Tarikatlar ve dinselleşme - 1: Türkiye'yi saran karanlık ağ
Cumhuriyet tarihi boyunca her dönemde farklı şiddetlerde de olsa her zaman varlığını ve etkisini sürdüren tarikatlar, cemaatler, dinsel gruplar, AKP iktidarında doğrudan siyasi iktidarın fiili ortağı haline geldiler. Adeta bir tarikatlar koalisyonu olarak iktidara yerleşen AKP, tarikat ve cemaatlerle hep içli dışlı oldu. Biz de üç günlük bir diziyle Türkiyede AKP eliyle iktidar kademelerine yerleşen tarikatlar ve cemaatler gerçeğini aktarmaya çalışacağız.
Ahmet Çınar
AKPyi tanımlarken sık kullandığımız tekellere ve tarikatlara dayalı islâmofaşist sermaye diktatörlüğü tanımının bir ayağını oluşturan tarikatlar/cemaatler/dinsel gruplar, gerçekten de AKP döneminde siyasi iktidarın doğrudan ve fiili bir bileşeni haline geldi. Laikliğin, Tevhid-i Tedrisat Kanununun, Tekke ve Zaviyelerin Kaldırılması Kanununun sadece kâğıt üzerinde kaldığı AKP iktidarında, tarikatlar AKP eliyle alabildiğine kamu kaynaklarına sahip oldular, devletin her kademesinde kadrolaştılar ve ülkenin bugünkü karanlığa mahkum olmasında önemli işlevler gördüler.
Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketinin yola çıktığı ve ilk kitlesel buluşmasını geçtiğimiz hafta sonu İzmirde gerçekleştirdiği bir dönemde, biz de AKP iktidarının fiili ortaklarından olan tarikatlar ve cemaatler gerçeğine eğiliyoruz.
Üç gün sürecek bu dizinin bugünkü ilk bölümünde Türkiyede örgütlenen tarikatlar, cemaatler ve bu grupların nasıl kadrolaştıklarına dair argümanlara yer vereceğiz. Dizinin yarınki ikinci bölümünde tarikatlar ile AKPnin doğrudan kurduğu ilişkiyi, AKP içinde önemli noktalarda yer alan tarikat mensuplarını, AKPnin tarikatlardan, tarikatların AKPden nasıl yararlandıklarını, aslında tarikatların birer siyasi parti gibi nasıl örgütlenip iktidara yerleştiklerini anlatmaya çalışacağız. Dizinin üçüncü ve son bölümünde ise gericiliğe karşı aydınlanma ve laiklik konusundaki yazı ve çabalarıyla tanınan şair-yazar Özdemir İnceyle gerçekleştirdiğimiz söyleşiye yer vereceğiz. Özdemir İnceyle geçtiğimiz haftalarda çıkan yeni kitabı İmam Hatip Saltanatı ve İmamokrasi kitabından da yola çıkarak ülkedeki dinselleşme ve tarikatlaşmayı konuşacağız
ABD DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI TARİKATLARLA HAYLİ İLGİLİ!
AKP karanlığından bahsederken, bu karanlığın en önemli üç dayanağı olan emperyalizm, sermaye (tekeller) ve tarikatlardan da bahsetmiş oluyoruz. Ülkenin dinselleştirilmesinde, tarikatların ve bu tarikatlara insan kaynağı yetiştiren imam hatiplerin rolü büyük.
WikiLeaks'in 29 Kasım 2010'da yayınladığı ve dünya çapında ses getiren diplomatik belgeler arasında Türkiye ve tarikatlar konusunda da bir dizi belge yer almıştı.
O belgelere göre 22 Temmuz 2009da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clintonın onayıyla Washingtondan Ankara Büyükelçiliğine gönderilen telgraf, Tarikatlar, Kürtler ve İslam ve Türkiyede azınlık dinleri konusunda bilgi talebi başlığını taşıyordu.
Dikkat çekici soruların yer aldığı bu telgrafta, Clintonın, dönemin Ankara Büyükelçisi James Jeffreynin acilenyanıtlamasını istediği sorular, epey öğretici ve mesaj doluydu.
Tarikatlara ilişkin şu sorular soruluyordu ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından:
1) Bugün Türkiyede üye sayıları ve siyasi kudretleri bakımından en güçlü İslami cemaatler ya da tarikatlar hangileri?
2) Tarikat üyeliğinin, mesela oy kullanma tercihleri gibi siyasi eylemlerle arasındaki ilişki ne? Tarikatlar hangi işlevleri görüyor?
3) Bu gruplara üyelik nasıl işliyor? Dışarıdan birileri de bir gruba yaklaşıp katılmak isteyebilir mi, yoksa üyeler tarafından davet edilmeleri mi gerekir? İnsanlar hiç tarikatlarından ayrılırlar mı? Tarikatlar birbirleriyle nasıl geçinir ya da ilişki kurarlar ve bunu niçin yaparlar?
4) Bir tarikatın bünyesinde, İslami kuralların farklı geleneklerine ya da ekollerine mensup olmak cemaatin genel dinamiğini nasıl etkiler? Tarikatların önde gelen üyeleri, hamilik ilişkisi dışında da, özellikle gündem belirlemek açısından bu gruplara göre mi hareket ederler?
Sorular bunlardı ancak cevapları içeren telgraf, WikiLeaks Türkiye Belgeleri arasında yer almıyordu.
O günden bugüne tarikatlar, cemaatler ve benzeri dinsel kurum ve kuruluşlar Türkiyenin siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik hayatında çok daha etkili ve etkin, çok daha nüfuz sahibi bir özne olarak belirginleşti.
PARLAMENTODA HER TARİKATIN TEMSİLCİSİ VAR!
Parlamentoda temsil edilen her siyasi partinin içinde mutlaka farklı tarikatlara mensup, o tarikatlarla doğrudan ya da dolaylı ilişkisi bulunan, TBMMde o tarikatların ya da dini grupların sözcüsü ya da temsilcisi gibi bir işlev gören parlamenter bulunuyor.
Adalet, içişleri, eğitim, sağlık, bayındırlık, enerji, tarım ve benzeri bakanlıkların, kamu kurum ve kuruluşlarının kritik noktalarında tarikat mensubu bürokratların bulunduğu da su götürmez bir gerçek.
Öyle ki, tarikatlar kendi aralarında anlaşamadığı için Milli Eğitim Müdürlüğü'ne atama yapılamadığı çeşitli haberlere bile konu oldu:
NÜFUSUN YÜZDE 10U HERHANGİ BİR TARİKAT VE CEMAATE AİDİYET DUYUYOR
Hürriyetten Okan Konuralpin bundan tam 10 yıl önce çıkardığı Türkiyenin tarikat ve cemaat haritası, bugün daha da dallanıp budaklanarak siyasal-sosyal-kültürel hayatımızı belirlemeyi sürdürüyor.
Konsensus adlı kamuoyu araştırma şirketinin Türkiye Gündemi Mayıs 2011 başlıklı çalışmasındaki en ilgi çekici bölümlerden biri de cemaat başlığını taşıyordu. Firma bu çalışma için 18-28 Mayıs 2011 tarihleri arasında seçmen nüfusunu temsil etme yeteneğine sahip 18 yaş üstü bin 528i erkek, bin 472si kadın, toplam 3 bin kişiyle yüz yüze görüştü. Araştırma, Türkiye genelindeki köy ve mahallelerden oluşan 375 yerleşim merkezinde gerçekleştirildi. Araştırmanın sonuçlarına göre Herhangi bir cemaate üye misiniz? sorusuna Evet üyeyim diyenlerin oranı yüzde 6.2 çıktı. Söz konusu tarikat ve cemaatlere sempatizanlar da eklendiğinde bu oran yüzde 10u buluyordu. Türkiye gibi nüfusu yüksek bir ülkede tarikat ve cemaatlere yüzde 10 oranında bir aidiyet, durumun vehametini ortaya koymaya yetiyor.
ÜLKEYİ BİR AĞ GİBİ SARAN KARANLIK: NAKŞİBENDİLİK
Tarikat deyip geçmemek lazım.
Çünkü bir tarikat kendi arasında çeşitli kollara ayrılıyor, ülkenin farklı coğrafyalarında, farklı isimler ve liderlikler altında etkili olabiliyor.
Buna bir örnek olması açısından, sadece Nakşibendi tarikatının Türkiyede günümüzdeki temsilcilerini saymak yeterli:
Türkiyede Nakşibendi merkezli birden fazla cemaat var, bunların bazıları şöyle:
İsmailağa Cemaati: Mahmut Ustaosmanoğlu'nun İstanbul Fatih'te Çarşamba semtindeki İsmail Ağa Camii merkez olmak üzere oluşturduğu, Nakşibendiliğin Halidiye koluna bağlı bir cemaatir. Manevî olarak cemaatin lideri, cemaat üyeleri tarafından Efendi hazretleri olarak anılan, 1954 yılından emekli olduğu 1996 yılına kadar İsmail Ağa Camii'nin imamlığını yapmış olan Mahmut Ustaosmanoğlu'dur. Cemaatin erkek üyeleri arasında uzun sakallar, cübbeli ve şalvarlı kıyafetler ve namazlarda taktıkları sarıklar, kadınlarında iseçarşaf yaygındır. 1998 yılında Mahmut Ustaosmanoğlu'nun damadı ve cemaatin önde gelen hocalarından olan Hızır Ali Muratoğlu'nun İsmail Ağa Camii'nde öldürülmesi ve 2006 yılında yine cemaatin önde gelen hocalarından emekli imam Bayram Ali Öztürk'ün öldürülmesi cinayetleriyle gündeme gelmiştir. Ahmet Mahmut Ünlü, Abdülmetin Balkanlıoğlu, Mehmet Talu, Resul Bölükbaş, Fatih Kalender, İsmail Hünerlice, Ali Ulvi Uzunlar, Yakup Kabalak, Nurullah Dindar gibi isimler cemaatin tanınmış hocalarıdır.
Menzil Cemaati: Nakşibendi tarikatına bağlı olup Türkiye'deki cemaatler arasında en fazla mensubu olanlardandır. Menzil Cemaati Muhammed Raşit Erol (1930-1993) tarafından kurulmuştur. Bugün önderleri Seyyid Abdulbaki Erol'dur. Adıyaman merkezli olup cemaat Ankara ve İstanbul'da da mevcuttur. Ekonomik gücü, mensuplarının işlettiği firmalardan kaynaklanmaktadır. ki ana kola ayrılır: Adıyaman kolu, Ankara kolu.
Palulu Şeyh Said ve Cemaati: Politikacılardan Abdulmelik Fırat ve Fuat Fırat bu şahsın torunları olurlar. Erzurum, Bingöl, Elazığ hinterlandında Septioğulları adıyla tanınan ünlü bir sülaleden gelirler. Halen geniş bir tarikat muhitleri vardır. Bu muhiti mistik planda temsil eden Şeyh Muhammed Emindir.
Arvasiler: Geniş bir Nakşibendi site ailesidir. Politikacı Kamran İnanın büyük babası Gaydalı Sıbgatullah Arvasi bu ailenin cumhuriyetten önceki temsilcisidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbula gelip yerleşen Abdülhakim Arvasi, Hüseyin Hilmi Işık ve Necip Fazıl Kısakürek gibi iki becerikli kişiyi oldukça etkilemiş ve bu sayede büyük bir ün kazanmıştır.
