Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 25
04.02.2016- 18:23

Ayrılmak isteyen hareketin önderliği, kürt halkı ayrılmak istemiyor. Bu konuda pek çok anket yapılmıştı. Güneydoğuda HDP'ye oy veren kürt halkı ayrılmak isteseydi, PKK'nin ayaklanma çağrısına destek verirdi.

Alisan  |  Cvp:
Cevap: 26
04.02.2016- 18:41

Alıntı Çizelgesi: denizcan yazmış

Ayrılmak isteyen hareketin önderliği, kürt halkı ayrılmak istemiyor. Bu konuda pek çok anket yapılmıştı. Güneydoğuda HDP'ye oy veren kürt halkı ayrılmak isteseydi, PKK'nin ayaklanma çağrısına destek verirdi.

Ben senin görüsünü soruyorum. Özerkligede, ayri devletede karsisim diyorsun ve ben senin bir "sosyalist" olarak karsi olma nedenlerini soruyorum, halkinkini degil.
Anketler Kürt halkinin ayrilma yönünde bir sonuc gösterseydi ayrilmayi desteklermiydin, bumu "sosyalist" bakis acisi?

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 27
05.02.2016- 13:38

Özerklik röportaj dizisi -5 / Şerafettin Halis: Üçüncü bir güç varlık göstermeli

soL’un “özerklik” röportaj dizisinin bugünkü konuğu eski BDP milletvekili Şerafettin Halis.

Resim Ekleme

Selin Asker

Özerklik tartışmalarında bugün görüşlerine yer verdiğimiz isim eski BDP milletvekili Şerafettin Halis. Halis’le özerklik gündeminin başkanlık ve Ortadoğu’daki gelişmelerle ilintisi, AKP’nin bölgede yürüttüğü savaşta tarafların tutumu ve çokça dile getirilen “çözüm” meselesi başlıklarını konuştuk.

“Küresel sermaye/sömürü güçleri için en verimli alanlar dünyanın ve bölgelerin en geri kalmış, kalkınma ve paraya en çok ihtiyaç duyan alanlarıdır. Türkiye’nin batısıyla kıyaslanan Kürdistan, sömürü güçlerinin iştahını kabartan koşullarla doludur” diyen Halis, şu vurguyu yapıyor:

“Öncelikle ve elzem olan sorundan kaynaklı ölümlerin bir an önce durdurulması, savaşan tarafların dışında üçüncü bir gücün varlık göstermesidir.”

Nasıl yorumluyorsunuz özerklik tartışmalarını? Öncelikle buradan başlayalım isterseniz...

Özerklik tartışmalarında kişilerin bulundukları yere göre değerlendirme yapmaları siyasi duruş açısından daha doğru olur diye düşünüyorum. Özerkliği kendilerine bir hak gören Kürtler içerik, kapsam ve niteliği tartışırken, bu hakkın verilmesini isteyen siyasi çevreler, bu isteme karşılık vermeyen/vermek istemeyen iktidar direncini tartışmalıdır.

Öncelik ve konum açısından durum böyle olmakla beraber, söz konusu çevrelerin özerkliğin içeriği ve kapsamı üzerine hiç tartışamayacakları anlamına gelmez. Kürtlerin 40 yıllık zorlu mücadelesi toplumsal varlık inkarını, toplumsal varlık kabulüne vardırdı. Ancak, toplumsal varlığın kabulü arkasından toplumsal hakların inkarını getirdi.

Bugün AKP-Erdoğan cephesinin Kürtlerin tüm haklarını verdiğini iddia ederek “Kürt sorunu yoktur/kalmamıştır” yaklaşımı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürtler kendi kimlikleriyle gurur duymalıdır” söylemine rağmen istenilen özerkliğe karşı oluşları, dünkü devlet aklıyla, bugünkü   devlet aklının Kürtlere bakışında   temel bir değişiklik olmadığını gösteriyor.  

