'Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi' çağrısı
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi Türkiye'nin dinsel kurallarla yönetilen bir ülke haline getirilme çabasına karşı mücadele etmek üzere yola çıkıyor. Bir deklarasyonla ilk adım atılırken "Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolunun tüm aydınlık insanlarına!" denildi.
AKP'nin gerici saldırılarına karşı Barış Terkoğlu, Enver Aysever, Hüseyin Aygün, Kemal Okuyan, Orhan Gökdemir ve Özlem Şen Abay'ın imzasıyla Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi deklarasyonu yayınlandı.
Deklarasyonda "Türkiye'nin bir İslam Devleti olarak ilan edilmesine ramak kalmıştır" vurgusu yer alırken "İslam Devleti projesi, emeğin azgınca sömürüsü, doğanın yok edilmesi, iktidar partisinin dinci zihniyetine aykırı tüm fikirlerin ezilmesi, kadınlara dönük ayrımcılık ve eşitsizliklerin derinleşmesiyle iyice belirginleşmiştir. Tarihsel kazanımların tümü yok edilip, bellekten silinerek karşı devrim tamamlanmış olacaktır" ifadeleri kullanıldı.
Deklarasyonda "Biz, gericiliğin kader olmadığını bilen, aydınlanmanın kaçınılmaz olduğunu gören ve tek başına olmanın bencillik, hep birlikte olmanın özgürlük olduğuna inananlarız. Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolunun tüm aydınlık insanlarına!" denildi.
Deklarasyon metni şu şekilde:
GERİCİLİĞE KARŞI AYDINLANMA HAREKETİ
AKP iktidarında Türkiye bir İslam Devleti olma yolunda hızla ilerliyor. Ülkemizi dinsel kurallarla yönetmeye kararlı bu iktidar eğitimi ve hukuku din temellerine dayandırmaya, toplumsal yaşamı din kurallarına göre düzenlemeye ve dini siyasete egemen kılmaya çalışıyor.
Türkiye'nin bir İslam Devleti olarak ilan edilmesine ramak kalmıştır.
İslam Devleti projesi, emeğin azgınca sömürüsü, doğanın yok edilmesi, iktidar partisinin dinci zihniyetine aykırı tüm fikirlerin ezilmesi, kadınlara dönük ayrımcılık ve eşitsizliklerin derinleşmesiyle iyice belirginleşmiştir. Tarihsel kazanımların tümü yok edilip, bellekten silinerek karşı devrim tamamlanmış olacaktır.
AKP bu yolda kararlı ve tutarlı bir biçimde ilerlerken meclisteki muhalif partiler kabul edilemez bir aymazlıkla bunu izlemekte, hatta din söylemi ve sembollerini kendi çalışmalarında da kullanarak bu süreci hızlandırmaktadır. Parlamentoda laikliği savunan tek bir parti bulunmamaktadır.
Tehlike büyük, görev acildir.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi bu göreve taliptir.
Türkiye'de aydınlanma için gericiliğe karşı bir mücadele başlatıyoruz. Bu mücadelede kararlıyız, bu süreci durduracağız. Türkiye'yi bir İslam Devletine çevirmek doğrultusunda atılan her adımı, başlatılan her uygulamayı, hazırlanan her yasayı, çıkartılan her kararnameyi takip edeceğiz. Bunları halkımıza anlatacağız.
İş yerlerimizde, okullarımızda, mahallemizde ve sokağımızda gericiliğe karşı bir direnç öreceğiz. AKP'nin attığı her adıma hem hukuki, hem siyasi yollarla örgütlü bir biçimde cevap vereceğiz.
Aydınlanma için verdiğimiz mücadelenin, bildik çevrelerce din düşmanlığı biçiminde sunulmasına asla sessiz ve tepkisiz kalmayacağız. Laikliği keskin biçimde savunurken; milliyetçi, piyasacı savrulmalara asla izin vermeyeceğiz. Artık salgın halini alan ırkçı, dinci, mezhepçi kışkırtmalara karşı yaşamı savunacağız.
Aydınlanma mücadelesinin, paranın saltanatına ve emperyalizme karşı verilen mücadele ile bir bütün olduğunu biliyoruz. Yerli ve yabancı patronlar sömürü düzenini sürdürmek için dinin toplumsal ve siyasal alanda hakim kılınmasına muhtaçlar. Ülkenin bu noktaya gelmesinde pay sahibi oldukları kesin olan patronlardan laiklik kahramanları üretilmesine izin vermeyeceğiz.
Bir sömürge aydını gibi, ülkemizi AKPyi iktidara taşıyan emperyalistlere şikâyet etmeyeceğiz, halkımıza gideceğiz ve ısrarla gerçeği anlatacağız.
İmza kampanyalarına sığınıp, günlük yaşamın dışında durmayacağız, memleketimizin her yanında toplantılar düzenleyerek yüz yüze olmanın benzersiz gücünü inşa edeceğiz.
Biz kimiz?
Yukarıda saptanan kaygıları paylaşan ve buna karşı kayıtsız kalmayı içine sindiremeyen insanlarız.
Yalnız olmayı bir kader gibi dayatanlara, artık buradan geri dönüş yok diyenlere inat boyun eğmeyenleriz.
Biz, gericiliğin kader olmadığını bilen, aydınlanmanın kaçınılmaz olduğunu gören ve tek başına olmanın bencillik, hep birlikte olmanın özgürlük olduğuna inananlarız.
Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolunun tüm aydınlık insanlarına!
Hareket Adına Çağrıyı Yapanlar:
Barış Terkoğlu
Enver Aysever
Hüseyin Aygün
Kemal Okuyan
Orhan Gökdemir
Özlem Şen Abay
Teslimiyet yollarını reddederken
Aydemir Güler
Dün soL portalda yayınlanan bir deklarasyon yeni bir hareketi ilan etti. Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketinin metninde bir saptama ve bir iddia kendini gösteriyor. Saptama son derece yalın: Türkiye böyle gitmez. Daha önce defalarca tekrarlanan bir şey bu. Önceleri Türkiye AKP Anayasasına sığmaz diyorduk. Gerçekten de sığmadı. Üstünden altı yıl geçti en azından ve gericiliğin zaferden zafere koşar göründüğü bu ülkede AKP hâlâ anayasa yapma çabasında. Yıllardır bu kaçıncı komisyon! Olmadı ve yine olmayacak.
İsterseniz Yeni-Osmanlıyı ele alın. Ne Ortadoğu sığardı bir İslami Türk emperyalizmi saçmalığına, ne Türkiye bunun merkez üssü bir ülkeye dönüştürülebilirdi. Yıllar geçti, AKP çılgın savaş projeleri denemeye devam ediyor. Olmadı, olmayacak.
