Sosyalist-Devrimciler ve Bolşevikler İsmet Konak
Lenin, Sosyalist- Devrimci hareketi şöyle tavsif etmekteydi: Narodnizm ideolojisinin kötü yerlerini
Marksizmin oportünist eleştirisinin moda olmuş parçalarıyla yamamak
Rus devrim tarihi denilince genellikle akla Bolşevikler gelir. Lakin Sosyalist-devrimciler de tahlil edilmesi gereken bir fraksiyon veya parti olarak karşımızda durmaktadır. 1906 yılında ilk kongresini yapan partinin ideolojik temelini aslında Narodnizm (halkçılık) oluşturmaktadır. Bu açıdan Marksist doktrin ile kâmilen örtüşmeyen bir karakteri vardır. Narodnizmin kuramcıları Gertsen ve Çernişevskiy, her ne kadar kokuşmuş çarlık rejimine karşı bir mücadele metodolojisi geliştirmiş olsalar da ütopik sosyalist olma kabuğunu kıramamışlardı. Özellikle Rus köylülüğünü idealize etme gibi bir hastalıkları vardı. Öyle ki Gertsen, şu tespitte bulunmaktaydı: Rusyanın istikbalinin adamı köylü olacaktır. Nasıl ki Fransada işçi olacaksa.
Narodnik kuramcılara göre Rusyada Marksist bir devrime ve sosyalist mücadeleye pek hacet yoktu. Zira Rus köylüsü hâlihazırda mir veya obşinalar (köy komünleri) teşkil ederek kendine özgün bir ortak yaşam modeli geliştirmişti. Aslında bu yaşam modeli Rus köylüsünün yeni bir icadı değildi. Çünkü 11. yüzyıldaki Yaroslav döneminde mir veya obşinalara benzer bir de verv sözcüğünün tevatürde (Russkaya Pravda) yer aldığı unutulmamalıdır. Verv, bir tür ilkel köylü komünüydü. Her ne kadar köy komün kültürü, Rus köylüsü tarafından içselleştirilmişse de Çarlık Rusyası döneminde serflik yasası (krepostnoye pravo) ve feodal bağımlılığın mütehakkim olduğu; saray destekli sınıfsal sömürünün köylüyü harap ettiği göz ardı edilmemelidir. Burjuva terminolojide serflik yasası şeklinde normalleştirilmeye çalışılan yasayı Lenin hiç tereddüt etmeden kölelik yasası (krepostnoye rabstvo) olarak tanımlamaktadır.
Tekrardan Narodnizmin mimarlarına dönersek Çernişevskiyin Gertsene oranla ciddi bir düşünsel sıçrama yaptığı ve Rus gençliğini Nasıl yapmalı? adlı eseriyle şedit bir tesir altına aldığı aşikârdır. Rus köylüsünü çarlık mutlakiyetçiliğine karşı ayaklandırması ve bu uğurda yıllarca sürgün hayatı yaşaması Çernişevskiyi sol gelenek içinde bir mütemmim cüz yapmaktadır. Lenin, onun ideolojik çizgisini Marksist teoriden uzak bir çizgi olarak ittihaz etmiş olsa da şu övgüleri dile getirmekten imtina etmemişti: Çernişevskiy çok daha tutarlı ve militan bir demokrattı, onun yazıları sınıf mücadelesi ruhunu esinlendirir. O, liberalizmin ikiyüzlülüğünü teşhir etme yolunu kararlılıkla izlemiştir
Ütopik sosyalist görüşlerine rağmen, O, kapitalizmin dikkat çekici biçimde derin bir eleştirmeniydi.