Özerklik başlığında Kürt siyasetinden ve liberallerden çeşitli açıklamalar geliyor. Özerklik talebinin temel argümanlarını "yerelliklerin güçlendirilmesi", "demokratik bir tarz", "halkın karar süreçlerine dahil olması" ve "özgürlük" gibi kavramlar oluşturuyor. Günümüz bağlamında değerlendirildiğinde özerk bir yönetimin tüm bunları sağlama olasılığı nedir sizce?

Özerkliğin bir yönetim modeli olmasının demokrasiyi ne kadar kapsayacağı insan haklarına ne kadar cevap olacağı tartışılabilir. Salt “özerklik” kavramından yola çıkılarak yönetimin demokratik olup olmadığının sonucuna varmak olanaklı değildir. Özerkliğin ana karakteri beslendiği ana kaynaktan bağımsız düşünülemez. Ana kaynak merkezi yapının anayasası olacağına göre, özerkliği Türkiye ve Kürdistan somutunda değerlendirmek gerekir. Bu noktada “Kürt sorunu çözülürse Türkiye’ye demokrasi gelir” “Türkiye demokratikleşirse Kürt sorunu çözülür” değerlendirmeleri bir sarmal oluşturmak durumundadır. Senkronize bir gelişim esastır burada.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da "Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekinceleri kaldıracağız" açıklamasında bulunmuştu. Hatta AKP'nin de programında yer alıyor benzer bir öneri. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Milliyetçi Türk cephesini bir kenara koyuyorum. Türkiye topluluklarının ana gövdesini temsil eden AKP ve CHP’nin “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı programlarına ve dönem dönem gündemlerine almalarına rağmen, bu şartın öngördüğü ekonomik özerkliğin siyasal özerkliğe kapı aralayacağına inanmış olacaklar ki pratik yaşama geçirmeye dair bir adım atmadılar.

Bu bir yana, uluslararası sermaye kurumu ve kuruluşlarının merkezi idareyi aşarak, doğrudan yereller üzerine bir ilişki geliştirme atağından da ürkmüş olabilirler. Kabul etmek gerekir ki, küresel   sermaye/sömürü güçleri için en verimli alanlar dünyanın ve bölgelerin en geri kalmış, kalkınma ve paraya en çok ihtiyaç duyan alanlarıdır. Türkiye’nin batısıyla kıyaslanan Kürdistan, sömürü güçlerinin iştahını kabartan koşullarla doludur.

Yine özerklik tartışmasına eşlik eden bir diğer başlık ise başkanlık sistemi. Bu konuda HDP'den çeşitli model önerileri de geldi. Örneğin Hatip Dicle Amerikan modeli başkanlık sistemi, Dengir Mir Mehmet Fırat ise Meksika modeli önerdi. Bu iki tartışma arasında bir bağ kurmak mümkün mü?

Özerklik ve başkanlık bağlamında tartışmaları izliyorum. HDP her ne kadar 7 Haziran seçimlerinde “seni başkan yaptırmayacağız” şiarını eksen yaptıysa da, sonra art arda gelişen esnemelere tanık olundu. “Başkanlık sistemini tartışabiliriz” denilerek Meksika ve ABD başkanlık sisteminin model önerilerinde bulunuldu. Yani başkanlık sistemi Kürt siyasi iradesinin gündeminden tamamen silinmedi.

Başkanlık sistemi, ülke ve coğrafyaların tarihi, sosyal, siyasal kültürleri esas alınarak tartışılabilir. Her model/sistem arayışının hedefi gelişmiş demokrasi arayışıdır aslında. Ancak, ülke ve bölge gerçekliği üzerinden bakıldığında, Erdoğan/AKP’nin istediği başkanlığın tıkanmış parlamenter sistemin alternatifi olması değil, var haliyle bile sindirilemeyen “demokrasiye” bir alternatif olma arayışıdır. İster geleneksel/inançsal kültürün, ister Osmanlı öncesinden günümüze kadar gelen siyasi kültürün beslediği bir başkanlık sisteminin demokrasi damarının olmayacağı açıktır. Bütün güç ve yetkilerin tek noktada yoğunlaştırıldığı denetimsiz bir irade ülkenin sosyal ve siyasal ikliminde bir despotluğa yol açacaktır.

