Türkiye soluna bir solukluk tarihçe (1) -
İsmail Güney Yılmaz
Bu dizi yazı, ilgililere pratik ve olabildiğince özet bir kaynak yaratma gayesiyle hazırlandı
girizgah
Türkiye'de sosyalist düşünce tarihi yaklaşık bir asırlık bir arka plana sahip. Osmanlı'nın son evresi ve genç cumhuriyet döneminde Balkanlardaki -özellikle Selanik'teki- sol yapılanmalarla ve Ermeni devrimci hareketiyle bağlar tamamen koptuğu için bu tarih, Türkiye Komünist Partisiyle (TKP) ve onun küçük ölçekli bir kaç önceliyle (Kurtuluş dergisi, TİÇSF (Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası), Anadolu'daki ve SSCB'deki unsurlar) başlar. Oldukça genellemeci bir ifade olacak ama bugün Türkiye'deki tüm sol örgütlerin kökeni aynı yere, yani TKP'ye dayanıyor(1). Şöyle ki, memlekette, 60 sonlarında yaşanan ve bugünkü sol örgütlerin de belirleyicisi olan önemli kopuşlar Fikir Kulüpleri Federasyonunda (FKF) örgütlü devrimci gençler üzerinden gerçekleşmişti. FKF de bilindiği üzere Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) gençlik örgütlenmesiydi. TİP de ama öyle, ama böyle TKP'yle bağlantılıydı. (Zaten başka da pek bir şansı yoktu. TİP ve TKP'nin arasındaki uçurum sonraları bir hayli açılacak, fakat daha sonra, 80 sonu, 90 başında iki parti TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) adıyla tekrar bütünleşme yoluna gidecekti.)
Uzun süren ilk kıpırdanmalar ve TKP
Türkiye'de solun tarihi uzun süre TKP'nin tarihi oldu ve ülkede TKP'ye rağmen bir sol yapı hemen hemen hiç gelişmedi. Burada sadece, Türkiye Sosyalist Fırkası (1918), Türkiye Sosyalist Partisi (40'lı yıllar) ve Vatan Partisi (1954), bir de sol sayılamayacak ama Kadro'nun devamı sayılabilecek Yön-Devrim dergileri birer istisnadır. Milli Mücadele dönemindeki Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (THİF) ve 40'lı yıllardaki Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) ise daha çok, TKP'nin bir yasal kolu görünümündeydi. Bir de tabii Mustafa Kemal'in direktifiyle kurulan resmi TKP de tarih sahnesinden geçip gitmişti.
TKP bu dönemde daha çok kendi muhalefetini, kendi imal etmekle meşguldü. Parti fikirlerine en ufak bir itirazda bulunan Troçkist,gizli polis,hizipçi vs. diye ilan ediliyor ve örgütten tasfiye ediliyordu (2). TKP, kuruluş yıllarına denk gelen Kurtuluş Savaşı'nı destekledi, hatta cepheye savaşmaya giden kadrolar dahi çıkmıştı partiden. Bu dönem, TBMM'de Halk Zümresi'ni, savaş meydanlarında, yapısı bugün bile tam olarak çözülememiş olan Yeşil Ordu'yu doğurdu. TKP'nin Kurtuluş Savaşı'na verdiği desteğe, Mustafa Kemal'in layık gördüğü ödülse Mustafa Suphi ve on dört arkadaşının, Yahya Kahya'nın çetesi tarafından Karadeniz'de boğdurulması oldu. Bu da memleket solunun ajandasına ilk unutmayacağız! etiketli olay olarak geçti.
TKP'nin uzun yılları Kemalizm'e karşı zigzaglı (3) bir tavırla, genellikle bu tavırdan kaynaklanan kopmalarla, büyük ve sık tevkifatlarla -partinin tarihi bir tevkifatlar tarihidir- yer altına çekilip sessizleşmelerle geçti. Bu süreçte TKP'yle ilişkili isimlerin görülen en büyük başarısı, 46 sendikacılığı diye anılan ve Haziran'dan Aralık'a dek süren İzmit ve İstanbul illerinde etkili olmuş olan ani ve güçlü işçi hareketidir. Bu hareketin başında TSP ve TSEKP vardı. Ancak bu hareket sert ve hızlı şekilde bastırıldı ve TSEKP'den 43 yönetici tutuklandı. TKP'nin o dönemlerde belirgin tek eylemliliği budur ve partinin suskunluğu ta 70'li yılların başına ve 73'teki atılım dönemine dek sürecektir. Bu suskunluktaki asıl belirleyense, Komintern'in 1936'da aldığı seperat kararıydı.
Bu uzun ilk kıpırdanmalar sürecinden, 70'lere dek olan zaman dilimindeki en önemli olay TİP'in seçim usulündeki kolaylıklardan da yararlanarak 1965'te parlamentoya on beş vekil sokmasıyla gerçekleşti. 70'lere doğru Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) kurulması ise sosyalist bir temelde işçi hareketinin kurulmasına ön ayak oldu. 15-16 Haziran 1970 işçi ayaklanmaları ise Türkiye proletaryasının gelmiş geçmiş en büyük eylemlilikleri olarak tarihe geçti. Artık baş kaldıran sadece 68 hareketi diye anılan öğrenci gençlik değil, işçi sınıfıydı da. Kendini, iktidarı hedefleyen bir işçi hareketi olarak tanıtan DİSK, TKP doğrultusunda politika yapan bir sendika olarak Türkiye sosyalist hareketindeki yerini aldı. Bu durum aynı zamanda, yukarıda belirttiğimiz, TKP'nin beklediği yükselişle ilgili bir durumdu da.
Devrimciye görev devrim yapmaktır!
Türkiye solu tarihinde en önemli kırılma 68 sonrasında, 48'li devrimci gençlerin sol harekete kazandırdığı ivmeyle gerçekleşti. Başta TİP'in gençlik örgütü olan FKF'de -daha sonra Dev-Gençte¬örgütlenen bu gençler, TİP'in pasifizmini eleştirip, ayrı örgütlenme arayışlarına koyuldular. İlk olarak eski tüfeklerden Mihri Belli'nin MDD (Milli Demokratik Devrim) görüşlerinden etkilenen devrimci gençlik, çok sürmeden, Belli'nin devrimde seyfiye sınıfına atfettiği başat önemi mahkum edip, kendi ayrı yollarına düştüler.
70 sonrası dönem, Türkiye solu tarihi açısından mühim yeniliklerin ve bugünkü solun da ana parçalarının oluşumunu sağlayan başlangıçların rahmidir. İlk kez, bu süreçte, silahlı mücadele solun gündemine girmiş, ilk kez devletle şiddetli çatışmalara girişilmiş ve ilk kez ülke solu algılardaki bir hayaletten, hayata akan bir hakikate dönüşüp kitleselleşmiştir.
Sola hakim olan pasifizm hantallaşmasını kırıp, müsebbiplerini tasfiyeye yönelen Mahir Çayan'ın öncülüğünde Tükiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C), Deniz Gezmiş'in önderliğindeyse Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) kuruldu. Maocu fikirleri benimseyen İbrahim Kaypakkaya ise, önce Doğu Perinçek'in liderliğindeki Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisine (TİİKP) katıldı, fakat İbo çok sürmeden bu yapıyı burjuva milliyetçiliğiyle mahkum edip, kendi önderliğindeki Doğu Anadolu Bölge Komitesi (DABK) ile birlikte TKP/ML'yi yarattı.
