Özerklik röportaj dizisi -2 / İzzettin Önder: Küçük bölgeler emperyalist merkezler için avantajdır
soL'un "özerklik" yazı dizisinin Hüseyin Aygün'den sonra 2. konuğu Türkiye'nin tanınmış iktisatçılarından Prof. Dr. İzzettin Önder.
Selin Asker
"Özerklik" tartışması tüm hararetiyle devam ediyor. Daha çok demokrasi, yerel yönetimler, yatırım serbestliği-rahatlığı, sermayenin hızlı hareket edebilmesi gibi başlıkların öne çıktığı özerklik tartışmasında emekçi sınıfların bu tür bir dönüşümden nasıl etkileneceğinin gözlerden kaçırıldığı görülüyor.
İktisat profesörü İzzettin Öndere özerkleşmenin ekonomik mantığının altında neyin yattığını ve bunun emekçi sınıflar üzerinde ne tür etkileri olabileceğini sorduk. Önder, Büyük güç merkezleri ile görece küçük ve geri ekonomik bölgelerin ilişkiye girmesi emperyalist büyük merkezlere avantaj sağlamaktadır vurgusu yaptı.
Özerklik başlığı "yerelliklerin güçlendirilmesi", "demokratikleşme, "halkın karar süreçlerine dahil olması", "özgürlük" gibi kavramlarla tartışılıyor. Bu siyasetçilerin dilinde böyle iken, ekonomik merkezlerde ise "merkeziyetçiliğin atıllığına karşı yerelleşmenin sermayeye daha rahat hareket alanı kazandıracağı" üzerinde duruluyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz?
Yerellik, genel anlamı ile ister özerklik ister yarı özerklik şeklinde olsun Türkiye gibi perifer konumdaki bir ülke için güçlü merkez sermaye önünde bağımlılık anlamına gelir. Bu sorunu net olarak görebilmek için, sermayenin ve üretimin parçalanarak yeryüzünde parçalı üretim şeklinde yayılmasının mantığına girmemiz gerekiyor.
Nedir mantığı?
Bu mantığa göre, bir ürünün detay parça üretimlerinin her birinin o konuda en ihtisaslaşmış ve rekabetin en üst düzeyde olduğu yörede yapılması ve bir noktada montajına gidilmesi esastır. Böylece, parçaların üretimi asgari maliyetle yapılıp, ürün fiyatının değişmemesi koşulunda merkez üreticide kar marjının yükseltilmesi ya da yüksek tutulması kuralıdır.
Özerk bölgede insan emeği daha mı sömürüye açık hale gelir?
Yerel yönetimler atomize konuma getirilince bağlı oldukları büyük devletlerin çeşitli gözetim ve koruması dışına çıkarılmış olur. Yarı bağımsızlık kazanan yöreye göre emek değeri, emeklilik ödemesi, emek gücünün sigorta bedeli veya emekçinin beslenme ürünlerinin piyasa fiyatı vs. hep büyük merkezlerden daha düşük düzeyde gerçekleşir ve iradi olarak daha düşük düzeyde saptanır.
Özellikle Türkiyede bölgesel asgari ücret gündeme geldiğinde de çokça tartışıldı bu. Asgari ücret farklılığı da aynı kuralı mı içeriyor?
Bilindiği gibi, Türkiye'de de bu durum geçerlidir. Asgari ücretin bölgelere göre farklılığı bu sömürü kuralına dayanmaktadır. Küreselleşme de sermayenin serbest dolaşımı karşısında emeğin dolaşım serbestisinin sınırlandırılması da aynı esasa dayandırılmaktadır.
Örnek vermek gerekirse?
Örneğin Hindistanlı bir emekçi ABD'ye giderse, ABD'de emek arzı artmış olacağından ücretler gerileyebilir. Ancak, Hindistanlı emekçi ABD'ye gidince yaşam düzeyi yükselir, oysa emek Hindistan'da kaldığı sürece Hindistanlı emekçinin ücreti daha düşük düzeyde kalır. Aynı mantık yerelleşmede de geçerlidir.