Dünya başkanlık sistemlerinden örnekler verilirken, gelinip “Türk tipi başkanlık”ta ısrar edilmektedir. İlle de bir Türk tipi başkanlıktan söz edilecekse,   bu somut ifadesini Hakanlık ve Sultanlıkta bulur. Özgür insan ve özgür toplumun olmadığı sultan ve kul ilişkileri üzerinden biatkar bir tebaa oluşur. Başkanlık sisteminde yönetimin ve toplumun öyle bir karakter bulması kesinliğe yakın bir olasılıkken, başkanlığa karşılık özerklik pazarlığı yapılır mı?

Sizce? Özerklik-başkanlık pazarlığı mı yürütülen?

Bunun için siyaset dünyasının, bir sıkıntı içinde olduğunu söylemek durumundayım. Kürt siyasi mücadelesinin önüne koyduğu temel istem ulusal haklardır. Tali kazanımların temel kazanımlara feda edildiğinin siyaset tarihinde bolca örnekleri vardır. Kürt siyasi iradesi bunu yapar mı? İnanmak istemiyorum. Var olan mevcut yapılanması içinde temel isteme (ulusal haklara) demokratik değerleri feda edecek emareler olsa da, ağırlıklı iradenin demokrasiden yana gelişeceğine inanıyorum. Salt başına ulusal hakların demokrasi ve özgürlükler için yeterli olmadığını, Ortadoğu zemininde mücadele veren Kürt siyasi iradesi herkesten çok iyi bilir.

Ortadoğu’da ulusal haklara sahip tüm Arap ülkelerinin özgürlüklerden ve demokratik haklardan ne kadar yoksun olduğunu bilmeyen yoktur. Böyle bir feda olursa ne olur? Böyle bir kaygının varlığı bile üzücü ve ürkütücüdür. Özerkliğin içeriğinin ve niteliğinin tartışılmasını elzem hale getirir. Biliyoruz ki, özerkliğin inşası tek taraflı deklarasyonla olanaklı değildir. Bu inşa iki güce dayanır. Doğa, sosyal yaşam ve siyaset dünyasında kuralları güçlü olanlar koyar.

Bir tarafta özerklik isteyen yerel, diğer tarafta merkezi yapı vardır. Yani özerklik bu iki taraf arasında müzakereler sonucu var olan uzlaşmayla merkezi anayasanın güvencesi altına alınan bir yönetim halidir. Dolayısıyla özerkliğin, içerik ve niteliğinin merkezi iradenin anayasasının verebildiği/verdiği sınırlar içinde olur. Özerk yönetim, merkezi yönetimin büyük oranda karakterini taşır.

Ondandır ki, demokrasi ve hak isteyenler daha güçlü olmak zorundadırlar. Özerk yönetimin demokratik olması demokrasi güçlerinin de devreye sokularak demokratik bir anayasanın yapılmasına ve bu anayasaya sadık merkezi bir yönetime bağlıdır. Kapitalizm içi çözüm, kapitalizm dışı çözüm tartışmaları mutlaka olacaktır. Buna rağmen bu aşamada talep sahipleri yalnız bırakılmamalıdır.

Bir de ülke sınırları konusu var. AKP bir yandan bölgede yürüttüğü savaşı ülkenin bütünlüğü, bölünmezliği gibi milliyetçi söylemlere dayandırıyor, diğer taraftan Irak içinde adeta bir iç ülke haline gelmiş olan Barzani yönetimi ile sıkı ilişkiler kuruyor. Diğer taraftan İmralı tutanaklarına yansıyan, "Türkiye dışındaki Kürt bölgelerinin ve burada yönetimi fiilen elinde tutan güçlerin Türkiye ilişkisi" konusunda çeşitli pazarlıklar mevcut. Ne kastedildiği çok tartışmalı olmakla birlikte Öcalan'ın, Kürtlerle işbirliğinin Türkiye’yi Ortadoğu'da güçlendireceğine yönelik söylemleri var. Siz böyle bir pazarlığa nasıl bakıyorsunuz? Bölgesel sınırların fiilen ortadan kalktığı (kaldırıldığı) ve her aktörün kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği bir Ortadoğu'nun hali ortadayken...