Tağiler Ailesi: Bitlisin Norşin ilçesinde kurulan ve 1800lerin ortalarından beri çok kalabalık bir site olarak varlığını sürdüren bu aile, son yıllarda dağıldı. Bir ara Bitlis Milletvekili olarak meclise giren Muhittin Mutlu, bu ailenin çocuğudur. Kürt kökenli Tağiler, oldukça gelenekçi bir Nakşibendi merkezi olarak faaliyetlerini sürdürdüler. Bu aile Arvasilerin temsilcileridir.
Küfreviler: Bu ailenin şeyh sıfatıyla son temsilcisi Kasım Kufralı (ya da Küfrevî) idi. Bu şahıs Aslen Siirtin Şirvan (eski adıyla Kufra) ilçesinden Kürt kökenli Muhammed Küfrevînin torunudur. Şeyh Abdulbakinin oğludur. Demokrat Partiden Ağrı Milletvekili orak Meclise girmiştir. Günümüzde hayatta değildir ve halefi yoktur.
Süleymancılar: Bunlar, Süleyman Hilmi Tunahanın bağlılarıdır. Daha çok Kuran ezberlettirme amacıyla örgütlendiklerini ön plana çıkararak esas faaliyetlerini örtülü şekilde sürdürmeye çalıştılar.
İskender Paşalılar: Bunlar, Mehmet Zahit Kotkunun bağlılaıdır. İlk yıllarda Dağıstanlılar olarak yapılanan bu cemaat, daha sonraları karma bir liberal, muhafazakâr entelektüel çevreye dönüşmüştür. Son yıllarda bu şahsı ve cemaatini Mahmud Esad Coşan temsil etmiştir.
Şeyh Said Seyda el-Cezeri: Cizreli Şeh Seyda olarak ünlenen bu şahıs, Güneydoğuda tanınan Zengân Kürt aşiretine mensuptur. Şu anda onu, İstanbul Küçükyalıda oturan oğlu Ömer Faruk temsil etmektedir. Güneydoğuda ve İstanbulda bir miktar müritleri vardır.
Zilanlılar: Bu aileyi, yakın geçmişe kadar Kasım Zeydan adında bir kişi temsil ediyordu. Diyarbakır civarında faaliyet gösteren bu şahıs Şeyh Halid-i Zilinin torunudur. Kasım Zeydan öldükten sonra, kendisini oğlu Abdulkerim Zeydan temsil etti. Abdülkerim Zeydan, bir dönem milletveklliği de yaptı.
Hazinoğulları: Bu aileyi, yakın geçmişte ölen Muhammet Musa Kâzım temsil ediyordu. Bu şahıs, Arap kökenli Siirtli Şeyh Muhammed el-Hazin el-Haşimînin torunu ve Milis Generali Şeyh Şerafeddininin oğludur. Bu aileye bağlı cemaatin hemen tamamı Kürttür ve çok dağınıktır. Müritleri daha çok Siirt Bitlis, Ankara, Bursa ve İstanbulda bulunmaktadırlar.
Yahyalı Cemaati: Kayseri civarında faaliyet gösteren bu merkezi, o yörede hayli etkili. Bir Nakşibendi şeyhi tarafından yönetilmektedir.
Erenköy Cemaati (Mahmut Sami Ramazanoğlu Cemaati): Bu merkezi, son yıllarda Musa Topbaş adında bir tüccar yönetiyordu. Kendisi öldükten sonra oğlu Osman Nuri Topbaş cemaatin başına geçmiştir. Merkezleri Erenköyde olan bu cemaat daha çok ticaret erbabından oluşmaktadır.
NAKŞİBENDİLİK GİBİ ONLARCA TARİKAT BULUNUYOR
Bu saydıklarımız yalnızca Nakşibendi tarikatının kolları
Bu topraklarda daha onlarca tarikat ve cemaat yaşamaya devam ediyor.
Tarikatlar siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda faaliyet gösteren varlıklar. Bu tarikatlara bağlı çeşitli ticari kurum ve kuruluşlar olduğu bilinen bir gerçek. Kolejler, dernekler, vakıflar, yayınevleri, televizyonlar, gazete ve dergiler
Yukarıda yalnızca bir tanesinin, Nakşibendi tarikatının kollarını ve yayıldığı alanları sayabildiğimiz daha onlarca tarikat bulunuyor.
TÜRKİYENİN TARİKATLAR-CEMAATLER HARİTASI
Türkiye haritası üzerinde o tarikatlara kabaca bir göz atmak gerekirse, karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor:
İSTANBUL-KAYSERİ-DÜZCE-ANKARA
Kadiri Muhammediye
Kadiri tarikatı kökenli Muhammediye kolu İstanbul, Ankara, Kayseri ve Düzcede güçlü. Lideri Şeyh Seyyid lakabını kullanan Muhammed Ustaoğlu. 1987de imamlıktan emekliye ayrıldı. Oğlu Muhittin Ustaoğlu da Diyanet İşlerinde görevli, Düzcede imamlık yaptı. Tarikat şeceresi Kadiri tarikatının kurucusu Abdülkadir Geylaniye dayandırmakla birlikte kendilerini Nakşibendi ve Mevlevi geleneğinin parçası kabul ediyor. Zikir törenlerinde zaman zaman yaklaşık bin kişiyi buluşturmayı başarıyor.
KÜTAHYA
Halveti tarikatının Şabaniye Kolu
Şeyhlik postunda 2011'de öldüğü tarihe kadar Mehmet Dumlu oturdu. Türkiyenin en aktif Halveti tarikatı olarak biliniyor. Düzenli yaptıkları zikir törenlerine kadın ve erkeğin bir arada katılmasıyla tanınıyorlar. Kütahya merkezli cemaatin zikir törenlerine İstanbulun yanı sıra, Bursa, Uşak, Eskişehir, Ankara ve Afyondan da geniş katılımlar oluyor.
ANKARA-VAN-ŞANLIURFA-İSTANBUL
Hizb-ut Tahrir
Grup kendisini "İdeolojisi İslam olan parti" olarak tanımlıyor. Adlarını Hizb-ut Tahrir Türkiye sözcüsü Yılmaz Çelikin İstanbul Fatih Camiindeki basın açıklamasıyla duyurdular. Ankara ve İstanbulun yanı sıra Şanlıurfa ve Vanda da güçlü oldukları biliniyor. Örgüt çalışmalarını Ankara merkezli Köklü Değişim adlı dergi çevresinde sürdürüyor.
ANKARA-ANTALYA
Galibiler
Kadiri-Rufai tarikat geleneğinden gelen cemaatler arasında tarikatlığını ilan eden tek kol. Şeyhleri Hacı Galip Hasan Kuşçuoğlu 2013'te hayatını kaybetti. Zikirde şiş çekmeleriyle tanınıyorlar. Her perşembe akşamı Ankaranın Hüseyingazi semtindeki Tevhid Camiinde yaptıkları zikre yaklaşık 3 bin kişi katılıyor. Müritlerin çoğu çevredeki sitelerin esnafı. Şeyh Kuşçuoğlu kendisini şöyle tanımlıyor: "Mezhep olarak Hanefi; meşrep olarak Alevi; yol olarak Kadiri-Rufai Galibiyiz." Faaliyetlerini, şeyhin adını taşıyan eğitim vakfı kanalıyla sürdürüyor. Cemaat Antalyada da faaliyette.
ERZURUM
Nurcu Kırkıncı Hoca Grubu
Said Nursinin ölümünden bu yana Nurcular 10dan fazla gruba bölündü. En etkin grup Fethullah Gülen cemaati. Ancak, Nurcular içinde bir isim var ki, Said Nursinin ölümünden bu yana "talebeler" içindeki saygın önder konumunu hiç kaybetmiyor. Bu isim, Nurcular arasında Kırkıncı Hoca olarak tanınan Mehmet Kırkıncı. Said-i Nursinin, "Evlerinizi medrese yapın" çağrısına uyup Erzurum Karanlık Kümbet Medresesini kuran Kırkıncı, geçtiğimiz ay hayatını kaybetti. 12 Eylül darbesinden iki yıl sonra MGK ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evrene mektup yazan Kırkıncı Hoca, "Dini güçlendirmek, milleti güçlendirmektir" demiş, ima yoluyla da olsa anayasa referandumunda cemaat desteğine karşılık, cemaate destek arzusunu dile getirmişti. Bu tavrı nedeniyle Nurcular arasında eleştirilse de, müridleri ve Güleni Nurcu yapan hocası olduğu için, Gülen Cemaati taraftarları arasında özel bir otoriteye sahip.
TRABZON
İcmalciler
Kadiri Tarikatının İcmal Kolunun lideri Haydar Baş son dönemde çalışmalarını Bağımsız Türkiye Partisi adıyla sürdürüyor. Parti, 3 Kasım 2002 seçimlerden büyük bir yenilgiyle çıktı. Ulusal televizyon ve günlük bir gazetenin sahibi Haydar Başın Türkiyenin en zengin cemaat liderleri arasında olduğu iddia ediliyor. Trabzon ve çevresinde güçlü. Başın ismi Trabzondaki rahip cinayeti sonrasındaki tartışmalarda geçmişti.
İSTANBUL-BURSA
Cerrahiler
Halveti tarikatına dayanıyor. Dergâhları, İstanbulda Fatih-Karagümrükteki Kethüda Canfeda Hatun Camii bitişiğinde. Zikirlerinde, müzik ve ibadet dışında hiçbir şey konuşulmuyor. Müritleri arasında çok sayıda tanımış ses sanatçısı bulunuyor. Tarikatın Tophanedeki Kadiriler yokuşundaki Kadirhanesinde düzenlenen zikir törenleri neredeyse turistikleşmiş durumda. Kadirhanenin şeyhi Ahmet Misbah Erkmenkul. Celvetiye tarikatına bağlı İsmail Hakkı Bursevi tarafından kurulan Hakkıye kolunun müritleri ise en çok Bursada yaşıyor. Kurucularının adını taşıyan bir vakıfları var.
İSTANBUL-ANKARA-ÇORUM-BOLU
Uşşakiler
Halveti Tarikatının bir kolu Uşşakiye. Merkezi İstanbul Kasımpaşa. Kurucusu Pir Hüsameddinin türbesi de bu semtteki aynı isimli camide. Tarikatı kamuoyuyla tanıştıran isim İbrahim İpek. Uzun yıllar sessiz faaliyet gösteren tarikat onunla birlikte ün kazandı, İpek Yolu adlı yeni bir cemaat oluştu. İpekin 2000 yılında ölümünün ardından posta 44 yaşındaki eski milli güreşçi Fatih Nurullah oturdu. Nurullah tarikat nüfusunu artırmak için herkese açık kutlamalar, piknikler düzenliyor; zikirleri tarikat üyesi olmayanlara da açıyor. Tarikatın Kasımpaşadaki merkezi her sene Boluda ve Çorumda düzenlediği "Devran" adlı zikir törenleriyle tanınıyor. Boludaki son devrana 2 bin kişi katılmıştı.