Yerel Yönetimler Özerklik Şartını kabul eden kuruluşlar arasında Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı gibi emperyalist merkezler mevcut. Bu da sizin dediklerini teyit ediyor herhalde?
Büyük güç merkezleri ile görece küçük ve geri ekonomik bölgelerin ilişkiye girmesi emperyalist büyük merkezlere avantaj sağlamaktadır. Küçük bölgelerin doğal kaynaklarının işletmeye açılması, o yörelere mali destek sağlayarak bağımsızlıklarına boyunduruk koyulması ve böylece yönetsel denetim altına alınması gibi birçok avantaj söz konusu olabilir.
Yarın: ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Türkeş "Özerklik sorunu çözmez, dönüştürür"
Bir ulusal kurtuluş hareketine yapılacak en anlamsız eleştiri herhalde neden kendisine direkt olarak saldırmayan bir emperyalist devlete karşı net bir tavır takınmadığı, neden onun karşısına geçmediğidir.
Ulusal kurtuluş mücadeleleri düşman cephesini mümkün olduğunca dar olmasına çalışmak, uluslararası alanda de facto kimlik kazanmak, dünyanın güç dengelerine etki eden devletlerle bu de facto kimlik üzerinden diplomatik ilişki kurmak gibi unsurları barındırır. Bu işin doğasında bu vardır.
Bu Filistin'de de böyle olmuştur, İrlanda'da da böyle olmuştur, Cezayir'de de böyle olmuştur, Irak'ta da böyle olmuştur, Anadolu'da da böyle olmuştur.
Bu iş bu topraklarda farklı mı oldu? Ankara Hükümeti, Yunanistan'la savaşırken, Yunanistan'ı Anadolu seferinde destekleyen İngiltere'ye karşı açıktan bir tavır aldı mı? Direk olarak İngiltere'nin aleyhine olan ve herhangi bir üçüncü odakla İngiltere arasındaki mücadelede onu taraf yapacak ittifaklara girdi mi? Bu tarz anlaşmalar yaptı mı? Ankara Hükümeti ordusu Yunan ordularına karşı savaşırken, Ankara Hükümeti Fransa ve İtalya'yla, İngiltere'yi Şark Sorunu'nda yalnızlaştıracak anlaşmalar yapmaya çalışmadı mı? İngilizlerin Yunan ordusuna desteği kısması için İngilizlere güvenceler vermedi mi?
İrlanda bağımsızlık savaşı sırasında De Valera'nın bir ayağı hep Amerika'da değil miydi?
Filistinliler ne zaman büyük emperyalist devletlere cephe alıp onların karşısına geçtiler?
Bir ulusal kurtuluş hareketine "sınıfsal olmadığı" ya da "anti emperyalist" olmadığı için eleştiride bulunmak, ona bir ulusal kurtuluş hareketi olduğu için eleştiride bulunmak demektir. Zira bunların özü neden komünist olmadığını sorgulamaktır.
Ulusal kurtuluş mücadeleleri kendi cephesini olabildiğince zengin tutma, düşman cephesini ise olabildiğince daraltma stratejine dayanır. Bu işin doğası budur.
Türkiye bir parti devleti haline gelirken Kürt Hareketi'nin AKP karşısındaki tutumu doğru bir eleştiri noktasıdır ama, emperyalist ülkelerin karşısına neden hasım olarak çıkmadığı eleştirisi boş ve ne kadar anti emperyalist olduğunu ortaya koyduğun mücadeleyle değil, başkalarını eleştirerek göstermeye çalışmaktan ibaret bir tavırdır.
Herhalde kürt ulusal hareketini emperyalizm karşıtı bir örgüt olarak göstermeyeceksiniz. Kürt ulusalcılığı taktik gereği emperyalizme karşı bir cephe açmıyor değil ki, öyle bir anlatmışsınız ki, sanki teorik olarak böyle bir yanları var da, taktiksel olarak bunu yapmıyorlar. Hiç de öyle değil. Kendi dışındaki koşullar ne olursa olsun, kürt hareketinin teorik olsun pratik olsun emperyalizm karşıtı bir özelliği yok. Bölgede emperyalizmi geriletici bir yanı da yok. Türkiye'de olsun, bölgede olsun izlediği siyasetin sol tarafından savunulur hiçbir yanı yok.