Dört devlet tarafından parçalanan Kürdistan’ın/Kürtler’in her bir parçası, içinde bulundukları devlet için birer tehlike potansiyelidir. Her devlet kendi Kürtlerini bölünmez bütünlüğü için bir tehlike sayar. Kürtler üzerinden siyaset yürütürlerken küresel güçlerden bağımsız kalamazlar. Küresel güçlerin çıkarlarıyla, bölge devletlerinin çıkar ve çelişkilerine göre ilişki ve çelişkiler gelişir. Bundandır ki, farklı bölgelerde olan Kürtler, hak ve özgürlük mücadelesi için hiçbir zaman ortak bir hedef ve stratejide buluşamadılar.

Ortadoğu’nun sosyal ve siyasal düzleminde bir Kürt merkezleşmesinden söz etmek olanaklı değildir. Devletleşme hedefiyle devlet olma olanakları yaratan Barzani hareketiyle, devletleşmeyi reddedip demokratik cumhuriyet esprisi içinde özerkliği hedefleyen PKK iki ayrı güç merkezi olarak durmaktadır. Bugün çok da varlık gösteremeyen İran Kürtleri dışında Suriye Kürtlerini kısmen PKK kapsamında değerlendirmek gerekebilir.

Küresel güçlerin müdahale ve yönlendirmeleri olmasa bile, iki ayrı güç odağının, iki ayrı hedef belirlemiş olması birleşmeleri önünde en büyük engeldir. Bu durum küresel güçlerden önce, Kürtler’in bulunduğu devletlerin işine yarar.   AKP’nin Barzani ile ilişkisi bu bağlamda değerlendirilebilinir. PKK’nin önüne özerkliği hedef koymakla birlikte, Türkiye dışındaki Kürtler’e yönelik ilişki arayışı ve müdahalesi, bu süreçte çok dillendirilmese de konfederalizm hedefli bir girişim olarak değerlendirilebilir.

Kürtler’in demokrasi hedefinin AB normlarında ve dolayısıyla kapitalizm içi bir çözüm olduğu biliniyor. Abdullah Öcalan’ın Kürdistan için; AB hukuku, üniter devlet (TC.) hukuku ve konfederal hukuku önermesini daha duygusal ve bağlayıcı bir ifadeyle, “mezarımda üç bayrak olabilir. Üniter (Türk bayrağı), Avrupa Birliği bayrağı ve konfederalizm bayrağı” değerlendirmesi çözüm ve demokrasi hedefini belirleyen temel mesaj olarak algılanmalıdır.

Son olarak söylemek istedikleriniz...

Aslında söylenecek çok şey var. Ancak öncelikle ve elzem olan sorundan kaynaklı ölümlerin bir an önce durdurulması, savaşan tarafların dışında üçüncü bir gücün varlık göstermesidir. Böyle bir potansiyel var. Ancak, doğru dinamize edilmeli.

Sol

denizcan  |  Cvp:
Cevap: 28
05.02.2016- 22:08

Alıntı Çizelgesi: Alisan yazmış

Alıntı Çizelgesi: denizcan yazmış

Ayrılmak isteyen hareketin önderliği, kürt halkı ayrılmak istemiyor. Bu konuda pek çok anket yapılmıştı. Güneydoğuda HDP'ye oy veren kürt halkı ayrılmak isteseydi, PKK'nin ayaklanma çağrısına destek verirdi.

