CHP-HDP ittifakı mümkün mü?
Fatih Yaşlı
Cumhuriyet ve HDP tutuklamalarıyla birlikte rejim inşasında bir eşiğin daha aşılması şu soruyu bir kez daha gündeme getirdi: CHP ve HDPnin yapacağı bir ittifak bu gidişatı durdurabilir mi? Soruya farklı yanıtlar verilecektir şüphesiz ama öncelikle yanıtlanması gereken bir soru var ve o soru şu: CHP ile HDP bugün itibariyle bir ittifak kurabilir, asgari müştereklerde dahi olsa birlikte hareket edebilirler mi?
Bu sorunun yanıtı açık bir şekilde,hayırdır; çünkü hem Türkiyenin içinden geçtiği süreç hem de her iki partinin siyaset yapma biçimini belirleyen tarihsel, yapısal ve konjonktürel dinamikler, şu an itibariyle böyle bir ittifakın kurulmasını sıfıra yakın bir ihtimal haline getiriyor.
Süreçle kastettiğim şey elbette ki Kürt sorununda şiddetin yeniden devreye girmiş olması, toplumun Kürt sorunu üzerinden kutuplaştırılması ve milliyetçilik üzerinden kolayca manipüle edilebilmesi, dahası Suriye ve Iraktaki gelişmelerle birlikte meselenin bütünüyle sınırların dışına taşması ve iktidarın olan biteni bir bekâ meselesi olarak kamuoyuna sunabilmesi, bu algıyı yaratabilmesi.
Tarihsel, yapısal, konjonktürel dinamiklere gelince
Her şeyden önce CHP tarihsel olarak Türkiye adlı ulus-devleti kuran partidir ve doğal olarak hem ulus-devlet hem de ulus paradigması üzerinden siyaset yapmaya devam etmekte, üniter devlet anlayışını savunmakta, Kürt sorununun bir statü sorunu olduğunu ve böyle çözülebileceğini kabul etmemektedir. Yapısal olarak bakıldığında ise CHP bir yandan kendini hâlâ devletin sahibi olarak görmekte, öte yandan yerli ve küresel sermaye çevreleri ile yakın ilişkisini muhafaza etmekte, sermayeyi rahatsız edebilecek herhangi bir tutum içerisine girmekten özenle kaçınmaktadır.
HDP ise bir Türkiyelileşme projesi olarak ortaya çıkmasına karşın, bu niteliğini yitirmiş durumdadır. Çünkü HDP bir çözüm süreci projesidir, söyleyeceklerinin ve yapacaklarının sınırını belirleyen çatışmasızlık durumudur. Silahlar yeniden konuşmaya başladığında HDP ve Demirtaşın temsil ettiği şey, yani Türkiyeli siyaset hızla gücünü yitirmiştir. 7 Hazirandan 1 Kasıma kadar yaşanan süreçteki oy değişimi bunun açık bir göstergesidir, şiddet yeniden devreye girdiğinde şiddetsizlik ortamında verilen oylar da geri alınmıştır. Dolayısıyla HDP de doğal olarak Kürt sorunu merkezli siyasete dönmüş ve ulusal karakteri yeniden baskın bir hal almıştır. Ortadoğuda Kürtlerin statü elde etmeye hiç olmadığı kadar yakın olduğu, Suriyede kantonları birleştirme aşamasına geldiği, ABD ile birlikte Rakkaya yürüdüğü bir konjonktürde HDPnin Türkiyelilik iddiasını taşıma ihtimali pek gerçekçi görünmemektedir, halen bu iddiayı dillendirmek ise bir tür pragmatizm olarak değerlendirilecektir.
Velhasıl, iktidar partisinin MHPyle kol kola içeride ve dışarıda milliyetçiliği tırmandırdığı, CHP tabanının bir bölümünün bu tırmanmadan etkilenmeye açık olduğu, Kürt sorununa hâlâ bir asayiş sorunu olarak baktığı, dahası devlet aklının Irak ve Suriyede Kürt karşıtı hamleler yaptığı, PKKnin ise buna sivil ölümlerini de içeren bir şiddet siyasetiyle karşılık verdiği bu konjonktürde CHPnin HDPyle yan yana gelme ihtimali pek bulunmamaktadır.
HDP böyle bir ittifaka daha açık olmakla birlikte, şiddet onun da elini kolunu bağlayıcı niteliktedir ve baskın hale gelen ulusal karakteri, böyle bir ittifak içerisindeki pozisyonunu belirsizleştirecek, teorik ve pratik tutum almasını güçleştirecektir. Hem CHPyle ittifak yapıp hem de statü talepli siyaseti merkeze koymak birbirini çelecek, Türkiyelileşmeye dair iddiaları ve ittifakı boşa düşürecektir. Statü talebini geriye çekmek ya da tamamen terk etmek ise HDPnin varoluş nedenine aykırı olacağından mümkün görünmemektedir.