ADIYAMAN-ANKARA-AFYON-SAKARYA-MANİSA-İSTANBUL
Menzilciler
Nakşibendi Tarikatının Menzil Kolu adını Adıyamanın Menzil köyünden alıyor. Cemaatin en ünlü ismi, uğradığı zehirli iğne saldırısından bir süre sonra hayatını kaybeden Raşit Erol. Şeyh postunda şimdi kardeşi Abdülbaki Erol oturuyor. Şeyh adaylarından Fevzettin Erol ise şimdilik cemaatin Ankara ve Afyon örgütlenmesini yönetiyor. Menzilcilerin Ankara çevresi "Semerkant Grubu" olarak da adlandırılıyor. Fevzettin Erol, yılın bir bölümünü de Afyondaki merkezde geçiriyor. Cemaat ekonomik gücünü özellikle kendilerine derviş adını veren müritlerin kurduğu şirketlerin belediyelerden aldığı ihalelerle artırıyor. Raşit Erolun "İmanı kurtarmanın ve pekiştirmenin kafi olduğu bir devir yaşıyoruz" anlayışıyla hareket eden cemaatin Adıyaman Menzil ve Ankara merkezleri özellikle alkol bağımlılığından kurtulmak isteyen kişilerin ilgi odağı.
SİİRT-ANKARA-İSTANBUL-ELAZIĞ
Tillocular
Kurucuları Sultan Memduh Hazretlerinin türbesinin bulunduğu Siirtin Tillo beldesi manevi merkezleri. Süryanice "Yüksek Ruh" anlamına gelen Tillo geleneği Kadiri Tarikatının en güçlü kollarından. Siyasete uzak durmaları nedeniyle İcmalcilerden, Kadiri-Rufai geleneğinde faaliyet sürdürmesi nedeniyle de Galibilerden ayrılıyor.
HATAY-GAZİANTEP-ŞANLIURFA-KİLİS-MARDİN-BATMAN
Hazneviler
Türkiye Kürtleri arasında en güçlü Nakşibendi cemaatlerinden biri. Merkezi Suriyede. Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Batman da örgütlüler. Cemaatin şeyhi Muhammed Haznevi yılda en az bir kez Türkiyeye gelip, zikir törenlerini yönetirdi. Geçen yıl öldüğünde, binlerce Türk müridinin cenaze töreni için Suriyeye geçmek istemesi haber bültenlerine konu olmuştu. Şeyhliği Muhammed Haznevinin oğlu Muhammed Muta Haznevi üstlendi.
SAKARYA-DÜZCE-BURSA
Hakikatçılar
Hemen hemen tüm cemaatlere karşı yürüttüğü mücadeyle tanınan Hakikatçıların şeyhi Ömer Öngüt. Adapazarında yaşıyan Öngüt, Cemalettin Kaplan, Fethullah Gülen, Necmettin Erbakan, Süleymancılar, İsmailağa Cemaati ve Diyanete yönelik ağır eleştiri içeren kitaplarıyla tanınıyor. Sakarya başta olmak üzere Düzce, Bursa ve Ankarada önemli sayıda müride sahip. Tarikat, şeyhe mutlak itaat ilkesiyle yaşıyor.
KAYSERİ
Nakşibendi Yahyalı Cemaati
Kayseride Gülen Cemaatiyle birlikte en güçlü dini grup. Nakşibendi tarikatının Anadoludaki en önemli kolları arasında. Yahyalı Hacı Hasan Efendiden alıyor adını. Şimdi şeyh postunda oturan kişi Ramazan Dinç. Cemaat, Kayserideki sanayi gelişimine paralel olarak hızla büyüdü. Müritleri arasında Kayserinin önde gelen işadamları bulunuyor.
İSTANBUL
Işıkçılar
Seyit Abdülhalim Arvasiye bağlı Hüseyin Hilmi Işıkın kurduğu cemaat günümüzde İhlas Holding şemsiyesi altında büyüdü. Cemaatin lideri Enver Örenin rahatsızlığı ve İhlas Finansa el konulması cemaatin güç kaybetmesine neden oldu.
TÜRKİYENİN EN YAYGIN İKİ CEMAATİ
Gülen Cemaati ve Nurcular
Türkiyenin tarikat ve cemaat haritasında Nurcular ağırlıklı yer işgal ediyor. Tarikatın en ünlü ismi Fethullah Gülenin etkinlik alanı Türkiyenin tüm illerini kuşatıp, tarikat okulları kanalıyla Afrikadan Uzakdoğuya uzanıyor. 1941 doğumlu Gülen, 1970lerden itibaren Nur hareketi içinde gözyaşı eşliğindeki vaazlarıyla kendi yolunu çizdi. Akyazılılar ve Türkiye Öğretmen Vakfı gibi kuruluşlarla başlayan örgütlenmesi bugün büyük bir ekonomik ve siyasi güce dönüşmüş durumda. Cemaatin medyadan eğitime, finansa, sağlık sektörüne kadar pek çok alanda yatırımı bulunuyor. Gülenin olası ölümü sonrasında bu büyük ekonomik gücün nasıl paylaşılacağı belli değil. Nur cemaatinin içinde adı sık geçen diğer gruplar şunlar: Liderliğini Mehmet Kutluların yaptığı Yeni Asyacılar (İstanbul), liderleri İzzet Yıldırım, Hizbullah tarafından kaçırılıp öldürülen, Med-Zehra Vakfı çevresi (Doğu-Güneydoğu Anadolu), Müslüm Gündüz liderliğindeki Aczmendiler (Elazığ-İstanbul), Yeni Nesilciler, Yazıcılar.
Süleymancılar
Cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan, soyunu Nakşibendi Şeyhi Selahaddin İbn-i Seracettin e dayandırıyor. Zamanla bağımsız bir yol izledi. Kurduğu Kuran kurslarından yetişen öğrenciler, hocalarının mehdiliğine iman edip, Süleymancılar cemaatini oluşturdu. Ege ve Akdeniz bölgelerinde güçlenen Süleymancılar zamanla tüm yurda yayıldı. Faaliyetlerini "kurs ve okul talebelerine yardım dernekleri" adı altında yürütüyor. Hakikatçıların şeyhi Ömer Öngüt, Süleymancıları "Dinleri Süleymancılık, imanları para, huyları gasp, meslekleri de dilencilik olan bir cemaat" olarak adlandırıyor. Türkiyenin her ilinde en az bir Kuran kursuna sahip cemaatin, kurs ve öğrenci yurtlarının toplam sayısının 1500ü bulduğu söyleniyor. Tunahan ın ölümünün ardından cemaat liderliğine Kemal Kaçar geçti. Onun vefatı sonrasında ise cemaat her ne kadar reddedilse de iki kardeş Ahmet Denizolgun ile Beyazıt Denizolgun arasında bölündü.
İSTANBUL-ANKARA
İskenderpaşa Cemaati
Geçmişi 1800lü yıllara, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevine uzanıyor. Uzun süre, Gümüşhanevi tekkesi cemaate ismini verdi. Mehmet Zahit Kotku şeyhlik postuna oturduktan sonra, görev yaptığı İskenderpaşa Camii tarikata ismini verdi. Kotkunun ölümünden sonra liderliğe geçen damadı Prof. Esad Coşan da 2001 Şubatında Avustralyada trafik kazasında öldü. Post oğlu Nurettin Coşana kaldı. Esat Coşan, tarikatı kurduğu vakıflar sayesinde büyüttü. Bunların en etkini Hakyol Vakfı. Koşan, İlim Kültür ve Sanat Vakfı ile Sağlık Vakfını da kurarak örgütlenmeyi genişletti. "Hanım Dernekleri"yle kadın örgütlenmesine yöneldi. Şu andaki lider Nurettin Coşan, dini eğitiminin yanı sıra New Yorkta işletme öğrenimi gördü. Babasının isteğiyle 1996da aile şirketi Server Holdingin yöneticiliğini üstlendi. Ticari faaliyetleri ve seyahatleri nedeniyle liderlik görevini yerine getiremediğini iddia eden bir grubun muhalefet başlattığı ve tarikattan koptuğu söyleniyor. Siyasetin birçok önemli ismi cemaatle gönül birliği içinde: Eski cumhurbaşkanı Turgut Özal, başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Korkut Özal, maliye bakanı Kemal Unakıtan, bir dönem için dahi olsa Necmettin Erbakan. İskenderpaşa Tarikatının bir de siyasi partisi var: "Sağduyu Partisi." Recep Tayyip Erdoğanın, 3 Kasım 2002 Seçimleri sonrasındaki ilk cuma namazını Ankaranın Dikmen semtindeki Mehmet Zait Kotku Camiinde kılması bu gönül bağının sembolik işareti olarak değerlendiriliyor.
İSTANBUL-KONYA-ANKARA
Erenköy Cemaati
Kökleri Kelami Dergâhına ve şeyhi Erbilli Mehmet Esata dayanıyor. Mehmet Esat, tekkeler kapatılınca Erbildeki arazilerini satıp, İstanbula yerleşti. Erenköyde bir köşk aldı, cemaatin temellerini attı. Menemen Ayaklanmasına karıştığı iddiasıyla gözaltındayken rahatsızlanıp hayatını kaybetti. Erenköy Cemaati, Mehmet Esatın halifesi Mahmud Sami Ramazanoğlunca kuruldu. Nakşibendi geleneği içinde, esnaf ve işadamlarının kolu olarak biliniyor. Ramazanoğlunun ardından cemaatin dini sorumluluğunu Musa Topbaş üstlendi. Onun ölümüyle üç isim ön plana çıktı: Yeni Şafakın eski başyazarı Ahmet Taşgetiren, Eymen Topbaş ve Konyada yaşayan Tahir Büyükkörükçü. Şeyh postuna Büyükkörükçünün oturduğu ileri sürülüyor. Konyada Erenköy Mahallesinde yaşayan Büyükkörükçü bir dönem Milli Selamet Partisi milletvekilliği de yapmıştı. Erenköy Cemaatinin Ankara örgütlenmesini ise Muradiye Vakfı yürütüyor.
İSTANBUL
İsmailağa Cemaati
Kurucusu Ebuishak İsmail Efendi, 1723te Fatihte adını taşıyan camiyi inşa ettirdi. Ölümünden sonra cemaati tarikat yoluna girdi. Şeyh Batumlu Ali Haydar Efendi, 1960da ölene kadar liderliği yürüttü. Görevi İsmail Ağa Camii imamı Mahmut Ustaosmanoğlu devraldı. Cemaat İstanbulun merkezi Fatihte, Türkiyenin en dikkat çeken İslami gettosunu oluşturdu. Sarık, şalvar ve cübbeli giyimleriyle diğer Nakşibendi gruplarından ayrılıyorlar. İsmailağa Cemaati, Ustaosmanoğlunun kökeni nedeniyle İslami gruplar içinde "Oflular" olarak da tanınıyor. Cemaatin önde gelen bazı isimlerinin Salih Mirzabeyoğlu liderliğindeki İBDA-C ile birlikte hareket etmesi, grubun radikalleşme potansiyelinin bir kanıtı gösteriliyor.
Sol
Tarikatlar ve dinselleşme - 2: AKP ile birlikte gelen Nakşibendi iktidarı!
