Facebook'un iyi bir yanı da çoğu kez aklımızda olup bir türlü veciz hale getirmediğimiz bir düşünceyi birdenbire karşımızda görebilme potansiyeli içeriyor olması. Bu da öylesi bir örnek.
Değerini bilmiyorsa onun için mücadele etmenin ne gereği var. LEON
Bir üstte ''Ve hayat yaşanan üzüntüler, pişmanlıklar ve hayal kırıklıklarının toplamından başka bir şey de değildir.'' demişim; bir yerde belleğin hırsızlığı bu cümle. Sanırım A.Camus'un böyle bir cümlesi var. Uyumsuz Yaşamada olduğunu sanıyordum, biraz taradım bulamadım. Ama bende Camus'un böyle bir saptaması olduğuna ilişkin bir his var.
Sabahattin Ali de Kürk Mantolu Madonna'da hayatın bir kez oynanan kumar olduğunu söyler. Kaybedildiğinde insan ruhunda yarattığı korkunun ikinci bir ''kumar''a yol açmayacağını da hissettirir.
Öyle mi gerçekten?
Öyle miydi?
Hayat sürekli kaybedilen bir kumar mıydı ve sonuçta insan hayatı hep yaşanılan üzüntü ve pişmanlıkların toplamından mı oluşuyordu?
Belki!
Direnebilecek gücümüz yoksa ve anlamsız korkularımızdan kurtulamıyorsak...
Evet!
Öyleydi!
İnstegram'da karşıma çıktı:
''Çok eskiden kullandığım bir parfüm vardı, aşırı seviyordum. Bitmesin diye kullanmaya kıyamıyordum falan. Şimdi rafta duruyor öyle, artık ilgimi çekmiyor, abartmışım diyorum, o kadar da güzel değilmiş diyorum, sıradan geliyor işte zamanla. Vazgeçemem sandığım her şeyden böyle vazgeçtim.''
Duraksadım bu parçayı hangi başlığın altına koymak konusunda. ''Garip Bir Melankoli''ye koydum ama, ''Yalnızlığın Yarattığı İnsan' başlığına da cuk otururdu.
Garip ya da değil, melankolik insanlar için ve hatta Yalnızlığın Yarattığı İnsan tipleri için vazgeçmek, vazgeçebilmek pek de öyle mümkün görünmüyor. Parça ilk anda çok önemli, çok gerekli, hemen herkes için edinilmesi gereken bir tavırmış gibi gelse de, öyle değil, özellikle bizim gibi dışa kapalı bir toplumun içe dönük bireylerinin melankolik yapısına uygun bir tavır değil. Her şeyden önce vazgeçmek ve vazgeçebilmenin sıradan bir hale gelebilmesi iki insanın birbirini bulabilmesinin bu kadar zorluklar ve hatta olanaksızlar olduğu bir dünyada pek de mümkün değildir. Melankoli zaten vazgeçememek değil midir? Görünür gerçek ne olursa olsun, içte yaşanan hep farklı olmuyor mudur? Ve üstelik hayat da bu kadar kısayken ve eninde sonunda her birimizin karşı karşıya kalacağı mutlak gerçek sonsuz bir ayrılış ve kopuş olacaksa bu gerçeklik yani hiç vazgeçememek biraz daha bizim insanlarımızın yapısına uygun düşmüyor mu?
Ne trajedi ama!
Ve ne büyük bir çelişki!
Melankoli dediğimiz duygular toplamı da böyle bir şey değil mi?
Nette okuma yapmaya çalışıyor ve özellikle sol haber sitelerine göz gezdiriyorum. Halk tv. açık, bir yandan da kulağım orada. Halk Kahramanları programı var; Adile Naşit ve Münir Özkul'u tanıtıyorlar. İyi de yapıyorlar. Bu sanatçılar ve daha niceleri bir dönem gönül telimizi titretmişlerdi. Filmlerini hala izledikçe, onlarla ilgiji her haberde hala duygulanıyoruz. Programda halk röportajları var; halktan birilerine ''nasıl bilirdiniz?'' diye soruluyor. Eksiksiz tamamı güzel şeyler söylüyor; ''tonton'', ''güler yüzlü'', ''aile anası-babası'', ''bizi güldürürdü'' yorumları çoğunlukta. Bense onlara ve daha nicelerine baktığımda, onları her hatırlayışta bir daha asla geri gelmeyecek o güzel günlerin özneleri, kahramanları olarak hatırlıyorum.
Evet, onlar güzel insanlardı...
O günler de güzel günlerdi...
Onlar neden güzel insanlardı ve o günler neden güzel günlerdi sorusunun yanıtı ise bence onlar hakkında söylenen onca güzel sözlere ek olarak o insanlar ve o günlerin bir daha asla geri gelmeyecek oluşuydu... Geride bıraktığımız her şeyin bir daha asla geri gelmeyecek oluşu, hayatımıza giren insanları bir daha hiç göremeyecek oluşumuz, onlara bir daha hiç dokunamayışımız--ayrılıklar, ölümler!
''Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var'' diyor, bir şiirinde Ataol Behramoğlu...
''İnsan hayatı pişmanlıklarının ve üzüntülerinin toplamından başka bir şey değildir'' mealinde bir yorumda bulunmuş, A.Camus. Buna bir de her türlü yaşanmışlığın artık geride kaldığını, sararıp solduğunu, bir daha hiç yaşanmayacağını...
Yarın da!