Ben senin görüsünü soruyorum. Özerkligede, ayri devletede karsisim diyorsun ve ben senin bir "sosyalist" olarak karsi olma nedenlerini soruyorum, halkinkini degil.
Anketler Kürt halkinin ayrilma yönünde bir sonuc gösterseydi ayrilmayi desteklermiydin, bumu "sosyalist" bakis acisi?



Türkiye etnik kimliklere göre coğrafi bölgeye ayrılmamalı. Böyle bir ayrım yıllardır birlikte yaşayan iki halk arasında kopuş yaşanmasına yol açar. Kürt hareketinin amacı bu. Sol siyasetin bu ayrıma karşı çıkması gerektiğine inanıyorum.

umut  |  Cvp:
Cevap: 29
06.02.2016- 12:05

Özerklik röportaj dizisi -6 / Kemal Okuyan: Özerklik, topun taca atılmasıdır, geri bir modeldir

soL'un özerklik başlığında yaptığı röportaj dizisinin son konuğu Komünist Parti Merkez Komite üyesi Kemal Okuyan oldu.

Resim Ekleme

Ali Ufuk Arikan

Özerklik tartışması başlığında röportaj dizimizin son konuğu Kemal Okuyan oldu. Okuyan, "AKP Türkiyesi ya da AKP’ye teslim olan bir Türkiye’de, özerklik olacak ve buradan belli bir kesim ihya olacak. Bilimsel değil, samimi değil. Israrla söylüyorum, önce nasıl bir ülke istiyoruz sorusuna yanıt verilmeli" diyor. Türkiye solunun bir bölümünün aldığı "destek" konumunu değerlendiren Okuyan, "Sözünü ettiğiniz solun, bir süre sonra kendi “özerkliği”ni tartışmaya başlamasında yarar var" ifadelerini kullanıyor.

Sorunun çözümüne ilişkin solun nasıl bir tutum alması gerektiği konusunda ise Okuyan'ın görüşü şöyle: "Özerklik, topun taca atılmasıdır, geri bir modeldir. Sosyalizm, emekçi halkın iktidarının tabandan yukarıya doğru örgütlendiği, örgütsüz ve siyasal süreçlerin dışında kalan tek bir kişinin bile bırakılmadığı, devletin toplumun bütününü sararak bugünkü devletten tamamen farklı bir karakter kazandığı bir siyasal sistemi ulusal kimlikleri, dili, eğitimi özgürleştirerek ve etnik referanslardan arınarak, merkezi bir yapı ile rahatlıkla çözebilir."

Biliyorsunuz hafta boyuna özerklik başlığında çeşitli röportajlar gerçekleştirdik. Özerklik tartışmalarına ilişkin sizin düşünceleriniz nedir, buradan başlayalım isterseniz?

Önce soL’daki arkadaşları, bu diziyi hayata geçirenleri kutlamak isterim. Sorular iyi, sorulan kişiler isabetli. Tartışılacaksa böyle tartışılacak. Yoksa, “bölücülük bu” ile “sen Kürtlerin kendilerini yönetmesine karşı mısın” ekseninden bir şey çıkacağı yok. Özerklik dendiğinde akla elbette bir şey geliyor ancak başı sonu belli bir “model” yok ortada. Zaman zaman adı geçen başka ülkelerden örneklere dair de birkaç kişi dışında herkes afaki konuşuyor.

Ancak her şeyden önce, özerlik tartışmalarında son derece önemli bir sorun var bugün: Özerklik, öncelikli olarak bütüne ilişkin yani “özerk olunan”a ilişkin bir tarif gerektirir. Bütünle uyumsuz “özerk” olmaz. Önce Türkiye projesi olacak, onun bir uzantısı, onunla paralel, onunla tutarlı bir özerklik modeli geliştirilecek. Elbette bu gerekiyorsa yapılacak. İşe özerklik tartışmasıyla başlamak zaten bir tuhaf. Özerklik bir toplumsal proje değildir. Bir toplumsal projenin uygulamasıyla ilgili önemli bir tercihtir. Ve bu tercih illa etnisiteyle ilgili sorunları çözmek için gündeme gelmeyebilir.