Kim tam olarak bu anti emperyalist ulusal kurtuluş hareketi referans gösterdiğin, ve Kürt Hareketi ile kıyasladığın?
Dünyada sol tarfından savunulan ulusal kurtuluş hareketlerinden hangisi, kendisine direk bir saldırı olmadığı sürece bir emperyalist devletin karşısında olmuş?
Gerçekten anlamıyorum bu kendini bilmezlik ve durumunun farkında olmazlığın sebebi nedir?
Arkadaşım hayal dünyasında yaşamıyorsan ben sana mevcut durumu anlatayım. Türkiye'nin açıktan açığa diktatörlükle yönetildiğini iddia ediyorsun, sokağa burnunu çıkartmıyorsun, en son ne zaman sokağa çıktın diye sorsam göstereceğin hiçbir şey yok ve öyle ya da böyle diktatörlükle itham ettiğin iktidara karşı fiilen direnen tek hareketin sol tarafından savunulamaz olduğunu iddia ediyorsun.
"İktidar sandıkla değil sokakta alınır." gibi beylik lafları evde oturup zikretmenin neresi marifet. Ha bunları söyleyenler sokakta görsek amenna.
Özerklik röportaj dizisi -3 / Mustafa Türkeş: Özerklik sorunu çözmez, dönüştürür
soL'un "özerklik" röportaj dizisinin 3. konuğu ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Türkeş.
Ali Ufuk Arikan
ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Türkeş, özerklik konusunda soL'un sorularını yanıtladı. Özerklik tartışmalarında tarihsel yanlışlara dikkat çeken Türkeş, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi özerklik tartışmalarına değindi.
Balkanlar üzerine yaptığı çalışmalardan örnekler veren Türkeş, özerkliğin neden çözüm olmayacağına ilişkin "Balkanlar'daki örneklerden baktığımız zaman hatta kıta Avrupası'ndaki İspanya örneğine de baktığımız zaman, sorun dönüştürülüyor, sorun çözülmüyor. Sorun a formundan b formuna dönüştürülüyor. Böylece çatışma ötelenmiş oluyor, kısa dönemli çatışmaların ötelenmiş olması gibi bir durum olsa da sorunun çözümü kapitalist sistem içinde mümkün değil. Kapitalizmde kimliklerin çatışması sistemi besleyen bir şey, onun için de sorunu çözmek gibi bir niyetleri yok" ifadelerini kullanıyor.
Türkeş'in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Öncelikle özerklik tartışmasına ilişkin siz neler düşünüyorsunuz?
Özerklik tartışması aslında yeni bir tartışma değil. Son zamanlarda sanki bu sorun son yüz yılın sorunuymuş gibi sunuluyor, ben buna katılmıyorum. Osmanlı döneminin güllük gülistanlık ve de Kürtlerin özerk olduğu söyleniyor, doğru değil bu. Niye doğru değil? Osmanlı'nın yapısını bilmeyenler bunu çok kolayca söylüyor. Osmanlı'nın idari yapısı çok merkeziyetçidir ve bütün reform hareketleri de yeniden merkeziyetçiliği tesis etmek için yapılmıştır. Şöyle bir örnek vereyim, Osmanlı coğrafyası içinde nere olursa olsun, iki yer hariç -birisi Tuna'nın kuzeyindeki Eflak-Boğdan, bir tanesi de Mısır'ın olduğu bölge- Osmanlı'nın bütün coğrafyasında, örneğin şehir kethüdası seçilecek, yani belediye başkanı ya da belediyedeki yönetime ilişkin bir görevlendirme olacak, bunun kararını doğrudan sultan veriyor. Bu kadar merkeziyetçi bir yapı varken özerklikten söz etmek çok da doğru değil.
Tarihsel bilgi diye sunulan şeyler son yüz yılın sorunuymuş gibi, bu kesinlikle yanlış. Aslında Osmanlı, Kürtlere nasıl bir rol vermiş; İran-Osmanlı arasında bir tampon bölge ve askeri bir rolü var. İlişki budur, buradan bir özerklik tanımlaması yapmak zorlama ve yanlış.