19.yüzyılın ikinci yarısında Toprak ve Özgürlük (Zemlya i Volya) adlı örgütle pratiğe geçen Narodnizm, 1879 yılına gelindiğinde iki kliğe ayrılmıştır: Kara Paylaşım (Çyornıy Peredel) ve Halkın İradesi (Narodnaya Volya). Hareketin ikiye ayrılmasının sebebi örgütlenme yöntemi ve monarşiyle mücadele biçimiydi. Toprağı köylülere eşit bir şekilde üleştirmeyi ilke edinen Kara Paylaşım, bireysel suikastlerin aksine doğrudan kitle örgütlenmesine müstenit bir fraksiyondu. Halkın İradesi ise daha katı ve sert bir mücadele tarzını yani bireysel suikastlerle muktedirleri bertaraf ederek monarşiyi zayıflatma yöntemi benimsemişti. Bu fraksiyonun kuramcılarına göre yapılması gereken ortak yaşam modelini tehdit eden egemenleri birer birer ortadan kaldırmaktı. Yani bakanları, mebusları ve diğer çarlık yöneticilerini bireysel suikastlerle izale etmek. Nitekim Petersburg polis şefi, Kiev jandarma şefi, Rusya Jandarma Komutanı, kurtarıcı çar II. Aleksandr suikastleri; onun mülayim evladı III. Aleksandra yönelik suikast girişimleri bu amaç uğruna atılan adımlardı. Leninin ağabeyi Aleksandrın (Şaşa), Çar III. Aleksandra yönelik suikast girişiminde yer alması ve bedelini canıyla ödemesi Narodnik-Bolşevik kolerasyonunda oldukça önemlidir. Zira Lenin, ağabeyinin verdiği bedeli, üyesi olduğu Halkın İradesi adlı yapının katı, disiplinli ve kararlı mücadelesini taktir etmekle birlikte bireysel suikastlerin kitle örgütlenmesini geciktirdiğini ve monarşiyi aksine konsolide ettiğini belirtmekteydi. Bu yönüyle bireysel terörizm, Marksistler arasında eli silahlı bir reformizm algısı uyandırmaktaydı. Dolayısıyla Narodnik metodoloji, Bolşevik parti teorisyenleri tarafından çok kere tenkit edilmişti. Lev Trotskiy, 1911 yılında bireysel terörizm üzerine kaleme aldığı bir makalesinde şu eleştiride bulunmuştu: Eğer biz terörist eylemlere karşıysak, bu sadecebireyselintikam bizi tatmin etmediği içindir. Bizim kapitalist sistemle görülecek hesabımız, bakan denen bazı görevlilerle görülecek olandan çok daha büyüktür. Trotskiy ile birlikte Lenin de şu ifadeyi kullanmıştı: Biz, şiddet ve terörü ilkesel olarak hiç reddetmeksizin, kitlelerin doğrudan katılımını hesaplayan ve bu katılımı sağlayacak olan şiddet kullanımı biçimlerinin hazırlanması çağrısında bulunduk. Biz bu görevin zorlu olduğu gerçeğine gözlerimizi kapamıyoruz.
Nitekim proletarya rençberliği, ulusların kendi mukadderatını tayini, üretim araçlarının millileştirilmesi gibi Marksist teamüllerden uzak Narodnik birikim 1902 yılında Sosyalist-Devrimcilere intikal etti. Bu yeni yapı da Bolşeviklerin eleştiri süzgecinden geçmiş ve geçer not alamamıştı. Lenin, Sosyalist- Devrimci hareketi şöyle tavsif etmekteydi: Narodnizm ideolojisinin kötü yerlerini
Marksizmin oportünist eleştirisinin moda olmuş parçalarıyla yamamak.
M.A. Natanson, E. K. Breşko-Breşkovskaya, N. S. Rusanov, V. M. Çernov gibi şahsiyetlerin ideolojik öncülüğünde şekillen Neo-Narodnizm, 1917 yılına burjuva hülyalarla giriş yaptı. Bilinçaltında yatan küçük burjuva duygular baskın gelmiş ve 1917 Şubat Devriminde Geçici Hükümetle işbirliğine gidilmişti. Toprak ağaları ve sermaye ağalarının mütehakkim olduğu Geçici Hükümette Sosyalist- Devrimciler adına A. F. Kerenskiy, N. D. Avksentyev, V. M. Çernov ve S. L. Maslov gibi parti üyeleri nazırlık görevlerinde bulunmuşlardı. Bu isimlerden özellikle Kerenskiy, adeta Leninin karşısına dikilmiş bir figürandı. Önceleri Geçici Hükümette adalet bakanlığına getirilen devrimci Kerenskiy, neredeyse Çar II. Nikolay ve ailesinin muhafızlığını yapacak seviyeye ulaşmıştı. Çar ile konuşurken heyecandan boğazı düğümlenen ve bacakları titreyen çarlık karşıtı Kerenskiy, ilk icraatı çar ve ailesini devrimci Marksistlerden (Bolşevikler) kollamak için Tobolske sağ salim nakletmekti. İkinci büyük icraatı ise Geçici Hükümetin başbakanı olup Bolşeviklerin karargâhı konumundaki Kşesinskaya binasını harabeye çevirmekti. Bu esnada henüz Marksist kişiliği pek tartışılmayan Trotskiy, şunları yazmaktadır: Kerenskiy bir devrimci değildi, sadece devrimin etrafında dolanıp duran biriydi.