Lenin, Guevara, Mao, Mustafa Kemal, Giap, Charu Mazumdar gibi farklı isimlerden etkilenen ve teorinin düş bahçelerinde oyalanmaktansa, pratiğin cehennemi karanlık tünelinde savaşıp insanlığı aydınlığa erdirmeyi tercih eden bu önderlerin hepsi daha yirmili yaşlarının ilk yarısı bitmeden yaşama veda etti -biri çatışmada, diğeri sehpada, öteki işkencede-. Bu arada bu sözlerimizden bizim teoriyi küçümsediğimiz gibi bir anlam çıkarılmasın, burada teorinin düş bahçelerinde oyalanmaktan kastımız sadece bu devrimci önderlerin kuru bir teorik çalışmayla yetinmeyi değil sıcak savaşa atılmayı göze almalarına vurgu yapma isteğimizdir.
Zaten bu öncülerden Mahir Çayan, örgütsel takipçilerine oldukça kapsamlı, yer yer özgün, sağlam, tutarlı ve bir de son derece ajitatif bir teorik miras bıraktı. Deniz Gezmiş'in ise bu noktada eksik kaldığı gerçekliğini teslim edelim. Onun ardında bıraktıklarına ve kendinden sonra gelecek olanlara yadigarı devrimci bir mücadele anısı oldu. Karizmatik, ajitatör, zeki bir örgütleyici ve kesinlikle diğer önderlere göre daha popüler olan Deniz'in siyasi mirasçısı olan THKOnun devamının ve THKO geleneğinden gelenlerin sık teorik ve stratejik depresyonlara düşmeleri ve göze batacak şekilde çok politik evrim geçirmeleri belki de en çok bu yüzdendir.
Çayan'ın bıraktığı zengin politik miras ise, 12 Mart sonrası dönemde Parti Cephe (P-C )geleneğinden örgütlerin Türkiye'de hep en kitlesel yapılar olmasını sağladı -ki 12 Eylül'den sonra da aynı şeyi göreceğiz-. Bu önemli ölçüde özgün olan teorik birikim ve onunla tutarlı pratik hatıralar P-C çizgisine bir ölçüde ana akım görünümü kazandırırken, aynı zamanda bu fikriyatın farklı okumaları da söz konusu çizgiyi bitmek tükenmek bilmez bölünmelere de sevk etti- Türkiye'de en çok parçalanan gelenek THKP-C'dir. Zaten örgüt daha ilk kurulduğu dönemde merkezinde Kıvılcımlı'nın görüşlerinden etkilenmiş bir grubun ayrılığını da tecrübe etmişti.
Kaypakkaya da tıpkı Mahir gibi, kendi güzergahını takip eden yoldaşlarına önemli bir teorik mirası emanet etti.TKP/ML her dönem lokal bir hareket olarak görünse ve dönemin belli başlı politik örgütleri kadar etkili bir örgüt olamadıysa da Türkiye devrimci hareketinde her daim özel bir yere oturdu. Bunu sağlayan yalnızca Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu'nun (TİKKO) ısrarlı halk savaşı örgütleme çabaları ya da en çok kır gerillasına sahip sol örgüt olması değil, aynı zamanda İbo'nun Kemalizm'i faşist diktatörlük, Kürt sorununu da net bir şekilde ulusal bir sorun olarak tanımlayan radikal ve cesur fikirleriydi. Yakın zamana dek Kıvılcımlı'nın Yol adlı çalışması pek bilinmediği için Kaypakkaya'nın bu fikirleri Türkiye sol hareketi için hep bir ilk olarak değerlendirildi. (Kıvılcımlı'nın bu konulardaki görüşlerine ise üçüncü dipnotta değiniliyor).
12 Mart'a giden yolda geçerken değinilmesi gereken bir diğer önemli mefhumsa 38 katliamından beri sessiz kalan Kürt ulusal hareketinin yükselişidir. Önceleri TİP'e bağlı Devrimci Doğu Kültür Ocaklarında (DDKO) faaliyet gösteren Kürt devrimcileri daha sonra Türkiyeli devrimci örgütlere katılmaya, sonrasındaysa ayrı örgütlenme sürecine geçişe bu dönemde başladılar. Kuzey Kürdistan'da ve kentli öğrenci Kürt gençliğinde ulusal devrimci hareketin önlenemez yükselişi, Türkiye soluyla Kürt solunu koparsa da, Kürt örgütlerinin kendi içlerindeki ayrışmalarında söz konusu örgütleri Türkiye solundan farklılaştırmadı. Kürt solu da Türkiye soluyla aynı gündemlerle ve tartışma konularıyla birbirleriyle ayrıştılar. Ancak bundan sonrası 70'lerin konusu.
Notlar
(1) Türkiye'nin merkez sağ, merkez sol,aşırı sağ ve İslami diye adlandırılan siyasetleri de dönüp dolaşıp CHP'ye dayanıyor -DP'nin de CHP'den kopması sebebiyle-. Bu kök oradan da İttihat Terakki'ye dek uzanıyor. Aynı İttihatçı kökler, sosyalist sol için de geçerli.
(2) Bu tasfiye politikaları öyle büyük bir kin birikimi sağlamıştı ki, Dr. Kıvılcımlı 12 Mart sonrasında hakkında tutukluluk kararı çıkmasından sonra yurt dışına kaçış macerasında bile bu devam eden garezle karşı karşıya kalacaktır. Kıvılcımlı'nın SBKP çizgisindeki sosyalist ülkelere ilticası bizzat TKP genel sekreteri Laz İsmail'in çabalarıyla engellenmişti. Doktor, en son Yugoslavya'da başını sokabilecek bir yer bulabildi ve kısa süre sonra burada hayata gözlerini yumdu.
(3) Kıvılcımlı'nın 20'li yılların sonu, 30'lu yılların başında cezaevinde yazdığı Yol kitabı, aynı zamanda o zamanki TKP'nin fikirlerini yansıtıyordu. Bu açıdan bu eser bir parti manifestosu olarak da okunabilir. Kıvılcımlı bu kitabında Kemalizm'i Bonapartizm, Kürdistanı da müstemleke olarak değerlendiriyordu -ki İbo Kürdistanı sömürge olarak değerlendirmemişti.- Ancak Komintern'in desantralizasyon ve seperat politikaları, yani kabaca TKP'nin T.C.'deki mevcut hükümeti desteklemesi ve CHP içinde örgütlenip, partiyi görünmezleştirme kararı almasıyla bu yazılanlar TKP açısından boşa düştü. Zaten daha sonra on iki yıl hapis yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşan Doktor, 1950 yılından sonra -geliştirdiği Tarih Tezi'ne paralel olarak- bu fikirlerine taban tabana zıt, hemen hemen korporatist ve milliyetçi görüşleri savunmaya başladı. Kıvılcımlı'daki bu iki farklı dönem, takipçisi olan iki örgütte cisimleşmiş gibidir: TKP-K ve HKP!
(sendika.org'dan alınmıştır.)
Türkiye Soluna Bir Solukluk Tarihçe 2
THKP-Cden doğan bir diğer grupsa, özellikle Parti Cephe (P-C) taraftarı subayların oluşturduğu ve DY-DS ayrılığında iki tarafı da reddeden Üçüncü Yol oldu. Üçüncü Yol, Kocaeli dışında pek bir varlık gösteremedi. Yine THKP-C kökenli olan ancak P-C güzergahından ayrılan başka bir grup da THKP¬C/ML idi. Bu klik de yıllar sonra birleşeceği Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Hareketi (TKP/ML Hareketi) gibi, önce Maocu, sonra AEPçi (Arnavutluk Emek Partisi) olmuştu. THKP/C-ML gibi P-C kökenli olup da geleneği reddeden farklı bir ekip de subay Sarp Kuray önderliğinde Kıvılcımcı fikirleri benimseyip, Partizan Yolu/16 Haziran Hareketi adını aldı.
IsmailGuneyYilmaz
Devrim uzansak dokunabileceğimiz kadar yakın (!)