Evet, birkaç yıl öncesine kadar fetva çıkartana ne içtiğini sormak makul olurdu. Şimdi fetva ve fetvacılık makul olabildi mi, peki? Hiç de değil. Çıkartıyorlar çıkartmasına, ama Türkiye bunlarla yönetilmeyi kabul etmiyor. Olmuyor
Bugüne kadar oldurulamaması ek kanıt gerektirmeyen açıklıktadır. Olmayacağıysa bir iddiadır. Bunun deklarasyondaki dile getirilişi başka bir yerden: Metin dinselleşmeyi kast ederek bu süreci durduracağız diyor; halkımıza anlatacağız diyor
Saptama ve iddia el ele. Türkiyenin şeriatçı bir yapıya sığdırılamayacağı nesnellikteki güven kaynağımızdır. Durduracağız iddiası bu nesnellikten güç alır. Ve tersinden, biz durduracağımız, durdurabileceğimiz içindir ki, Türkiye karanlığa sığdırılamayacak, boyun eğdirilemeyecektir.
İddia yoksa saptama çürür, erir. İddia sahipleri yorulur, tükenir. Nesnelliğin alabildiğine bizden yana olması durumunda ortaya çıkacak sonuç bizim açımızdan rahatlama olamaz. O durumda ihtiyaç duyulan en önemli unsur bizim doğrusunu yapmamızdır.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi çok ciddi bir saptamayla çok büyük bir iddiayı yan yana getiriyor.
Bu yan yanalık veya iç içelik yoksa çürüme ve tükenme kaçınılmaz oluyor. Örneklerini sınıfsal güdüleri gereği kendilerine uygun çizgiler çizen parlamento muhalefetinde aramak doğru olmayacak, ama yine de bakalım. CHP laisizmi, dinselleşmeye değil bunun en uç şeriatçı varyantına itiraz eder. CHP laisizmi dinciliği serbest bırakmış ve kabullenmiş, bu anlamda kendini inkâr etmiştir. Artık CHP dinci partilerden bir tanesidir. CHP dinciliğe teslim oluşunu Mustafa Kemal resimlerinin arkasına gizledi yıllar boyu. Olmaz, olmadı. CHP Cehepeliliğini yaptı. Geçiniz!
HDPye gelince, ön plandaki kadın figürü, özgür ve mücadeleci de, gelinen noktada inşallahlar maşallahlar çok masum kaldı ne kadın gerilla imajı ne koalisyonun içerdiği sol/liberal feminizm yetmiyor. HDP içindeki dincilere tolerans göstermekle kalmıyor. HDP dinciliğe entegre olma kararını kadınların ve en radikal zannedilen mücadele araçlarının, örneğin bir halk adına patlatıldığı savunulan bombaların arkasına saklamaya kalktı. Saklayabildi mi? Ulusal sorunun çözümünü Türklerle Kürtlerin din kardeşliğinde temellendiren Apocu tezi kaleşler mi meşrulaştıracak? Geçiniz!
Bu iki örneği sınıfsal güdüler belirliyor. CHPnin içli dışlı olduğu sermaye işçi sınıfının din kurallarına göre yaşamasından, sınıf mücadelesinin yerini zekâttan pay beklemenin almasından pek memnun. Pek modern TÜSİADçılar emekçilerinin çocuklarının imam ve hatip olmasından memnundur. Mücadele eden işçinin yerini şükreden işçi alıyor; daha ne olsun
HDPnin hoş gördüğü olgu, Kürt toplumunun çok Müslüman barındırması gerçeği değil. HDP, aynı Türk kökenli sınıf kardeşleri gibi Kürt egemenlerinin dinselleşmeden memnuniyetini karşısına alamaz. Bu iki akımın ortak sınıf davranışının bir de ortak şemsiyesi var: Bölge toplumlarının dinselleşmesi bir emperyalist projedir. Emperyalizme bağımlılık ve/veya uyum sağlama arayışı için dinsel rejim veridir.
Boyun eğişin bu kısmı sınıfsal ve burjuvazi zaten kokuşmuş. Benim söz ettiğim çürüme, bu yüzden asıl, solun boyun eğişinde kendini hissettiriyor. Türkiye sosyalist hareketi gericilik karşısında boynunu bükmüş ve kendi kendini çürütmüştür. Bunlara göre AKP kazanmış ve yapacak bir şey kalmamıştır. Yani sosyalizm de artık bir İkinci Cumhuriyet sosyalizmi olacak! Dinselleşme sosyalizm falan dinlemediği için bu yaklaşım bir seçenek değil intihar ve yozlaşma biçimini almış bulunuyor. Pratikteyse olay sosyalizmin iki sosyal-demokrasiden birinin içinde veya ikisinin arasında bir nevi ikbal arayışına indirgenmesidir.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'yle teslimiyet yollarını reddetti. Yalnızca onur adına, etik adına değil, geleceği kazanmak için
Melih Aşık, 'Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'ni yazdı
Milliyet yazarı Melih Aşık, bugünkü köşesinde Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'ne yer verdi.
AKP'nin gerici saldırılarına karşı Barış Terkoğlu, Enver Aysever, Hüseyin Aygün, Kemal Okuyan, Orhan Gökdemir ve Özlem Şen Abay'ın imzasıyla yayınlanan Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi deklarasyonuna destek sürüyor.
Milliyet yazarı Melih Aşık bugünkü "Gericiliğe karşı!" başlıklı yazıda, "Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi"ne yer verdi. Yazı şöyle:
'EN ÇOK İHTİYAÇ DUYULAN ALAN'
"En çok ihtiyaç duyulan alanda dün yeni bir hareket başlatıldı: 'Gericiliğe karşı aydınlanma hareketi' Türkiyenin dini kurallarla yönetilen bir ülke haline getirilmek istenmesine karşı başlatılan hareketin yayımladığı ilk deklarasyonun altında şu imzalar göze çarpıyor: Enver Aysever, Hüseyin Aygün, Kemal Okuyan, Barış Terkoğlu, Orhan Gökdemir ve Özlem Şen Abay...
Deklarasyonda 'Türkiyenin bir İslam Devleti olarak ilan edilmesine ramak kalmıştır' vurgusunun ardından şu sözler okunuyor: 'Türkiyede aydınlanma için gericiliğe karşı bir mücadele başlatıyoruz. Bu mücadelede kararlıyız, bu süreci durduracağız. Türkiyeyi bir İslam Devletine çevirmek doğrultusunda atılan her adımı, başlatılan her uygulamayı, hazırlanan her yasayı, çıkartılan her kararnameyi takip edeceğiz. Bunları halkımıza anlatacağız.'
'İşyerlerimizde, okullarımızda, mahallemizde ve sokağımızda gericiliğe karşı bir direnç öreceğiz. AKPnin attığı her adıma hem hukuki, hem siyasi yollarla örgütlü bir biçimde cevap vereceğiz. Laikliği keskin biçimde savunurken; milliyetçi, piyasacı savrulmalara asla izin vermeyeceğiz. Irkçı, dinci, mezhepçi kışkırtmalara karşı yaşamı savunacağız.'
Hareket tüm aydınlık insanları yanına çağırıyor...
Türkiyenin insan yapısını değiştirerek hızla geri kalmış bir Ortadoğu toplumuna dönüştüren iktidara karşı böyle bir demokrat harekete çok ihtiyaç vardır..."
Aydınlanma Hareketi yola çıktı, gerici saldırı başladı!
"Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi" çağrısını yayınlayıp yola koyulur koyulmaz gericilerin saldırılarına hedef oldu.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi, geçtiğimiz günlerde bir deklerasyon yayınladı ve çağrı yaptı. Aydınlanma Hareketi'nin çağrısı büyük yankı bulurken, gericiler de karşı saldırıya başladı. Gerici ve yandaş medya organları, Aydınlanma Hareketi'nin imzacılarını hedef gösteren haberler yapmaya başladı.
Haber7.com isimli site, "Bir hain bildiri daha" başlığıyla servis ettiği haberi Yeniakit gibi birçok gerici site kullandı. "Kendini sözde akademisyen ve siyasetçi olarak tanımlayan çapulcular Türkiye'ye ağır suçlamalarda bulundu" spotuyla verilen haberde, "Aralarında eski CHP milletvekili Hüseyin Aygün ve Enver Aysever'in de bulunduğu bir grubun hazırladıkları bildiride Türkiye El Kaide ile işbirliği yapmakla itham etti, Ankara'daki terör saldırısını da hükümete mal etti" denildi.
Haber7, Aydınlanma Hareketi imzaları olan; Barış Terkoğlu, Enver Aysever, Hüseyin Aygün, Kemal Okuyan, Orhan Gökdemir ve Özlem Şenabay'ı "İşte o hainler!" diye niteledi.
Deklarasyon metni şu şekildeydi:
GERİCİLİĞE KARŞI AYDINLANMA HAREKETİ
"AKP iktidarında Türkiye bir İslam Devleti olma yolunda hızla ilerliyor. Ülkemizi dinsel kurallarla yönetmeye kararlı bu iktidar eğitimi ve hukuku din temellerine dayandırmaya, toplumsal yaşamı din kurallarına göre düzenlemeye ve dini siyasete egemen kılmaya çalışıyor.
Türkiye'nin bir İslam Devleti olarak ilan edilmesine ramak kalmıştır.
İslam Devleti projesi, emeğin azgınca sömürüsü, doğanın yok edilmesi, iktidar partisinin dinci zihniyetine aykırı tüm fikirlerin ezilmesi, kadınlara dönük ayrımcılık ve eşitsizliklerin derinleşmesiyle iyice belirginleşmiştir. Tarihsel kazanımların tümü yok edilip, bellekten silinerek karşı devrim tamamlanmış olacaktır.
AKP bu yolda kararlı ve tutarlı bir biçimde ilerlerken meclisteki muhalif partiler kabul edilemez bir aymazlıkla bunu izlemekte, hatta din söylemi ve sembollerini kendi çalışmalarında da kullanarak bu süreci hızlandırmaktadır. Parlamentoda laikliği savunan tek bir parti bulunmamaktadır.
Tehlike büyük, görev acildir.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi bu göreve taliptir.
Türkiye'de aydınlanma için gericiliğe karşı bir mücadele başlatıyoruz. Bu mücadelede kararlıyız, bu süreci durduracağız. Türkiye'yi bir İslam Devletine çevirmek doğrultusunda atılan her adımı, başlatılan her uygulamayı, hazırlanan her yasayı, çıkartılan her kararnameyi takip edeceğiz. Bunları halkımıza anlatacağız.
İş yerlerimizde, okullarımızda, mahallemizde ve sokağımızda gericiliğe karşı bir direnç öreceğiz. AKP'nin attığı her adıma hem hukuki, hem siyasi yollarla örgütlü bir biçimde cevap vereceğiz.
Aydınlanma için verdiğimiz mücadelenin, bildik çevrelerce din düşmanlığı biçiminde sunulmasına asla sessiz ve tepkisiz kalmayacağız. Laikliği keskin biçimde savunurken; milliyetçi, piyasacı savrulmalara asla izin vermeyeceğiz. Artık salgın halini alan ırkçı, dinci, mezhepçi kışkırtmalara karşı yaşamı savunacağız.
Aydınlanma mücadelesinin, paranın saltanatına ve emperyalizme karşı verilen mücadele ile bir bütün olduğunu biliyoruz. Yerli ve yabancı patronlar sömürü düzenini sürdürmek için dinin toplumsal ve siyasal alanda hakim kılınmasına muhtaçlar. Ülkenin bu noktaya gelmesinde pay sahibi oldukları kesin olan patronlardan laiklik kahramanları üretilmesine izin vermeyeceğiz.
Bir sömürge aydını gibi, ülkemizi AKPyi iktidara taşıyan emperyalistlere şikâyet etmeyeceğiz, halkımıza gideceğiz ve ısrarla gerçeği anlatacağız.
İmza kampanyalarına sığınıp, günlük yaşamın dışında durmayacağız, memleketimizin her yanında toplantılar düzenleyerek yüz yüze olmanın benzersiz gücünü inşa edeceğiz.
Biz kimiz?
Yukarıda saptanan kaygıları paylaşan ve buna karşı kayıtsız kalmayı içine sindiremeyen insanlarız.
Yalnız olmayı bir kader gibi dayatanlara, artık buradan geri dönüş yok diyenlere inat boyun eğmeyenleriz.
Biz, gericiliğin kader olmadığını bilen, aydınlanmanın kaçınılmaz olduğunu gören ve tek başına olmanın bencillik, hep birlikte olmanın özgürlük olduğuna inananlarız.
Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolunun tüm aydınlık insanlarına!"
Aydınlanma ve laiklik düşmanlığı gericilerin manifestosudur. Aydınlanma ve laikliği savunmak Türkiye'de ilerici, solcu, sosyalist olmanın manifestosudur. Bence ilericilik gericilik ayrımı da bu noktada başlıyor. Kim ki aydınlanmaya, laikliğe, cumhuriyete karşı çıkıyorsa gericidir. Bu gerici anlayışın karşısına kim dikiliyorsa o da ilerici, solcu, sosyalisttir. Türkiye cepheleşme olacaksa bu eksen üzerinde olmalıdır. Yıllardır kürt sorunu bir eksen olarak kabul gördü. Solcular da bu yanlışa düşerek, aydınlanmacıları, Cumhuriyetçileri hep karşı kutup olarak gördüler. Aydınlanma ve laiklik düşmanlarının yanında yer aldılar yıllardır. Kürtçüler, liberaller ve AKP tayfası bu nedenle hep beraber oldular. Cumhuriyete laikliğe veryansın ettiler. İleri demokrasiyi cumhuriyet ve laiklik karşıtlığı ekseninde kurmaya başladılar. AKİT zihniyeti AKP kadrolarıyla birinci cumhuriyeti bu güçle bitirdi ve şimdi ikincisini kurmaya çalışıyor. AKİT'in heyheylenmesi bu yüzden. Gericiliğe karşı eleştiri yapılmasını içine sindiremiyor.
Gericilikle mücadelenin neresindeyiz? Komünistler ne yapmak istiyor?
