Che Guevera'nın şehrinde hüzün
Rahmi Yıldırım
Che Guevera'nın şehrinde hüzün
Che Guevera, 1967 yılında Bolivya dağlarında CIAnın eğittiği Bolivyalı askerler tarafından kurşuna dizilir; mezarı 30 yıl sonra bulundu. Ancak Camillo'nun cesedi hala bulunmuş değil..
Küba gezimizde coşkuyu Havanada 1 Mayısta yaşadığımızı, hüznün ise Santa Claranın payına düştüğünü söylemiştik.
Kübanın orta bölgesindeki Santa Clara, devrimin önderlerinden Ernesto Che Guevaranın şehri olarak biliniyor. Devrimin zaferini getiren son muharebe, burada Che tarafından kazanılmış.
Ernesto Che Guevera komutasındaki gerillalar 28 Aralık 1958 sabahı Santa Claraya ulaşmışlar. Diktatör Batista, şehirdeki birliklerini takviye için 400 kadar asker ve silah yüklü bir zırhlı treni yola çıkarmış. Tren hızla Santa Claraya yaklaşmaktadır. Chenin emriyle bir dozer bulunur, pusuya elverişli noktada demiryolu tahrip edilir. Tren mecburen durur, Batistanın generali geri dönmeyi dener. Ancak dönüş yolu da çoktan tahrip edilmiştir. Mecburen duran tren gerillalarca kuşatılır. Askeri deyimle, morali bozulan, çatışma isteği ve azmi kalmayan Batista askerleri teslim olurlar. Treni ele geçiren gerilla sayısı sadece 18dir!
Trendeki silah ve mühimmat, devrimcilere katılan Santa Clara halkına ve köylülere dağıtılır. Che ve gerillaları, şehir merkezindeki Batista karargâhına yönelirler. Yoğun ateşe karşın binaya ilk giren Che olur, gerillalar Commandanteyi takip ederler. Santa Claradaki karargâhın düştüğü haberi Havanaya ulaşınca Küba diktatörü Batista, ülkeden kaçar. Ertesi gün Fidel Castro komutasındaki birlikler başkent Havanaya girerler...
***
Santa Clarada bizi Devrim Savunma Komitesinden ICAP üyesi Miguel Gonzales Gomez karşıladı. Yerel adıyla Miguelito, Küba Komünist Partisi militanı bir babanın oğlu olarak balıkçı köyünde doğup büyümüş. Devrimi yaşamış, Angolada da savaşmış; 76 yaşında olmasına karşın devrimci coşkusunu yitirmemiş. Son iki yılda Türkiyeden çok sayıda ziyaretçiyi karşıladığını anlatıyor, Türkiyeli ziyaretçileri artık bizden sayıyoruz. O yüzden size hoş geldiniz demiyorum. Çünkü kendi ülkenizdesiniz zaten diyor.
İçtenliği ve enerjisiyle hemencecik kalbimizi kazanan Miguelito, Che ve gerillaların tren baskınını ve karargâh binasını ele geçirmelerini anlatırken o anları yaşıyor gibi. Sanki çatışmalar biraz önce yaşanmış gibi heyecanlı ve dinç. Sözünü ettiği karargâh binası bugün Küba Komünist Partisinin Santa Clara il binası olarak kullanılıyor. Binanın önünde Chenin heykeltıraşlık harikası bir anıtı var. Miguelito, anıtın özelliklerini anlatırken nasıl da coşkulu!
Heykel, Basklı bir sanatçı tarafından yapılmış. Üzerinde Chenin yaşamını anlatan çok sayıda heykelcik var. Hemen ayak bileğindeki motosiklet heykelciği, Chenin Motosiklet Günlükleri adıyla kitaplaşan Latin Amerika turunu simgeliyor. Pantolonun sağ bacağında uzanmış silahlı insan figürü, dağda dinlenen gerillayı, yürüyüş halindeki bir grup insan dağlarda ilerleyen gerillaları, kucağındaki çocuk geleceği, gömleğinin sağ cebinde ata binmiş mızraklı insan yel değirmenleriyle savaşan Don Kişotu ve Chenin devrimci romantizmini, sağ omzuna tırmanan keçi gerillaların inatçılığını, saçları arasındaki figürler ormanda gizlenen gerillaları anlatıyor. Buna benzer nice heykelcik var
Santa Clara Ernesto Che Guevara ile öylesine bütünleşmiş ki, şehrin her yerinde Che var. Caddelerde, sokak aralarında, lokantalarda, binaların cephelerinde, grafitili duvarlarda, her yerde Chenin yüzü, sözleri, ona minnet içeren cümleler... Hediyelik eşya dükkânları ise neredeyse tümüyle Che etrafında dönüyor. Kübanın görebildiğimiz her şehrinde Che var ama Santa Clara hepsinden daha çok Che ile bütünleşmiş.