12 Mart müdahalesiyle devrimci önderler fiziken yok edilmiş olsalar da*, devrimci hareket beklenen büyük çöküşü yaşamadı. Çıkarılan bir aftan yararlanıp bir kaç yıl yatıp çıkan devrimciler, dışarıda kalan dağınık örgütsel potansiyeli toparlama uğraşısına koyuldular. İbo, Deniz, Mahir artık yoktu ama onların -sembol demek hafif kalacaktır- ikonlaşmış kişilikleri ve rehberleşmiş yaşamları ve eylemleri üzerinden yeni ve güçlü bir hareket yaratılacaktı.
Bu yeni ama referansları sağlam olan devrimci hareket, Türkiye tarihinde görülmemiş bir kitlesel güce ve politik etkiye erişecek, çeşitli sol örgütler halkın doğrudan yaşamının bir parçası haline gelecek ve 68e doğru başlayan paramiliter faşist güçlerle girilen çatışmalar artık ülkede açıkça bir iç savaş görüntüsünü hakim kılacaktı. Devrimcilerin ve devrime gönül vermiş olan geniş yığınların gözünde devrim fazla sürmeden uzanılabilecek bir mutlu yarın olarak belirmişti. Devletin baskı politikaları kesifleşmiş, sıkı yönetimler almış yürümüş, kulağa belki kötü gelen bir şeyse de toplum tam anlamıyla kamplaşmış ve son büyük kavgaya bilenmekteydi. Dışarıdan bakan gözler için bile Türkiye emperyalizmin zayıf halkası algısı yaratabilmekteydi.
Adına 80 öncesi denilen bu dönemde, örgütler toparlanma dönemine girmişlerdi, toparlandılar da bir bakıma ama bu toparlanma bölüne bölüne gerçekleşen bir toparlanmaydı. Dönemin siyasal ayrışmalarında belirleyen olan Çin-Sovyet kutuplaşmasında taraf olmayan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) çizgisinde ilk ayrılık kendini Kurtuluş adıyla örgütleyen çevreden geldi. Kurtuluş, Mahir Çayanın fikirlerini hemen hemen tümden reddedip, yeni bir akım olarak siyaset sahnesinde yerini aldı. Kürt sorunu ve Kemalizm meselelerinde solun diğer hücrelerinin pek dillendirmediği aykırı fikirleri gür bir sesle seslendirdi, Kürdistana sömürge tanısını koyan örgüt, kısa sürede kitleselleşti.
THKP-Cyi reorganize etmeyi hedef alan ana gövde ise Devrimci Yol (DY) adını aldı. Kısa sürede ülke sathında geniş bir örgütlülük ağına ve ülkenin politik ikliminde güçlü bir etkiye sahip olan DY, ne öncesinde erişilebilmiş; ne de sonrasında henüz erişilebilmiş olan büyük bir insan desteğine sahip oldu. Tıpkı DY gibi THKP-C ihyasını amaç edinen fakat silahlı mücadeleyi öncü savaşını yürürlüğe koymak adına kitle çalışmasından çok daha öne koyan ve legal çalışmayı tamamen reddeden aksiyoner ve önceleri THKP-C/X adıyla anılan bir grup da 74ten sonra Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birlikleri (MLSPB), Halkın Devrimci Öncüleri (HDÖ) ve Acilciler adı altında üçe bölünüp faaliyete başladı. (Daha sonra çok daha lokal ve etkisiz bir kaç yapı daha MLSPBden ayrıldı.) Bu yapılar yoğun eylemlilikleriyle sık gündeme gelseler de kimi yereller dışında (örneğin Acilciler Antakya ve Ardeşende MLSPB Turgutluda) önemli bir halk desteği yakalayamadılar.
THKP-C geleneğindeki bölünmelerden ortaya çıkan ve bu çizgide DY ve Kurtuluş ayrışmaları dışında özel bir öneme sahip olan bir diğer ayrılıksa 1978deki Devrimci Sol (DS) ayrılığıdır. Özetle, DYyi Çayanın mirasının sinsice reddi, yatay örgütlenme ve pasifizmle eleştiren DYnin İstanbul kanadı olan Dursun Karataş önderliğindeki grup, ilişkileri askıya almak diye adlandırılan kısa bir dönemden sonra DYden kopup, gerçek THKP-Cyi yeniden organize etmek için çalışmalara başladı. Ülkenin en büyük kenti olan İstanbulda ve özellikle Bursa, Tekirdağ, Edirne ve Elazığ gibi illerde büyük bir güce erişen örgüt, solda yaşanan diğer ayrılıklardakinin aksine etkili bir güç olarak sıcak savaşa atıldı.
THKP-Cden doğan bir diğer grupsa, özellikle Parti Cephe (P-C) taraftarı subayların oluşturduğu ve DY-DS ayrılığında iki tarafı da reddeden Üçüncü Yol oldu. Üçüncü Yol, Kocaeli dışında pek bir varlık gösteremedi. Yine THKP-C kökenli olan ancak P-C güzergahından ayrılan başka bir grup da THKP¬C/ML idi. Bu klik de yıllar sonra birleşeceği Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist Hareketi (TKP/ML Hareketi) gibi, önce Maocu, sonra AEPçi (Arnavutluk Emek Partisi) olmuştu. THKP/C-ML gibi P-C kökenli olup da geleneği reddeden farklı bir ekip de subay Sarp Kuray önderliğinde Kıvılcımcı fikirleri benimseyip, Partizan Yolu/16 Haziran Hareketi adını aldı.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) saflarındaysa işler P-C çizgisindeki kadar karmaşık değildi. Bu yapı iki ana gruba ayrıldı: Halkın Kurtuluşu -HK (sonra Türkiye Devrimci Komünist Partisi TDKP) ve Mücadelede Birlik -MB (sonra Türkiye Komünist Emek Partisi TKEP). THKOnun ana gövdesini oluşturan HK, büyük bir kitle gücüne erişti. (Burada belirtelim, 80 öncesinin sol örgütleri içinde dört büyükler şunlardı: DY, TKP, HK ve Kurtuluş). HK, bazı eleştirileri olsa da önce Maoculuğu, sonra da AEP çizgisini benimsedi. THKO-MB ise Teslim Töre önderliğinde kendini Leninist diye tanımlayan Sovyetik bir örgüttü, ama Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) taraftarı da değildi. Daha çok Antep, Malatya ve Adıyamanda köylü kesimlerinden oluşan tabanıyla dikkat çeken MBnin bir de Kürdistan Özerk Örgütü adında bir seksiyonu vardı (1982de Kürdistan Komünist Partisi-KKP adıyla örgütten ayrıldı. Günümüzde Özgürlük ve Sosyalizm Partisi adıyla legalde faaliyet gösteriyor.)
THKOyu geçmeden önce sıklıkla THKO kökenli bir örgüt olarak bilinen Türkiye İhtilalci Komünsitler Birliğini (TİKB) de analım. TİKBnin THKO kökenli sayılmasının sebebi bir dönem THKO-HKyla beraber yürümelerinden kaynaklanıyor. Halbuki bu örgüt, 12 Mart öncesinde Aktan İnce önderliğinde hareket eden ve Basın Yayın Komünü adıyla bilinen hücredir. 75te HKya katılan ekip, daha sonra 77de HKyı sağ oportunist diye mahkum ederek bu örgütten ayrıldı ve TİKByi oluşturdu. Memleketin ilk AEPçi örgütü olan TİKB, hiçbir zaman yüksek bir kitle desteği kazanamadı. (örgüt kendini küçük ama bolşevik/Leninist, çelikten bir müfreze/çekirdek! diye tanımlar.)