24 Şubat 2016'da bir deklarasyonla yola çıkan "Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi" büyüyerek yoluna devam ediyor. Biz de Komünist Parti Merkez Komite Üyesi Mehmet Kuzulugil'e "Gericilikle mücadelenin neresindeyiz?" ve "Komünistler ne yapmak istiyor?" sorularını yönelttik. "Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi"ni sorduk, Komünist Parti'nin bu konuya nasıl baktığını ve kendisini nasıl konumlandırdığını anlatmasını istedik.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi, Türkiye'nin dinsel kurallarla yönetilen bir ülke haline getirilme çabasına karşı mücadele etmek üzere 24 Şubat 2016 günü bir deklarasyon yayınlayarak yola çıktı. Hareket adına ilk çağrıyı yapanlar ise Barış Terkoğlu, Enver Aysever, Hüseyin Aygün, Kemal Okuyan, Orhan Gökdemir, Özlem Şen Abay oldu. Deklarasyonda "Biz, gericiliğin kader olmadığını bilen, aydınlanmanın kaçınılmaz olduğunu gören ve tek başına olmanın bencillik, hep birlikte olmanın özgürlük olduğuna inananlarız. Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolunun tüm aydınlık insanlarına!" denildi.
Pek çok yayın organında yankı bulan, bazı yazarların köşelerine taşıdığı "Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi", gerici çevrelerde de tepkiye yol açtı. Gerici ve yandaş haber sitesi Haber7, açıklanan deklarasyona doğrudan saldırdı, diğer gerici ve yandaş yayın organları da bu saldırıyı sahiplendi.
KOMÜNİST PARTİ MK ÜYESİ KUZULUGİL'LE KONUŞTUK: KOMÜNİSTLER NE YAPMAK İSTİYOR?
Biz de Komünist Parti Merkez Komite Üyesi Mehmet Kuzulugil'e "Gericilikle mücadelenin neresindeyiz?" ve "Komünistler ne yapmak istiyor?" sorularını yönelttik. Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi'ni sorduk, Komünist Parti'nin bu konuya nasıl baktığını ve kendisini nasıl konumlandırdığını anlatmasını istedik.
- Çok basit bir soruyla başlamak istiyoruz. Laiklik tehlikede mi?
- Gerçekten oldukça basit bir soru bu. Bence artık laiklik tehlikede değil. Bunu kolayca kanıtlayabilirim. Yıllarca mitinglerde, salon toplantılarında güçlü bir biçimde tekrarlanan bir slogan vardı: Türkiye laiktir, laik kalacak. Kendi adıma o zamanlar da bu slogana ilişkin çelişkili duygularım vardı ama bu slogan tam olarak laikliği savunmaya dönüktü. Milyonlarca insan laikliğin tehlikede olduğunu düşünüyordu. Artık kimse bu sloganı atmıyor. Laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorlar. Tehlike geçti dedikleri için değil, artık herkes için açık: Türkiye Cumhuriyeti artık laik bir devlet değildir.
Türkiye'de tehlikede olabilecek bir laiklik de kalmamıştır.
Bu söylediklerim yanlış anlaşılmasın. Geçmiş olsun, unutun artık laikliği gibi bir şey değil.
Tersine eskisinden daha umutlu ve iddialı olunacak bir zamandayız.
Türkiye toplumu dini siyasetten uzaklaştırmak, siyasal alanda dinin kazandığı mevzileri boşaltmak konusunda, laiktir laik kalacak dediği dönemlerden çok daha kararlı.
Üstelik iyi kötü, eldekini korumaya bakalım pozisyonunun yarattığı zaaflar da bu tasfiyede önemli bir rol oynamıştı. Korunacak bir eldeki laiklik de kalmadı.
- Nedir bu zaaflar?
- Bunların artık çok bilinen şeyler olduğunu düşünüyorum. Dinin siyaset alanına girmemesi gerekiyor. Bu gereklilik yine dinsel referanslarla savunulamaz. Bu yapıldı Türkiye'de. Dinimiz de laikliği emreder ya da islamın korunması için de siyasete alet edilmemesi gerekir argümanı laik Cumhuriyet'in ilk adımlarında iş görmüş olabilir ama gericilik saldıran taraf olduğunda iş değişir.
Güncel örneklerini verebilirim ama hem gerek yok, hem de artık yanlış yapılan şeylerden değil doğrusunu nasıl yapacağımızdan konuşmak gerekir diye düşünüyorum.
- Evet, aslında o soruyu sormamın zamanı sanıyorum. Komünist Parti ne yapacak? Artık tehlikede bile olmayan bir laiklik var. Daha doğrusu artık yok! Ve parti, gericilikle mücadele cephesine yükleniyor. Laiklik burada önemli bir unsur olarak kendini gösteriyor. Komünist Parti ne yapacak?
- İki büyük hedefimiz olmalı, bu cephede. Birincisi, dış politikadan ekonomi yönetimine, ulusal eğitimden devletin kültürel alandaki kurumlaşmalarına dine dayalı yaklaşımların gayrı meşru ilan edilmesi ve silinmesi. Türkiye siyaseti din ve mezhep tercihleri tarafından çizilen bütün çizgilerden arındırılmalıdır.
İkincisi, aslında andığımız dine dayandırılan siyaset tablosunun da uzantısı olarak toplumsal yaşamda dinsel düşünce ve inanışların tehlikeli bir biçimde yayıldıkları alandan çıkarılması. Evlilik, sağlık, beslenme, kadın erkek ilişkileri, sosyal ilişkiler... Din, çoğu noktada bilimsel ve teknolojik gelişmenin ürünü olan yol göstericileri kovarak merkeze yerleşmiş durumda.
Bu iki büyük hedef çok somut, çok güncel ve gerçek mücadelelerle ele alınabilir.
Bu mücadeleler sadece laikliğin, akılcılığın ve bilimin terkettiği mevzileri tek tek yeniden kazanmaya yaramayacaktır. Her bir somut çatışma alanı gericiliğe karşı mücadelenin genel meşruiyetini besleyecektir.
- Örnek verebilir misiniz?
Laiklikten söz ediyoruz. Başbakanın, Cumhurbaşkanının sanki bir İslam Devleti imişiz de onlar da halife imiş gibi konuşmalarından rahatsızız.
Ama Diyanet İşleri Başkanlığı'nı neredeyse kabullenmiş durumdayız. Milyarlarca liralık bütçesi, artık dehşet verici bir etki alanına ve kendisine tanınmış yetkiye ulaşmış fetva mekanizmaları, iç ve dış siyasette pek çok bakandan çok daha etkili ve bağımsız duran başkanı ile Diyanet'e dokunmak zorundayız.
Bunu islam diniyle, müslümanlıkla kavga etmek olarak mı göreceğiz? Aman ilişmeyelim, din karşıtlığı olarak gösterilir mi diyeceğiz.
Bu çok somut bir mücadele. Diyanet yayınlarının ilkokullarda dağıtılmasını engellemeyeceksek, laik ve bilimsel eğitimden söz etmenin anlamı ne?
Zorunlu din dersleri, kimliklerdeki din hanesi...
Türkiye dinsel kurallarla yönetilemez bildirisi ile bir deklarasyonda bulundu Komünist Parti. O zaman bu söyledikleriniz partinin deklarasyonun somut karşılıkları için de adımlar atacağı anlamına geliyor.
Evet ve hayır. Komünist Parti'nin dinselleşme, laiklik ve aydınlanma mücadelesi gibi başlıklarda politik bir konumu var. Sınıfsal temeli olan bir konum bu.