Dün başladığımız ve Türkiyeyi saran karanlık ağ başlığıyla sunduğumuz yazı dizimizin ikinci bölümünde, AKPnin tarikat ve cemaatlerle organik ilişkisini ele alıyoruz. AKPdeki tarikat müntesipleri kimlerdi? AKP tarikatları nasıl kullandı? Tarikatlar bu durumdan nasıl faydalandı? AKP döneminde tarikat dernek ve vakıflarına nasıl imar kıyakları, arazi tahsisleri yapıldı?
Ahmet Çınar
Salı, 08 Mart 2016 09:01
AKP, 2002de iktidara geldiği günden beri hep bir tarikatlar koalisyonu olma özelliğini korudu. O zamanlar kavgalı olmadıkları ve pek çok yıkım projesini birlikte sürdürdükleri Fethullah Gülen Cemaati ise AKPnin neredeyse fiili koalisyon ortağı gibiydi. Devlet kademelerindeki kadroların AKP ve Cemaat arasında paylaşıldığı, hatta bazı bakanlıkların tamamen Cemaate bırakıldığı, sonradan dillendirilen bazı itiraflarda ortaya çıkmıştı.
NAKŞİBENDİ İKTİDARI!
Gülen Cemaatini bir yana bırakacak olursak, AKP zaten kendi içinde pek çok tarikatın mensubunu, müridini, temsilcisini ve sempatizanlarını barındıran bir yapıya sahipti. AKP içinde özellikle Nakşibendi tarikatının etkili olduğu, en başından beri gizlenmeyen gerçeklerden. Tayyip Erdoğanın Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhıyla olan çok yakın ilişkisi de bilinen gerçeklerden. AKPnin kuruluşundan itibaren partinin içinde yer almış pek çok önemli ismin de Nakşibendi tarikatına bağlı olduğu da biliniyor. Önceki yıllarda ANAP ve DYP içindeki siyasetçiler arasında da bu tarikatların bağlısı ya da sempatizanı olan pek çok siyasetçi bulunuyordu ancak AKPde bu oran katlanarak arttı ve tarikatlar AKP üzerinden, siyaset yoluyla kamunun her kademesinde kadrolaşmayı bu dönemde başardı. AKPnin önemli isimlerinden Abdülkadir Aksu, Mehmet Ali Şahin, Ali Coşkun, Kemal Unakıtan, Recep Akdağ, Binali Yıldırım, Hilmi Güler, Zeki Ergezen gibi isimlerin Nakşibendilikle ilgileri olduğu geçtiğimiz 14 yıl içinde epeyce yazılıp çizildi.
İLK KURULAN AKP HÜKÜMETİNDE BİLE 25 BAKANIN 19UN TARİKAT BAĞLANTILIYDI
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra Abdullah Gül tarafından kurulan 58inci hükümetle ilgili yapılan bir araştırmada, kabinedeki bakanların tarikatlarla ilişkileri şöyle anlatılıyor: Kabinedeki 25 bakanın 19unun tarikat bağlantısını var. Kabinenin yüzde 52si Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa Dergâhına mensup, Tayyip Erdoğan da aynı dergâha bağlı. Yüzde 16sı Nurcu. Abdullah Gülün başbakanlığında kurulan 58. AKP hükümeti, cumhuriyet tarihinde tarikat etkisinin en ağırlıkta olduğu hükümet özelliği taşıyor.
Daha sonra kurulan Tayyip Erdoğan hükümetlerinde de Nakşibendi tarikatı ağırlığı hükmünü sürdürmeye devam etti. Bu argümanı kanıtlayan bir araştırma-haber ise 2007nin Temmuz ayında Milliyette yayınlandı. Ömer Erbil imzasıyla yayınlanan haberde, 22 Temmuz 2007 genel seçiminde Nakşibendilerin oylarının blok olarak AKPye gideceği vurgulanıyordu. Haberde şu ifadeler yer alıyordu:
Nakşibendi cemaati 3 Kasım 2002 genel seçiminde AKP'ye destek verdi. Hatta verdiği desteği bir basın açıklamasıyla kamuoyuna da duyurdu. Cemaatin lideri konumunda bulunan Nurettin Coşan, seçimin hemen öncesinde Sağduyu Partisi adına yaptığı açıklamada, AKP farklı seçmen kitlelerin beklentilerinin odaklandığı bir sentezi daha başarılı bir biçimde oluşturarak, diğer partilerden daha avantajlı bir konuma gelmiştir. Bu yüzden bu seçimlere özel, desteğimiz AKP'yedir demişti. Nakşibendilerin en önemli kollarından biri olan İskenderpaşa cemaati geçen seçimde AKP'yi destekledi. Bir dönem Erdoğan'ın da devam ettiği bu cemaatin oylarının (22 Temmuzda da) önemli ölçüde AKP'ye gideceği belirtiliyor. Geçen dönemde (3 Kasım 2002) AKP milletvekili olan, 22 Temmuz seçimi için İstanbul 1. Bölge'den 4. sırada yeniden aday gösterilen İrfan Gündüz, İskenderpaşa cemaatine yakınlığını gizlemiyor. Gündüz, Esad Coşan'la baba oğul gibiydik diye konuşuyor. Tarikatların kapatılmasına karşı çıkan Gündüz, Erdoğan'la birlikte aynı seçim bölgesinden aday. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Esad Coşan'ın doktora öğrencisi olan Gündüz, cemaat tarafından yakından tanınıyor.
350 AKP MİLLETVEKİLİNİN YAKLAŞIK 80İ NAKŞİBENDİ KÖKENLİ
Aynı haberde, AKPnin 350 dolayındaki milletvekilinin yaklaşık 80inin Nakşibendi cemaati mensubu olduğu da vurgulanıyor ve şöyle deniyor:
Başını Necmettin Erbakan'ın çektiği Milli Görüş hareketi ağırlıklı olarak Nakşibendilik hareketi ile iç içe geçmiş olan bir siyasi çizgiyi temsil ediyordu. Bu yüzden Milli Görüş hareketinin önde gelen isimlerinin Nakşibendi kökenli olması şaşırtıcı değildi. AKP de Milli Görüş içindeki bir kırılmanın sonucu olarak ortaya çıktığı için, AKP'nin önde gelenlerinin siyasi soyağacında Nakşibendiliğin izlerine rastlamak mümkün. Bu çerçevede sona ermekte olan yasama döneminde 350 dolayında milletvekiline sahip olan AKP grubunda 80 dolayında Nakşibendi tarikatı mensubu ya da bu gelenekten yetişmiş milletvekilinin bulunduğu AKP çevrelerinde yaygın bir kanı. Ancak, AKP içindeki tarikat unsurunu yalnızca Nakşibendilerle sınırlamak doğru olmaz. Bunun nedeni, AKP'nin başka tarikatlara da açık olması. Geçen dönemde AKP grubundaki Nurcu milletvekillerinin sayısının da 30'a yaklaştığı, neredeyse ortak kanı haline gelmiş bir görüş.
AKP: TARİKATLAR KOALİSYONU
AKPde etkili olan tarikat sadece Nakşibendiler olmadı elbette. Diğer tarikatlar da AKPnin içindeki tarikatlar koalisyonunda hep temsil edildiler. Örneğin Türkiyede Süleymancıların lideri olarak anılan isimlerden Mehmet Beyazıt Denizolgun 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde AKPnin İstanbul 1. Bölgeden milletvekili adayı gösterildi ve iki dönem milletvekilliği yaptı.
NAKŞİBENDİLİĞİN ÖNEMLİ BİR KOLU OLAN MENZİL CEMAATİ DE AKPDE
Nakşibendiliği bir kolu olan Adıyaman merkezli Menzil cemaati de AKP içinde her zaman etkili olmuş cemaatlerden birisi olarak bilindi. Menzil cemaati Türkiyenin pek çok ilinde örgütlü bir cemaat. Cemaatin şeyhi Feyzettin Erol'un 18 Kasım 2003 günü verdiği iftara pek çok AKP milletvekili katıldı. Bu milletvekilleri arasında öne çıkan ise Adıyaman Milletvekili Hüsrev Kutlu oldu. Cemaate yakınlığıyla bilinen Kutlu, Adıyaman'dan birinci sırada aday oldu. Bunda, Kutlu'nun Menzil tarikatına yakın olmasının etkisi olduğu söylendi.
2002DEN BERİ HER SEÇİMDEN AKPYE BLOK OY DESTEĞİ
Nakşibendilik tarikatının diğer kolları da AKP iktidarı boyunca, yoğun olarak ve genellikle AKPden desteklerini esirgemediler.
Örneğin Fatihin Çarşamba semtiyle özdeşleşen İsmailağa cemaati, AKP öncesinde Refah-Fazilet çizgisini desteklediler. Ancak AKP kurulduktan sonra kitlesel olarak AKPye destek verdiler.
Yine Nakşibendi tarikatının bir başka kolu olan Erenköy cemaati de AKPyle iyi ilişkilerini hep sürdürdüler ve AKPye destek verdiler.
Nakşibendi tarikatının bir başka kolu olan Kayseri merkezli Yahyalı cemaati de daha önce Erbakanın milli görüş çizgisine yakın durdu, sonradan AKPnin destekçisi oldu.
İstanbul, Ankara, Düzcede yoğun olarak örgütlenen Kadiri tarikatının Muhammediye kolu da tercihlerini kitlesel olarak hep AKPden yana kullandılar.
Güneydoğuda etkin olan Tillo ve Norşin grupları da, medrese geleneğinin temsilcileri olarak, AKPden yana oy kullandılar.
Türkiye Gazetesi ve İhlas Holdingle özdeşleşen, adını Hüseyin Hilmi Işıktan alan Işıkçılar grubu da yıllarda ANAPa destek veren bir hareket olarak bilindiler ancak 2002den sonra AKPnin yanında oldular ve desteklerini hiç esirgemediler.
SOMA ÖRNEĞİ: AKP TARİKATLARI NASIL KULLANDI?
Bu soruya en somut örneği yakın geçmişte yaşanan Soma maden katliamında gözlemledik. 13 Mayıs 2014 günü öğle saatlerinde Türkiye Somadaki iş cinayetinde pek çok işçinin hayatını kaybettiğini öğrendi. Gazeteciler, televizyon kanalları Somadan canlı yayına geçti, yurdun dört bir yanından kurtarma ekipleri ilçeye ulaştı. Maden ocağından gelen her yeni ölüm haberi, Somada öfkeyi ve isyanı biraz daha artırıyordu. İlçe adeta acının başkenti olmuştu. Doğal olarak öfke hükümete, AKPye, kabinenin bakanlarına yöneliyordu. Tam bu sırada, Somaya otobüslerle cübbeli, uzun sakallı, sarıklı ve şalvarlı tarikat üyeleri akın etmeye başladı. Bir örnek kıyafetlerinden, kullandıkları sarıklardan, giydikleri cübbenin şeklinden farklı cemaatlere mensup oldukları fark ediliyordu. Bir süre sonra gelenlerin İsmailağa cemaatinin önde gelen isimleri oldukları anlaşılacaktı. Somanın cadde ve sokaklarında dolaşmaya başlayan bu tarikat şeyhleri, eşlerini, oğullarını, babalarını kaybetmiş insanların evlerini ziyaret ediyor, başsağlığı adı altında o acılı ve öfkeli yürekleri sakinleştirmeye çalışıyor, insanları bu olayın Allahtan geldiğine inandırmaya, ölenlerin ecelinin geldiği için öldüğüne iman etmeye çağırıyorlardı. AKP iktidarı bu tarikat şeyh ve mensuplarını hızla organize etmiş, cinayetin meydana geldiği günün akşamı Somaya göndermişti.