***
Zafere kadar Daima!
Yoldaş olarak benimsediğimiz Miguelito bizi Chenin Anıtmezarına götürüyor.
Anıtmezar veya Anıtpark, özgün adıyla Memorial Commandante Ernesto Che Guevera, Santa Claranın Devrim Meydanında çok geniş bir alanı kaplıyor. Chenin 6 metreyi aşan yükseklikteki heykeli şehrin uzak noktalarında bile görülebiliyor.
Commandante Che Guevera, 1967 yılında Bolivya dağlarında CIAnın eğittiği Bolivyalı askerler tarafından yaralı olarak ele geçirilir. Götürüldüğü La Higuera adlı köyde kurşuna dizilir; cesedi bir helikopterin iniş takımlarına bağlanarak yakınlardaki kasabaya götürülür. Bir doktor Chenin ellerini keser; kesik eller, Chenin kimliğini kesinleştirmek için Buenos Airese gönderilir. Buenos Aires emniyetinde Chenin parmak izi kaydı vardır. Parmak izleri analizinden Chenin kimliği kesinleştikten sonra cesedi Bolivya askerlerince bilinmeyen bir yere gömülür. Aradan 30 yıl geçer. Bolivya ordusundan emekli bir general cesedin gömüldüğü yeri açıklar. Kübadan giden adli tıp uzmanları ve doktorlar, DNA testiyle cesedin Cheye ait olduğunu doğrulayınca, Chenin ve yoldaşlarının cenazeleri Santa Claradaki Anıtmezara defnedilir. Chenin iki kız iki erkek çocğu vardır. İkisi avukat, biri veteriner diğeri doktor çocukları Kübada ayrıcalıksız olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.
***
Anıtpark her bir ayrıntısıyla simgesel. Heykeldeki Che, başında beresi, sağ elinde tüfeğiyle Güney Amerika yönüne bakıyor; bağımsız, birleşik tek Güney Amerika hayalini simgeliyor.
Boyun askısında sargılı sol kolu, Chenin Santa Clarayı ele geçirdiği günkü halini betimliyor. Birkaç gün önceki bir çatışmada yaralanmış, Santa Claraya girerken kolu alçıda!
Kaidenin ön duvarında, "Hasta La Victoria Siempre" yazıyor: Zafere kadar Daima!
Yan duvarında Chenin Fidele yazdığı Veda Mektubu okunuyor: "Hasta la Victoria Siempre, Ya Vatan ya Ölüm. Seni tüm devrimci ateşimle kucaklıyorum..."
Heykelin yerleştirildiği platformun arka tarafında Che ve Bolivyada onunla birlikte öldürülen 38 yoldaşının mezarları ile müze var. Che ve yoldaşlarının özel eşyalarının ve yaşamlarından bazı ayrıntılara ilişkin belge ve fotoğrafların sergilendiği bir müze...
Mozole ve müze bölümüne fotoğraf makinesi veya kamera sokmak yasak. Hatta mozole ve müze içerisinde sesli konuşmak, başında şapkayla dolaşmak bile yasak.
Bunca yasak arasında gördüğümüz kadarıyla, Che ve 38 yoldaşının mezarları hemen girişte çok da büyük olmayan odanın duvarlarına yerleştirilmiş. Giriş odasının zemininde sürekli yanan bir meşale var. Her bir mezar kare şeklinde ve üzerine mezar sahibinin portresi kabartılmış. Onca isim arasında Tanya adı dikkati çekiyor. Hepimizin aklına, Nazım Hikmetin İkinci Dünya Savaşında Rus kadın partizanı destanlaştırdığı şiir geliyor. Ama bu Tanya o Tanya değil elbette. Gerçek adıyla Tamara Bunke. Bolivyada Che ile birlikte savaşırken öldürülen kadın gerilla. Anısına saygıyla!