Tüm bu yapılar içinde en bütünlüklü grup, TKP/ML idi. TKP/MLde tek ayrılık 1976 yılında Koordinasyon Komitesi döneminde gerçekleşti. İbrahim Kaypakkayanın politikasını hatalı bulanlar Devrimci Halkın Birliği (DHB) ya da TKP/ML Hareketi adıyla ayrıldılar. TKP/ML-TİKKO ise özelikle Dersim ve çevresinde askeri örgütlenme ve eylemlere yoğunlaştı. TKP/MLdeki ayrılıklar yoğun olarak 80 ve 90dan sonra yaşanacaktı.
73 Atılımıyla yükselen TKP cephesinde ise SBKP yörüngesinde siyaset sürgit devam etti. DİSKi de elinde bulunduran örgüt, muazzam bir kitle desteğine ulaştı. Ancak,TKP tabanının temel sloganının TKPnin legal alanda faaliyetine serbestlik isteyen işçi sınıfı partisine özgürlük olması da dikkat çekiciydi. TKP kökenli diğer iki hareket, 1974te kurulan ve daha çok teori ağırlıklı çalışan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) idi. Bu üç parti, Türkiyedeki Sovyetçi bloğu oluşturuyordu ve Maocularla müthiş bir kavga halindeydi. Maocu bozkurt,sosyal faşist gibi aşağılayıcı sıfatlar da bu dönemin imalidir. Burada bilinmesi gereken asıl nokta, SBKPci grupların,kavgasının asıl olarak -zaten sonradan Maoculuktan rücu eden- Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği ve Halkın Yolu (THKP/C¬ML, 80 sonrası Türkiye Komünist İşçi Hareketi-TKİH) ile değil de, Çinin uydu parti politikası olmasa da Çin Komünist Partisinin (ÇKP) Türkiye ayağı gibi davranan Aydınlıkla olduğudur. Fakat biz bu yazıda, Aydınlıkı sol olarak görmediğimiz için bu fraksiyona pek değinmiyoruz. Bu mesele çerçevesinde TKP/MLye bakarsak, onun da kentlerde pek örgütlü olmadığı için, SBKPcilerle sıcak kavgadan hayli uzak kaldığını söyleyebiliriz.
TKP kökenli diğer yapıları da sayalım: Genellikle yayın faaliyetleriyle uğraşan Sorun-Polemik çevresi; Kıvılcımlı geleneğinden gelen iki yapı olan Sosyalist Vatan Partisi (bugün iki ayrı yapı: Toplumsal Özgürlük Platformu ve TKP-Kıvılcım) ve Devrimci Derleniş (bugün HKP); 70lerin sonuna doğru Yürükoğlunun Türkiyede devrimci durum tespiti sebebiyle TKPden maceracılık suçlamasıyla tasfiye edilen partinin Londra kolu (TKP/İşçinin Sesi adını aldılar). Ve son olarak memleket solunun tarihinde enteresan bir örnek olay: TSİPin illegal kolu olarak faaliyete başlayan fakat kısa bir süre sonra TSİPten ayrılan TKP-Birlik (90dan sonra Türkiye Devrim Partisi). Adları geçen bu örgütlerin tümü zayıf ve etkisiz fraksiyonlardı.
72-80 arası dönemin fraksiyonlarının adlarını anmaya çalıştık, yine de muhakkak eksiğimiz vardır, bir ihtimal hata da yapmış olabiliriz. Ancak 12 Eylül öncesi solda görünüm yaklaşık ve özetle bu şekildeydi. Pek çok gelenekten, çok sayıda örgüt ortaya çıkmış, sol kitleselleşip, gündem belirler hale gelmişse de müthiş bir dağınıklığın da pençesine düşmüştü. Bundan daha kötüsü, dağınıklıktan ötesi olarak -fikri bir akımın pek çok parçaya bölünmesi ne olursa olsun anlaşılabilirdir- Kızıldereden yadigar siper yoldaşlığı ve devrimci dayanışma geleneğinin ruhuna bir fatiha çekilip, devrimcilerin dostça rekabet kültürünü koyun bir kenara, örgütler arası çekişmenin, fiziki saldırı ve öldürme olaylarına varabilecek denli şiddetlenmesiydi.
Adına sol içi şiddet denilen kavram, ne yazık ki bu dönem tamamen doğallaşmış ve solu içten içe yiyip bitirerek, enerjisini -hiç olmaması gereken bir yere- kanalize etmesine sebep olmuştur. Bugün dönekler ve solun tescilli düşmanları,77 1 Mayıs katliamı gibi olaylarda dahi suçu sola atabiliyorlarsa,bunda solun seksen öncesinde yaşadığı iç gerilimlerin vardığı noktaları da göz önünde bulundurmak elzem.
Solun bu önemli dönemde elbette ki tek işi, her mahallede birbiriyle didişmek değildi. Daha önce belirttiğimiz gibi, 60ların sonuna doğru Türkiye siyasal hayatına giren sağ-sol çatışması, özellikle 75 sonrası dönemde solun da yükselişiyle paralel bir biçimde yükselmiş, ülkenin pek çok yeri iki siyasi kampın savaştığı cephelere dönüşmüştü. Devlet, kabaran halk muhalefetini bastırma gayesiyle sivil faşist unsurları silahlandırıp, mahallede, okulda, fabrikada devrimcilerin ve halkın üzerine salıyordu. Ülkenin -sivil faşistler örgütlenemediği için Kürdistanın büyük bölümü hariç- hemen her yerinde silahların patlaması sıradanlaştığı için, silahı reddeden unsurlar dahi kendilerini silah bulundurma zarureti içinde bulmuşlardı.
Solun silahlı mücadeleyi bir araç olarak savunan öğeleri, gerek devlet unsurlarıyla, gerekse de faşist militanlarla amansız bir mücadele içindeydiler. DY, faşizme karşı mücadeleyi daha çok silahlı MHPlilere karşı mahallelerde oluşturulan Direniş Komiteleri üzerinden aktif bir direniş perspektifinden uygularken, örneğin DS, doğrudan devletin eski yeni yönetici isimlerine (Nihat Erim, Gün Sazak
) karşı giriştiği cezalandırma eylemleriyle de ses getiriyordu. MLSPB ise MHPli kişi ve kurumlara karşı hızını pek yitirmeyen seri eylemleriyle sürekli gündemdeydi. Belli kırsal alanlarda direkt devletin askeri güçleriyle çatışan TKP/MLnin yanı sıra, HK, Halkın Birliği, Halkın Yolu, TİKB gibi yapılar da daha çok etkili oldukları alanlarda faşistlerle silahlı mücadele şeklinde aktivitelerini sürdürüyordu. Acilciler ve HDÖ de bu mücadele çizgisinin aktif unsurlarıydı.
SBKPci gruplar ve Kurtuluş ise silahlı faaliyetlere -kendilerini doğrudan doğruya ilgilendiren anlık bir pozisyon olmadıkça- pek girişmediler. Zaten TKP ve bağlantılı hareketlerin lügatinde silahlı mücadeleye hiç rastlanmamıştı. Kurtuluş ise silahlı mücadeleyi mücadelenin en üst aşaması olarak savunuyor ve örgütün/devrimci durumun gelişkinliği üzerinden yorumluyordu, ki ardılları da halen öyle.
12 Eylül öncesi dönem, aynı zamanda Maraş, Çorum, Şavşat, 1 Mayıs,16 Mart, Bahçelievler gibi büyük katliamların da dönemiydi. Sivil faşistler veya doğrudan asker/polis eliyle geliştirilen bu katliamlarda amaç, halkı yılgınlaştırıp, umutsuzlaştırmak ve ona boyun eğdirmek, devrimcileri demoralize etmekti şüphesiz. Maraş, Çorum gibi katliamların -Çorumda görkemli ve örgütlü bir direnişin yaşandığının da altını çizelim tabii- hedefleri arasında bunlar dışında farklı ırkçı, dini ve ekonomik amaçlar da söz konusuydu elbet.