Peki bu kadar şeyi niye anlatıyorum? Bir araya gelmemeyi, yüzünü birbirine dönmemeyi teorize etmek için ya da umutsuzluk ortamına katkı olsun diye mi? Elbette ki hayır. Gerçekliklerden kopuk ve ayağı yere basmayan ittifak projelerinin bizi bir yere götürmeyeceğini ve çözüm diye sunulan şeyin şu an için bir gerçekliğinin olmadığını, dolayısıyla buraya bel bağlamamak gerektiğini göstermeye çalışıyorum sadece.
Türkiyede bu iki partinin dışında, bu iki partiyi de etkileyecek sol bir siyasi özne var olmadıkça, Gezide sokağa çıkan kitleler bir toplumsal dinamik haline gelmedikçe, büyük kentlerin merkezlerinde yaşayan ve Türkiyenin ilerici birikimini temsil eden kesimler içinde bulundukları yılgınlıktan çıkarılmadıkça ve kendi kaderlerini ellerine alma iradesini göstermedikçe, yani aşağıdan örgütlü, kolektif bir güç yaratılmadıkça ittifak tartışmaları bir anlam taşımayacak. Dolayısıyla üzerine asıl kafa yorulması gereken şey, bu öznenin, bu kolektif gücün nasıl yaratılacağı olmalı, gerisinin bir gerçekliği bulunmuyor çünkü.
Fatih Yaşlı'nın söylediklerine katılmamak mümkün değil. CHP ve HDP'nin bu koşullarda biraraya gelebilmesi mümkün görünmemektedir. Nedenleri yazının içinde var. AKP'nin Ergenekon ve KCK tutuklamaları döneminde böyle bir işbirliği bugünkü koşullara göre çok gerçekçi olabilirdi; o dönemde AKP'nin devleti bu denli parti devleti haline getirememiş olması ve siyasal-toplumsal alanda bu kadar güç biriktirmemiş olması böyle bir beraberliğinin getireceği işbirliğinin bir sonuca varmasını olanaklı kılabilirdi. Olmadı. AKP Ergenekon süreciyle kürt hareketinin, döneklerin ve liberallerin desteğini, KCK operasyonlarıyla da bir kısım ulusalcıların desteğini alarak etki alanını genişlettikçe genişletebildi. Şimdi, hem böyle bir beraberliğin gerçekleşebilmesi zor görünmekte ve hem de asgari koşullarda bir beraberlik sağlansa bile bunun toplumsal ve siyasal alanda AKP'nin geriletebilmesine yol açabileceği düşüncesi pek gerçekçi görünmemektedir.
Konunun bir yanı bu!
Diğer yanı ise bir kısım solcu-sosyalistlerin böyle bir beraberlikten kurtuluş reçetesi çıkarma çabalarının beyhudeliğinin hala anlaşılamamış olmasıdır. Şurası çok açık; AKP bir şekilde iktidardan alaşağı edilebilse bile sistemin değişebileceğini düşünmek, sistem içi çözümlerin emekçilerin yararına dönük bir biçimde değiştirilebileceğini ummak bir yanılgıdan öteye gitmemektedir. Bugünün sorunu, sosyalistler açısından toplumsal bir güç olamamakta yatmaktadır. Sosyalistler toplumsal bir güç olamadığı sürece de sistem partilerin bir iki nüans dışında AKP'den farkları bulunmamaktadır. Örnekse en can yakıcı sorun olan laiklik konusunda bile hangi parti AKP sisteminden farklı bir yerde konumlanabilmektedir; hangi parti gericiliği toplumsal alanda yaygınlaştırma işleviyle donanmış yapıların tümüyle kapatılmasını savunabilmektedir? Hiçbiri? Hangisi Ensar türü vakıflardan hesap sorulacağı ve cemaat ve tarikat benzeri yapıların gerici faaliyetlerine son verebilecek iradeye sahiptir? Hiçbiri!
Kurtuluş sosyalizmdir; kurtuluş sosyalist mücadelede ve öncelikle sosyalist partilerde örgütlenmekte ve sosyalizmin toplumsal alanda bir güç oluşturabilmesine dönük çabalarda yatmaktadır. Sisteme ve sistem partilerine entegre anlayışların hangi isim altında olursa olsun sosyalistlerin savunabileceği ve konumlanacağı bir duruş olmadığı anlaşılmalıdır. Yoksa, Türkiye iç savaş da dahil her türlü melanete açık bir doğrultuda yol almayı sürdürecektir.
