Liberal akıl tutulması
Orhan Gökdemir
Türkiyedeki liberal zihniyetin en önemli üretici kanallarından biri Birikim Dergisi. Ülke standartlarına göre çok uzun zamandır çıkıyor bu dergi. İlk dönemi 1970li yılların ikinci yarısında. Uzun 12 Eylül arasından sonra sanırım 1989da tekrar yayın hayatına döndü. Ama o arada Yeni Gündem adıyla daha güncel bir versiyonu üretildi aynı ekip tarafından. 12 Eylülün her türlü yayını imkânsız kıldığı bir ortamda, sola çalan diliyle ve tartışmasız liberalizmiyle Birikimden daha eğlenceli bir dergiydi Yeni Gündem. Murat Belgenin pazılı işçi figürlerinden yola çıkarak solun proletarya algısına yönelttiği ağır eleştiriler çok yıkıcıydı doğrusu. O eleştiriye hak verenler arasından türedi bugünün liberalleri.
Ama Yeni Gündem, Birikimden farklı olarak dönemin şartları itibariyle sürprizlere açık bir dergiydi. İçindeki liberal tona hiç uymayacak yazılarla karşılaşabilirdiniz örneğin. Taha Parlanın bu derginin Tartışma sayfasında 1986 yılında yayınlanan Dinci Milliyetçilik başlıklı yazısı bu yazılardan biriydi benim için. Taha Parla o yazıda özetle şunları söylüyordu:
12 Eylülden sonra kamu yaşamında birçok önemli değişiklik meydana geldi. Bunlardan biri de, din-devlet ilişkisi konusunda 60 yıldır sürmekte olan bir kültür savaşının ve siyasal mücadelenin taraflarının ve bunların güç konumlarının değişmesidir. 1980-86 yönetimleri klasik Kemalist laiklik ilkesini hiç değilse kısmen ve fiilen terk etmişler; dini, devletin gözetiminde tekrar kamu yaşamının hatta siyasi yaşamın sınırları içine almışlardır. Din, ama belli bir tür din ve dinsel gruplar, toplumda zaaf noktasından kuvvet noktasına geçmiştir.
Yazarın yazıda söylediği özetle şu: 12 Eylülle birlikte ve 12 Eylül eliyle klasik Kemalist laik çizgi terkedilmiş ve Türk İslam Sentezine geçilmiştir. Parlanın daha teknik diliyle Milliyetçi Batıcılıktan Dinci Milliyetçilike geçiştir bu. Devletin resmi ideoloji o yıllardan bu yana Kemalizm veya Milliyetçi Batıcılık değil, Dinci Milliyetçiliktir. Kemalizm bu ideoloji ile birlikte terk edilmiş ve yerine esası anti-Kemalist olan bir yeni Atatürkçülük icat edilmiştir.
Bunları şunun için not ediyorum; Devletten Kemalizmin tasfiyesi ile ilgili ilk ve en açık yazılardan biri budur. Şaşırtıcı bir rastlantı; liberalizmin geçiş dergilerinden birinde yayınlanmıştır.
xxx
Parlanın yazısı 1980-1986 dönemini ele alıyor. 1986-96 yönetimlerinin bu dönüşüm doğrultusunda ne yaptığını anlamak için ise herhalde benim Öteki İslam kitabıma bakmanız gerekir. Cuntanın arkasından iktidara gelenler devletin bu yeni yönelimine uydular. Hem dinin kamu yaşamına yerleşmesini pekiştirdiler ve hem de tarikatların siyaset içinde güç sahibi olmalarına destek verdiler. Bugün tartıştığımız Fetö çetesi devletin o günlerdeki tercihlerinin bir tezahürüdür. Bu çete Türk İslam Sentezi ideolojisi gereğince kesintisiz bir şekilde desteklendi ve militanlarının devlet içinde kadrolaşmasına bilinçli olarak yol verildi.
Kuşkusuz, devleti yönetenler bu sürecin kontrol edilebilir bir süreç olduğunu düşünüyordu. 1996-2006 dönemi ise bu düşüncenin inkârı dönemidir. Refah Partisinin hızlı yükselişi devletin bu beklentisini zorladı. Zorlanan devlet çubuğu tersine bükmeye çalıştı. 28 Şubat bu yönde bir umutsuz son hamleydi. Ama artık devlet bütünüyle tarikatların kontrolüne geçmiş, din, kamu yaşamının vazgeçilmezi haline gelmişti. 2006 yılı itibariyle başlayan Ergenekon-Balyoz davaları süreci, devlet içinde kadrolaşan dini yapıların, Kemalizmin soysuzlaşmış hali olan Atatürkçülüğü bütünüyle devletten tasfiye operasyonuydu. Bu davalar ile 12 Eylül eliyle başlatılan laik Kemalizmin tasfiyesini hedefleyen karşı devrim tamamlanmış oldu.