Türkiye, sağın ve solun etkisi altında olan il, ilçe, köy ve mahallere bölünmüştü. İstanbul, Ankara gibi büyük illerde her iki grubun da potansiyeli bulunduğu için çatışmalar buralarda yoğunlaşıyordu. İzmir daha çok solun hakimiyetinde olduğu için, orası daha çatışmasız bir ortamdı. İstanbul tam anlamıyla parça parça ayrılmıştı ve özellikle de DSnin güçlü olduğu gecekondu mahalleleri militan potansiyelleriyle dikkat çekiyordu. Daha küçük yerlerde de eğilimlere göre bölge bölge hayali girilmez tabelalı mekanlar söz konusuydu. Örneğin, Akçakocanın Türk mahallesi sağda iken, Laz mahallesi solda konumlanmıştı. Rizede Pazar ilçesi sınırı sağ ve sol için de bir sınırdı ve sağcılar bu sınırdan doğuya, solcular da bu sınırdan batıya kolay kolay geçemiyorlardı. (Burada DY hakimiyetindeki Gündoğdu beldesi sağcı denizindeki sol adacık olarak bir istisnaydı. Ayrıca Rize merkez ilçesinde de Kurtuluşun belli bir ağırlığının olduğunu da söyleyelim). Karstan Erzuruma, Erzurumdan da Karsa geçmek cesaret işiydi. Fatsa belediyesi bir yerel seçimle DYye geçmişti ve bu devlet erkanını ürkütüyordu. (Öyle ki Kenan Evren, darbe sonrası yaptığı bir konuşmada, biz
gelmeseydik Fatsadakiler gelecekti diyebilmiştir.)
Yazının 70lerdeki hareketlere dair bölümünü Kürt ulusal hareketinde bırakmıştık, olayın o boyutuna da değinelim.70lere doğru TİPten kopup, devrimci harekete yönelen Kürt ulusal kurtuluşçuları, 12 Marttan sonra da Kürdistanın sömürge olduğu tespitiyle Türkiye devrimci hareketinden ayrışıp, kendi öz örgütlülüklerini yaratmaya giriştiler. Kürdistanın bazı batı ve kuzey sınır illeri dışında hemen hemen her alanında örgütlü ve sağdan da soldan da neredeyse rakipsiz olan bu örgütler kısa sürede geliştiler.
Kürt devrimciler, Türkiye solundan ayrışsalar da, kendi içlerinde ayrılma gerekçeleri batılarındaki örgütlenmelerle çoğu kez aynı temeldeydi. Orada da SBKP ve ÇKP kopuşması söz konusuydu. Söz gelimi o dönem Kuzey Kürdistanın en güçlü örgütü olan ve Diyarbakır ve Ağrı belediyelerini elinde bulunduran Partîya Sosyalîsta Kurdistan (PSK) Sovyetçiyken, dar tabanlı bir örgüt olan Kawa Maocuydu. İç bölünmeler yaşayan ve zayıf olan diğer Kürt örgütleri Rızgari, Beş Parçacılar, Peşenge Karkeren Kurdistane gibi fraksiyonlarsa ya AEPçi ya da Maocuydu. Fakat, 78e kadar olan süreçte Kürdistani siyasetin asıl belirleyenleri PSKyle birlikte şu örgütlerdi: Barzanici Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) ve TİPin Devrimci Doğu Kültür Ocaklarını (DDKO) örgüt arkadaşları tarafından idam edilen TKDP liderlerinden Dr. Şıvanın fikirleri ekseninde dönüştürmüş Devrimci Demokratik Kültür Dernekleri (DDKD). 78den sonraysa TKDPden sol ve radikal bir söylemle kopan Kürdistan Ulusal Kurtuluş (KUK) -Türkiye solundan kaynaklanmayan tek Kürt sol örgütü- ve Ulusal Kurtuluş Ordusunun (UKO-Apocular) partileşmiş hali olan PKK, aldıkları savaş kararıyla öne çıkıp kendi dışlarında kalan örgütleri etkisizleştirdiler. PKK, ilk mücadele yıllarında Dev-Genç içinde mücadele etmiş olan Abdullah Öcalan önderliğindeki Kürt devrimcilerinin kurduğu bir örgüttü -ancak, içinde şehir eylemleri ve legal alana ağırlık vermeyi de barındıran bir çeşit uzun süreli halk savaşını yürürlüğe koydular-.
Süreç içinde, daha önce de belirttiğimiz gibi, PKKnin, kendine rakip olarak gördüğü Marksist KUKla da yıkıcı bir savaşa girip, onu da fiziki olarak bölgeden tasfiye etmesiyle, örgüt, Kürdistanda tek güç olarak kaldı. Diğer Kürt fraksiyonlarıysa varlıklarını ancak yurt dışında dergi çevreleri olarak sürdürebildiler. Kürdistanı geçerken, bölgede Kurtuluşun Tekoşin adlı kolunun da faaliyet gösterdiğini belirtelim (Tekoşin, bir dönem ayrı mücadele de etti.)
Önceki satırlarda da söylediğimiz gibi, hayatın her alanında örgütlenmiş, şehirde ve köylerde gürleşmiş, Anadolunun en ücra köşelerinde dahi kitlesel eylemlere imza atan, öğrenci hareketi olmaktan çıkıp, işçi, memur ve köylüyü de büyük ölçüde kazanmış -hatta bırakın askeri, poliste bile taban bulmuş- olan sol hareketten çoğu örgüt için devrim çok yakın görünüyordu artık. Ancak, 12 Eylül 1980 sabahı, Türkiye sol örgütlerine geleceğine inandıkları aydınlık hülyasını zifir ederken, hemen hemen tüm örgütlerin taraftarlarının güvendikleri dağlara da karlar yağdıracaktı.
(*) 12 Marttan sol bir darbe uman kesimler de vardı:9 Mart sol cunta girişimi
Sendika.Org Xunari-Atina
Türkiye Soluna Bir Solukluk Tarihçe (3)
Sadece sol üzerinde değil ülkede siyasetle ilgili olan hemen herkeste,her oluşumda ve her alanda çok ağır izler bırakan 12 Eylül -sekiz ülkücünün de idam edildiğini söylemek olayın vardığı boyutları göstermek için yeterli olacaktır sanırım- en büyük darbelerini, elbette ki, kendi varlığının sebebi olan sola vurdu.İdamlar,işkenceler,yargısız infazlar,sokak ortasında dayaklar,insanlık dışı muameleler,zaptürapt çabaları solun bedenine cerahatli çıbanlar işledi.
Ismail GuneyYilmaz
Yenilgi ve Kabusu Yenme Çabaları
Askeri faşist diktatörlüğün gelişi, hiçbir sol örgüt için bir sürpriz değildi.Hemen her örgüt, 12 Eylüle giden süreçte dergilerinde bu olası durumun tahlilini yapıyordu.Ancak, her şeye rağmen yine de sol, darbeye hazırlıksız yakalanmış gibi oldukça kısa bir sürede askeri yönetim tarafından bastırıldı ve büyük ölçüde etkisizleştirildi.Örneğin, faşist diktatörlüğe karşı en sert ve aksiyoner karşılığı gösterme gayesinde olan DS, uzun süre hakkında ana dava açılabilmesini bile bir hayli zaman geciktirecek kadar dışarıda eylem koyma çabasında olsa da sonuç olarak hemen hemen tüm kadrolarıyla zindanlara düşmekten kurtulamadı.
Nihai olarak DS de, darbeden bir kaç yıl sonra ricat kararı almak zorunda kalacaktı.
