Erdoğan Hulusi Akara güvenmiyor
Prof. Dr. Yalçın Küçük gündeme ilişkin soruları yanıtladı.
Yalçın Küçük gündemdeki gelişmeleri Deniz Hakan ve Okan İrteme yorumladı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğanın Harp Akademilerindeki konuşması için Orada var olanların bir kısmı herhalde sevincinden ve bir kısmı derin üzüntüsünden ağlamışlardır. Ancak Tayyip Bey gerçekten ne kadar iftihar etse azdır. Ve ben de yüksek komutanlar için Süleyman Çelebinin Mevlidini okumak istiyorum diyerek ironik bir eleştiride bulunan Küçük, Güneydoğuda yaşanan çatışmalar için ise şunları söyledi: Türklerin tarihe altıncı yüzyılda çıktığını biliyoruz ve o zamandan beri bize yakışmayan bir çatışmadır. Ordu, kaymakamların emrine girmiştir. İnsanlar, bizim yurttaşlarımız, evlerine tıkılmış; olana savaş diyemeyiz. İnsanlar sokağa çıkabildikleri zaman, beyaz çarşaflar açmışlar ve tehcire çıkmışlardır.
Küçük, Batı'nın askere kapıyı açtığını, hiçbir askeri müdahalenin Batı'nın onayı olmadan gerçekleşmediğini söylerken sözlerini şu mevlid ile bitirdi:
"Vakte erişti hafta vü eyyam ile
Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alametler belirdi gelmeden."
İşte o söyleşinin tamamı:
Deniz Hakan: Yalçın Hocam, Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde Harp Akademilerinde yaptığı tek komutan konuşmasıyla dikkat çekti. Bu mülakatlar dizisi içinde, siz başkomutan konusunu da gündeme getirmiştiniz. Oraya geleceğiz. Ancak önce şöyle bir soru sorabilir miyim? Hulusi Akar Genelkurmay Başkanı olurken, Türk Ordusunun bir partinin ve bir kişinin, Tayyip Erdoğanın vesayetinden, bir anlamda güdümünden, çıktığını söylüyordunuz. Cemaat ve Hendek savaşlarında Erdoğan ile TSKnın yakınlaşmasını izledik. Ardından Hendek Savaşının valiler, kaymakamlar emrine verilmesini eleştirdiniz. Şimdi bu gördüklerimizi nasıl yorumlamalıyız sizce? Ordu yeniden vesayet altına girdi mi, diyeceğiz? Nasıl formüle ediyorsunuz?
Yalçın Küçük: Nerdeee, vesayetten çok fazlası. Hayır, sanki Erdoğanın izcisi olmuşlar. Tabii Erdoğan gençlerim demiyor ve konuşmasında yiğitlerim sözü var, yiğit arkadaşlarım sizlerle gururluyum demekte ve pek babacan hitapları dökmektedir. Bir daha mı, sizler gibi yiğit, cesur, eğitimli, bilgili, dirayetli ve sadakatli mesai arkadaşlarıma sahip olduğum için ne kadar iftihar etsem azdır, bunu da söylemişler. Tabii sadakat, Kurucuya ve Kemalist cumhuriyete değildir. Peki hitabet kime, Akara mı, Çolaka mı, Gülere mi; Hatipe göre, bunlar subay değiller. Bunlar, Tayyip Beyefendinin mesai arkadaşları oluyorlar. Ve çok güzel, çok güzel, gurur verici bir halde duruyorlar.
Orada var olanların bir kısmı herhalde sevincinden ve bir kısmı derin üzüntüsünden ağlamışlardır. Ancak Tayyip Bey gerçekten ne kadar iftihar etse azdır. Ve ben de yüksek komutanlar için Süleyman Çelebinin Mevlidini okumak istiyorum. Çünkü bir gün Bursada, camide namazdan sonra bir münakaşa olmuştu; bir kısmı Muhammed büyüktür dediler, diğeri, hayır, İsa daha büyük, bunun üzerine Süleyman Çelebiye emir eyledik, has Türkçedir, işte okuyorum, şöyledir:
Amine Hatun Muhammed annesi
Ol sedeften doğdu ol dür danesi
Çünkü Abdullahtan oldu hamile
Vakte erişti hafta vü eyyam ile
Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alametler belirdi gelmeden
Müzikalitesi çok güzeldir. İşte tam burada, Akademide olanlar, başta Akar, Çolak, Güler, ayağa kalkarlar; huşu ile birbirlerinin sırtını sıvazlarlar. Çok güzeldir, çünkü Abdullahtan oldu hamileee, ve bu çok mühimdir.
