden evvel baban yok
İsa gibi.
Yine fakat bacakları arasından çıktığın
Meryem gibi bir anan da mı yok!
Diyelim ki yapyalnızsın
Turu Sinada Musa gibi,
ne yazık! Tevratını okuyan da mı yok!
Çok yalan söylemişsin çok.
Sen emin ol ki Berkley
olmasan da zarar yok
bu şi're benzer yazıda hissene düşen şey:
biraz alay
biraz şaka
ve birkaç tokat
eldivensiz cinsinden
Neyleyim?
Neş'e kavganın musikisidir.
Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
neş'enin çelik ahengini duymayan adam;
neş'e ... iyi şeydir vesselam,
baş döndürmezse eğer
ve işte bizimkiler
güldüler mi,
ağız dolusu gülüyorlar.
Kabahat onların kuvvetinde:
yoksa ne sende
ne de bende!
Dinle Berkley!
dinlemesen de olur
Biz dinleyelim:
Beynimiz bal yoğuran
bir kovan.
Ona balı dolduran
arıdır hayat.
Aldığımız hislerin
sonsuz derin
pınarıdır kâinat!
Kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
Biz onun parçaları,
biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
Biz o bacaksızların
anasını inkâr etmeyen cinsi
Çünkü biz
emredenlere emir verenlerden değiliz!
Bağlıyız toprağa
kalın halatlar gibi kollarımızla!
Çelik dişleri şimşekli çarklılar
koparırken kara toprağın esrarını,
biz
seyretmedeyiz
cihan içinden cihanların
doğuşunu;
kehkeşanların
gümüş aydınlığında!
Görmüşüz,
görmedeyiz
yılların yollarında toprak oluşunu
kızıl kadife dudaklı kızların!
Çiziyor hareketi gözlerimize
sonsuz maviliklerde
kuyrukluyıldızların
sırma saçlarından kalan izler.
Her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!..
Şu denizler,
şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
rüzgârların uğultusu.
Şu ipi kopmuş
inci bir gerdanlık gibi damlayan su,
şu bir damla su,
uzaklaştıkça, yaklaşılan
hakikati gizler..
Her yeni ummanla beraber
bir yeni imkân!
Kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
Behey!
Berkley!
Behey bir karış boyuna bakmadan
Karpatları inkâr eden cüce!
Ahrete gittiysen eğer
oradan bir taç gönder,
süslemek için Allahının kafasını!
Fakat buradan
topla hemen tarağını tasını,
Haraç mezat!
Haraç mezat!
götür pazara bir pula sat:
Topraktaki saltanatın
göğe çıkan tahtını!
Yok üstünde tabiatın
tabiattan gayri kuvvet!..
Tabiat geniş
tabiat derin
tabiat uçsuz bucaksız!..