Bu bir örnek
AKP buna benzer pek çok olayda, tarikat şeyh ve mensuplarına böylesi organizasyonlarla toplumsal rıza oluşturma misyonu da yüklemişti.
"ÇÖZÜM SÜRECİ"NDE DE TARİKATLAR...
Güneydoğudaki bölgesel tarikat ve cemaatleri de çözüm süreci politikaları sırasında kullanan AKP, yöre halkını çözüm sürecine bu tarikatlar aracılığıyla ikna etmeye çalışmıştı. Hatta AKPnin akil adamları, bölgedeki bazı medreselere gitmiş, tarikat liderleriyle görüşmelerde bulunmuşlardı.
AKP iktidarı, kâğıt üzerinde yasa dışı olan bu tarikat ve cemaatlerin yasal uzantıları olan ve çeşitli adlar altında faaliyet gösteren dernek ve vakıfların önemli bölümünü kamu yararına çalışan dernek ve vakıflar listesine almış, bu dernek ve vakıflara pek çok imar kıyakları, tahsisler ve benzeri ulufeler dağıtarak, kamu kaynaklarını bu tarikat ve cemaatlere aktarmıştır.
TARİKAT ŞİRKETLERİNE BALLI TAHSİSLER, AYRICALIKLI İMARLAR!
Buna da bir örnek vererek, yazı dizimizin bugünkü bölümünü sonlandıralım:
Dönemin Başbakanı Erdoğan ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Devlet Bakanı Ali Babacan, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz, 22 Mayıs 2009 tarihinde 2009/27 sayılı kararla TEKELin Unkapanında 5 katlı binasının Maliye Bakanlığına hibe edilmesi kararını onayladı. Maliye Bakanlığı, binayı Metropolitan Sağlık Hizmetleri AŞye tahsis etti.
Tayyip Erdoğanın AK Parti iktidarı döneminde TEKELin ne gayrimenkulü ve ne de menkulü kimseye peşkeş çekilmemiştir yönündeki açıklamasına karşın, TEKELin İstanbul Unkapanındaki binasının, Medipolitan Sağlık Hizmetleri AŞnin Nakşibendi tarikatına yakın olduğu ileri sürülen sahiplerine verildiği ortaya çıktı.
AKPli İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) de Medipol Grupa ait İstanbul Göztepe kavşağındaki 12 dönümlük araziye İBB Şehir Planlama Müdürlüğünün ve dönemin CHPli meclis üyesi Hüseyin Sağın muhalefetine karşın 2007de yüksek imar hakkı tanımıştı. Şehir Plancıları Odasının ise bu izne Bu ayrıcalıklı imar iznidir görüşüyle karşı çıkması tartışma yaratmıştı.
Aynı gruba bu kez, özelleştirilen TEKELin çok değerli bir gayrimenkulü verildi. Özelleştirme Yüksek Kurulu kararıyla TEKELin, Unkapanındaki 5 katlı genel müdürlük binası, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne devredildi. Başbakan ve 4 bakan, 22 Mayıs 2009 tarihinde 2009/27 sayılı kararla TEKELin Unkapanında Haliç ve Marmara Denizi manzaralı değerli 5 katlı binasının Maliye Bakanlığına hibe edilmesi kararını onayladı. Binada çalışan 300 genel müdürlük üyesi, 1 Ocak 2010da TEKELin İstanbul Kartal Cevizlideki yerleşkesine gönderildi. Maliye Bakanlığı, boşaltılan binayı, 4 özel hastanesi bulunan Medipol Grup olarak bilinen Metropolitan Sağlık Hizmetleri AŞye tahsis etti.
TARİKATA İKİNCİ KIYAK
4 özel hastane işleten Medipol Grup ve grubun başkanı, Nakşibendi tarikatının İskenderpaşa dergâhına ve AKPye yakınlığıyla biliniyor. İskenderpaşa cemaatinin şeyhi Mahmut Esat Coşanın babası Necati Coşan da bu grubun hastanesinde yattı ve tedavi sırasında yaşamını kaybetti. Başbakan Erdoğanın annesi Tenzile Erdoğan da bu grubun hastanesinde tedavi gördü. Binanın tahsis edildiği Medipol Grupun İstanbul Göztepe kavşağındaki 12 dönümlük arazisine İBB Meclisi ayrıcalıklı imar izni vermişti.
Sol
Özdemir İnce'yle 'imam hatip saltanatı' ve 'imamokrasi' üzerine...
"Tarikatlar ve Dinselleşme" konulu yazı dizimizin son bölümünde konuğumuz Şair-Yazar Özdemir İnce... Yazılarıyla bir aydınlanma savaşımcısı ve laiklik savunucusu olarak mücadele eden Özdemir İnce'yle dinselleşme, imam hatip saltanatı, "imamokrasi" üzerine uzun bir söyleşi yaptık. "Bu düzen yıkılmalıdır" diyen İnce, mesleklerin dinselleşmesinin askerileşmesinden milyon kez tehlikeli olduğunu da vurguluyor.
Ahmet Çınar
Üç günlük "Tarikatlar ve Dinselleşme" konulu yazı dizimizin son gününde, aydınlanma savaşımcısı Şair Özdemir İnce'yle yaptığımız uzun söyleşiye yer veriyoruz. Özdemir İnce, son yıllarda laiklik ve aydınlanma konularındaki yazılarıyla etkin bir mücadele sürdüren bir aydın. Özellikle "Egemenlik Cehaletindir", "Cehaletin Rönesansı" ve "İmam Hatip Saltanatı ve İmamokrasi" adlı kitaplarını, "Türkiye'nin yaşadığı AKP karanlığını tarihe not düşüren kitaplar" olarak yanımlamak mümkün.
Son yayınlanan "İmam Hatip Saltanatı ve İmamokrasi" kitabından yola çıkarak, Türkiye'deki dinselleşmeyi, dinselleşmenin kökenlerini, imam hatiplerin ve tarikatların bu gericileşmedeki yerlerini ve önemlerini konuştuk Sayın Özdemir İnce'yle...
- Sayın İnce, Postmodernizm, modernizmin ortaçağın din eksenli dünya görüşüyle mücadele ederek yarattığı tüm olumlu değerlerin inkârı şeklinde bir tanımınız var. Bugün de bu topraklardaki tüm ilerici, aydınlanmacı değerlerin hemen hemen tamamı inkâr ediliyor. Dahası yok ediliyor/edildi. Sizin yakın geçmişte İmam Hatip Saltanatı ve İmamokrasi adlı kitabınız yayınlandı. Bugün bu imamokrasi rejiminin kurulmasında, kitabınızda sözünü ettiğiniz imam hatipleşmenin payı, önemi nedir?
- Günümüzde Türkiye'de olanlar dolaylı olarak postmodernizmle ilgilidir: Ulusal devlet nefreti, mikro milliyetçilik, çok kültürcülük, etnikçilik, muzır ve kullanışlı İslamcılık... Bunların eleştirisi "İmamokrasi" kadar "Türkiye'nin Sırat Köprüsü: Açılım Masalı" adlı kitabımda da ana eksendir.
İmamokrasi yerel ve evrensel olarak ruhban sınıfına dayanır. Başka ülkelerde "Papazokrasi", "Hahamokrasi" olur. Daha çok önceleri "Şamanokrasi" vardı. Evrensel ruhban sınıfı tek tanrılı (İbrahimî) üç dinden önceki bütün dinlerde de vardı. En ilkel dinden itibaren bütün dinlerde ruhban sınıfı vardır. İşimizi kolaylaştırmak için 5 Kasım 2012 tarihli Aydınlık gazetesinde yayınlanan "Halkın Afyonu" adlı yazımın bir bölümünden aktarma yapacağım:
Karl Marx şu ünlü Din halkın afyonudur sonuç cümlesini Hegelin Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı (1843-1844) adlı kitabının giriş bölümünde yayınlamıştı. Aradan 169-170 yıl geçmiş. Din halkın afyonudur, Marxın en önemli ve en çok anılan cümlelerinden biridir ve Avrupada değil, ama Türkiye de aralarında olmak üzere İslam ülkelerinde din düşmanlığının belgesi olarak gösterilir. Marx, dinin olumsuz toplumsal işlevini acımasızca eleştirmiştir, ama bu eleştiriyi din düşmanı kefenine sarmak haksızlık olur.
DİNİN ELEŞTİRİSİ
Karl Marx, din eleştirisinin her türlü eleştiri eyleminin ön koşulu olduğu düşüncesindedir. Marxın eleştirel temeli (sadeleştirilmiş özetle) şu görüşe dayanır:
Din insanı yaratmamıştır, aksine dini insan icat etmiştir. Din, henüz kendi gerçek varlığını keşfedememiş ya da kendini çoktan yitirmiş insanın kendi varlığını algılama biçimidir. Ama insan dünyanın dışında bir yerde yaşayan soyut bir varlık değildir. İnsan, bir devlet aygıtında ve bir toplumda yaşar. Bu devlet ve toplum, dünyayı tersine bilinçle yorumlayan dini üretirler. Din, bu dünyanın, bu dünyayla ilgili bilgilerin, dünyanın sıradan mantığının, manevi onurunun, coşkusunun (vecdinin), evrensel teselli ve kanıtlanışının genel kuramıdır. Din, insan varlığının gerçekdışı gerçekleşmesidir, çünkü dinin tasavvur ettiği insan varlığı hakiki gerçekliğe sahip değildir. Demek ki dine karşı mücadele etmek, dolaylı olarak, manevi aroması din olan bu dünyaya karşı mücadele etmek anlamına gelir.
Karl Marx, bu düşüncesini şöyle bağlar: Dinsel sıkıntı bir bakıma gerçek sıkıntının ifade tarzıdır; bir bakıma da gerçek sıkıntıya karşı bir itirazdır. Din ezilmiş (zulme uğramış, mazlum, susturulmuş) insanın iç çekmesi (yanık türküsü, içli ezgisi), ruhun dışlandığı toplumsal koşulların ruhu olduğu gibi kalpsiz bir dünyanın da ruhudur. Din, halkın afyonudur.
AFYON OLMAK
Aslına bakarsanız son paragraf dinin eleştirisinden çok onun övgüsü gibi bir şey. Dinin, mazlum insanın yanık türküsü, kalpsiz ve ruhsuz dünyanın ruhu olduğunu söylemek övgüden başka nedir? Ama din, ezilmiş insana verdiği teselli ile onu tıpkı afyon gibi uyuşturuyor. Onu tepkisiz bırakıyor, ona boyun eğdiriyor. Ne var ki insanın gereksinimi; tesellinin verdiği uyuşma değil, tam tersine kendini ezene karşı direnme bilinci ve hakkını alma eylemidir.