D.H.: Neden mevlid okuyorsunuz?
Y.K.: Çok severim, öz Türkçedir. Annem, arkadaşlarını çağırıp mevlid okurlarken, bizi almazlardı. Konağın üst katından izlerdim, annem çok süslenirdi, ruju ihmal etmezdi. Belli bir yerde, ayağa kalkarlar ve sanki dans ederlerdi, çocuktum ve çok hoşlanırdım. O zamanlar Bursa çok dinli ve çok laikti ve çok severdim.
Kaç defa söyledim, Tayyip Beyefendi başkomutan değildir. Oraya, davet edilmediyse gidemez, davet olursa gidebilir ve giderse de böyle konuşamaz. Orada izciler oturmuyorlar. Kemal Tahir bu durumda, hürmet isterim diyordu.
Ne söyledim, birini sizlerle birlikte söylemiştik, odatvde yayınlanan eski mülakatlarımızdan bulup yeniden çıkardım ve öncekinde söylediklerimizi bu mülakata da koymanızı rica ediyorum. Önce bir tarif veriyorum: (a), odatvda yayınlanan, bugünün Türkiyesinde her yerde yayınlanmış demektir. Ve (b), usulüne göre yayınlanmış kanunu bilmemek ise mazeret değildir. Bilmek ve riayet etmek bir gerektir. Kemal Tahirden öğrendik, dikkat isterim sözümüz var.
***
Burada da söylüyorum, Necdet Paşa ile Hulusi Paşaya 'istifa edin' dedim, niye dedim, Harp Akademilerinde iftar yaptılar; Harp Akademilerinde iftar açamazsınız, bu ülkeyi bu hale getiremezsiniz, daha önce kimse yapmadı bunu, kuralsız olamazsınız. İkincisi de, Necdet Paşadan değil, o gitti artık, Hulusi Paşadan rica ediyorum, arz ediyorum, bunu çok yazdım, kanunsuzdur, bunu yapamazsınız, başkomutanlığı kimseye veremezsiniz, cumhurbaşkanına veremiyorsunuz başkomutanlığı, çünkü başkomutanlık Mustafa Kemale verildiği zaman Türkiyede cumhurbaşkanlığı yoktu. Niye vereceksiniz, askerlik yapmamış, şunu yapmamış, bunu yapmamış bir adam; niye veriyorsunuz? O geri alınacak, biz bunu takip edeceğiz." (Yalçın Küçük, odatv, 21 Ağustos 2015)
***
BAŞKOMUTANLIĞI ERDOĞANA VEREMEZSİNİZ
Demek, Özel ve Akarın babalarının malı değildir, mirasla kalmamıştır ve veremezler. Tayyip Beyefendiye hiç veremezler. Şunu da eklemek istiyorum, önce söyledim, arz ettim ve şimdi yargıya giderim, yargıyı bulurum. Bu bir Cumhuriyet işidir. Gereği bana düşmektedir.
Yalnız, Sezarın hakkını Sezara ve İsanınkini İsaya vermek durumundayız. Erdoğan, Orduda büyük tasfiye istemişti ve Necdet Paşa reddettiler; Hulusi Paşa, arkasında durdular. Necdet Paşa tahliyeler için Sezarın başını pek ağrıtmıştı ve sonra Obama-Gülenden tahliye geldi; Erdoğan itiraz edememiştir. Bu arada ve bir ara, Akar, Washingtona gittiler ve Erdoğan, devirirler kaygısına ve hatta nöbetine kapıldılar. İşte bu sırada, Erdoğan, Kahya Doğan aracılığıyla, Akarın başkomutanlığa gelmesini önlemek istediler. Ben titizlikle izliyordum, Aydın Doğanın ham adımlarını kesiyordum. Erdoğanın vesayetinin kırıldığı tarih budur. Tarih düşüyorum.