Ama bu konumdan hareketle verilecek mücadelenin bir parti kampanyası olarak örgütlenmesi garip olur doğrusu. Komünist Partililerin, zorunlu din eğitimine karşı verilecek mücadelelerde öne çıkmaları, en büyük kararlılığın, en büyük özverilerin onlar tarafından sergilenmesi olması gerekendir. Ama parti, bu mücadeleleri seçim kampanyasının bir parçası olarak görmeyecek, örgütlülüğünü, siyasette artık daha da önem kazanmış olan zihin açıklığını, iç eğitim mekanizmalarını verilecek toplumsal mücadelenin hizmetine sunacaktır.
- Komünist Parti kendini biraz geri çekecek diye mi anlamalıyız? Ya da bu alanlarda Komünist Parti adıyla yer almayacak?
Bu bizim kıramadığımız bir çarpık ikilem. Bir yerde Komünist Parti olursa insanlar kaçar, korkarlar vs. Böyle değil. Böyle bir şey yok ve böyle düşünmüyoruz. Komünist Parti, mücadele alanlarında öncülük yapar, yön verir, bazen damgasını vurur. Bu onun iktidar yürüyüşünün, adlı adınca devrimci sınıfın ve emekçi halk kesimlerinin öncüsü olarak tekleşmesinin de bir parçasıdır.
Ama parti, kendi tekelini oluşturduğu mücadele alanları oluşturmaya çalışmaz. Daha doğrusu bu bir örgütsel karar olamaz. Bazen gerçekten değerli yalnızlık bir tür tekel oluşturma anlamına gelir ama bu objektif ve öze dair bir durumdur.
Siyasal karşılığına geleyim. Parti doğru bildiklerini dayatan, kendi hareket alanını kendi doğruları ile tarif edip, sınırlarını çizen bir şekilde hareket etmemelidir. Doğrularımız bizim silahlarımızdır. Kullanırız. Toplumsal mücadeleye katılanlar bu silahların etkili olduğunu gördükleri ölçüde hem doğrularımızı kabul ederler, hem de doğrularımız bir işe yaramış olur.
Çok temel bir örnek vereceğim. Gericilik öyle bir noktaya geldi ki, sadece laikliği savunarak ona ulaşmak mümkün değil. Yaşasın laiklik acıklı bir kofluk barındırıyor. Sadece siyasal alanda dinin kapladığı yeri gündem edinerek, siyasetteki dinselleşmeden kurtulmak mümkün değil. Laiklik artık sadece laiklik için verilen bir mücadeleyle kazanılamayacak. Toplumsal hayatın bütün hücrelerine, bilimi, akılcı düşünceyi ve özgürlük tutkusunu kovarak yerleşen dinselleşmeye karşı bir aydınlanma mücadelesi vermek zorundayız.
Komünistler bunu verilecek mücadelenin sınır çizgileri olarak göremez. Yani bunu anladıysanız, yürüyelim ama hâlâ kafanız 'laiktir laik kalacak' diye işliyorsa, sizinle işimiz olmaz diyemeyiz. Niye diyelim?
Vazgeçilmez olduğunu söylediğimiz şeyleri temsil ederiz. Zaten tespitimiz doğruysa, aman milletin çoluğuna çocuğuna karışmayalım, din düşmanı olarak görülmeyelim kaygısı güden ama dinselleşmeye, gericiliğe karşı tepkili olan kesimler kısa sürede bazı mücadele alanlarını açmadan yol alınamayacağını göreceklerdir.
Başa dönersem, Komünist Parti kendini geri çekmeyecek. Sadece (tersine de diyebilirdim) kendisini açacak. Türkiye'nin komünist partisinin temsil ettiği birikimi ve mücadelesi ile oluşturduğu tarihsel haklılığını bilen ve takdir eden geniş kesimlerin de beklediği bu. Komünist Parti'nin huzur bulacağı bir keskinlik içine kendini hapsetmesinden korkan dostlarımızı rahatlatacağız. Üstelik bu dostlarımız arasında bir ihtimal olarak bile uzakta tutarak karikatürize ettiğim yalnızlık tercihini haklı bulanlar da var.
Uzatmak pahasına şu iddiayı da ekleyeyim: Sözünü ettiğim açılma komünist partililerin siyasal heyecanını da partizanlığını da pekiştirecektir.
Kimliksizliğe, ideolojik bulanıklığı besleyen bir örgüt düşmanlığına kafa tutmak için tabelacılık yapmak ise intihardır.
Bu konuştuklarımızın Komünist Parti'nin önünü açacağını söyleyebiliriz herhalde. Laiklik ve aydınlanma mücadelesi sol için aynı zamanda bir güç haline gelmenin de olanaklarını yaratıyor değil mi?
Topu ters köşeye yollamayı sevdiğimi düşünmeyin. Sadece bazı doğruların gerçekten işe yaramaları için inceltilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Özür dileyerek, bu saptamaya kısmen itiraz edeceğim.
Sol'daki buradan yürürüz mantığının siyasetin doğasında olan bir oportünizmin devrimci siyaseti bozması anlamına geldiğini düşünüyorum.
Birincisi, bugün toplumsal çatışmanın bam teli laiklik, buraya yüklenmek lazım biçimindeki düşünce tarzı, siyasal mücadelenin zaman ve mekan boyutundaki bütünselliğini kaçırıyor. Somut örnekleri de ortada. 15 yıl önce türbana özgürlük demagojisinin arkasına takılan demokrasicilik, bugün gericiliğin bu kadarı da fazla, laiklik istiyoruz diyerek ortaya çıktığında bazı ezberleri yine gelip diline takılıyor.
İkincisi, düzenin bu kadar tıkandığı, gericiliğin ve piyasacılığın insanlık düşmanı yüzünü bu kadar sergilediği, radikalizmin kendisini neredeyse bir zorunluluk olarak dayattığı bir durumda, solun ne yaparsam iş yapar diye düşünmek yerine kendi işini yapması lazım.
İki gün önce Enver Aysever'den duyduğum bir cümleyi tekrarlamak istiyorum: Biraz da içinden geleni yapması lazım solcuların.
SOL
Gericiliğe karşı...
Orhan Gökdemir
Aydınlanma ile başlıyoruz...
17. Yüzyılda açıldı, 18. Yüzyılda Büyük Fransız Devrimi ile taçlandı. Aydınlanmanın yaptığı açıktı; doğa ile insan arasındaki ilişkiden dini ve tanrıyı çıkarıyordu. İnsan böylece doğa ile doğrudan ilişki kuran aydınlanmış bir tür olarak yeniden tanımlanıyordu. Yeni insan dini bir varlık olmaktan çok felsefi bir varlık olacak, dinin buyruklarıyla değil aklıyla hareket edecekti. Aydınlanma çağının öncü düşünürleri aklın otoritesine dayanarak tanrının kellesini uçurdular ve böylece kralın kellesinin uçurulması için gereken akli ortamı hazırlamış oldular. Son adımı atmak Kantın izinden giden "Incorruptible Maximilien Robespierree kaldı. Boyun eğmez bir devrimciydi, pek diktatördü ve çok acımasız olduğunu biliyoruz. Diktatoryaya inandığı ve zalim olduğu için değildi bu. Aydınlık bir düzene ulaşmak için diktatorya ve terör geçici ancak zorunlu devrimci yöntemlerdi. Cumhuriyetten geri dönülmesini engellemek için kralı idam ettirmek icraatları arasındadır. Kurmak için kırmak gerekiyordu, çok kırıcı olduğunu biliyoruz.