Ne yazık ki, böyle!
Kurtulus ucuk ve ötopik söylemlerle olmaz, hele hele gecmiste cok kötü sinav vermis ve kendi kendisini iflas ettigi icin lav etmis bir sistemi savunarak hic olmaz.
Tabiiki cözüm demokrasidir, evrensel hukuktur, baristir,..... Bu anlamda tplumun ve sistemin demokratiklesmesi gerekli, talepler bu yönde olmali, devlet ve temsilcisi iktidarlar demokratiklesmek zorundalar.
Bakin demokrasinin gercek anlamda islev gördügü ülkelere, orada sorunlarin azamiye indirildigini, halkin huzur icerisinde yasadigini,..... göreceksiniz.
Halka inandirici cözümler sunmayanlar her defasinda gene halk tarafindan dislanmislardir.
Burun size "Sol" bir Cephe önerisi, hemde burada Sol olarak savunulan bir liderin önerisi.
"Doğu Perinçek
Aydınlık Gazetesi, 8.11.2016
Okunma Sayısı: 24733
PKK ve FETÖ ile el ele Faşizme Karşı Birleşik Cephe!
HDP liderlerinin tutuklanması konusundaki tavırlar, Türkiyedeki cepheleşmeyi yansıtıyor.
CHP YÖNETİMİNİN HDP DAYANIŞMASI
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, HDP ile dayanışmanın başını çekiyor. Türk Ordusunun komutanları ve Vatan Partisi yöneticileri Ergenekon-Balyoz tertipleriyle hapislere atılırken, darbeciler yargılansın diyerek gladyo operasyonunu destekliyordu. O tutumuyla FETÖnün ve PKKnın yanındaydı, şimdi de aynı yerde. CHP sözcüsü Selin Sayek Bökenin, MYKnın olağanüstü toplantısından sonra yaptığı açıklama CHPnin bir kısım milletvekili tarafından da seslendirildi. CHP yöneticileri, HDP ile birlikte faşizme karşı mücadele hattı inşa etme çağrısında bulunuyorlar. Kılıçdaroğlu, CHPnin HDP ve benzeri Türkiye düşmanı güçlerle işbirliğine Demokrasi Cephesi adını veriyor.
CEPHENİN ÜÇÜNCÜ ORTAĞI
CHPnin inşa etmeye kalkıştığı cephenin üçüncü ortağı da hemen kendisini belli etti. Fetullah Gülen cemaatinin Ekrem Dumanlı, Tuncay Opçin, Bülent Keneş, Mahir Zeynelov ve Tarık Toros gibi temsilcileri de hemen faşizme karşı cephede yerlerini aldılar. Açıklamalarında HDP, CHP, FETÖden başka AKPnin kurucularının da bu cephe içinde olduklarını dile getirdiler. FETÖcüler de tıpkı CHP gibi HDPyi milli iradenin temsilcisi ve Kürtlerin temsilcisi olarak ilan ediyorlar.
DÖRDÜNCÜ ORTAK
Cephenin Abdullah Gül-Davutoğlu kanadı da AKPnin eski liderlerinden Mehmet Ali Şahinin ağzından HDP ile dayanışma mesajını açıkladı.
Zaten bir kısım CHP ve HDP milletvekili 28 Haziran günü Demokrasi için Birlik İnsiyatifi oluşturmuşlardı. Şimdi cephenin FETÖyü ve AKPnin Gül-Davutoğlu kanadını da kucakladığı görülüyor.
ABD GÜDÜMLÜ ANTİ-FAŞİST KAHRAMANLAR
CHP yönetimi, HDP-PKK, FETÖ ve AKPnin Gül-Davutoğlu kanadı faşizme karşı birleşmek iddiasında.
Arkalarında ABD emperyalizmi var. Açın Amerikan gazetelerini, her gün aynı söylem. Yatıp kalkıp Türkiyenin faşist diktatörlüğe gittiğini yazıyorlar. Çünkü Türkiye ABD emperyalizmine karşı vatan savaşı veriyor.
Öncelikle şunu saptayalım: Bugün dünyada faşist bir rejim ancak ABD ile işbirliği yapılarak kurulabilir.
Faşizm, emperyalizmin en ırkçı, en şoven, en bağnaz, en saldırgan kesimlerinin diktatörlüğüdür.
Dün faşizmin ekseni Nazi Almanyası ve Faşist İtalya idi, bugün Amerikan emperyalizmidir.