Mezarların bulunduğu odadan çıkıp Che ve yoldaşlarının verdikleri mücadelenin, kişisel eşyalarının sergilendiği müzeye geçiyoruz. Müzede Chenin çocukluğundan itibaren yaşam öyküsüne ilişkin belgeler, diplomaları, kıyafetleri, pipoları, silahları, saatleri... Bolivyada yakalandığında ve öldürülürken yanında olan çantası ve içindekiler ise yok. Yani başucu kitabı olarak Nutuk, Risale-i Nur okuyormuş efsanelerini kanıtlayacak çanta yok!.. (Türkler ve ikiz kardeşi Kürtler kanmaya kandırılmaya ne kadar müsaitler dostum!)
***
TÜRKİYELİ DEVRİMCİ ASKERLER CHE İLE BULUŞTULAR
Müzeden çıktık, merdivenlerinde fotoğraf çektirdik. Mahzunuz elbette. Ama Anıtparka, müzeye gelişimiz sadece Che ve yoldaşlarının verdikleri mücadeleyi duyumsamak değil. Özel bir amacımız da var: Türkiyeden devrimci askerlerin mezarlarından getirdiğimiz toprağı Che ve yoldaşlarının toprağına katmak.
İlk tanışma anında isteğimizi Miguelito yoldaşa iletmişiz. Miguelito samimiyetle ilgileniyor. Biz müzeyi dolaşırken Miguelito yarım saat boyunca Anıtpark yöneticilerine dil dökmüş, ikna edememiş. Yapacak bir şey yok gibi görünüyor. Anıtpark ve müze Küba askerlerince sıkı şekilde korunuyor. Ama devrimcilikte çaresizliğe boyun eğmek yok. Miguelito, illegal bir eylem öneriyor. Chenin Arjantin ve Bolivyada yaşadığı mekânlardan getirilmiş topraklara dikilmiş bir fidanın etrafında halka oluşturup, askerlerin dikkatini çekmeyecek bir anma töreni!
Dediğini yapıyoruz. Bir torba toprak, Türkiyenin emekçi sınıflarının mücadelesinde faşistler tarafından katledilmiş devrimci askerleri temsilen, 1980 darbesi sonrasında idam edilmiş Teğmen Ömer Yazganın mezarından,
Bir torba toprak da, zamansız ölümlere yenik düşmüş devrimci askerleri temsilen, 12 Eylül darbesinden sonra tutuklanan ve 2008 yılında vefat eden Üsteğmen Hasan Akgüçün mezarından...
Farklı milliyetlerden ülkelerden devrimcileri toprakta buluşturma töreni duyguluydu. Yaş ortalaması 60 dolayındaki İkinci Granma Seferi gerilla adayları gözyaşlarını tutamadılar...
Toprağı toprağa katma töreninde ADAM-DER Kurucu Başkanı, Chenin, Ömer Yazganın, Hasan Akgüçün, savaşın ve sömürünün ortadan kalkması için verilen mücadelede toprağa düşmüş askerlerin anılarından söz etti; Bolivyalı Küçük Asker şiirini seslendirdi...
Miguelito ise İkinci Granma Seferi gerilla adayları kadar duyguluydu. Söyledikleri içimize işledi, unutmayacağız:
Commandante Che ve Türkiyeli yoldaşları için saygı duruşunuza çok sevindim, çok duygulandım. Eminim Commandante Che de sevinmiştir. Bundan sonra Türkiyeden gelen dostlarımızla o ağacın altında toplanıp yoldaşlarımızı anacağız.
Söylediğimiz gibi, Havanada 1 Mayısta ne kadar coşkulu idiysek, Commandante Ernesto Che Gueveranın şehri Santa Clarada o kadar mahzunduk.
--------
KÜBA DEVRİMİNİN ÖNDERİ CAMİLONUN ŞEHRİNDEYİZ
Kübada nasıl Santa Clara kenti Che Guevaranın şehri olarak biliniyorsa, Cienfuegos denince de akla devrimin önderlerinden Camilo Cienfuegos geliyor.