Din adamlarına sorarsanız, din, teselli verdiği kadar direnme bilinci de vermektedir. Dinler ve mezhepler arası ideolojik çatışmalar vardır, ama dinsel dürtülü toplumsal hak arama hareketleri pek görülmez.
Dört beş yaşımda ya vardım ya yoktum, bir gün sokakta öğrendiğim hurafe ve safsatalardan birinin doğru olup olmadığını halamın kızına, Abla, öteki dünyada zenginler fakir, fakirler zengin olacakmış, doğru mu? diye sormuştum. Feriha ablamın verdiği cevabın hiçbir önemi yok. Öteki dünyada zengin (mutlu) olunacaksa, bu dünyada yoksul (mutsuz) olmanın ne önemi vardı, ne anlama geliyordu? Sorun bakalım, insanların kaçta kaçı bu dünyada varsıl, öteki dünyada yoksul olmayı seçer?
Bu teselli müdahalesi, dinin, devletin ve egemen sınıfın ideolojik aracı olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıyor mu? Afyon, hükümetin ve egemen sınıfın elinde, onu dilediği zaman ve yerde dilediği gibi uyuşturucu olarak kullanır.
Din, teselli ve miskinlik aracı olarak kullanılmaz ise afyon etkisi göstermez. Zuladaki afyon gibi yerinde durur. Dini, toplumsal eşitsizlik ve zulüm karşıtı olarak da kullanmak mümkündür ama kim kullanacak, iktidardan yoksun ezilenler mi? Dinin tarafsız olduğunu kabul etsek bile, dinin örgütü (tapınak) ve örgütün görevlileri (din adamları) iktidar adına afyon dükkânını işletirler.
Karl Marx, örneklerini hep Hıristiyanlıktan vermiştir ama çok tanrılı ve tek tanrılı dinlerde, tapınaklarda ve ruhban sınıfında durum değişmez, afyon dükkânı işler.
Örgütlü tapınak olarak Güney Amerika'nın bazı kiliseleri ve rahipleri, şimdiye kadar sadece onlar adalet, özgürlük ve yoksuldan yana olmuştur. Böyle bir anlayış Kuzey Amerika'da, Avrupa'da ve İslam âleminde görülmez. (Bu konuda ek olarak iki yazım var).
"Allah amputéleri (kolu, bacağı kesik; koldan bacaktan yoksun) neden sevmiyor?" diye bir fıkra var. "İncil'de Tanrı körlerin gözünü açıyor, kötürümleri yürütüyor, ama kolunu bacağını yitirmiş savaş gazileri için hiçbir şey yapmıyor. Neden?"
Fıkra, dolaylı olarak kutsal kitap mucizelerinin palavra olduğunu söylemek istiyor. Ki palavradır. Ama insanlar inanıyor. Buna engel olmam mümkün değil: İnsanların %90'ı o soruyu soramaz.
Tanrı, tanrılar, dinler, peygamberler ve din adamları; yeryüzüne adaleti, eşitliği, mutluluğu getirebildiler mi? Getiremediler! Din adamlarının irade-i külliye, irade-i cüziye türünden asparagasını boşverin. Yeryüzü adaleti, yeryüzü eşitliği, yeryüzü mutluluğu insanların bireysel iradesine bırakılmışsa, yeryüzünün işleri insanın sorumluluğundaysa, sen de türlü oyun ve desise ile insanın yeryüzü hayatını yönetmeye davranma. Gökyüzünde kal.
Ama bu kadar kaba olmanın gereği yok. Laiklik bu ayrımı kibarca çözümler: İncil'deki "Tanrı'nın hakkı Tanrı'ya, Sezar'ın hakkı da Sezar'a" cümlesi laikliğe dinsel açıdan destek olabilir.
Eski çağlarda Tanrılar Olympos'tan ovaya inip insanların işine karıştığı zaman kaos çıkardı. İbrahimî dinler (Musevilik, Hırıstiyanlık, İslam) için de durum böyle. Tanrı'yı peygamberler ve din adamları; Tanrı'yı ve peygamberleri de din adamları ve kurumları istismar ediyor. Cenneti İbrahimî Tanrı ya da Allah satmıyor, din adamları satıyor.
Aydınlanma, rasyonalizm, pozitivizm ve Cumhuriyet bu dalavereye Türkiye'de de çeyrek yüzyıl kadar ara vermişti. Türkiye'deki mutlu çağın tekerine sadece postmodernizm taş koymadı. Postmodernizmle sadece "alacakaranlık bilmişleri" efsunlandı. Sıradan insan zaten "aydınlanmacı değerler"den habersizdir. O, Cumhuriyet'i tanıyordu. Ama onu yalanlarla efsunladılar. Sıradan insanların yüzde 99'u inandıkları dinin kitaplarını, dinin içeriğini bilmez. Sıradan insanların dini "hurafeler"den ibarettir. Bu nedenle, kolay kolay yoldan çıkıp gerçek dini bulamazlar. Gerçek dini ve Tanrı'yı bulsalar, ruhban sınıfının tapınağına gitmezler. Ama binlerce yıldır gidiyorlar.
İmamokrasi, İslam'ın yaşındadır. Cumhuriyet onu bir süreliğine dondurucuya koymuştu. Demokrat Parti'deki AKP geni onu 1950de dondurucudan çıkardı.
- Sayın İnce, Tarikatların sosyal/kültürel/ekonomik yaşantımızda giderek belirleyici bir hal alması, vakıf üniversiteleri, kolejleri aracılığıyla akademiyi ele geçirmeleri, yine tarikat belirlenimli şirketlerin neoliberal piyasacı sistem sayesinde güçlenip tekelleşmeleri, tarikatların medyayı, televizyonları ele geçirmeleri
Tüm bunları göz önüne aldığımızda, gericiliğin bizleri ortaçağdan beter bir akıl tutulmasına ve toplumsal bir çıldırıya mahkûm ettiğini söylemek mümkün müdür? Tarikat ile akademi aynı yerde olabilir mi? Bu yapısal olarak olanaklı mıdır?
- Bir zamanlar "Fethullah Cemaati" ve öteki tarikatları (postmodern kafayla) sivil toplum örgütü olarak yutturmuşlardı. Yönetimi demokratik yöntemle seçilmediği için "Sefil Toplum Örgütü" idiler. Bütün tarikatlar, müstebittiler, mafyadırlar. Bu nedenle, tarikatların denetimi altındaki bütün okullar -kreşlerden üniversiteye- devletleştirilmeli ve laikleştirilmelidir.
Tarikat işine girmeden önce, beni çıldırtan ve bir matah sanılan Ortak Akıl'ın neyin nesi olduğuna bir bakalım: Ortak Akıl'ı Başyüce R.T.Erdoğan ve AKP tarikatı pek severler. Partilerini ortak akıl ile kurmuşlar ve ortak akılla yönetirlermiş.
Bu konuda nerde yayınlandığını şimdi hatırlayamadığım Başyüce, ortak akıl ve başkanlık başlıklı yazım okunabilir. Link: http://ozdemirince.com/ortak-akil-ve-devlet-akli/
Aynı şekilde 16 Eylül 2001 tarihli Hürriyet Pazarda yayınlanan yazımı okuyun da, daha sonra işimize bakarız: link http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2001/09/16/29324.asp
ORTAK AKIL AKILSIZLIKTIR!
Ortak akıl akılsızlıktır! Bireysel akılsızlıktır! Koyunlaşmadır! Ortak Akıl liderin, şeyhin, Führer'in, Başyüce'nin aklıdır. Akıllarını, ortak akıl kazanına katanlar, bir koyun sürüsü, bir tarikat oluştururlar ve şeyhin aklı onların ortak aklı olur. Bu nedenle ben AKP Tarikatı diyorum.
Tarikatların "ne" olduğuna dair bir karara varmak için bunlarla ilgili bir el kitabına bakmak gerekir. Şu anda masamda Enver Behnan Şapolyo'nun Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi (Elif Kitabevi) var. 501.sayfadan itibaren bakıyorum: Padişahların neredeyse tamamı bir tarikatın mensubu.
Türkiye'de 30 tane tarikat silsilesi ve bu 30 silsilede toplam 362 tarikat kolu var(dı). Sadece İstanbul'da bulunan tekkeleri dağılımı şöyle (idi): Kadiri tekkeleri (65) Nakşibendi tekkeleri (95), Rufai tekkeleri (40), Halveti tekkeleri (69), Celvediye tekkeleri (31) Şazeli tekkeleri (3), Sünbüliye tekkeleri (26), Sadiye tekkeleri (34), Şabaniye tekkeleri (24), Cerrahiye tekkeleri (12), Bedeviye tekkeleri (8), Bayramiye tekkeleri (9), Uşaki tekkeleri (6), Gülşeni tekkeleri (6) Sinani tekkeleri (3), Mevlevi tekkeleri (5), Bektaşi tekkeleri (9)... Yanlış toplamadıysam 445 adet tekke var.
Bunların (tarikatların tekkeleri) tamamı özerk derebeyliklerdir. İslamda hiyerarşi disiplini falan yoktur. Ortak babaları olmayan mafya toplulukları gibiler.
Cumhuriyet bu rezillikler bataklığını gördüğü için medreseleri, tekke ve zaviyeleri kapattı. Diyanet İşleri Başkanlığını, imam-hatip okullarını, İslam enstitülerini, ilahiyat fakültelerini bu dinsel anarşiye son vermek ve müslüman bireyleri özgürleştirmek ve onları ortak aklın vesayat ve sultasından kurtarmak için kurdu.
Her tarikatın holdingler, vakıf üniversiteler, kolejler kurduğunu; tarikat şirketlerinin neoliberal piyasacı sistem sayesinde güçlenip tekelleştiklerini; medyayı, televizyonları ele geçirdiklerini düşünelim
Türkiye sivilce bolluğunda tarikat devletçiklerine bölünür. "Tüm bunları göz önüne aldığımızda, gericiliğin bizleri ortaçağdan beter bir akıl tutulmasına ve toplumsal bir çıldırıya mahkûm ettiğini söylemek mümkün müdür? Tarikat ile akademi aynı yerde olabilir mi? Bu yapısal olarak olanaklı mıdır?" diye soruyorsunuz. Evet, mümkün değildir ama mümkündür; evet, olamaz ama olmaktadır. Buna "dinsel anarşi düzeni" denir.
"BU DÜZEN YIKILMALIDIR"
- Kitabınızdaki yazılarda da vurguladığınız üzere imam-vali, imam-savcı, imam-hekim, imam-öğretmen, imam-mühendis, imam-polis sorunu yaşanıyor ülkede. Bu imam-vali konusunda ne gibi uyarılarınız olabilir?
- Bu bir düzendir ve bu düzene "ulema sınıfı yönetiminde dinsel vesayet ve sulta düzeni" denir. Toplumu çeyrek yüzyıldır uyarıyorum, ama bana bu konuda ne gibi uyarılarım olduğu ilk kez soruluyor. Cevap: Bu düzen yıkılmalıdır ve bu düzeni ancak Cumhuriyet ve Cumhuriyetçiler yıkar. Cumhuriyetçi olmadan solcu olunamaz. O halde cumhuriyetçi olmak solcu olmaktan çok daha önemlidir. "Sol", cumhuriyet konusundaki önyargılarından, hurafelerinden kurtulmalıdır.