'USTACA YANLIŞ YORUMLAMA'
Bu sıkça yapılıyor aslında?
Bunun nedeni bilgisizlikten çok öyle görmek istemeleri, burada bir yanlışlık var. İkincisi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde oluşturulan Hamidiye Alayları'na bir yandan karşı çıkılıyor, öte taraftan da yerel yönetimlere dayalı güvenlik birimi deniliyor, bence hiç de temeli olmayan bir gerekçelendirme bu.
Cumhuriyet döneminde durum ne peki?
Cumhuriyet döneminde de yanlış tanımlamalar var özerklik meselesinde. Örneğin, Mustafa Kemal Atatürk'ün İzmit konuşmasından söz edilir. 1923 tarihli bu konuşma Lozan Anlaşması'nın tıkandığı bir dönemde yapılıyor. Lozan'ın tıkanma nedenlerinden biri azınlık meselesi. İngiltere etnik, dinsel ve dilsel azınlık talebi getiriyor ancak Ankara bunu reddediyor. Tıkanıklığı aşmak için yalnızca kültürel ve dinsel azınlığı, yani Yahudi, Ortodoks cemaatlerine sunulan azınlık tanımlamalarını kabul ediyor ve bunun dışındaki tanımlamaları reddediyor. Bunlar yokmuşçasına Mustafa Kemal'in özerklik sözü verdiği gibi bir iddia var. Konuşmanın metni öyle değildir. 1921 Anayasası'nda ise bütün şehirlerin özerkliğinden söz edilir, sadece Kürtlerin yoğun yaşadığı iller için değil. Ustaca yanlış yorumlama, tarihi yeniden yazma girişimi var aslında.
'ÖZERKLİK SORUNU ÇÖZMEZ'
Peki, günümüze gelirsek?
Şu anda talep edilen şey ne, bunun anayasa tartışmasıyla ilgisi nedir buna bakmakta fayda var. Şimdi Kürtlerin talebi ne dediğiniz zaman, zaman içinde değişen talepler görüyoruz. Kürt hareketinin tanımlamalarında ciddi değişimler oldu. Yaşanan her ideoloji boşluğu, duruşlardaki farklılaşma, sorunu yeniden ve yeniden içinden çıkılmaz hale getiriyor. 1970'li yıllara baktığımız zaman Kürt sol hareketleriyle Türk sol hareketleri arasında ideoloji örtüşmesi vardı. Sol söylemler hem Kürt hem de Türk solu için bir ortak zemin oluşturmuştu. Bu durum 12 Eylül'le birlikte ortadan kalktı. Sol ciddi bir yara aldı, ortaya çıkan Kürt hareketi giderek milliyetçi bir tona bürünmeye başladı, bu ton sorun oluşturduğunda zaman zaman demokratikleşmeyi ön plana çıkaran bir söylem geliştirmeye başladı. Kürt hareketinin siyasi kanadı kapitalizm içi çözümlerle Kürt sorunun çözülebileceği varsayımından hareket ediyor. Şimdi özerklik talebi kısa dönemde sanki sorunları çözecekmiş gibi görünse de uzun dönemde sorunları çözücü değil. Bütün dünyadaki örneklere baktığımız zaman ister özerklik, ister özyönetim diye tanımlanan şeyler, bunların sorunu dönüştürmenin ötesinde çözüm üretici olmadığını başka örneklerden biliyoruz.
'KAPİTALİST SİSTEM İÇİNDE MÜMKÜN DEĞİL'
Balkanlar üzerine önemli çalışmalarınız var, buralarda benzer deneme ve söylemler sıkça geliştirildi değil mi?