Camilo Cienfuegos Gorriarán, Küba devriminin dört önderinden en genç olanı. Calabazar de Sagua kasabasında 1932 yılında doğmuş, güzel sanatlar okulunda öğrenime başlamış, diktatörlüğe karşı mücadelede tüfekle vurularak yaralanmış; derken Fidel ile tanışmış. Granma teknesiyle devrim için yola çıkanlar arasında Camilo da var. Gerilla savaşında Che kadar başarılı. Diktatör Batistanın kaçmasının ardından Havanaya giren Fidel Castronun yanı başında, ordu komutanlığına getirilmiş, tarım reformu çalışmalarına katılmış. Ne ki daha 27 yaşındayken, 28 Ekim 1959da Camagüey şehrinden bizzat kullandığı uçakla Havanaya giderken kaybolmuş. Uçağının nereye ve nasıl düştüğü bilinmiyor. En yüksek olasılıkla denize çakıldığı sanılıyor. Her yıl 28 Ekim günü Camilonun anısına Kübada anma törenleri düzenleniyor, bayraklar yarıya indiriliyor, okyanusa çiçekler bırakılıyor.
Camilonun ölümü, devrimin sosyalist kanadıyla liberal kanadı arasındaki ayrışma ve çatışma aylarına rastlaması nedeniyle, komplo iddialarına da konu olmuş. Liberal kanadın önemli isimlerinden Huber Matos, devrimin komünizme yönelmekte olduğu iddiasıyla yönetimden istifa edip, Camagüeyde isyan bayrağı açıyor. Fidel Castro ve Camilo Cienfuegos, isyancıları vazgeçirmek için 21 Ekim günü Camagüeye gidiyorlar. Fidel, ikna edeceğinden emin olarak isyancıların karargâhına yürüyor. Silahsız ve korumasız olarak gelen Fidele ateş edilmiyor. Çünkü, isyancılara güvenmeyen Camilo, süratle karargâha girmiş ve Fidel gelmeden isyancıları silahsızlandırmıştır. Silahsızlandırılan isyancılar rahat durmazlar. Bir hafta sonra Fidel, Camiloyu tekrar Camagüeye gönderir. Camilo, Matosu tutukladıktan sonra uçakla Havanaya dönerken kaybolur. Bu olaydan sonra 20 yıl hapis yatan ve 1979da serbest kalınca ABDye kaçan Matos, Camilonun Fidel tarafından tasfiye edildiğini öne sürer. Matos, tutuklandıktan sonra idamına karşı çıkanlar arasında Che ve Camilonun da bulunduğunu söyler.
Havana Devrim Meydanında bakanlık binalarına nakşedilmiş iki rölyeften biri Chenin diğeri Camilonun. İletişim Bakanlığı binasının ön yüzünde geceleri ışıklandırılan Camilo rölyefinde Vas Bien Fidel yazısı okunuyor: İyisin, doğru yoldasın Fidel. Havanaya girdiklerinde, Fidel coşkulu kalabalığa konuşurken bir an Camiloya dönmüş, Voy bien, Camilo? diye sormuş; Camilo, iyi miyim, doğru yolda mıyım? Camilo da yanıt vermiş: Vas Bien, Fidel.
(Bu arada, Che Guevara, Camilonun kaybolmasının ardından dünyaya gelen oğluna Camilo adını vermiş. Camilo Guevara, 2003 yılında İstanbula gelmiş ve bir televizyon programına da konuk olmuştu. Camilo Guevara, NTVdeki programda, Yaşadığımız dünya kaos içinde. Dünya nüfusunun sadece yüzde 20si yaşıyor, yüzde 80i onların esiri. Tedavi edilebilir hastalıklardan, açlıktan insanlar ölüyor. Kendimize insan diyebilmek, insanca yaşamak için bu düzeni değiştirmemiz gerek demişti. Laf aramızda, Türk ulusalcıları Chenin çantasında Nutuk, Türk İslamcıları Risale-i Nur çıkardıklarına göre Camilonun uçağı bulunmuş olsa, çantasından aynı kitaplar çıkabilirdi!)