FAŞİZMİ ALKIŞLAMA ŞANSINI KAYBEDENLER
İşte o faşist diktatörlük girişimini, Türkiye 15 Temmuz gecesi gördü. O sabah FETÖ faşizmini alkışlama şansını kaybedenler, şimdi faşizme karşı savaş cephesi oluşturuyorlar.
Böylece insanlık, ABD emperyalizminin güdümündeki faşizme karşı mücadele savaşçılarıyla tanışmış oluyor.
Evet alkışlayacaklardı. Hatta darbe gecesi alkışlamaya başlamışlardı bile. FETÖ darbesinin bildirilerini okudular. Yeşilköy Havalimanı VIP salonunda FETÖ darbecilerinin çayını kahvesini içtiler. FETÖ tanklarına selam verdiler. Çünkü darbe Tayyip Erdoğanı deviriyordu.
UÇURUMDAN ÖNCE SON ÇIKIŞ
HDP-PKK ve FETÖnün ABD güdümünde Türkiyeye karşı savaştıklarını herkes biliyor. Ama şimdi CHP yönetimi ve AKPdeki FETÖ dostları da onlarla cephe birliğine yönelmiş bulunuyorlar.
Umarız Kılıçdaroğlu, Abdullah Gül ve Davutoğlu bu yoldan dönerler. Çünkü oluşturdukları cephe vatan bütünlüğüne karşıdır, Cumhuriyet'e karşıdır.
Eğer Türkiyede bir faşizm tehdidi varsa, o tehdit Amerika güdümlü FETÖ-PKK ittifakından gelmektedir.
GAYRİ MİLLİ İRADE
PKK ve FETÖ ile aynı cephede konumlanmaktan utanmayanlar, bu girişimlerini Tayyip Erdoğan düşmanlığı, demokratlık ve hatta milli irade gibi söylemlerle perdeliyorlar.
PKK ve FETÖ ile birlikte cephe oluşturanlar, Tayyip Erdoğanı güçlendiriyorlar. Çünkü milletin birlik ve bütünlüğünü savunmayı AKPye ikram ediyorlar. Böylece Tayyip Erdoğan yönetimine son verme iddialarını sonsuza kadar yitiriyorlar. Bir kez daha ortaya çıkmaktadır: AKP yönetimine karşı iktidar seçeneği ancak milli duruşla yaratılabilir. Vatan Partisi bunu yapmaktadır.
PKK ve FETÖ ile birlikte demokratlık taslamak gerçekten tuhaftır. Demokrasi ancak PKKnın ve FETÖnün ezilmesiyle inşa edilir.
Hele HDP-PKKyı milli iradenin temsilcisi olarak görmek, millete ve vatana ihanetten başka bir anlam taşımıyor. HDP milletvekilleri, ne Kürt halkının temsilcisidir ne de milli irade kavramı içindedirler. HDP milletvekilleri, Amerikan bayrağı altında savaşan PKKnın temsilcileridir.
QUO VADİS CHP
Nereye CHP? sorusu artık yalnız CHPnin vatansever üyelerinin değil, Türk milletinin sorusudur.
PKK ve FETÖ ile stratejik bir dayanışma çukuruna yuvarlanan CHP yöneticileri Türk milletinin hiçbir zaman affetmeyeceği bir sürecin içindedirler. Artık onlara tek umut kalıyor: ABD askerinin gelip Ankarayı ele geçirmesi. Bu da umut değil hayaldir. Daha vahimi CHPde yönetime muhalif olduğunu söyleyenlerin PKK ile dayanışmaya karşı bir duruşları yok.
CHP yönetimi buraya nasıl geldi?
Önce ABD projesi kapsamında FETÖnün kasetiyle CHPde iktidar oldular. Arkasından emperyalizmin iktidar planlarında rol üstlenerek Tayyip Erdoğanı baş düşman kabul ettiler. Bu mevzilenmenin doğal sonucu olarak vatan savaşına saray savaşı çamurunu attılar. En sonunda PKK ve FETÖ ile işbirliği çizgisine yuvarlandılar.
ABD emperyalizmini değil ABD emperyalizmi ile karşı karşıya gelen Tayyip Erdoğanı baş düşman alırsanız gidebileceğiniz başka bir yer bulunmuyor.
TÜRKİYE CEPHESİ
Evet, faşizme karşı birleşik cephe var.
O cephe, Türkiye Cephesi'dir.
Faşizm vatan savaşı verenlerin değil, mazlumlar dünyasına karşı savaşan emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin rejimidir.
Faşizm Türkiyenin yanında değil, Türkiyenin karşısındadır.
PKKnın hendeklere gömülmesinde, FETÖnün ezilmesinde ve Fırat Kalkanı'nda cephe tutanlar, faşizme karşı Türkiye Cephesi'ndedirler."