Bir de şunu ekleyebilirim; Anayasa, Madde 90/1, Başkomutanlık Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılmaz ve cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur demektedir ve işte hepsi budur. Bu ne demektir, başkomutanlık Mustafa Kemale verilirken bir kanun gerekiyordu ve Mustafa Kemal Paşa cumhurbaşkanı değildi, cumhurbaşkanlığı yoktu; Paşa, Türkiye Büyük Millet Başkanı idi, bir kanunla aktarılmıştır. Ve araya koyuyorum, Türker Ertürk Amiralin yine odatvdeki yazısında işareti doğrudur ve pek yerindedir. Amiral ve Paşa, doğru yazmaktadır.
Güzel, hiç kimse başkomutanlığı Meclisin manevi varlığından alamaz, ayıramaz, bu nettir. Ancak, diğer yandan, Meclis ve manevi kişilik, yürüyemez; bir yerde Başkomutan yürümek durumunda kalırsa, Anayasa çok açık, cumhurbaşkanı başkomutanlığı temsil eder, ne demek, temsil eden, burada cumhurbaşkanı yürür ve başkomutanı yürümüş sayarız. Temsil budur. Temsili durum, yürüyüştür.
Bunun dışında bir gasp var; veren veremez ve alan alamaz. Çünkü biz varız.
Buradaki tarifte ve temsil kelamında, hiçbir icra yoktur, hiçbir iş yoktur, hiç hitabet yoktur ve Erdoğanın sözleri yoktur. Hatta girmemiştir.
İmam-Hatipte öğretmiyorlar ve Erdoğan bir kalın hukukçu bulmak zorundadır.
General Akara sesleniyorum, Genelkurmaya gelmemiş birisini konuk ettiniz. Pek sorumlusunuz.
BU SAVAŞI TSK BAŞLATTI
Okan İrtem: Bu çerçevede, nereden nereye demek gerekiyor. Değişen nedir peki? Durumun bu noktaya gelmesini neye bağlıyorsunuz?
Y.K.: Okan Hocam, sözünü ettiğiniz durumlar arasında bir savaş var, var mı ve savaş diyebilir miyiz, işte mesele budur.
Pek güzel, bu Savaşı Türk Silahlı Kuvvetler başlatmıştır.
Erdoğan vesayete uymuştur ve bu savaş, Kürtler ile yobazizm ittifakını ve kucaklaşmasını sona erdirmiştir; bu hesapla başlattıklarını sanmıyorum. Kaldı ki başlattıkları savaşta bütün hesapları yanlış çıkmıştır. Pek savaş diyemiyoruz, benzemiyor, Türklerin tarihe altıncı yüzyılda çıktığını biliyoruz ve o zamandan beri bize yakışmayan bir çatışmadır. Ordu, kaymakamların emrine girmiştir. İnsanlar, bizim yurttaşlarımız, evlerine tıkılmış; olana savaş diyemeyiz. İnsanlar sokağa çıkabildikleri zaman, beyaz çarşaflar açmışlar ve tehcire çıkmışlardır.
Erdoğan, kaybın çok olduğunu kabul etmiş ve yine günah keçisi, ki Fransızca tête de turc diyoruz, Türk kafası çevirisidir, bulmuştur; Ordudaki fethullahi subayların, casusluk yaptığını ileri sürüyor. Güzel ve günah keçisi bulmadan ya da tasfiye kapısı aramadan hareket edememektedir. Artık biliyoruz ve bir de asker ve subay kaybımızın kaybının çok çok fazla olduğunu itiraf ediyorlar.
Başka yerde ele alabiliriz ve alacağız, İmam-Hatipte aritmetik dersi zayıftır ve saymasını öğretmiyor ve Erdoğan da genel olarak saymasını bilmemektedir. Kürt sayısına inanmak için bir neden bulamıyorum. Bulduğum şudur, kaymakam komutasında Türk generalleri Tayyip Erdoğan ile yeniden kucaklaşmıştır. Ve ayrıca, Akar, Çolak ve Güner, komutanlık ile şehit subay ve askerlerin cenazelerini gitmeyi karıştırdılar. Taziye ziyaretlerini çok önemsiyorlar. Bu bir başka iştir.
O.İ.: Bu savaş savaş değil mi diyorsunuz?