'DEMOKRATİK TÜRKİYE DİYE BİR TOPLUMSAL PROJE OLAMAZ'

Önce bütün mü tartışılmalı diyorsunuz?


Bakın, özerklik bugün Kürt sorununun çözümü bağlamında gündeme getiriliyor. Belli bir bölgede Kürt halkının kendini yönetme hakkını kazanması ama bunu belli bir bütüne bağlı olarak, belli kurallar içinde yapması öneriliyor. Tamam öneri, Türkiye’nin bütünü için geçerli ama Kürt sorunu olmasa bu şiddette gündeme gelmeyecek, belki hiç konuşulmayacak ya da bambaşka bir çerçevede dillendirilecek. Varsayalım ki, özerk bölge son derece katılımcı, emekçi halktan yana, özgür, ilerici bir karakter taşıyacak. Gerçi bunlar pek tartışılmıyor, arada söylenenler ise hoş lafların arasına sıkıştırılmış son derece tehlikeli ögeler. Ama bunları geçtim, Türkiye ne olacak? Nasıl bir Türkiye. Deniyor ki, demokratik bir Türkiye… Bu dünyanın en boş lafı. Demokratik Türkiye diye bir toplumsal proje yok, olamaz. Her şeyden önce bir temel konu var: Mülkiyet ilişkileri. Projenizde üretim araçlarının mülkiyetine ilişkin nasıl bir çerçeve öngörüyorsunuz? Kapitalist üretim ilişkileri olacak ama o ülke özgür-demokratik olacak! Böyle bir şey yok. Sonra, emperyalist sistemin bir parçası olacak mısınız, olmayacak mısınız? Bu elbette ilk soruya verilen yanıtla ilişkili. Ama son derece kritik bir soru kendi başına. Ve hayata, toplumsal dinamiklere hangi ideolojik yaklaşımla müdahale edilecek. “Müdahale etmeyeceğiz” palavrasını herkes bıraksın bir kenara. Her toplumsal proje, insana dair sözünü söyler. Daraltıyorum ama meseleyi şuna indirgeyebiliriz: İlericilik-gericilik kavgasında nereye yerleşeceksiniz? Burada bir yere yerleşmeyeceksiniz, sonra “özgürlük” diyeceksiniz. Dünyada ilerici-devrimci müdahaleler olmadan, sınıflı toplumların zalim tarihinden süzülüp gelen geri ideolojilerle hesaplaşmadan “özgürlük” kavgası verilebildiği nerede görülmüş?

Türkiye’nin geleceği, bu üç soruya verilecek yanıta bağlı. Kavga bu üç soruya verilen farklı yanıtların yarattığı taraflaşmalar üzerinden gelişecek.

Şimdi bunlara dair bir şey yok, “özerklik” tartışılıyor! AKP Türkiyesi ya da AKP’ye teslim olan bir Türkiye’de, özerklik olacak ve buradan belli bir kesim ihya olacak. Bilimsel değil, samimi değil.

Israrla söylüyorum, önce nasıl bir ülke istiyoruz sorusuna yanıt verilmeli. Bunun yanıtı “üniter devlet” ya da “özerklik” değil. Bunlar kendi başına hiçbir şey ifade etmez.


'BU BELGENİN ANLAMINI SATIR SATIR DEŞİFRE EDERİZ'

Özerklik başlığında Kürt hareketinin argümanlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? "Özgürlük","halkın karar alma süreçlerinde yer alması", "demokrasi" gibi kavramlar Kürt hareketi tarafından sürekli dile getiriliyor. Özerklik tüm bunları sağlayacak sihirli bir dokunuş mu? Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı. Bu kurumların tamamı "Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı destekliyor. HDP'den de sıklıkla bu konudaki şerhin kalkması talebi var. Bu kurumların adını yan yana getiren, aynı talepte birleştiren nedir?