Demek ki Aydınlanma ile başlayacaksak Kantın ve onun pratik hali Robespierrein izinden yürümeliyiz. Bu iz ise, Jakoben bir yola işaret etmektedir. Jakoben, AKP döneminin yandaşlarının en ağır küfrüdür. İttihatı ve Kemalizmi Jakoben saydılar ve mahkemelerde hep Jakoben aradılar. Aydınlık korkusudur ve artık buradayız.
Aydınlanma, insan ve doğa arasındaki ilişkiden tanrıyı çıkarmakla başlar, bunun yerine tanrıya ve dine ihtiyaç duymayan yeni bir düşünme biçimi koyarak mantıki sonuçlarına ulaşır. Kralsız ve tanrısız bir yoldur aydınlanma. Kralsızlık cumhuriyete, tanrısızlık ise laikliğe yolu açar. Bunlar, laiklik ve cumhuriyet, aydınlanmanın olmazsa olmazlarıdır.
Fransada başlayan bu devrimci rüzgâr ağır ama düzenli adımlarla Osmanlı coğrafyasına doğru ilerledi, III. Selim işte böylesi boyun eğmez devrimcilerin Avrupayı salladığı yıllarda iktidara gelmişti. Saray erkânı uzun zamandır Yeniçeri ocağının oyuncağıydı. Ama Selim, Hacı Bektaş köçekleri dediği Yeniçerilerin sorun yaratmasının nedeninin Bektaşi tarikatı olduğuna inanıyordu. O yüzden Yeniçerilere karşı kurduğu Nizam-ı Cedid askerinin manevi eğitimini Mevlevi Tarikatına bıraktı. Böylece devletinin, bağnazlığın ve yobazlığın cenderesinden kurtulabileceğine inanıyordu. Jean-Jacques Rousseau sultana pek uzaktı, Robespierrein gelişi için ise tarihin henüz işini tamamlaması gerekiyordu.
Yeniçeri ocağını bütünüyle ortadan kaldırma planları yapan II. Mahmut da bunun aynı zamanda tarikata karşı bir savaş olduğunun bilincindeydi. Ocağın kaldırılmasının ardından Bektaşilikle mücadele yıllarca sürdü. Bektaşileri bulabildikleri her yerde tepelediler veya kovaladılar. Tarikat hakkında inanılması güç söylentilerin yayılmasına ön ayak oldular. Bugün Bektaşi fıkrası diye anlatılan şeylerin çoğu o dönemde Bektaşiliği karşı yürütülen bu karşı propagandanın yadigârıdır. O da Selim gibi Bektaşilerin bıraktığı boşluğu Mevleviye ile doldurdu. Mevleviyenin gücü yetmeyince Nakşibendiyeyi yardıma çağırdı. Ordu, bir tarikattan ötekine geçerek modernleşmeye çalışıyordu.
III. Selim-II. Mahmut döneminden bu yana yenileştirilmeye çalışılan ve manevi eğitimi bir tarikattan ötekine geçen ordunun savaşma kabiliyetinde bir sıçrama sağlanamadı. Devlet hemen her yerde toprak kaybederek Anadoluya doğru çekiliyordu. Onunla birlikte kaybedilen topraklardaki Müslüman nüfus da göçüp Anadolu içlerine yerleşmekteydi. Bir yandan bitimsiz savaşlarda ordunun tek asker kaynağı olan Anadolu Müslüman ahalisi büyük sayılarla kırılıyor, öbür yandan yerleri Balkanlardan kaçıp gelen yeni Müslüman nüfusla dolduruluyordu. Bu büyük nüfus hareketleriyle Anadolu bir yüzyıl içinde ve tuhaf bir şekilde yeniden İslamlaştı.
Fransız Devrimi ile icat edilen halk ordusu veya ordu millet kavramı Osmanlıya hala pek uzaklardaydı. İttihatçıların bu yöndeki denemeleri sadece küçük başlangıçlar olarak kaldı. Ordunun temel insan malzemesinin din adına savaşmaktan öte bir pratiği yoktu. İçinde bir gerici ayaklanmayı da barındıran 1908 Devrimi ile 1920 arasındaki sert iklim din ile ulus arasında bu gelgit ile şekillendi. Örneğin Anadolu hareketinin zaferi kesinleştikten sonra yapılan mübadelede esas alınan şey hala dindi. Müslüman ile Türk arasındaki sınır pek bulanıktı, bu iki kavram arasındaki ayrım yapmaya genellikle ihtiyaç duyulmuyordu.
Kemalist Cumhuriyetin devraldığı miras işte budur. Tekke ve tarikatların kapatılması, alfabenin ve takvimin değiştirilmesi, hilafetin kaldırılması gibi devrimlerle, dinin gündelik hayat üzerindeki etkisinin kırılmaya çalışılması bu miras üzerinden düşünülmelidir. Geç Kemalist Aydınlanmanın kısa süren ürkek devrimiydi bu. Evet, Jakoben yöntemler kullanmışlardı ama hiçbir zaman yeterince kararlı olamamışlardı. Kemalizm Jakobenizm yetmezliği ile maluldür. Bir yandan dinin gündelik yaşam üzerindeki etkisini kırmaya çalışırken, diğer yandan Diyaneti kurarak dini devletin kontrolünde tutmaya çalıştılar. Geç Kemalist aydınlanma ışığını çabuk kaybetti ve uzun bir karşıdevrime ilham vererek silinip gitti.
Elbette bu başarısızlığın pek çok maddi temeli vardı. Ama 19. Yüzyılın tarikattan beslenme kültürü de hala canlı ve etkiliydi. Nazım Hikmetin ilk şiirlerindeki Mevlevi etki veya Mustafa Kemalin Tahsin Mayatepeke hazırlattığı Mayatepek Raporu bunun kanıtlarıdır.
Aslında Sufi bir tarikata benzemeyen modern gerici Nurculuk da bu yıllarda şekillendi. 2. Dünya savaşının ardından bir veba gibi yayılan Komünizm korkusu devlet ile Nurcuları birleştirdi. Komünizmle Mücadele Dernekleri içinde kurulan örtük ilişkiler, 12 Martta 12 Eylülde aleni ve yasal bir biçime büründü.
12 Eylül, Kemalizmin Cumhuriyetçi yorumunu gömmüştür ve yerine anti Kemalist yeni bir Atatürkçülük geliştirmiştir. Kemalizmin bu yeni versiyonu dinin kamu yaşamındaki varlığını ve meşruiyetini kabul etmiş görünmekteydi. Buna sistemin verdiği ad Türk-İslam Sentezidir. Bu sentezde din, bir ahlak sistemi veya bir toplumsal kurum olmaktan çok, devletin elindeki toplumsal denetim araçlarından biri olarak görülmektedir. Bugünkü TRT ve Diyanetin kökleri işte Kemalist Devletin 12 Eylül Cuntası elindeki bu dönüşümünde yatmaktadır.