MESLEKLERİN DİNSELLEŞMESİ, ASKERİLEŞMESİNDEN MİLYON KERE TEHLİKELİDİR
Mesleklerin dinselleşmesi, askerileşmesinden milyon kere daha tehlikelidir. Çünkü sinsidir, teselli eder, mucizeye inandırır; afyon, morfin, eroin etkisi yaratır. Hele askerin iğdiş edildiği toplumda insanları uzaktan kumandalı robota çevirir. İslamcılar 1950'den bu yana, Said Nursî ve Fethullah, tarikat şeyhleri öncülüğünde, böylesine bir robot toplumu yaratmaya alışmışlar ve ne yazık ki başarılı olmuşlardır. İdeolojik türban çökertilmeden, imam hatipler kapatılmadan ve "din adamı" sınırları içinde Tevhid-i Tedrisat'ın amacına uygun şekilde reorganize edilmeden Türkiye komadan çıkamaz.
- Günümüzde dindar bir yaşantıya sahip olmayan ama bilinçaltları mistisize edilmiş /mistifikasyona tabi tutulmuş orta sınıf insanlarına dikkatle baktığımızda, bu kitlenin emperyalizmin /tekeller düzeninin belirlenimindeki en önemli insan kaynakları olduğunu görüyoruz. Bugün gazeteler, televizyonlar, internet, sosyal medya, kitaplar, dergiler; fal, muska, büyü, cinler, dualar, parapsikoloji, ruhçuluk, medyumluk, telekinezi gibi safsataların mecrası haline getirilmiş durumda
Dinselleşme dediğimiz ille de, toplumsal yaşamın namaz ve iftar saatlerine göre ayarlanması, hac ve umre ziyaretlerinin devlet protokolüne girmesi, her ağzını açanın dinsel referanslarla lafa başlaması değil. Toplumsal bir çıldırı halinde tasavvufi kitaplara sarılmak, herkesin her fırsatta dinsel referanslarla yaşamaya başlaması, solcu gazetelerde bile ilahiyatçıların her konuda ahkâm kesmesi, edebiyat yapıtlarına dinsel öğelerin serpiştirilmeye başlanması
Bu genel mistifikasyonu da toplumun imam hatipleştirilmesine bağlayabilir miyiz?
- Büyü, mucize, fal, muska, cinler, dualar, ruhlar, batıl inançlar insanlık tarihi kadar eski olup insanın genlerine, evrime karşın, kalıtım olarak yerleşmiştir. Bağışıklık sisteminin zayıflamasıyla ortaya çıkan hastalıklara benzerler. Kapitalizm ve emperyalizm bunları medyada kullanır. Toplumun bağışıklık sistemi güçlendikçe bunların etkileri azalır. İmamokrasiye kurmay kadrosu yetiştiren imam hatip ve benzeri okullar bağışıklık sistemini bozarlar. Cumhuriyet bunu gördüğü için bilimsel bilgi ile çatışmayan bir "din adamı yetiştiren okul" kurmak istedi. Bu okul ancak köy enstitülerinin yaşaması ve ürün vermesi, toprak reformunun gerçekleşmesi durumunda başarılı olabilirdi.
Dindarlık camiye, sinagoga, kiliseye gitmekle, mümin ve pratikan olmakla sınırlı değildir. Sadece gerçek (din düşmanı olmayan) ateistler dindar değildir. Geriye kalanların neredeyse tamamı dindardır ve hurafelere inanırlar.
Çöküş dönemlerinde hep böyle olur. Roma yıkılırken, Osmanlı yıkılırken de böyleydi. İnsanlar falcıların kapısında kuyruk oluyordu. Bireysel akıl olmadan, akıl bireyselleşmeden insanların dünyaya ve evrenin düzenine dayanmaları, karşı koymaları mümkün değil. Bu nedenle ortak akıla teslim olurlar, afyona alışırlar, safsata ve üfürüklere teslim olurlar. İnsan yeryüzünün en zavallı, en savunmasız yaratığıdır. Aklı ile ne yapacağını bilememektedir.
Biliyor musunuz bilmem: Ben Türkiye Televizyonları'nın kurucularından biriyim, ilk planlamacısıyım. Bunun böyle olacağını, televizyonun insanı bulamaca çevireceğini, bilgisayarın ise insanları hayvanlaştıracağını 1980'leri ortalarından itibaren yazdım.
Genel mistifikasyonu toplumun imam hatipleştirilmesine bağlayamayız: O bir sonuç ve onun bir davası var. Ama şikâyet ettiğiniz zıpırlıkları yapanların bir davası yok. Bu zıpırlar, bağımsız ve bireysel aklı olanlardan nefret ederler ve kendilerine çöplükte rol model ve şeyh ararlar.
Bu cehenneme karşı koymak için toplumun solculaşması, solcuların bireyleşmesi, bireysel akıllarını kullanmayı öğrenmeleri gerekir. Bu bireyselleşme, aslında bir tür yok oluş olan "sosyal medya" bireyselleşmesine benzemez.
AKP tarikatı iktidardan gittiği gün şikâyet ettiğiniz film biter ve perde iner. Ama o zaman ne olacak? O zamana kadar gayri memnun kitle cumhuriyeti keşfedip öğrenecek mi? O zamana kadar, Mahmut Esat Bozkurt'u, Şükrü Saraçoğlu'nu, Dr. Reşit Galip'i, Şükrü Kaya'yı, Mustafa Necati'yi, Hasan Ali Yücel'i ve arkadaşlarını, cumhuriyetçi Nâzım Hikmet'i keşfedebilecekler mi? Toprak Kanunu'nu hazırladığı, toprak ağalığına son vermeye kalkıştığı için Şükrü Kaya adının faşiste çıktığını anlayabilecekler mi?
- Peki nasıl bir çıkış? İmam hatiplerin/tarikatların sarıp sarmaladığı bir Türkiyede aydınlanmacı, akılcı, rasyonel bir çıkışa kavuşmak için, yeni bir laiklik mücadelesine mi gerek var? Türkiyede gericiliğin püskürtülebileceği bir zemin var mı? Ya da bu zemin nasıl yaratılabilir? Çıkışa dair neler söylenebilir?
- Bu soruyu yanıtlamadan önce kısa bir anımsamaya başvuralım: İmam hatip düzeninin geçmişi Osmanlı devletinin yapısal kuruluşuna kadar gider. En eski parti AKP'dir, en genç parti CHP'dir, MHP ile HDP yaşıttırlar. Şaşırdınız değil mi?
Sarıp sarmalayan imam hatipler ve tarikatların vesayet ve sultasının egemenliği 1924 ile 1950 arasında sadece 25 yıl yalapşap sekteye uğradı. Ama imam hatiplerin ve tarikatların vesayet ve sultasının evrensel hayat öyküsü cumhuriyetler, demokrasi ve ulusal (ulus) devletler öncesi dönemde, kısaca şöyledir:
-Tepede saltanat iktidarı.
-Kafa: Bürokratik yapı.
-Kol olarak tapınak (kutsal mekânlar, sinagog, kilise, cami) ve ruhban sınıfı.
-Ayak olarak, askeriye
Halk sürüsünü, en küçük kabileden en büyük imparatorluğa kadar bu yapı yönetmiştir. Osmanlı Devleti'nde de durum böyledir. Medrese, bürokrasinin, ilmiye ve ulema sınıfının kaynağıdır. Celali isyanlarının kaynağında topraksız köylüler (çift bozanlar, levendat) ile medrese öğrencileri (suhte) vardır. Saltanat karşıtı isyan ve ayaklanmalarda asker (yeniçeri) ile ilmiye sınıfı çoğu zaman birlikte hareket etmiştir. Bu işbirliği, yeniçerinin kaldırılması, 1728 yılında başlayan askeri ıslahatın, 1784 yılında, cebir, trigonometri, mekanik, astronomi, hendese, coğrafya gibi bilimsel derslerin okutulduğu Mühendishane-i Bahri-i Humayun (Deniz Harp Okulu) ve Mühendishane-i Berri-i Humayun (Kara Harp Okulu) okullara ulaşması asker ile ulema (din adamı sınıfı) ittifakını sona erdirdi. Daha sonra, Tanzimat'ta (1838-1839) modern iptidai, rüşdiye ve idadilerin kurulmasıyla bu ayrılık güçlenmeye başladı. Ve Cumhuriyet 1924 yılında çıkardığı Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği Yasası) ile ilmiye ve ulema sınıfının belini kırdı. Amid Bein Osmanlı Uleması ve Türkiye Cumhuriyeti (Kitap Yayınevi) kitabına şöyle başlar:
Son dönem Osmanlı uleması, modern Türkiye tarih yazımının özellikle ilgilendiği bir konu olmamıştır. Avrupa dillerinde de ulemanın entelektüel üretimi, eylemleri ve kurumlarını konu edinen kitap ve makalelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye Cumhuriyetine geçişte ulemanın hep kaybeden tarafta olmak zorunda kaldığını göz önüne alınca, bu ilgi eksikliğine belki de fazla şaşırmamak lazım. Yeni rejimin 1923ün sonlarında kurulmasından sonraki birkaç yıllık sürede, ilmiye sınıfı küçültüldü ve merkezden çevreye itildi, kurumlarının çoğu lağvedildi, yetkileri büyük oranda budandı
Hatta ulema unvanı Türkçeden neredeyse tamamen çıkartıldı. Ulema, dönemin tarih yazımının konusu olduğunda ise çoğu zaman, II. Meşrutiyetten 20. yüzyılın ortalarına dek imparatorluğa ve Cumhuriyete hâkim olan modernleşmiş ve batılılaşmış yeni elitin asıl ötekisi olarak tasvir edilmiş, bazen hor görülmüş, hatta alay konusu olmuştur. Ulema sık sık, 20. yüzyılın başlarında vadesi dolmuş ve bu yüzden de tarihin çöplüğüne atılmış epey yeknesak bir toplumsal-dini zümre olarak sunulmuştur, Böyle olduğu için de çok yakın zamanlara kadar akademik çalışmalarm ilgi alanına girmemişti. (s.9)
Şimdi, günümüz başyücesi R.T.Erdoğan'ı yerine yerleştirmek için adı geçen kitaptan bir aktarma daha yapalım:
Diğer birçok yayın ise çoğunlukla, son otuz yıl içinde Türkiye'de sayıları hızla artan ilahiyat fakültelerinin öğretim kadroları veya mezunlarının son dönem Osmanlı ilmiye teşkilatı hakkında yaptıkları yeni çalışmalardır. Bu yayınlar oldukça çeşitlidir: Bazıları son derece akademik bir içeriğe sahipken, diğer birçoğunun amacı daha geniş bir kitleye ulaşmaktır. İslami dergilerin ve İslami yönelimli günlük gazetelerin büyüyen pazarı da sık sık yayımlanan makaleler, başyazılar ve kitap eleştirileriyle bu eğilime katkıda bulunmaktadır. Bu yayınlara ulemayı ve onların kurumlarını takdir eden bir genel bakış açısı hâkimdir. Bu yayınlar açıkça, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiyedeki tarih yazımına ve hegemonik söyleme egemen olan olumsuz değerlendirmelere bir karşı-anlatı oluşturmayı amaçlamaktadır. Türkiye'deki İslami hareketlerin özellikle 1990lardan itibaren artan görünürlüğü ve etkisi temelinde bakıldığında, Osmanlı ulemasının ve onların kurumlarmm imajlarını yeniden değerlendirmeye ve düzeltmeye dönük bu çabalar, kendilerini laik Cumhuriyetin muhafızı olarak tanımlayanlar için sinir bozucudur, hatta birtakım kötü şeylerin habercisidir.