Bakın, “halkın karar alma süreçlerine katılması” çok güzel. Güzel ama kendi başına gerçekten bir şey açıklamıyor. Bugünkü parlamenter sistem de sırtını aynı yere dayıyor. Dayıyor da, ortada halk filan yok. Özerkliğin Kürtlerin temel haklarını güvence altına alıp almayacağı sorusunun yanıtı da son derece karmaşık. Özerklik, tanımlanmış bir bölgenin kimi başlıklarda kısmi ya da tam egemenlik hakkı gözetilerek yapılandırılmasıdır. Böyle bir tanımlama tek başına “halkçı” ya da “demokratik” bir karakter taşımaz. Dahası, özerklik için bugün en somut ve gündem tutulan model

"Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”. Bunun demokratikleşmeyle, özgürlüklerle herhangi bir alakası yok. Uzatmayacağım, söz konusu belge, sermaye hareketlerinin özgürleşmesi için hazırlanmıştır. “Ama bu belgede temel insan halklarıyla ilgili, etnik kimliklerle ilgili düzeltici ögeler var” diyenlerle ciddi-samimi bir tartışma yapacaksak, en baştan almamız gerekiyor. Sermaye diktatörlüğü ve emperyalizm, belli konular söz konusu olduğunda görmezden geleceğimiz olgular değildir. Özerklik Şartı’na ilişikin Türkiye’de milliyetçi kesimlerin itirazı da bu gerçeği değiştirmiyor. Avusturya’da ya da başka bir ülkede ırkçıların AB’ye muhalefet etmesi, oradaki devrimcilerin AB’ye karşı duruşlarını etkileyebilir mi? Daha önce de yaptık, yine yaparız. Gerekiyorsa bu belgenin gerçek anlamını, satır satır, sözcük sözcük deşifre ederiz.

'BÖLGESEL ASGARİ ÜCRET DEMEK, AYRI STATÜ DEMEK'

Bölgesel asgari ücret, kamusal hizmetlerin sermayeye devri tartışmaları özerklik başlığına eşlik eden hususlar. Emekçiler bu tartışmanın neresinde sizce?


“Bölgesel asgari ücret” birkaç kez gündeme getirildi sonra üstü örtüldü. Bunun vergi muafiyeti gibi bir yatırım teşviki olduğu söylense de oldukça farklı bir anlamı var. Devlet, “ben kendi sınırlarım içinde yurttaşlarıma eşit haklar verme yeteneğimi yitirdim” demiş olacak. Eşitlik zaten yok ama bunu tescilleyecekler. Açık söylemek gerekirse, geçtiğimiz yıllarda böylesi bir uygulama gündeme getirildiğinde itiraz eden, bunun kabul edilemez olduğunu söyleyenler komünistlerdi. Kürt siyaseti tepki vermedi. Bazıları ise “siz neden bahsediyorsunuz, insanlar işsiz, kimsenin asgari ücretin daha düşük olmasına kafa takmasını beklemeyin” türünden bildiğimiz popülist argümanlar geliştirdi. Burada enteresan bir durum var. Sermaye asgari ücret uygulamasını benimsiyor doğal olarak. Ancak sermaye siyasetçisi için bu uygulama aslında “özerkliğin” kabulü. Bu nedenle tereddüt ediyor, çekiniyorlar. Kürt siyasetinin ise itirazsız kalışında benzer bir yaklaşım var: Bölgesel asgari ücret demek, ayrı statü kazanmak demek!

Bana sordunuz ama ben de size sorayım, sizce emekçiler bu tartışmanın neresinde!

Kürt işçisi daha fazla sömürülmeyi göze alacak. Bölgenin dışında kalan yerlerde işçiler üzerinde düşük ücret baskısı artacak yani, her zaman olduğu gibi “kötü örnek” esas alınacak, ücretler topyekun aşağıya çekilecek. İşçi sınıfının birliği düşüncesi bir darbe daha alacak.

'BAŞKAN OLMASIN, CUMHURBAŞKANI KALSIN, İYİ NUMARA!'