Y.K.: Öyle demiyorum, ancak, Atilla İlhanın sorusu kalıcıdır, Hangi Sol türü vardı, savaş var mı, tabii vardır, ama, hangi savaş diyoruz. Ben, hiç general görmedim, hiç general adı bilmiyorum, benim bildiğim, savaştan önce sıkıyönetim ilan ederiz ve etmedik, hiçbir rütbeli subayın emrini duymadım, kaymakamların emrini duydum, eğer bu savaşa generaller katıldı ise, emir verenler kaymakamdır. Sadece ölen binbaşı ve albay adı duydum. Bir kısmının cenaze töreni de yapılmıştır; şehitlerin bir kısmının törenini bilmiyoruz. Demek bütün kuralları yıktığımız bir dönemden geçiyoruz. Sonuna gelmiş durumdayız.
Peki siz tekrar sormayalım diyorsanız, ben tekrar soruyorum, savaş nedir?
Savaş düşmanın moralini bozmak ve savaş iradesini kırmak demektir. Yapabildik mi, Tayyip Erdoğanın bu ziyareti subaylarımıza moral dağıtmak için yaptığını anlıyoruz. Peki, düşman moralini bozduk mu, silahlarını aldık mı, savaş gücünü kırdık mı, bunları göremiyoruz. Gördüğümüz, Silahlı Kuvvetlerin valiler bizi engellediler demeye başladıklarıdır. Bir mahalle kavgasına göre çok fazla şehit verdiğimiz ortadadır.
Anayasaya gör savaş kayıpları hakkında Erdoğan sayı vermeye yetkili değildir. Verilmemiş sayıyoruz.
Ordu, kendine ait savaşını vermiştir. Sadece savaşı mı, vesayeti de vermiştir.
Sıkıyönetimi vermiştir. Savaşı vermiştir. Bu bir Hendek Savaşı olmuştur, emirleri kaymakamlar vermiştir. İnsanlar günlerce hapsedilmiştir. Savaş yok olmuştur. Bana hangi vesayeti soruyorsunuz, doğaldır. Subayı yok ediyoruz, işte yoktur.
TÜRK PAŞALARIN SÖZÜNE GÜVENİLMEZ SÖZÜNÜ UNUTMUYORUM
D.H.: Savaşla birlikte hava da döndü mü diyorsunuz?
Y.K.: Ben on dokuzuncu yüzyıla ait İngiliz siyasi ve o zamanlar gizli belgelerden, Türk paşaların sözüne güvenilmez paradigmasını öğrenmiştim. Tabii bu Osmani bir döneme aitti, ancak kafamdan da atmıyorum.
Ve 9 Mart 1971 tarihini de biliyorum; Devrim olacaktı, o gün Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri Komutanı Batur, döndüler. 12 Mart gericiliği bu dönüşün sonucudur.
Tabii döndüler mi, cevabı zordur, çünkü Haziran yazında İngiltereden döner dönmez Doğan Avcıoğluna gitmiştim, Yapma Doğan dediğimi hatırlamıyorum, yaparsınız, tutamazsınız, bunları da söylüyordum. Madanoğlu-Avcıoğlu Devrimini hazırlıyorlardı. O zaman başka cuntalar da vardı, ODTÜde öğretim üyesiydim, Kastro Nuri ve Memduh Eren de geliyordu, güçlü bir başka cunta için beni buldular, radyoda okunacak bildiriyi yazmamı istiyorlardı. Tutamazsınız, cevabım bu olmuştu. Tutamadılar ve hepsi içeriye girdiler.
Genelkurmay Başkanı Gürler, döndüler. Ben yaparlar ve tutamazlar; böyle düşünüyordum. Ama ellerinden kaçırdılar. Doğru çıktım, ama, bir kez deneyeceklerdi ve denediler.
ERDOĞAN HULUSİ AKARA GÜVENMİYOR
O.İ.: Bu sözleri Hulusi Akar için de mi söylüyorsunuz? Ertuğrul Özkök, daha önce Hulusi Akarın Başkomutan benim dediğini yazmıştı.
Y.K.: Evet, tabii konuşmayı biliyorum; ince, uzun ve Atatürkçü idi. Önemli bir açıklamadır.
Ve burada teyidini kaleme alıyorum. Erdoğan emrivaki yapmayı denemektedir.