Tıpkı DS gibi, herhangi bir kadrosunun yurtdışına çıkmasına yasak koyan TİKB de -TKEP de önderliği Teslim Töre dışındaki herkese bu yasağı koymuştu- gücü oranında direnişi sürdürmeye çalışsa da onlar da mutlak kaderden kurtulamayıp, dışarıdan tamamen silindiler.İçerideki TİKB militanlarıysa işkencede çözülmeme gelenekleriyle deyim yerindeyse efsaneleştiler.Etkili eylemler hedeflediği anlaşılan MLSPB ise yine bir eylem arifesinde, lider kadrolarından Şemsi Özkanın kendi isteğiyle polise itiraflarda bulunmasıyla kısa sürede dramatik bir şekilde çözüldü. Acilciler,HDÖ,ÜY gibi yapılar da uzun soluklu bir direniş örgütleyemediler.
12 Eylüle karşı direniş deyince en çok eleştiriyle muhatap kalan hareket kuşkusuz DYdir.DYye yönelik bu eleştiriler, onun gücüyle de doğru orantılıdır.İnsan geçmişe dönüp, bakınca bu kadar kitlesel ve geniş bir militan gücüne sahip bir hareketin nasıl olup da askeri faşizme karşı etkin bir direniş öremediğini tabii olarak düşünüyor.Darbenin hemen öncesinde Fatsada Balyoz harekatıyla darbe yiyen bu örgüt, 12 Eylül döneminde de -yıldız yumruğa atfen isimlendirilen- Demir Yumruk operasyonuyla hemen hemen tamamen örgütsel olarak kısa sürede çözüldü.12 Eylül öncesinde ve sonrasındaki operasyonlar sonucunda örgütün binlerce militanı ve taraftarı hapse girerken,çok sayıda militan da kırsal alana çekildi,daha 1980in Kasım ayında MK ele geçirildi.Tüm bunlar üzerine zaten klasik bir örgüt görünümünde olmayan -kimi DY önderleri de savunmalarını biz örgüt değil,dergi çevresiyiz üzerinden yapmıştı.- DYnin gevşek örgütlenmesinden arta kalan ilişkiler kafa karışıklığı içinde bir şeyler yapmaya çalıştılarsa da bu çabalar, merkezilikten yoksunluk sebebiyle etkili olamadı.Aynı dönemin bir de iç tartışmalar ve bir bölünme (Devrimci
İşçi) ile geçtiğini düşünürsek pozisyonun giriftliği daha da kesifleşir.
1982 Politik Hattı ile Ana Gerilla Birliği (AGB) oluşturulur, hatta DY, PKK,TKEP,Emekçi,SVP,Acil,TKP-İS ve Devrimci Savaş ile birlikte Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesini (FKBDC) adıyla bir birlik de kurar.Ancak tüm bu çabalar dışarıdaki liderlerden Taner Akçamın eylemsizlik tavsiyesi üstünden dönen tartışmalarla boşa çıkar.DYnin kır kolu kayda değer hiçbir eylem koyamadan tamamen
dağılır -DYnin kırda verdiği kayıplar, DYnin karakollara yaptığı taarruzlardan ziyade, ordunun kıra yaptığı operasyonlardandır-.Sonuç olarak koskoca bir örgütün, yediği büyük darbelerden sonra,bir de iç tartışmalar içinde tükenip,silikleşmesine şahit olunur.Yaşanan bu iç tartışmalar DYnin geleceğini de belirler (5).
Bir diğer büyük güç olan TDKPnin ise 12 Eylül öncesi en önemli politik rakibi olan DYden bile direniş açısından daha geri düştüğü söylenebilir.TDKPnin 12 Eylüle direniş açısından akılda kalan tek pratiği, TDKPli militan işçilerin güçlü oldukları kimi fabrikalarda örmeye çalıştıkları protesto grevleridir.TDKPnin minimalize olmasında verdiğimiz örnek olay dışındaki eylemsizliğin yanı sıra parti önderlerinin çoğunun göz altında pek direngen bir tavır gösterememeleri de etkili olur.85 senesinden sonra yayın organları etrafında ve işçi sınıfı içinde derlenmeye çalışan TDKP bu süreçte iki ayrılık da yaşayacaktır: Ekim ve TDKİH.
12 Eylül darbesinin faşist değil sadece askeri bir diktatörlük olduğunu savunan Kurtuluşsa muadillerinden daha da pasifleşerek, toplumsal mücadelenin yeniden yükseleceği döneme dek geri çekilme ve gizlenme kararı almıştır.Farklı arayışlara giren Kurtuluş, bir ara TKKKÖ (Türkiye Kuzey Kürdistan Kurtuluş Örgütü) adıyla reorganize olmaya çalışmış fakat bunda başarı gösterememiştir.Kurtuluşun bu süreçteki alamet-i farikası sosyalist demokrasi tartışmalarıydı ve bu iç tartışmalar Kurtuluşun gelecek yolunu çizecekti.-Belirtelim, 80lerin ikinci yarısında Kurtuluştan örgüt içindeki Troçkistler koptu.Bugünkü DSİP bu ekibin devamı.-
Türkiye solunun ana gövdelerinden TKP, zaten 12 Eylüle giden yolda askeri müdahale ihtimalini sezinleyip, kitlesini sokaktan çekmişti.TKP de Kurtuluş gibi darbeyi faşizm olarak yorumlamadı ve müdahaleyi işbirlikçi tekelci burjuvaziye dayanan askersel bir diktatörya olarak kodladı.TKP, darbede iki kanadın olduğunu düşünüyordu ancak bu tabii ki yanlış bir tahmindi.1981de maruz kaldığı büyük operasyonla TKP ülke içinde tamamen eridi.Parti, 1983te Bratislavada gerçekleştiği 5. kongresinde bu kez askeri yönetimin faşist olduğu tanısını koydu.Önceden de alışkın olduğu üzere hayli geniş bir ulusal demokratik cephe çağrısı yaptı.Daha sonra TKP, çalışmalarına yine ülkede legale çıkmaya kilitledi.1988de Moskovada TKP ve TİPin birleşmesiyle TBKP kuruldu,alınan kararla Nabi Yağcı ve Nihat Sargın ülkeye geldiler ama devletin buna refleksi tutuklama oldu ve devlet,TKPnin yasallaşmasına izin vermedi.TKP de kısa sürede tamamen likide oldu.-Bugünkü TKPnin, orijinal TKPyle direkt bir bağlantısının olmadığı malum. SİP/TKP, 1978de TİPten kopan bir grubun oluşturduğu Gelenek grubunun 1992de kurduğu STPnin devamı. STP 1993te kapatılınca yerine SİP kuruldu, SİP, 2001de TKP adını aldı. Öteki TKP ise doğrudan gelenekten geliyor.BSP-ÖDP sürecini kabul etmeyen Ürüncülerin ve sanırım Savaş Yolu
çevresinin birleştiği bir parti.TKP adını kullanan bir de illegal bir oluşum var, bunların TKP-İşçinin Sesi olduğunu tahmin ediyorum-.