Lenini bir Alman ajanı olarak suçlayacak kadar sağa sapan Kerenskiy hükümeti, her geçen gün Nisan tezlerinin girdabına girme korkusu içindeydi. Bu korku, Kışlık Sarayındaki Kerenskiyi daha diktatöryel bir psikolojiye icbar etti. Parıltılı odasına Napolyonun resmini asan Kerenskiy, nihayet Bonapartist hislerini dışa vurmuştu. Sosyalist-Devrimcilerin, tüm iktidar Sovyetlere şiarına karşı çıkmalarının sebebi artık berraklaşmıştı. Bir bakıma kitlelerin barış ve ekmek talepleri Bonapartizme heba edilmişti. Petrograd semalarında tebarüz eden Bonapartist vehimcilik, Ekim Devrimi ile birlikte tepetaklak oldu. Her ne kadar Sol Sosyalist-Devrimciler, Ekim Devriminden sonra Sovyet hükümetine yakın durmuşlarsa da Kurucu Meclisin feshi ve Brest-Litovsk Antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte onlar da Bolşevik karşıtı kampa iltihak ettiler. Burjuvazi ve kulakların kuklası haline gelen Sosyalist-Devrimciler iç savaşta Kadetler, Menşevikler, Basmacılar, Dağlılar, Beyaz Gönüllü Ordu ve Kazakların teşkil ettiği karşı-devrimci cephede yer aldılar. Alman elçisi Wilhelm von Mirbach ve Bolşevik M. S. Uritskiyin suikaste kurban gitmesi, Tambovdaki Antonov ayaklanması, Lenine yönelik suikast girişimi (Fanya Kaplan), Bakü Komününe bağlı 26 halk komiserinin Krasnovodsktaki cinai ölümü gibi Sosyalist-Devrimci teşebbüsler, genç Sovyet Cumhuriyetinin sol tarafına sıkılan kör kurşunlardı. Böylece küçük burjuva oportünizminde nirvanaya çıkan Sosyalist-Devrimci güruh, Marksist diyalektik karşısında daha fazla barınamamış ve 1922den itibaren tarih sahnesinden silinip gitmişti.
Narodnik kuramcılara göre Rusyada Marksist bir devrime ve sosyalist mücadeleye pek hacet yoktu. Zira Rus köylüsü hâlihazırda mir veya obşinalar (köy komünleri) teşkil ederek kendine özgün bir ortak yaşam modeli geliştirmişti.
Üstteki alıntıda böyle bir cümle geçiyor ama, Bertram D.Wolfe'nin 1969 baskısı Devrim Yapan Üç Adam kitabında ( Prof.Ünsal Oskay çevirisi) Narodnizm ile Marksizm arasındaki farkı anlatılırken şunlar söyleniyor.(Sah.103-104)
''Halkçılara göre, Rusya'nın kendine özgü bir kaderi ve görevi vardı: kapitalizm cehennemine hiç girmeden bütün dünyayı sosyalizme yöneltme.. O'nlara göre şehir denen şey yabancı bir şeydi ve kırsal bölgelerin üzerine yapışmış bir ülserdi. Proletarya bu sosyal hastalığın -ki kaçınılması mümkündü- bir ürünüydü. Köylülerin tamamı içgüdüsel olarak sosyalist insanlardı. Kırsal yerlerdeki komünler ve köy zanaatkarları kooperatifleri yeni sosyal düzene gidişte izlenecek yolların ta kendisiydi. Fakat Marksistler daha o zamanlar bile Rusya'nın büyük bir endüstri ülkesi olmaya başladığını; köylerde zengin ve fakir, istismar eden ve edilen ayırımının ortaya çıktığını, sosyalizm hareketi için umut kaynağının köylüler değil proletarya olduğunu savunuyorlardı.''
Bilinen bir konu olmasına rağmen, dikkat çekici yanı Narodniklerin şehir ve proletarya Köylülüğün ağır bastığı bir ülkede sanayileşme ve proletarya beklenmeden de köylülüğe dayanılarak bir sosyalist devrim gerçekleştirilebilir. Zordur, burjuvazinin tarihsel olarak sorumluluğunda olan bir dizi görevin iktidarı gerçekleştiren devrimci önderliğin sorumluluğuna geçmesi anlamına gelir bu. Özetle kapitalistleşmeyi dar anlamda bir sanayileşme olarak aldığımızda, bu görev köylü toplumunda sosyalizm için zorunlu bir aşamadır. Narodnikler sanayileşmeyi-proletaryayı beklemeden siyasal iktidarın alınması yolundaki tezlerini alıntıya göre bir reddiye dönüştürüyorlar. Yazara göre Narodnikler ile Marksistler arasındaki temel farklardan biri de burada yatıyor.