Kısa bir süre önce kamuoyu önünde cereyan eden bir tartışma, Cumhuriyetin kurulmasının üzerinden seksen yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen, hâlâ bu konuya atfedilen hassasiyeti bütün yönleriyle ortaya koymuştur. Ulema meselesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), Türk üniversitelerinde uygulanan başörtüsü yasağının hukuka uygunluğunu onaylayan kararından sonra, Kasım 2005te manşetlere çıktı. Bu karara tepki gösteren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hâkimlerin verdiği kararı eleştirerek, Bu konuda söz hakkı mahkemelerin değil, ulemanındır. demesi bir tartışma kasırgasının fitilini ateşledi. Partisinin İslami köklerini ve kendisinin başörtüsü meselesi hakkında daha önce açık bir şekilde dile getirdiği fikirleri göz önüne alınınca, Başbakanın mahkeme kararını şiddetle eleştireceği belki beklenen bir şeydi. Ancak, muhaliflerini asıl hiddetlendiren, ulemanın Başbakan tarafından alternatif ve tercih edilebilir bir otorite olarak görülmesiydi.(s.9-10)
"Nasıl bir çıkış? İmam hatiplerin/tarikatların sarıp sarmaladığı bir Türkiyede aydınlanmacı, akılcı, rasyonel bir çıkışa kavuşmak için, yeni bir laiklik mücadelesine mi gerek var? Türkiyede gericiliğin püskürtülebileceği bir zemin var mı? Ya da bu zemin nasıl yaratılabilir? Çıkışa dair neler söylenebilir? " diye soruyorsunuz.
İlk adım "Sol"un üfürüklerinden vazgeçip, Cumhuriyet'i anlayıp ona saygı ve sevgi duyması gerekir. Kurucu Kadro neden komünizmi, sosyalizmi getirmedi diye küsmek budalalıktır. Dinciler de neden laikliği getirdi, neden devrimleri yaptı diye ona düşman oldu.
Cumhuriyet, Fransız Devriminden sonra tarihin en büyük, en başarılı devrimidir. SSCB'nin yıkılışını kimsenin başına yıkmamak gerekir.
Sovyet Devrimi kiliseleri çok uzun süre kapalı tuttu ama Ortodoksluğu yenemedi. Fransız Devrimi kiliseyi ve ruhban sınıfını düşman ilan etmişti. O da Katolikliği ortadan kaldıramadı. Cumhuriyetimiz dini yasaklamadı, camileri kapatmadı, ama sadece din adamını eğitmek istedi ve kısmen başarılı oldu. Ve şu anda nüfusun en azından yüzde 30'u gerçekten laik cumhuriyeti seviyor. Laiklik ile islami düzen arasında seçim yapmak gerekirse, bu oran yüzde 80'e dayanır.
İmam hatip okullarının hurafeden dezenfekte edilmesi, ayrıca hurafe üreticisi olmasına engel olunması geriyor. Bu ancak AKP'nin dönüşü olmayacak şekilde iktidardan uzaklaşmasına; seçmenin sağcı kesiminin laikleşmesine, dindarların Cumhuriyet'i içlerine sindirmesine bağlı.
Bir zamanlar ben de gençtim. 1965 yılında genel seçimlerden önce Aydın'a gelen TİP (Türkiye İşçi Partisi) Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, başbaşa konuşurken bana ve Osman Karaca adlı arkadaşıma, "Çocuklar, ben göremem, siz de göremeyeceksiniz, belki çocuklarınız, belki de torunlarınız görürler!" demişti. Sol'un iktidarından söz ediyordu. İyi ki torunum yok!
1965 seçimlerinde 54 ilde, yüzde 3 oy alarak TBMM'ye 15 milletvekili (Mehmet Ali Aybar, Rıza Kuas, Muzaffer Karan, Tarık Ziya Ekinci, Sadun Aren, Yahya Kanbolat, Cemal Hakkı Selek, Adil Kurtel, Behice Boran, Yunus Koçak, Şaban Erik, Yusuf Ziya Bahadınlı, Ali Karcı, Kemal Nebioğlu) göndermeyi başardı. Aradan yarım asır geçti, 2015 yılında Solun toplam oyu yüzde 1 dolaylarında... 1965 yılında yüzde 2 oy alan MHP şimdi nerelerde geziyor?
"Nasıl bir çıkış? İmam hatiplerin / tarikatların sarıp sarmaladığı bir Türkiyede aydınlanmacı, akılcı, rasyonel bir çıkışa kavuşmak için, yeni bir laiklik mücadelesine mi gerek var? Türkiyede gericiliğin püskürtülebileceği bir zemin var mı? Ya da bu zemin nasıl yaratılabilir? Çıkışa dair neler söylenebilir?" diye soruyorsunuz. Bunun için önce Sol'un sağlığını kazanması gerekiyor. "Sol" psikiyatri kliniği değildir. Bu cümleyi ilk kez 1970'lerin başında, Ataol Behramoğlu kardeşime yazdığım bir mektupta kullanmıştım. O gün bu gün hâlâ kullanmaktayım. Kim bilir daha ne kadar kullanacağım.
Asker sivil değil de, imam sivil mi?-Ahmet Çınar
Sevgili Özdemir İnceyle yaptığımız ve dün soLda yayınladığımız söyleşide, çarpıcı pek çok belirleme arasında en dikkatimi çeken ve öne çıkarılmasında yarar gördüklerimden biri de şuydu: Mesleklerin dinselleşmesi, askerileşmesinden milyon kere tehlikelidir.
Yıllarca bu ülkede tarikatlara ve cemaatlere sivil toplum örgütü, tarikat şeyhlerine de kanaat önderi ve sivil toplum lideri muamelesi yapıldı.
Bu büyük bir palavraydı. Bu sahtekârlığın toplumun geniş kesimlerine yutturulması ise adlı adınca bir operasyondu.
Bu palavrayı ne yazık ki kendisini solcu, sosyalist olarak adlandıranlardan bazıları yuttu, bazıları da zaten bu operasyonun gönüllü misyonerleriydi.
Tarikatlara ve cemaatlere sivil toplum örgütü diye diye
Böylece her tarikatın birkaç derneği, birkaç vakfı, bazılarının holdingleri, kimisinin üniversiteleri, kolejleri, bankaları, televizyonları, gazeteleri oldu
Derneğin üyeleri tarikatın militanı, üniversitelerin hocaları tarikatın müderrisleri, bankaların yöneticileri tarikatın muhasipleri, televizyon ve gazetelerin çalışanları ise tarikatın tellalları ve müvezzileri oldu!
Gericilik odağı tarikat ve cemaatlere sivil toplum örgütü muamelesi çekenlerin, sivil toplum kavramından ne anladıklarını bilemiyorum ama
Öyle sanıyorum ki bu arkadaşlar silahsız ve üniformasız herkese, her kesime ve her şeye sivil diyorlar!
Bir subay sivil değildir. Mesleğini icra ederken belli bir ast-üst ilişkisine, belli bir silsileye, esnemesi mümkün olmayan katı kurallara, üst bir iradeye bağlıdır.
Peki bir imam sivil midir? Bir tarikatın müntesibi sivil midir? Bir şeyhin müridi sivil olabilir mi? Sivil toplum fetişisti arkadaşlara göre sivildirler! Boş laf!
Gerçekte öyle midir peki? İmam, şeyh, hoca, mürşit, mürit, şakirt
Değiştirilmesi imkânsız dogmalara, sorgulanması büyük günah olan inançlara, kesin ve katı kurallara bağlıdır hepsi de
En ufak bir şüpheye, en ufak bir tereddüde, en ufak bir sorgulamaya izin verilmeyen kesin ve katı bir sistemdir inançlar sistemi
İslâmda ruhban sınıfı yoktur derler ama ruhbanın daniskası var! Şöyle bir çevrenize bakmanız yeterli.
Buradan nasıl sivillik çıkarabildiler anlaşılır gibi değil.
Tamam subay sivil değil, anladık: Ama imam, şeyh, hoca, mürşit, mürit sivil olabilir mi?
Şeyhülislâm bozuntusu Diyanet İşleri Başkanı sivil olabilir mi? Üstelik üzerinden çıkarmadığı üniforması da var!
Emri yüce kitaptan aldım diyen biri, Şeyhim emretti yaptım diyen biri, Bu benim dinsel inancım yasa, kural, toplum, kamu tanımam diyen biri nasıl sivil olabilir?
Türkiyenin dört bir yanını karanlık bir ağ gibi saran tarikatlara, tekkelere, zaviyelere ve bunların yasal yüzü olan dernek ve vakıflara sivil toplum örgütü deyip güzellemek ahmaklığın bir başka adıdır.
Dernek ve vakıf adı altında bilim dışı, akıl dışı, gerici ve yobazca faaliyet gösteren, üniversitelerde cirit atan tarikat ve cemaatleri sivil toplum kuruluşu ilan eden madrabazlara geçit veremeyiz.
Yobaz fabrikası olan tarikat ve cemaatlere sivil toplum yaftası yakıştıran tekellerdir, sermayedir, patronlardır. Bu toplum daha ileri bir düzeni, bilimsel ve akılcı olanı, eşitliği ve özgürlüğü aramasın, bulamasın diye
Patronların sömürgen ve semirgen düzenini sorgulamasın, bu düzene itiraz edemesin diye
Yobaz sürülerini daha kolay ve daha rahat güdebilsinler diye
Tarikatların ve cemaatlerin her türlüsünü ve bin türlüsünü bu memleketin başına bela eden patronları da asla unutmamalıyız. Asıl hesabımız onlarla!
Cemaatlere, tarikatlara sivil toplum kuruluşu gibi bakmak konusunda da liberallerin az suçu yok. AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte demokrasi ve özgürlük kimsenin dilinden düşmez omuştu. Liberaller ve kürt hareketinin sempatizanı aydıncıklar bu konuda AKP'yi demokrat bile ilan etmişlerdi. Memlekete demokrasi gelecek, kürt hareketi özgürleşecekti. Gele gele cemaatlerin ve tarikatların fink attığı bir ülke haline döndük. Haklarıı yemeyelim, bu konuda memlekete özgürlük geldi. Her türlü cemaatin özgürlüğü tam. Muhaliflerin ise özgürlüğe ihtiyacı yok. Adı üstünde onlar muhalif. Onlar milletten en çok oyu almış partiye muhalefet ederek millet düşmanı oluyor. Onların yeri de Silivri! Kürt hareketi ise özgürlüğü Biji Obamayla, Eşme ruhu ile arıyor. Memleketin hali böyle.