Erdoğan, yüksek kademeyi bölmeye çalışmaktadır. Erdoğan ve yakınları, ki çok azaldılar, Hulusi Akara güvenmiyorlar. Hulusi Akarın, Washington ile bir bağ içinde, müdahale edeceği kurgusunu aklından hiç atamamaktadır. O kadar öyle ki, Orduda sürekli bir tasfiye peşindedir.
Dursun Çiçek de Ordudaki fethullahileri bitirememektedir.
Bir tespitimi tekrarlayabilir miyim; bir Paşa arkadaşım, Dursuna Akepeli diyordun, Cehepeden milletvekili oldu demişti, beni bana tekzip etmeye çalışıyordu. Ben de, öyledir, ama, Akepeye almazlar cevabını vermiştim ve şimdi Akepeye çalışmaktadır. Ordudaki fethullahçıların istatistiğini ilan ediyor ki, bilmez, bilmediği konulardır. Ancak, Erdoğan, çok memnun olmalıdır.
Orduda çok fethullahi olduğunu ileri sürmek saçmadır ve abartmadır. Neden olsunlar; ancak yobaz, aşırı dindar, gerici subay çokturlar. Jandarmada, Özel Kuvvetlerde, pek kalabalıktırlar. Ancak bunlara Fethullahçı diyemeyiz, aşırı dindar ve yobaz uygundur. Bunlar 12 Eylülden beri vardırlar ve öyle eğitildiler. Ordunun politikasıdır; sol ile mücadele için gerekli gördüler. Öcalan hapse konduktan sonra Kandil dışındaki Kürtleri de yobazlaştırmaya başladılar. 7 Hazirandan sonra Ordunun Hendek Savaşını başlatması bir dönüm noktasıdır; artık başka bir tarihe açılıyoruz. Kürtlerin Rusya ile yakın ilişkileri yalnızca bu tarihi hızlandırmak durumundadır.
Benim, Türkiye ve Suriye Tek Devlet planım aynı yöndedir. Tabii bunun için, Erdoğan ve Akepe devrinin sona ermesi şarttır.
HER MÜDAHALEDE BÜYÜK DEVLETLERİN İZNİ VAR
O.İ.: Peki, Siz de Amerikadan müdahale mi bekliyorsunuz?
Y.K.: Ben mi, Osmanlının son zamanlarından beri, Devlet-i Alide, her müdahale ve değişimde büyük devletlerin rolü ya da izni vardır. Onlarsız yapılmamaktadır. Yıl, 2009 olabilir, Genelkurmayda bir çalışma yapılmıştı, biz, Deniz ve Okan ve Yalçın demek istiyorum, bunu özetledik ve sanıyorum Aydınlıkta yayınladık.
D.H.: Hatırlıyorum. Mahkemeye 2009 yılında sunulan harddisklerin incelemesini tamamlayan Naip Hakimin ön raporunda Genelkurmayın bilgi notlarından önemli bölümler bulunuyordu. Genelkurmay Raporunda, TSKyı bir suç örgütü gibi gösterme amaçlı operasyonun ardında Gülen grubu ile Adalet ve İçişleri Bakanlıklarının bulunduğunu söyleniyor ve bunların arkasında da Amerikaya işaret ediliyor, ancak cumhuriyete ve TSKya karşı savaş yürütenler tam da ABD, AB ve küresel sermaye ile işbirliği içinde olduğundan, bunlara karşı herhangi bir müdahalede bulunmanın mümkün olmadığı saptamasında bulunuyordu. Buradan TSKnın 35. Madde bir yana, Amerika destek verdiği sürece gericilikle savaşmayacağını, şimdi ise Amerikanın en azından Erdoğana verdiği desteği çekmesinin böylesi bir mücadelenin önünü açabileceğini mi düşünmek gerekiyor?
Y.K.: Evet, sözünü ettiğiniz rapor. Bunları tekrar yayınlayacağız, kitaplarımıza koyacağız; kurmaylar, askeri müdahalenin şartlarını tespit etmişlerdi. Ve şimdi imkansız diyorlardı, çünkü büyük güçler, akepe ve Erdoğanı tutuyorlar ve şu anda yapamayız, bunu açıklıyorlardı. Yobazizm ilerlemişti, toplumumuzun hücrelerine girmişti ve Genelkurmay izin yoktur diyordu. Ordu işte budur, Esad Erdoğanın Ordusu diyordu, geçicidir ve Düvel-i Muazzama ordusudur.