Ben balkanlar üzerine çok sayıda örnek verebilirim, en yakın örneği Makedonya. 2001 yılında bir kriz yaşandı orada, bölgeyi takip edenler bilir. İşte Arnavutlar isyan etti, silahlı çatışma yaşandı. Kosova meselesi buna dahil edildi. Kosova dışında Makedonya içinde bir Arnavut meselesi var. Bu meseleyi uluslararası gündeme taşıyanlar Kosova'daki Arnavutlardı ve sonuçta ne oldu derseniz, AB ve ABD devreye girdi, zorla bir Ohri çerçeve anlaşması imzaladılar. Bölgeden akademisyenler bir araya gelip sorunun ne olduğunu anlamaya yönelik mülakatlar yaptık. Bu ekibin içinde ben de vardım. O dönemin Makedonya Cumhurbaşkanı'ndan tutun da güya sivil toplum kuruluşlarına kadar birçok mülakat yaptık.
Şimdi özerklik sorunu niye çözmüyor? Benim argümanım şudur, Balkanlar'daki örneklerden baktığım zaman hatta kıta Avrupası'ndaki İspanya örneğine de baktığımız zaman, sorun dönüştürülüyor, sorun çözülmüyor. Sorun a formundan b formuna dönüştürülüyor. Böylece çatışma ötelenmiş oluyor, kısa dönemli çatışmaların ötelenmiş olması gibi bir durum olsa da sorunun çözümü kapitalist sistem içinde mümkün değil. Kapitalizmde kimliklerin çatışması sistemi besleyen bir şey, onun için de sorunu çözmek gibi bir niyetleri yok. Alternatif sistemler sorunu çözebilir ama alternatif sistemlerin önünü kapatmak için elinden geleni yapıyor iktidarlar.
Türkiye'deki tartışmalara bakarsak neler söylersiniz?
Türkiye'deki bu özerklik tartışmasının sorunu çözmeyeceği gibi yeni sorunlara da yol açacağını söylemek mümkün. Siyasi kanat "yalnızca Şırnak ve Diyarbakır'da yerel yönetimleri güçlendirerek çözüm yetmez, diğer bölgelerdeki Kürtlerin sorunlarının özyönetimle ele alınması gerekir" diyor. Bu Türk milliyetçiliğini de arttıracaktır. Bu sorundan kapitalizm besleniyor, sistem bu tür çatışmayı besliyor ve besleniyor.
Yurttaşlık denilen şey giderek postmodern analizler çerçevesinde sunuluyor, sınıf temeli yok sayılarak kimlik temelli bir tanımlama getiriliyor. Böylece kapitalist sistem başarılı bir sonuç elde ediyor; etnik ve dinsel kimlikler arası çatışma.
Ortak zemini olan bir muhalefet, sınıf temelli bir muhalefet, yurttaşlık haklarını temel alan bir muhalefet yerine kimlikleri temel alan bir dönem yaşadık bugüne kadar. Şu andaki Kürt meselesi de Türk meselesi de ya da diğer meseleler de bununla ilgili. Bundan mutlaka ve mutlaka kurtulmak gerekiyor anlamlı bir çözüm için, fakat bir türlü kurtulamıyoruz.
'TUHAF BİR SİMBİYOTİK İLİŞKİ'
Son 15 yılda tuhaf bir simbiyotik ilişki ortaya çıktı. AKP ve Kürt hareketi arasında simbiyotik bir ilişki var. AKP bu sorunu "kimlikleri tanıyarak çözeceğim" dedi. AKP'nin kafasındaki kimlik, sınıf kimliği değildi tabii ki. Kafasındaki şey İslami, hatta sünni kimlik üzerinden bir okumaydı. Dinsel bilgiler üzerinden toplum yeniden inşaa edilmek isteniyor bu modelde. Öbür tarafta ise Kürt hareketi daha milliyetçi bir tona yaklaştı. Bunu demokratikleşme üzerinden gerçekleştireceği ve AKP'nin çözüm üreteceği düşüncesine dayadı.
AKP'nin çözüm diye sunacağı şeyin esası ideolojik olarak İslami bir çerçeve, onun dışındakileri çözüm olarak görmüyor. Kürt hareketi ise etnik kimliği ve kaçınılmaz olarak milliyetçi bir tonu referans aldı. Kürt milliyetçiliği ile İslamcı bir ideolojinin çözüm üreteceği varsayımı yanlış bir tanımlama. AKP'nin bunu bilerek ve isteyerek tercih ettiği söylenebilir. AKP büyük çoğunluğu ben çözüm üreteceğim noktasına ikna etti. Kürt hareketi de bunu böyle okudu.