Yeni anayasa ve başkanlık sistemi de özerklikle birlikte tartışılıyor. Bu konuda Kürt hareketinden de sıklıkla "model" önerileri geliyor. Buna ilişkin değerlendirmeleriniz nedir?


Bir kere bu toplumsal algıda “ver özerkliği al başkanlığı” formülü ile yer etti. Kimsenin de “gerçek bu değil” diyesi yok, diyecek hali de yok. Pazarlık böyle. Geçmişte bu pazarlıklarda neler döndüğü de iddia olmanın ötesinde yavaş yavaş belgeleniyor.

Olur mu, olmaz mı bir sürü bölgesel-uluslararası gelişmeye bağlı. “Özerkliği destekliyorum ama başkanlığa karşıyım”ın zerre inandırıcılığı yok, karşılığı da yok. Son derece pragmatik bir zeminde yürüyor her şey. Solun içi boş, kendi başına kaldığında özel bir anlam taşımayan, içeriksiz kavramlarla siyaset üretmeye kalkması son derece hazin. Özerklik ve başkanlık dünyanın en önemli meseleleri değil. Başkanlık engellendiğinde bırakın Türkiye’deki sistemi, Erdoğan’ın bugünkü diktatörülüğü özünde hiçbir değişikliğe uğramayacak. Başkanlığa “daha da kötü olacak” diye değil, AKP Türkiyesi’nin meşrulaşmasına, yerleşmesine hizmet edeceği için karşı çıkılmalı. Başkan olmasın, Cumhurbaşkanı kalsın, iyi numara! E şim di bir tarafta soyut bir başkanlık, öte tarafta yine soyut bir özerklik. Bu formülasyon, bu denklem, bu gündem reddedilmeli.

'SÖZÜNÜ ETTİĞİNİZ SOL KENDİ ÖZERKLİĞİNİ TARTIŞMAYA BAŞLAMALI'

Türkiye solunun bir bölümü özerklik konusunda "destek" noktasında yer alıyor. Kürt hareketinden gelen "özerklik" açıklamalarına yine Kürt hareketinin argümanlarıyla destek verildiği görülüyor. Bu konuda sol nasıl bir tutum almalı?


Sözünü ettiğiniz solun, bir süre sonra kendi “özerkliği”ni tartışmaya başlamasında yarar var.

Alınması gereken tutuma gelince… Özerkliğe kategorik bir biçimde karşı çıkmak saçmalıktır. Ulusal sorunun her ülke ve çağa uygun çözüm yolları vardır. Hedef ise, her tür eşitsizliğin giderilmesi ve bir yandan ulusların insanlığın ortak mirasına kattıkları değerlerin korunup geliştirilmesi, bir yandan da insanlığın her tür eşitsizlik ve adaletsizlikten kurtulduğu bir toplumsal düzenin kuruluşu çabasına hizmet etmesidir. Bugünden baktığımızda, eşitlikçi ve özgürlükçü bir Türkiye projesinde Kürt sorununun özerklikle çözümünde ciddi açmazların olduğunu söyleyebiliriz. Sosyalist bir Türkiye, sorunu kökten çözecek cesareti göstermediğinde başarısızlığa mahkumdur. Özerklik, topun taca atılmasıdır, geri bir modeldir. Sosyalizm, emekçi halkın iktidarının tabandan yukarıya doğru örgütlendiği, örgütsüz ve siyasal süreçlerin dışında kalan tek bir kişinin bile bırakılmadığı, devletin toplumun bütününü sararak bugünkü devletten tamamen farklı bir karakter kazandığı bir siyasal sistemi ulusal kimlikleri, dili, eğitimi özgürleştirerek ve etnik referanslardan arınarak, merkezi bir yapı ile rahatlıkla çözebilir. Kuşkusuz, çözümün biçimini belirleyecek bir dizi faktör olacak. Belki ölçekler değişecek. Ancak şimdiki verilerle bakıldığında, özerkliğin sanıldığının tersine eşitliğe ayak bağı olabileceğini bilmemiz gerekiyor.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]