Fakat yine de Türk İslam Sentezinde belirleyici olan Türklüktür ve bu dinci bir milliyetçiliği haber vermektedir. Bunlar 27 Mayısın siyasi programının antitezleridir. 12 Eylül ile birlikte, 27 Mayısın Kemalizmi yeniden ayakları üzerine dikme girişimi engellenmiştir.
Devletin büsbütün gericiliğe teslimi ise 28 Şubatta başlayan ve Ergenekon-Balyoz gibi davalarla taçlandırılan bir süreçle tamamlanmıştır. Böylece devlet, Nur talabeleri denilen imam çetesi tarafından ölü ele geçirilmiş, Cumhuriyetin ilk yılları ile kesintiye uğrayan gericileşme programında tekrar başa dönülmüştür.
Demek ki, hala Büyük Fransız Devriminin ve Kemalist Aydınlanmanın ön günlerindeyiz. Demek ki tartışmamıza, Marksı ayrı tutarak, onunla birlikte yeniden Kantı ve Robespierrei çağıracağız. Ve demek ki Aydınlanmadan başlamak için Kemalizmle yeniden hesaplaşacağız.
Kemalizmden muhafazakâr Atatürkçülüğe evirilen bir ideolojik restorasyonun elbette tartışılacak pek çok yönü var. Ancak ve bununla birlikte Cumhuriyetin eskisi ile ilgili eleştiriler utanç verici bir sığlık içinde. Yüzyıllık tarih neredeyse bir tek kavramın içine askeri vesayete sıkıştırıldı ve olağanüstü mahkemeler eliyle yeni bir tarih yazımına girişildi.
Evet, Kemalizm ve onun kurduğu Cumhuriyet pek çok noktada eksikli, pek çok noktada cüretkâr, pek çok noktada ürkektir. Ama bir iddiası vardır. Elbette iddiası olan eleştirilmeyi de hak eder ama önce bilmek gerekir.
Şurası açık; bildiğimiz Cumhuriyet bitti ve yerine neyin geleceğini henüz bilmiyoruz. Eskinin son aktörleri diz çöküp utanç verici bir biçimde teslim olarak tarih sahnesinden çekildi. Sistem, yeniden tarikatlar arasında seçim yaparak devletin manevi değerlerini ayakta tutmaya ve yönetilebilir kılmaya çalışıyor.
Ama bütün bu karanlık tabloda islamizasyonun tamamlandığı ve bunun sorunların arttırmaktan başka bir şeye yol açmadığı ortaya çıkıyor. Ülkeyi büyük bir felaketin eşiğine getiren, insanı kirleten, ezen, yok eden, kullaştıran uzun gericilik dönemi yolun sonunda.
Büyük Fransız Devriminin ve Kemalist Aydınlanmanın ön günlerindeyiz ve gericiliğe karşı Aydınlanma ile yeniden başlıyoruz.
Siyasal anlamda devrimci sınıf da, biat kültürünün ve kulluğun ilgasıyla mümkün olmuştur. Biat kültürünü ve kulluğu kaldırma görevi hala omuzlarımızdadır.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi eninde sonunda soldur.
Soldayız ve başlıyoruz
90 yılın enkazının altında kalmak
Nevzat Evrim Önal
Hiçbir şey yolunda değildi, ama yıllarca öyleymiş gibi yaptık. Artık ne birbirimize, ne kendimize yalan söyleyemez hale geldiğimizde, bıçak kemiğe dayandığında çıktık sokağa. Sık bakalım diye İnönü Caddesinden yukarı akmaya başladığımız dakikalar, hepimizin ömründe en dürüst, en içten olduğu andı; hem kendimize, hem birbirimize, hem de düşmanımıza karşı.
Hala sarhoşluğunu hatırlamamız bundandır. Yalan bir dünyada doğru bir söz olmuştuk çünkü.
Muhteşemdi; ve o yalan dünyayı yıkıp doğrusunu kuramadığımız ölçüde, metafizik kalmaya mahkumdu. On beş gün sürdü kırık hayallerimizin öfkesinin yazı. Çocukken, yağ satarım bal satarım oynarken yaptığımız gibi çember olup oturduk. Öykülerimizi anlattık. Sarıldık, sevdik, seviştik. Belki ilk defa gerçekten birbirimizin gözlerinin içine baktık. Ve bunun yeteceğini, artık birilerinin mesajı alacağını, ya kendilerine çeki düzen vereceklerini, ya da başka birilerinin gerekeni yapacağını sandık.
Naiflik işte
Pırıl pırıl iyi niyet doluyduk ama kendi işimizi başkasına havale edemeyeceğimizi; kabaran bir dalga değil düşmanı ezen bir silindir olmamız, dahası direksiyonuna da bizzat oturmamız gerektiğini bilmiyorduk.
Haksızlık etmeyelim kendimize, bilemezdik.
Şimdi ise canını kurtarmak için kocasını vurmuş Çilem gibi halimiz. Yaşananlardaki tek suçsuz da, sanık sandalyesindeki tek kişi de biziz. Yüzümüzde mağrur bir ifade, bileklerimizde kelepçe, üzerimizdeki tişörtte iki satır yazı: Sevgili geçmiş, verdiğin ders için teşekkürler. Sevgili gelecek, hazırım.
2013 Haziranı aydınlanmamızın başlangıcıydı. Yüzümüzü göklerden, bize yalan söyleyen çarpık aynalardan birbirimize çevirmiştik. Sadece devletin değil tüm toplumsal yaşantının dinselleşmesine başkaldırmıştık. Çünkü karşımıza geçmiş pis pis sırıtan imamlar kul ile allah falan değil basbayağı insanla insanın arasına giriyordu: Orada kadeh kaldıramazsın, burada sevgiline sarılamazsın, komşun başka mezheptense sevemezsin, evladına doğru bildiğin ahlakı öğretemezsin
Sadece bireyin vicdanında durması gereken din tüm hayatımızı belirler hale getiriliyordu ve başkaldırımız bunaydı.
Gericiliğe karşı, aydınlanma.
Yenildik. Ama öyle bir tarihsel kırılmaydı ki yaşanan, bizi yenenler Gezi Parkının çıkışında duramazdı. Eve kadar kovalamak, kapıyı kırıp girmek, bütün hayatımızı başımıza yıkmak zorundaydılar çünkü ayaklanmanın yaktığı ateşin ışığında onlar da başka türlü yaşayamayacaklarını görmüşlerdi. Bu topraklarda gericilikle ilericiliğin ara sıra itişerek de olsa bir arada yaşayabileceği dönem kapanmıştı.
Ya biz, ya onlar yok olacaktı.
O lanetli dudaklardan atamıza, anamıza söver gibi tıslanan doksan yılın enkazını kaldırdık lafı bu yüzden bir tespit, bir de temenni içeriyor. Tespitin tartışılacak tarafı yok; bütün prensipleriyle Cumhuriyeti yıktılar. Temenni ise şu: Enkazının altında biz değil siz kaldınız.