KÜRT HAREKETİ VE KAZANIM EŞİĞİ
Kürt hareketi özerklik ve özyönetim diyor ve şöyle bir kazanım tanımlaması yapıyor; bir eşik belirlemiş durumda ve o eşikten aşağı düşmemeyi varsayıyor. Fiili durum yaratıp eşiği pekiştirmek istiyor. Bunun gideceği yer neresi? Uzun dönemde dışarıdan bir takım müdahaleleri davet etmenin ötesine geçmez. Bu durumun çatışmayı pekiştirip, birlikte yaşamayı imkansızlaştırmaya götürme riski çok yüksek. Bunu bölge olarak ele alırsak çok istemediği bir şey mi olur Kürt hareketinin, zamanlama olarak şimdilik istemediği bir şey çünkü Barzani meselesini çözemedi ve Suriye meselesi de henüz çözülmedi. Bu sorunlar çözülmedikçe bölgesel mesele olarak ele almak istemeyecektir Kürt hareketi. Fakat bu içerideki çatışmayı engellemeyecektir. AKP ile müzakere kısır döngüsü aşılamıyor. AKP ile müzakere ve çatışma, ardından yeniden müzakere ve yeniden çatışma. Sorun karşılıklı olarak dönüştürülüyor. Buradan kalıcı bir çözüm çıkmaz, bu kısır döngü kapitalizm içinde çözülemez.
AKP'NİN FORMÜLÜ
AKP'nin kafasındaki formül şu benim anladığım kadarıyla; 1924 Anayasası'nda yer alan Cumhurbaşkanının partili olması, kanun teklif etmesi ve sorumsuz olması. Güçlerin tek elde toplandığı bir yönetim biçimi isteniyor. 1924'le bugünleri karşılaştıramayız, adını doğru koyalım. Mustafa Kemal Atatürk beğenirsiniz, beğenmezsiniz Kurtuluş Savaşı'na önderlik etmiş bir lider. AKP ise o dönem yapılanları yapısızlaştırmak için rol üstlenen bir aktör. Dolayısıyla aynı düzlemde değerlendirilemez bu iki olay. Şimdi var olan yapı Özal'dan bu yana devam eden süreçle ilgili. Sorun çift başlılıksa çözümü çok kolay, cumhurbaşkanının yetkilerini sınırlarsanız sorun çözülür. Durum bu değil, Erdoğan parlamenter sistemin kendisine ayak bağı olduğunu düşünüyor. Büyük sermaye de benzer bir kanıya sahip.
Ne yapmalı denecek olursa, benim gözlediğim kadarıyla bu düzlemde yapılan tartışmada anayasacılık oynamanın bir anlamı yok. "Anayasa komisyonu kurulur, biz önyargılı değiliz" diyen CHP'nin bu tutumunu gözden geçirmesi gerekiyor. Sol liberallerin yine aynı "hatayı" yapması çok yüksek bir ihtimal. Artık ayıp denilen bir nokta onlar için. Kürt hareketi de benzer hatayı yineleyebilir.
TEK TEHDİT VAR
Özerklik meselesinde Kürt hareketinin en çok kullandığı argümanlar "halkın karar alma süreçlerinde yer alması", "demokrasi" ve "özgürlük" oluyor. Konuşmanızda Kürt hareketinin bir eşik belirlediğini söylediniz. Açıklamalarda bulundunuz ama açmak istiyorum, özerklik bunları sağlar mı sizce?