TKP Kongre
TKP/ML 12 Eylül sonrası dönemi teorik iç tartışmalar ve bölünmelerle geçirirken (TKP/ML-BP, sonra BP-KK/T adının aldı.Bir de TKP/ML-MPM.Daha sonra TKP/ML-B), TKEP ise Türkiye ve Kürdistanda ortak cephe oluşturma çabalarından sonuç alamadı.1982de Kürdistan seksiyonunun (KKP) ayrılığını yaşayan TKEP, yine de ülke içinde asgari müşterekte örgütlü olarak kalabilmeyi de bildi.Ancak TKEP, 1986da başlattığı yeni teorik tartışmalarla bir depresyon sürecine de girecek, örgüt içinden TKPye yoğun geçişler yaşanacaktır.Bu tarihten itibaren legalci bir çizgiye oturan geleneğin yolu Kuruçeşme toplantılarına varacak,1990da bu dönüşümü kabul etmeyen bir ekip TKEP/Lyi oluşturacak ancak bu yapı da son derece etkisiz kalacaktır.-TKEPin legalci ana çizgisi, ÖDPnin kurucularından oldu.Fakat sonra Erturğul Kürkçü ve TSİP geleneğinden kimi isimlerle birlikte ÖDPden SEH adıyla ayrıldılar.Bugünlerde bu oluşum, yine kendileri gibi ÖDPye katılıp, ayrılmış olan Kıvılcımcı TÖPle parti kurma çalışmalarına öncülük etmektedir12 Eylül ve solun direnişi denilince bakılması gereken asıl yer hapishanelerdir.Keza dışarıda bir direniş örgütleyebilecek pek bir insan kaynağı söz konusu değidi.Hapishane direnişleri deyince de akla gelen örgüt elbette DS oluyor.DS, özellikle çok sayıda tutsağının tutulduğu Metriste tek tip elbise dayatması ve askeri yaşam kurallarına karşı güçlü bir direniş örmüş,dışarıdaki tutsak ailelerini ve duyarlı aydın çevreyi de bu mücadeleye katmayı başararak dışarıda önemli bir sempati birikimi ve prestij kazanmıştır.Özellikle TİKByle birlikte örgütlenen ve dört devrimcinin yaşamlarını koyarak -sol terminolojide şehit kavramının kullanılmasını pek doğru bulmuyorum- cezaevi yönetiminden kazanımlar aldıkları 1984 ölüm orucu direnişi burada başat önemdedir.Benzer şekilde PKKnin de Diyarbakır cezaevinde baskılara karşı ölüm orucunu da içeren sert bir direniş güzergahına geçişi, onun da Kürt halkı nezdindeki prestijini artırmış ve cunta sonrası dönemde hareketin yükseliş trendinde önemli ve özel bir durak olmuştur.12 Eylülden sonra adından en çok söz ettiren iki örgütün de gelişme temellerini ve gelecekteki mücadelelerinin yığınağını hapishanelerdeki tavırları üzerinden örmeleri ilginç bir paralellik gösterir.
Sadece sol üzerinde değil ülkede siyasetle ilgili olan hemen herkeste,her oluşumda ve her alanda çok ağır izler bırakan 12 Eylül -sekiz ülkücünün de idam edildiğini söylemek olayın vardığı boyutları göstermek için yeterli olacaktır sanırım- en büyük darbelerini, elbette ki, kendi varlığının sebebi olan sola vurdu.İdamlar,işkenceler,yargısız infazlar,sokak ortasında dayaklar,insanlık dışı muameleler,zaptürapt çabaları solun bedenine cerahatli çıbanlar işledi.
PKK-Gerilla
Bu kabus ikliminde neredeyse çıt çıkamazken,1984ten itibaren yükselen PKKnin gerilla savaşı o günden,bugüne ülkenin en önemli gündem konusu oldu ve daha da öyle olacağa benzer.Solun geniş kesimleri başta PKKye şüpheyle baktı, hatta ona cephe dahi aldı -bugün Kürt hareketinin doğal müttefiki konumunda olanların o gün neler yazdıklarına bir bakmak gerek!-Türkiyede daha önce hiç görülmemiş şekilde devlete karşı büyük bir savaşı başlatan PKKnin varlığı,solu farklı şekillerde etkileyip,onda belli kırılmaları,gelişmeleri yahut kimilerinde de gerilemeleri kaçınılmazlaştırdı.PKKnin savaşı,Kürt ulusal meselesiyle ilgili bir programı olmayan bir sol örgüt bırakmadı.PKKyle her daim ittifak edenler,onu tümden düşman olarak tanımlayanlar ve bağımsız bir çizgi tutturanlar olarak Türkiye solu üç ana parçaya bölündü.Meclise girme ihtimali neredeyse hiç olmayan sol, Kürt hareketinin olanaklarıyla meclise de girmiş oldu -son iki genel seçim.Daha önce de,1991de 18 HEPli vekil SHP çatısında meclise girmişlerdi.Sonrasında yaşananlarsa Türkiyede faşizmin sürdüğünün en önemli kanıtlarından oldu. 90lara doğru siyasi tutukluların serbest kalmaya başlamalarıyla toparlanma çalışmalarına girişen solun bir cephesinde legalizm rüzgarları eserken,bir cephesinde de silahlı ve illegalite merkezli mücadelede ısrar su yüzüne çıktı.Bu durum,solda önemli bir farklılaşmayı da beraberinde getirdi. Daha önce de adını anmıştık; Kuruçeşme toplantıları.TKP kökenli grupların -TBKP- birleşik yasal sol parti çabalarına DYden (Geleceği Birlikte Kuralım) ses gelmesiyle BSP,oradan da ÖDPye giden süreç başladı.Bu birliğe TKEPin ana unsurları,Kurtuluş,SVP geleneğinden bir grup Kıvılcımcı ve bazı Troçkistler de katıldı.ÖDP, büyük iddialarla ortaya çıksa da solun içinde etkili bir hareket olmaktan öte geçemedi -bilhassa KESKteki ağırlık önemli.Bu arada darbe sonrası dönemde 90ların ortalarına doğru devrimci memurların giriştiği militan sendikacılık,sol tarihin bu evresinde son derece önemli ve moral depolatan bir uğraktır.- ÖDPnin örgütsel evrimi içinde, içindeki farklı grupları tasfiye ede ede, partide Oğuzhan Müftüoğlunun öncülüğündeki DYli grup kalacak şekilde küçülmesiyse ondan umutlu olan pek çok solcu aydın ya da taraftar için hayal kırıklığı oldu.En son Ufuk Urasın EDPsinin kopuşuyla ÖDPnin monolitikleşmeye doğru olan evrimi tamamlandı.
ÖDP
ÖDPden kopan Kurtuluş grubu -ama yine bir birlik partisi olarak- SDPyi oluşturdu,ancak bu partiden de kısa sürede başka bir Kurtuluş geleneğinden parti daha çıktı: Sosyalist Parti. ÖDPyi geçerken değinelim, DYyi yasal partiye evriltme çabaları da itirazsız kalmadı.Sürecin daha başında Devrim dergisi çevresi olarak bilinen epey hacimlice sayılabilecek bir grup, DYnin yeni,özgün ve uzun soluklu bir çabayla reorganizasyonu için ÖDPye giden süreçten koptu.Bu çevre, daha çok öğrenci hareketinde, bazı geleneksel DY bölgelerinde ve kısmen de sendikalarda etkili oldu.DY kökenli bu iki ana grup dışında militan bir DY yorumu olan Devrimci Hareket,
Özgürlük ve DYnin Eskişehir ekibi diye bilinen EHP gibi daha etkisizgruplar da siyaset sahnesine bu süreçte giriş yaptı.
TDKP ise karmaşık bir süreçten sonra -90larda süren küçük çaplı gerilla mücadelesi,bir yanda devam ettirilen işçi sendikalarında örgütlenme çabası- ÖDPyle hemen hemen aynı dönemde,fakat ÖDPyi oluşturanların tersine oldukça ani bir kararla legale geçti.Yasal partinin kurulduktan hemen sonra mahkeme kararıyla hemen kapatıldığını,sonra tekrar hemen hemen aynı isimle açıldığını da unutmadan söyleyelim.Ekim ise 1999da partileşip TKİP adını aldı ve en azından sol siyasetler içinde belli bir görünürlüğü olan bir fraksiyon olabilmeyi başardı.TDKP-İÖ adında,TDKPyi yeniden ihya etme amacında olan ve şu sıra TDKPnin yasal devamıyla sıkıntılı ilişkileri bulunan küçük bir oluşumun da olduğunu not düşelim.
