Devrimci ahlak devrimci ideoloji ve politikaların sonucudur
Kemal Okuyan
Çalışkan, özverili, cesur, dürüst, kararlı, özü-sözü bir olmak
Bunlar bir devrimciye ait değerlerdir kuşkusuz. Ancak devrimciyi, daha özelinde devrimci ahlakı bunlarla tanımlamak mümkün değil.
İyi kavramı etrafında yeni bir tartışma başlatmak istemesem de, yukarıda sayılanlar aslında insanı, iyi insanı tarif ediyor.
Devrimci sıfatı ise, tarihsel bir yönelimi de içeriyor, politik insana işaret ediyor.
Daha önce bu konuya yeni bir siyaset kültürü bağlamında değinmiş, Türkiye solunun burjuva siyasetinin çürümüşlüğünün bir parçası haline geldiğini üzülerek ifade etmiştik.
Devam etmemiz gerekiyor. Çünkü her toplum ve toplululuk için geçerli olan ve illa olumsuz bir anlam yüklemememiz gereken mahalle baskısı şu anda sola hâlâ ters etki yapıyor. Bunun düzeltilmesi, deyim yerindeyse Türkiyenin devrimci birikimi üzerindeki ideolojik-psikolojik baskının yönünün değişmesi gerekiyor.
Sadeleştirelim.
Türkiye solu, kökleri daha eskilerde olan ancak 12 Eylül ikliminde varlığını iyice hissettiren, sonraki on yıllarda Kürt ulusal hareketinin müdahaleleriyle farklı bir boyut kazanan kendini inkar baskısına karşı bütünüyle dirençsiz kalmıştır.
12 Eylül zindanlarındaki zulmün bir boyutu buydu; insanlardan kendini, geçmişini, mücadelesini terk etmesi isteniyordu. Buna büyük ölçüde karşı kondu konmasına ama ardından gelen etkili ideolojik kuşatmaya kafa tutacak bir derinlik kalmamıştı ne yazık ki.
Yenilmesini boyundan büyük işlere kalkışmakla açıklaması istenen sol, bu dayatmayı kabullenerek yüklerini hızla boşaltmaya başladı.
Oysa büyük işler değildi solun sorunu, bunun için gerekli hazırlıkların yapılmaması ve zayıflıkların giderilmemesiydi asıl dert. Yani gerekiyorsa, boy uzatılmalıydı. Onun yerine büyük işten tamamen vazgeçildi.
Ağır sonuçları oldu bu kabullenişin.
Her şeyden önce sol Türkiyede düzenin üç ideolojik akımı karşısındaki dik duruşunu terk etti. Milliyetçilik, İslamcılık ve 12 Eylül sonrasında uluslarası ortamın da yardımıyla ciddi atak yapan liberalizm solun karşıt olarak gördüğü bir blok olmaktan çıktı ve Türkiyede siyaseten var olmak için biri değilse ötekinin içinden geçilmesi gereken kanallar olarak görülmeye başlandı.
Bu dönüşümü kolaylaştıran, Türkiye solunun stratejik açmazlarıydı. Eski bir slogan olarak bağımsızlık, demokrasi, sosyalizmi organik bir bütün olarak gören sosyalist devrimci geleneğin tersine önce bağımsızlık-önce demokrasi, sonra sosyalizm diyen MDD ve türevleri, zaman içinde bağımsızlıkçılar ile demokrasiciler şeklinde ikiye bölündü ve birileri milliyetçiliğe, diğerleri liberalizme yapıştı. İslamcılık ise her iki kanadın jokeriydi.
Kürt hareketi doğal olarak demokrasi kanadını kendisine bağladı ve farklı gerekçelerle de olsa, 12 Eylülün solun kendini inkar dayatmasını sürdürdü.
Sonuç sosyalizmsiz bir solculuktu. Boyundan büyük işlere kalkışmamaya karar verenler bu kez ve ne yazık ki büyük işlerin cüce aktörleri olmayı benimsiyorlardı. Kendilerine ait olmayan, olmaması gereken bir dünyada değnekçilik, artçılık, yancılık, çığırtkanlık, bezirganlık
Artık ne varsa
Doğal olarak ortada ne değerler kalıyor, ne ahlak.
Eğer milliyetçilik, İslamcılık ve liberalizm siyasetin kaçamayacağı yollarsa, Türkiye solcusu, gözüne kestirdiği kanalda kendisine yer açmak için dost aramak zorundaydı. Ne ki o dünyada dostluk yoktur; yaranacaksınız ve sizi kabul etmelerini bekleyeceksiniz.
Mustafa Koçun ardından gelen taziye ve güzellemelerin kaynağında sosyalizme, devrime ve işçi sınıfına dönük inanç yitimi kadar o dünya ile hemhal olma arzusu da yatıyor.
Emperyalist de olsa bir süper gücün üst düzey temsilcisi Bidenin diktatöre yarım ağızla laf sokması biz bir aileyiz havası yaratıyor.
Namlı faşistlerle, devletin has kadrolarıyla, diktatörün bizzat kendisiyle aynı cephede yer almaya anlayış gösterenlerin derdi de aynı: Gerçek siyasetin bir parçası olmak.
Parlamentoya girmek, düzen aktörleriyle enseye tokat samimiyet geliştirmek, bakanların muhatabı olmak kişilikli bir stratejinin değil, reel politiker bir tutumun da değil, düpedüz o başka dünyaya kabul edilme kaygısının ürünü olarak fetişleştirildi.