Camilonun adını taşıyan Cienfuegos şehri, başkent Havanaya 250 kilometre uzaklıkta. Şehir, 1800lerin başında Fransız yerleşimciler tarafından kurulmuş. Şeker, sanayi, kahve ve tütün ticaret merkezi ve liman olarak Kübanın en zengin şehri. Yaygın sanının tersine, Camilonun adı şehre verilmiş değil. Cienfuegos adı Camilodan önce de var. Ailesi soyadını şehirden almış olabilir. Yani isim özdeşliği rastlantıdan ibaret. Cienfuegos, aynı isme sahip körfezin güzelliği nedeniyle La Perla del Sul yani Güneyin İncisi olarak da anılıyor. Cienfuegos, sözcük sözcük çevrildiğinde yüz ateş anlamına geliyor. Bildiğimiz yakılan ateş anlamında. Ama, kente bu adın verilmesinin devrim döneminde dağlarda yakılan isyan ateşleriyle de ilgisi yok. 1800lü yıllarda İspanyanın Küba Genel Valisi olarak görev yapan Don Jose Cienfuegosun adının kente verildiği söyleniyor. Biz yine de Cienfuegosu Camilonun şehri olarak belleğimize kaydettik.
***
Cienfuegosa vardığımızda öğle saatiydi. İlk durağımız, yat limanındaki lokanta oldu. Menüsü ve hizmet kalitesiyle dört dörtlük. Biz de yol yorgunu, nasıl acıkmışız...
Yemeğin ardından şehri gezmeye çok az vaktimiz vardı. Şehrin merkezindeki Jose Marti Parkından başladık. UNESCOnun Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan park Türkiyede olsa, yeşil adına dolardan başkasını gözü görmeyen dinci faşist talancılar nasıl da imara açarlar diye düşünmeden edemedim. Meydanın bir köşesinde Cathedral de la Purisima Concepsion, diğer köşesinde Teatro Thomas Terry. Hayli gösterişli bir tiyatro binası. Şeker baronu Thomas Terrynin adını taşıyan bina 1886-89 yılları arasında yaptırılmış. Gerçekten görülmeye değer bir bina. İçeride fotoğraf çekmek ücrete tabi. Geniş sahnesi, tavandaki freskleri, ahşap oturma yerleri, kat kat oturma sıraları ve localarıyla iç mekânı özgün haliyle günümüze kadar gelmiş. İzleyici koltuklarının bulunduğu platform ve sahne sabit değil, hareketli bir düzenekle alçalıp yükseltilebiliyor. 1890a göre hayli ileri bir teknik.
Tiyatro binasından çıktıktan sonra rehberlerimiz bizi Trazos Libres (Özgür Fırça Darbeleri) adlı yerel sanatçı atölyesine götürdüler. Atölyede daha çok resim ve portre çalışması yapılıyor. Rengârenk boyanmış bir kadın ve iki erkek sanatçı, sessiz bir gösteriyle aşkta rekabet ve kıskançlık öyküsü anlattılar. İnsanın nefes alıp verdiği her yerde rastlanabilecek bir öykü yani. Temanın sıradanlığına karşın anlatım başarılıydı. İlgiyle izledik.
Öykünün anlatımı sırasında kadın sanatçının kurucu başkana sempatik bakışı kafiledeki amazonların dikkatinden kaçmadı, kurucu başkan bir kez daha sıkı markaja alındı. Öykünün bitiminde sanatçılarla samimi diyaloglar gelişti. Özgür Fırça Darbesi sanatçıları, kafilemizdeki kızlardan isteyeni istedikleri gibi boyadılar süslediler. Kafilemizin erkekleri de sap gibi durmadılar elbette. Tablolara ilgi gösterdiler, kadın sanatçıyla samimiyet kurdular. Kimi ADAMlar resmiyeti elden bırakmadılar.
Yerel sanatçılarla vedalaştıktan sonraki bir saatlik serbest zaman diliminde kafilemiz Jose Marti Parkına açılan Prado Caddesine daldı. Yaklaşık 2 kilometre uzunluktaki Prado Caddesi, hediyelik eşya dükkanları, mağazaları, lokanta ve cafeleriyle Cienfuegos'un en önemli caddesi. Hediyelik eşya alış verişi ve bucanero ikmalinin ardından yeniden yola revan olduk.
http://www.politez.com/detail/rahmi-yildirim/7001/che-gueveranin-sehrinde-huzun#.V4kp7I9OJMs