xxx
Bu kısa karşı devrim tarihini son günlerde sık sık tezahür eden bir liberal kirlenmeye dikkat çekmek için not ettim. Yeni Özgür Politikada Heval Tahanın Korkut Boratavı ve sosyal medya hesabı üzerinden Eren Keskinin de Tarık Akanı resmi ideoloji savunucusu veya ulusalcılık ile itham etmesi bu kirliğin son günlerdeki iki örneği. Bunlar denildiği gibi iki kişisel tutumun tezahüründen kaynaklanmış şeyler değil. Bir takım zevat Türk devlet ideolojisinin değişmez bir bütün olduğuna inanıyor. Öyle olunca karşılaşılan bütün sıkıntıların arkasında bir Kemalist yaklaşım olduğu vehmine kapılıyor.
Korkut Hocanın Eski Türkiye düşmanlığı başlıklı yazısı da işte bu vehmi eleştiriyordu. Korkut Hoca şöyle başlıyor yazısına:
Liberallerimizin bazılarında bir şartlı refleks oluştu: Türkiyenin faşizme sürüklenmesinin İslamcı özellikleri ortaya çıkar çıkmaz laikçilerin ve eski Türkiyenin suçları söylemini yeniden başlatıyorlar.
Nedenini tahmin ediyoruz. Siyasî İslamla uzun süren işbirlikleri olmuştur. Bu yakınlık Kemalistlere (Cumhuriyetçilere diyelim) karşı ortak husumete dayanmaktaydı. Bu düşmanlığın demokrasiyle bağdaşacağına; cemaatçilerin ve AKPlilerin samimi demokratlar olduğuna öylesine inanmışlardır ki, bu konudaki her hayal kırıklığı İslamcıların eleştirisini değil, Cumhuriyetçilere saldırıyı tetikliyor. Belki, bastırılmış suçluluk duygusu diyebiliriz.
15 Temmuzda yeni bir şokla karşılaştılar. İslamcı faşizmin, sık sık meşveret ettikleri cemaatçi kanadı darbeye kalkıştı. Şartlı refleks yine tetiklendi. Önce darbecilerin içinde Kemalist arandı; bulunamayınca, malûm teraneye dönüldü. Tipik bir örnekle yetinelim: Ergenekon davaları kumpaslarla örülmüş bir süreç olarak yaşandı;
ama Türkiyenin geleceği eski Türkiye savunuları üzerine kurulamaz. (Nuray Mert, Cumhuriyet 19 Ağustos). Yazarın meramını, ruh halini tercüme edeyim: Güvendiğimiz insanlar hukuk veya ahlak-dışı davranmış olabilirler; ama eski Türkiyeciler; sizler de masum değilsiniz!
Korkut Hoca yazısında bu ruh halinin liberal bir kirlenmeden kaynaklandığını da çok açıkça ifade ediyor. Bu saplantının beslenme kaynağı İslam ile demokrasi ilişkileri üzerine liberal bir tez. Bu tez de Korkut Hocanın özetiyle şöyle: Halkının ezici çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede demokrasi, İslamın siyasette ağırlık taşımasını zorunlu kılar. Laiklik bu durumu engelliyorsa, demokrasiden söz edilemez. Bu yaklaşım Taha Parlanın 1986 yılında sözünü ettiği Eylülist teze ne kadar yakın ve ne kadar uyuşuyor değil mi?
xxx
Sosyalist sol, doğası gereği cumhuriyetçidir. Dolayısıyla Kemalizme ve cumhuriyete karşı liberal husumete hoşgörülü yanaşması, bu husumeti kabul etmesi mümkün değildir. Bu liberal zihniyet, Siyasal İslamcılıkla işbirliği yaptı ve karşı devriminde ona ideolojik cephane sağladı. Cumhuriyetçi bir yeniden yükseliş kâbuslarıdır ve bütün refleksleri hesap vaktinin geldiği hissi ile şekillenmektedir.
Kendi kuyruğunu ısıran yılan figürü gibi bir tuhaf, zavallı bir harekettir bu. Kucağına oturdukları cemaatle ilgili bugün karşı karşıya kaldıkları mağduriyetlerinin ardında bile 12 Eylül 2010da yargıyı AKPye teslim eden referanduma verdikleri sınırsız desteğin etkisi vardır. Kendi kazdıkları kuyuya düştüler ve karşı devrim dönüp kendi evlatlarının başını yiyor.
Heval Taha ve Eren Keskin için somutlayalım; Artık muhatabı olduğunuz devletin Kemalizmle uzaktan yakından hiçbir ilişkisi yok. Korkut Boratav ve Tarık Akan Kemalist olsa bile bu devletin ötekisidir. Resmi ideolojinin temsilcisi olan sanatçı arıyorsanız Saray sofralarında boy gösteren, emirle akil adamlığa soyunan zevata bakın. Bizim mahallede Baskın Oran veya Kadir İnanır bulamazsınız!