Yine yakın tarihimizden ders çıkarmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Eğer özgürlük ve halkın yerel yönetimlerde yer almasından söz ediyorsak, eşitsiz gelişme dediğimiz bir şey var. Türkiye'nin her tarafı aynı düzeyde gelişmiş değil. Bazı bölgeler çok gelişmiş, bazı bölgeler çok az gelişmiş. Bu durumda "a" ve "b" belediyesine her türlü hakkın verildiğini var sayalım, elinde kaynak yoksa ne yaparsa yapsın bir sıçrama yapması mümkün değil, dolayısıyla bütüncül bakmadan tanımladığımız durumda sonuç alınamıyor. Kimlik üzerinden yapılan tanımlamalar diğer etnik grupları ne yapacağız sorusunu birlikte getiriyor, bazı etnik grupları öne çıkaran, diğerlerini dışlayan tarzda bir sistemin önüne nasıl geçilecek? Kapitalizm gerçekten sömürü düzenini yeniden ve yeniden üretmek için her şeyi araçsallaştırıyor. Burada kendisi için tek tehdit sınıf üzerinden yapılacak hamle ve analizler, bunun da önüne geçmek için elinden geleni yapıyor.
Özerklik tartışmalarında Avrupa Konseyi'nin "Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"na sıkça atıf yapılıyor. Yerel Yönetimler Özerklik Şartını kabul eden kuruluşlara baktığımız zaman Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın adı geçiyor. Bu kurum ve kuruluşlarda merkeziyetçiliğin atıllığına karşı yerelleşmenin sermayenin hareket kabiliyetini artıracağına dönük bir beklenti var. Bölgedeki emekçiler açısından böyle bir yerelleşmenin sizce ne gibi sonuçları olur?
Yerel yönetimleri güçlendireceğiz derken yapılan bir diğer yanlış bu. Sermayeyi çekmek için bölgelerin yapacağı ilk şey ne olacak, işçi ücretlerinin daha düşük tutulması, esnek çalışma modeli vb. Bu çok net bir şekilde sınıfsal bir şey. Sermayeye buraya gel yatırım yap, ben işçi ücretlerini düşük tutacağım diyorsun. Bu, kime özgürlük getirecek? Avrupa Birliği'nin nesi özgürlük getirmiş ki bunun özgürlük getireceğini düşünelim.
GERİCİLİK GERİCİLİKTİR
"Kürt hareketinin milliyetçi tonu" ve "AKP'nin İslamcı çözüm önerisi" dediniz bir karşılaştırma da yaparak. Öcalan'ın Newroz'da açıkladığı "Eşme Ruhu" ve İslamda buluşma" bunu aşmaya dönük bir adım olarak okunamaz mı?
Şunu unutmayalım İslamcı geleneğin son tahlilde epistemolojisine bakmak lazım. Sünnilik selefiliğin içinde mi, değil mi tartışması saçma. Dayandığı şey aynıdır, farklı yorumlaması bunu değiştirmez. Niteliksel olarak aynı bilgi üretim sürecinden geliyor. Son tahlilde dinsel bilgi mi değil mi mesele bu. IŞİD'le Müslüman Kardeşler arasında bilgi kaynağı ve bilgi üretimi, akışı açısından hiçbir fark yoktur.
Kürt hareketi içinde İslami şeyler barındırarak halka biz İslami şeylere karşı değiliz mesajı vermeye çalışması onun aydınlanmacı olmadığının da göstergesidir. Buradan kopuş dinsel bilgi sürecine götürür, bu da gericiliği yeniden üretir. Tonlama farkının ne önemi var ki? Gericilik gericiliktir.
Son olarak "müdahale" olasılığından söz ettiniz. Bu bağlamda Hatip Dicle'nin "NATO müdahale eder" açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hatip Dicle NATO'yu ve sözünü ettiği maddeleri yanlış okuyor, NATO bir yerde istikrarsızlık var, insan hakları ihlali var, gideyim müdahale edeyim diyen bir örgüt değil. NATO, yüzde 85'inin ABD'nin finanse ettiği bir kurum. Türkiye'deki yönetimden ABD şikayetçi mi? ABD ne istedi de alamadı? Hatip Dicle hem NATO'yu hem de ilgili maddeleri yanlış okuyor. Bu durum nasıl gündeme gelir, şu an speküle ediyorum; bölgesel anlamda bir yeniden kurulum söz konusu olursa siyasal müdahale söz konusu olabilir. En ciddi risk, Türkiyenin bölgesel bir savaş içine çekilmesidir. Bunun sonucunu kestirmek falcılık olur. Emperyalist müdahaleye umut bağlamak durumun vehametini göstermektedir. Afganistan, Irak, Suriye, Pakistan herkesin ders çıkarması gereken örneklerdir. Hata yapma lüksü kalmadı.