Ne var ki o yıktıkları cumhuriyet, tüm güzellik ve bozukluklarıyla, bizim beşiğimiz, çocukluğumuz, yurdumuzdu. Onun bir türlü toplumun tamamına mal edilmemiş laiklik, bağımsızlık ve bir yalandan ibaret kalan sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir toplum olma iddiası özgürlük ve eşitlik tutkumuzun tohumlarıydı. Bugün sokaklarında gezindiğimiz, dört bir taraftan çürümüş ölülerin kokusu yükselen enkazda ise her kuytuya yobazların karanlık değerleri çörekleniyor.
Eğer enkazın altında biz kalırsak, bu alçak müteahhitler sürüsü islamcı saltanatı üzerimize inşa edecek. O karanlıkta kadının bedeni erkeğin malı ve tarlası olacak, alevi işçi işten atılmamak için cumaya gidecek, ateist bilim insanı dersinde bilimsel doğruları anlatamayacak, sadece Cerattepe ve Fındıklı Parkına değil her tepeye, her parka dozerler, greyderler girecek.
Ve sonunda bir gün öz çocuğumuz namaz kılmıyoruz diye bize kâfir diyecek.
Onların hayalinde bize hayat yok, dolayısıyla harekete geçmek gerekiyor; üstelik kendimizden başka kimseden bir hayır gelmeyeceğini bilerek. Meclisteki partilerin tümü, en ücra ilçe teşkilatından en afili merkez örgütüne kadar, dincilik yarıştırıyor. Bu ülkenin para babaları dinselleşmenin ekmeğini yiye yiye öyle semirdi ki, artık en batılısı dahi evladının ölüsünü Osmanlı sancağıyla kaldırıyor. Batı için ise Orta Doğuda İslamcılık ve kendisinde İslam düşmanlığı bu coğrafyada her zaman başlarına bela olan laiklikten çok daha kârlı.
Enkazın altında onlar kalacaksa, onları bizzat gömeceğiz.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketinin çağrı ve iddiasının özü, budur. Son cümlesi ise şöyle: Bu çağrı geleceği birlikte kurmak için sabırsızlanan Anadolunun tüm aydınlık insanlarına!
Var mısınız?
İKİNCİ CUMHURİYETÇİLER ÖZÜR BEKLİYOR
'İkinci cumhuriyetçiler' olarak bilinen aydınlar ile devlet arasında, özellikle AB sürecinin hızlanması ile birlikte bir uzlaşma dönemi başladı. Yıllardır fikirleri sebebiyle vatan haini ilan edilen ve numaralı cumhuriyetçiler olarak küçümsenen liberal aydınların, demokrasi, insan hakları ve Kürt sorununa yönelik çözüm önerileri, AB'ye tam üye olmanın olmazsa olmaz şartı olan Kopenhag Kriterleri ile örtüşüyor. Bunun sonucu da, AB'yi isteyen merkezi otorite, ister istemez yıllardır kavgalı olduğu ikinci cumhuriyetçilerin tezlerini dillendirmeye başladı. Önceki gün Sabah gazetesi de, "Yıllardır kavga ettiği ikinci cumhuriyetçilerin Türkiye'nin temel sorunlarına yönelik çözüm önerilerini, en yetkili ağızlardan seslendirmeye başlayan yöneticilerin, bu insanlara bir özür borcu yok mu?" sorusunu yöneltti.
Daha fazla demokrasi talebi.
Konu hakkında görüşlerini aldığımız, ikinci cumhuriyetçi olarak bilinen aydınların önde gelen isimlerinden Prof. Dr. Mehmet Altan, "Bize hem özür hem de teşekkür borçları var." Dedi. Altan, yıllardır seslendirdikleri fikirlere de açıklık getirdi. Kendilerine özellikle, 'liberal demokrasi' talepleri sebebiyle karşı çıkıldığını vurgulayan Altan, "Bizim dile getirdiğimiz, bireyin devletin karşısında korunmasını garanti altına alan düşünceler suçlu sayıldı. Ankara kendi resmi ideolojisinin dışında kalan herkesi düşman ilan etti." şeklinde konuştu. Demokrasiden uzak bir yapılanmaya her zaman karşı çıktıklarının altını çizen Prof. Altan, şunları söyledi: "Cumhuriyetle demokrasi aynı şey değildir. Çoğulcu demokrasi yoksa cumhuriyet totalitarizme de gidebilir. Cumhuriyet, demokrasi ile var olmalıdır, Irak da bir cumhuriyettir. Türkiye tıkanıklığı aşmak istiyorsa demokrasiden yana olmalı. Türkiye'nin hala en büyük işvereni devlettir. Yani patron devlet. Normal bir demokraside ise halk devletin patronu olur. Biz bunu yapamadık."
Performansımız yetersiz.
Prof. Altan, Türkiye'nin diğer ülkelerle arasındaki farkları gösteren ekonomik verileri resmi rakamlarla şöyle açıkladı: "10 yılda 7,2 büyüme hızı ile büyürsek ancak İspanya'nın şimdiki yerini alabiliyoruz. 10 yıl boyunca yüzde 10 kalkınma hızı ile kalkınırsak ancak İsrail'in şimdiki yerini alırız. Eğitim sürecimiz ortalama 3-6 yıl. Yani hepimiz ilkokul 4'ten terkiz. Köylü nüfusumuz yüzde 46, Avrupa'da yüzde 5. İşte biz bu tablodan dolayı cumhuriyetin performansını beğenmedik ve ikinci cumhuriyet görüşünü ortaya attık."
Ankara'nın yeryüzüne ve çağdaşlığa direndiğine işaret eden Prof. Altan, AB sürecinin başlaması ile merkezi yönetimin, Türkiye'nin zengin ve özgür olmasını önlediğini savundu. "Yeryüzünün buna tahammülü yok." diyen Altan, "Yeryüzünün istekleri Türk halkının istekleri ile birleşiyor. Yüksek yaşam standardı hepimizin talebi. Yeryüzü bizim zenginleşmemizi istiyor. Bunun ideali liberal demokrasidir. Ankara için deniz bitti. Artık değişmek zorunda." Dedi.
Gelinen noktadan memnun olduğunu vurgulayan Prof. Altan, "Demek ki ikinci cumhuriyetçiler hain değilmiş." şeklinde konuştu. Türkiye'de ikinci cumhuriyetçiler olarak bilinen liberal aydınlardan bazıları ise şunlar: Prof. Mehmet Altan, Prof. Savaş Akat, Cengiz Çandar, Etyen Mahçupyan, Kürşat Bumin, Ali Bayramoğlu ve Gülay Göktürk.
Mehmet Altan
20.01.2000 - Zaman
Vay be hayat bize neler gösteriyor bir zamanlar liberal diye suçlananların ta 2000 de savunulan görüşlerin 2016 da avunulabileceğini kim söyleyebilirdi. Hem de mücadele ikinci cumhuriyet değil sosyalizm mücadelesi diyen sosyalistler tarafından
Ne diyelim pişmanlık göstermenin zamanı olmuyormuş gine de iyi yola girdiklerinin işareti Demokrasinin aydınlanmanın farkına varmaları iyiye delalet olsa gerek