1900lerin başında çoğu işçi hareketi kökenli Alman sosyal demokratlarını düzen kendisine tam da böyle bağlamıştı. Bir bölümü cezaevinden, önemli bölümü çetin sınıf çatışmalarından geliyordu. Hep horlanmış, sürekli dışlanmışlardı. Sonra iyi kabul görmeye başladılar. Daha doğrusu, iyi kabul görmenin kapıları açılmıştı, o kapılardan canım ne sakıncası var diye geçiverdiler. Bakanlarla, seçkin bürokratlarla, zamanla hep barikatın karşı tarafında hissettikleri büyük patronlarla aynı ziyafet sofralarına kuruldular, sohbet ettiler, resimden-heykelden konuştular, şakalaştılar. Aile ziyaretleri başladı karşılıklı; birbirimizi ne kadar yanlış tanımışızdı ana fikir!
Siz farklısınız ama
diye başlayan ricalar sonrasında yol arkadaşlarının arkasından iş çevirmeye başladılar, itibar kazandılar.
Ve karşılığını fazlasıyla ödediler. Tarihe hain olarak geçtiler.
Bazısı fark etti ama kaçamadı bu sonuçtan. Kıpırdayamadılar.
Mahalle baskısı şart!
Emperyalistlerle görüşmeyeceksin. Bir zorunluluk ortaya çıktığında bu görüşmeden dolayı onu pişman edeceksin, asla emperyalistlerden özgürlük, demokrasi beklemeyecek, birilerini onlara şikayet etmeyeceksin. Devrimci ahlakın gereğidir ve bir politik tutumun sonucudur.
Patron sınıfını iyi, yerli, milli, demokrat, özgürlükçü diye tasnif etmeyeceksin. Onlara yaltaklanmayacaksın, ancak sınıfını inkar eden, dönek burjuvalarla birlikte yürüyeceksin. Devrimci ahlakın aynı zamanda zengin sınıflara dönük tarihsel bir kinle şekillendiğini bileceksin.
Laisizme dokundurmayacak, söz söyletmeyeceksin. Laik duyarlılıkları hâlâ bir küfür gibi kullanma hakkını kimseye tanımayacaksın. Solculuğun, devrimciliğin siyasi ve etik zorunluluklarındandır.
Bunları bir kenara koy, kendin parçası olmuyorsan da, sessizce geçiştir, dert etme, sonra devrimci ahlaktan dem vur!
Yok öyle solculuk.
Devrimci ahlak devrimci ideoloji ve politikaların sonucudur
Kemal Okuyan
Bu başlığı gördüğümde çok merak ederek okumaya başladım ama yazının bütünü başlığından çok uzaklarda kalmış gerçi yazıda bu tür düşüncelere ince bir eleştiride görünmekte ama benim beklentilerimi vermemiş.
Hep merak etmişimdir bu devrimci ahlak nedir diye .Hatta ahlak nedir .
Marx da felsefe eleştirilerini okurken bir yazı okudum bu her zaman devrimci tarihimizde de söylendi Şöyle diyor En alt sınıflarda ve en üst sınıflarda ahlak olmaz diyor Marx. Ahlak orta sınıfların işidir diyor
Benim anladığıma göre ahlak orta çağdan kalma geleneklerin devamı olsa gerek.
En alt sınıflar emek gücünü satar yani vücudunu enerjisini satarak geçimini sağlar En üst sınıflarsa her şeyi satar bu durumda onlar için ahlak olacak kadar değerli bir şeyin olmadığı anlaşılıyor.
Peki devrimciler hangi sınıfa giriyor da bir ahlaktan söz edilsin.
Ahlak insanlık için önem taşıyan bir görüntüdür arkadaşlığın devamında sadakatte vefada aranır ama her şeyin ona ihtiyacı olmayacağı şeklinde düzenlense acaba ahlak a ihtiyaç duyulur mu.
Örnek bir arkadaşından borç aldın gününde vermen gerekir acaba bu borcu sadece söze bırakmadan belgeli şekilde alsan niçin verilen söze ihtiyaç duyulacak.
Başka bir örnek aldatma her kes herkesi aldatabileceği bir sistemde aldatılmak ahlaksızlık olacak mı.
Bizler bazı soyut kavramları çok abartırız ahlakta soyut bir kavramdır kişiye zamana yere adetlere göre değişgendir.
Laiklik bir kesimin elinde olduğunda onu koruma ihtiyacı duyulur ama devletin elinde olduğunda korunmaya gerek duymaz.
Devrimci ahlak ne demek bilmiyorum her halde birilerine verdiğin sözü yerine getirmek olsa gerek .Ama devrimcilik en alt sınıfların işi yani birilerine söz vermesi gerekmiyor devrim yapması onun menfaati gereği olacak .
Ama devrimcilik orta sınıfa kalırsa bir ahlaka ihtiyacı olacaktır çünkü kendi ihtiyacından çok verdiği söz önemlidir.
Demek ki devrimcilik bu ülkede hep orta sınıfın işi olmuş ve onun için ahlakı yaratılmış yoka en alt sınıfın işi olsa idi niçin ahlaka ihtiyaç duyacaklardı.
Not yazıya kıyas olsun diye yazmadım sadece başlıktan hareket ettim.
Devrimci ahlak, komünist ahlak komünizm için mücadele etmektir. Ahlak en basit tanımıyla doğruyu yanlıştan ayırma ise komünist ahlaktan anlaşılması gereken de en kaba haliyle bu olmalıdır.