27 Mayıs mı, çok araştırmıştık, genç subaylar yaptılar, ancak en fazla göz yumdular, diyebiliyoruz.
Şimdi koşullar ve hava başkadır. Erdoğanın adalet bakanı, bunlar hakaret ediyor diyorlar ki reddetmemiz kolay görünmüyor. Çocukluğumdan beri izliyorum, böyle bir dönemi bilmiyorum. Çık, git arkanı dön artık, şarkısını söylüyorlar. Erdoğan ve dönemi bitmiştir. Recep Bey, artık hep terk edilmiş ademdir. Sürüleri saymazsak, saymayız, en çok Türkiyede bırakılmıştır.
Doğu Perinçek çok korkuyor, nerede ise Erdoğanın önünde siper olacak, yanında bir de Yeğeni Yunus var; Odtüde öğrencim olan Işık Hanımın oğlu, Işık gerçekten hanımdı, erken kaybettik. Oğlu mu, Işide vuran oldu mu üzülmektedir diyebilirim, dayısının kalan tek desteğidir. Güzel, ancak, Amerika gelip Erdoğanı mı indirecek; bu Doğunun korkusudur, yatarken yorganını iyi örtsünler. Arkadan üşümesinler. Kötü rüya görmektedir.
Hayır, içerden düşürürler. Büyük devletler sadece kapıyı açarlar. Hepsi budur.
Çok açtılar. Kapı çok açıktır.
Erdoğana kapıları açmış olan Paul Wolfowitz de artık sırtını dönmüştür.
O.İ.: Peki, Erdoğanın son Akademi ziyareti?
Y.K.: Bütün bu analizlerime bakarsanız, mezarlıktan geçerken ıslık çalmaktır, diyebiliriz.
Perinçek, korkuyu asimile etmiştir. Erdoğan artık pek çok korkmaktadır.
ASKER MÜDAHALE EDECEK Mİ
D.H.: Ancak Erdoğanın konuşması üzerine Genelkurmaydan da bir açıklama geldi. Emir-komuta zinciri dışında herhangi bir işe izin vermeyiz dediler. Siz gene de yakın zamanda bir değişiklik bekliyor musunuz?
Y.K.: 29 Nisandan saldırısından sonra ben gizliye çıkmıştım. CHP İskenderun İlçe Başkanı Dayım, beni, Suriye sınırına yakın, Kırıkhanda bir Kürt Ağanın bir küçük kale benzeri köşküne kaçırabilmişti, ama fazla uzun kalmadım. Sıkıldım, Ankaraya döndüm, yine gizlideydim, gündüzleri, gizlice, 555K gösterilerine katılıyordum.
Cebecide, Konservatuarın yakında bir evdeydim. Kardeşim, erken kaybettik, gidip geliyordu. Bakkallardan yiyecek getiriyordu. Her bakkala gittiğinde, her bakkal, yarınmış ya da yarına kalmış biliyordu. Ağabeyim, gizlide bana haber getiriyordu. Bilirler.
Ne zaman mı? Bakkallar bilirler ve bana değil, bakkallara sorunuz. Haberiniz olur ve kaçırmazsınız ve bana güvenin, çünkü, burada konuşan tarihtir
Genelkurmay, bir, emir-komuta zincirinin dışında izin vermeyiz, dediler. Demek her türlü 27 Mayısa kapalılar. Ve, iki, darbe diyorlar, hayır, ileriye doğru olana devrim diyoruz, 27 Mayıs, devrimdir. 12 Mart ve 12 Eylül Darbedirler. M.Tağmaç ve K. Evren darbecidirler.
O.İ.: Peki cevabınız ne oluyor?
Y.K.: Bakkallara sorun, lütfen.
Devam edebilir miyim? Ve sadece tarihten değil, annemin mevlidinden de öğrenmişem. Farisi hayli memnunem diyorum.
Bir nota mecburum, bu, on beşinci yüzyıl başları olabilir, en güzel Türkçedir. Ancak yer yer Farisinin işgalindedir.
Vakte erişti hafta vü eyyam ile
Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alametler belirdi gelmeden.
Odatv.com