YARIN: Emekli Sayıştay denetçisi ve hukukçu Kadir Sev'le yapılan röportaj yarın soL'da...
Emperyalist destekli çetelerin Suriye'ye saldırısına karşı, senin liberalizme savrulmuş, kuyrukçu olmuş dediğin hareketlerin üyeleri gönüllü olarak bölgeye gidip bu çetelerle savaşırken, sen evde oturup onları eleştirmek dışında ne yaptın?
Asıl ben size şaşıyorum ya. Oturduğunuz yerden, Nazilerden beri dünyanın gördüğü en vahşi silahlı örgüte karşı elde silah dövüşen, o kara cehennemin ortasında insanların etnik ve dinsel kimliğinden dolayı öldürülmediği, bir arada yaşayabildiği vahalar kuran ve bu vahaları, o sınırların içinde yaşayan insanların kanına susamış çetelere karşı koruyanları karalamaktan öte ne yaptınız?
İstediğiniz ne? Herkes sizin gibi evde oturup teori mi kassın? Herkes sizin gibi oturduğu yerden başkalarını eleştirerek ne kadar komünist olduğunu ispatlamaya mı çalışsın?
Rojava'yla, Kobane'yle ilgili onca çirkin yalan habere imza attınız gazetenizden, biri için çıkıp özür dilediniz mi? Hani halk geçtim, nasıl bir parti, tüm dünyanın sempatisini kazanmış büyük bir direnişle ilgili bunca yalan haberden ötürü en azından kendi okuyucularına, genel olarak okuyucuları bırak kendi üyelerine karşı sorumluluk hissetmez.
Nedir bu nefretinizin, düşmanlığınızın sebebi? Bir şey yapacaktınız da kolunuzdan mı tuttular? Geçtiğimiz yaz ülkede insanlar Kürt olduğu ya da Kürde benzetildiği için sokaklarda linç edilirken, parti binaları, kitapçılar, tabela ismi beğenilmeyen iş yerleri yakılırken, sokaklar faşistlere teslim olmuşken gazetenizde "Türkiyeli komünistler için en büyük tehdit HDP'dir" yazan adamlarsınız ya.
Nasıl bir şeye düştünüz siz böyle?
Emperyalist destekli çetelere saldıran kürt hareketini kastediyorsan, biraz daha düşünmelisin. Işid emperyalizmin ortaya çıkardığı bir çetedir ve emperyalizm kürt hareketini de kullanarak kendi yarattığı çetelere karşı savaş veriyor görüntüsü içindedir. Bu görüntülerden de kürt hareketinin emperyalizme karşı savaştığını çıkartıyorsan yanılıyorsun. Irak'ta Barzani, Suriye'de PYD yaşadığı topraklar üzerinde otonomi veya devlet arayışı içinde. Bu konuda en büyük destekçileri de amerikan emperyalizmi. Bölgedeki gerçek bu. AKP kürtmüş, ışidmiş, barzaniymiş veya esadmış, dinlemez. Kendi çıkarlarını en iyi kim temsil edecekse onu destekler. Esad'a bu yüzden karşı çıkıyordu, barzani ve pyd de bu sebeble destekliyor. Bu gerçekten sen kürtlerin emperyalizme karşı savaştığını nasıl çıkardın, anlamadım.
Bunun bir de iç politikaya yansıması var. Işid'i besleyen amerika ve kullandığı aracın AKP olduğu belliyken, kürt hareketinin AKP ile ilişkisi mi emperyalizm karşıtlığıdır? Şimdi faşist dediklerini zamanında ''iktidarda biz tutuyoruz'' diyenler, gezi direnişi sırasında ''AKP'nin sokak eylemleriyle iktidardan uzaklaştırılmasını istemeyiz'' diyenler mi gericiliğe ve emperyalizme karşı mücadele ediyor?