DHKP-C / 1 Mayıs Kortej
Doksan sonrasının en sık adı duyulan ve en popüler devrimci örgütü olan DS ise,hemen 90 başındı başladığı genellikle 12 Eylül sorumlularına,MİTçilere,polislere,devlet adamlarına ve Kürdistandaki savaşın başında olan generallere yönelen silahlı eylemleriyle tekrar adını duyurdu, kitle desteği açısından da yükselen bir ivme kazandı.Özellikle İstanbulda polisle,bazı çevrelerce düello diye anılan sıcak bir savaşa girişen ve pek çok kadrosu ve taraftarı yargısız infazlarla da (6) katledilen DS,1992de merkezinden art arda aldığı darbelerle zayıf düştü.Örgüte yönelen bu büyük operasyonları,örgüt tarihine darbe diye geçen Dursun Karataşın yurt dışında Bedri Yağan ve destekçileri tarafından gözaltına alınması izledi.Bu olay hareket içinde sert bir iç çatışma yaratsa da,bu çatışmadan Karataşın kesin liderliği çıktı ve örgüt kısa sürede tekrar toparlandı.
1995 Gazi Ayaklanması
1994te Şamda yaptığı kongreyle DHKP-C adını alıp partileşen hareket, yeni adını eski Adalet Bakanı Mehmet Topaçı öldürerek duyurdu. 1996da ünlü Sabancı Center baskınıyla adından söz ettiren Parti-Cephe,aynı 1 Mayısa temsili gerilla birlikli,oldukça geniş katılımlı bir kortejle dahil olarak bir nevi güç gösterisi yaptı. 1995 Gazi Ayaklanması,tabutluk tipi hapishanelere karşı diğer örgütlerle (TKP/ML,TKP(ML),MLKP,TİKB. Sonuncusu eylemi Süresiz Açlık Grevi biçiminde yürüttü) birlikte başlatılan ve 12 kayıp verilerek kazanımla sonuçlanan 1996 ölüm orucu direnişi örgüt tarihinde mühim dönemeçlerden oldu.90ların ortasında DHKP-C, Dersim,Karadeniz,Ege ve Akdenizde yoğun bir kır gerillası seferberliği başlatsa da bunda sonuç olarak pek başarılı olamadı. 19 Aralık 2000 hapishaneler katliamıysa,diğer tüm solla birlikte,en büyük darbeyi DHKPCye vurdu -yaşamını yitiren 28 devrimci tutsağın,24ü Cepheliydi. Türkiyenin Kıbrıs operasyonundan sonraki en büyük askeri operasyonu olan bu katliam,sadece illegal solu değil,tüm bir solu özellikle psikolojik bir etki altına aldı.Bilhassa 2002den sonra tüm örgütlerin ölüm orucunubırakması (7) ve DHKP-Cnin bu eylemde yalnız kalması,fakat 2007ye dek bu eylemi ısrarla sürdürmesi,DHKP-Cyle,onun dışındaki sol arasında var olan psikolojik farkın makasının daha da açılmasına yol açtı.
19 Aralık Katliamı
19 Aralıkta yaşadığı büyük travmadan sonra -122 devrimci tutsak öldü,600ü sakatlandı- ve hedef olduğu tüm operasyonlara karşın toparlanma çabası içinde olan örgüt,bugün etkisi hala çeşitli alanlarda bariz bir şekilde devam eden bir hareket olarak dikkat çekmektedir.Son olarak, DHKP-Cnin 2000 sonrası süreci için iki dipnot daha düşelim: Girişilen silahlı eylemler örgüt açısından sık sık başarısızlıkla sonuçlandı ve teorik çalışmaya verilen önem 80lerdeki ivmeyle karşılaştırılamayacak düzeyde düştü.
Parti-Cephe dışındaki devrimci illegal örgütlere de bir göz atalım ve artık yazımızın sonuna yavaş yavaş gelelim.TKP/ML, 90dan sonra da kır gerillası faaliyetlerine ağırlık verdi, ancak yaşadığı sık örgütsel bunalımlar sebebiyle açıkçası belini doğrultmakta zorluklar yaşadı.1994te örgütün DABK kanadı, TKP(ML) adıyla ayrıldı,bir süre tekrar birleşildiyse de,sonuç yine ayrılık oldu.Konferans üyelerinin devletin eline geçmesiyle fitili yanan bu ayrılık, daha sonra MKP adını alacak olan TKP(ML) ve TKP/ML arasında karşılıklı sert suçlamalara yol açtı.Bu süreci Kardelen Harekatı diye bilinen iç operasyon süreci izledi.MKP, Dersim ve çevresinde etkin bir gerilla örgütü halinegelirken, TKP/ML daha çok Tokat ve civarında tutunabildi.MKP, kır faaliyetini yükseltmeyi hedeflediği yakın dönemde, yapılan bir askeri operasyonla 17 üst düzey kadrosunu yitirerek ağır bir darbe yedi.Ayrıca, MKP, demokratik alana da ağırlık vermesiyle dikkat çekmektedir. TKP/ML Hareketi ve TKİHin birlik arayışları,sancılı bir süreçten sonra,TDKİH ve TKP/ML-YİÖnün de katılımıyla 1995te MLKPye erdi.MLKP, hemen kurulduğu yıl yaşanan Gazi Ayaklanmasındaki aktif rolüyle kitleselliğini artırdı.Zaman içinde solun önemli örgütlerinden biri haline gelen MLKP, teoriye ve kitle çalışmasına önem veren yapısıyla, sol entelijensiyayla yakın ilişkileriyle, kaybedilen devrimcilerle ilgili örgütlediği uluslararası katılımlı çalışmalarıyla ve Kürt ulusal hareketiyle yakın temasıyla da ilgi çekti.Ancak parti iç tartışma ve bölünmelerden de (KP- İÖ,MLKP/YKH,diğer örgütlere toplu geçişler) kurtulamadı.MLKPnin yaşadığı yoğun iç tartışma süreçleri onunhem kitleselleşme trendinde belirgin bir düşüşe sebep oldu, hem de onu son yıllarda farklı örgütlenme stratejilerine de yöneltti.
MLKP
Özellikle 90ların ortalarından itibaren sürekli örgütsel bunalımlar yaşayan TİKB, bu dönemde bir bölünme yaşadı (TİKB/B).Bir türlü hedeflediği güce erişemeyen TİKBdeki asıl yıkıcı kopuşsa Komünist Devrim Örgütü bölünmesi gibi durmakta. 90dan sonra kendini Direniş Hareketi olarak örgütleyen THKP-C/ÜY, daha çok heterojen parti ve platformlar içinde etkinlik gösteriyor. TKP-K, ağırlığını kitle çalışmasına ve Kürt hareketiyle paralel bir politik mücadeleye verirken, KDH/L, gelişkin teorik tartışma çalışmalarıyla dikkatçekiyor.90ların ortasında kır gerillası mücadelesine yönelen ve PKKyle ortak mücadele yürüten TDPnin ise bugün bir görünürlüğü söz konusu değil. Cunta öncesinin yoğun eylemlilikleriyle adından çokça söz ettiren örgütleri olan Acil, HDÖ ve MLSPB üzerine de ayrı ayrı kısa değerlendirmeler yapmak gerek. Bu yapılardan Acilciler, dışarıdanbakan bir göz için çözülmesi epeyce güç olan karmaşık bir görüntü arz ediyor. Hareketin, Suriyedeki Miraç Ural ve çevresi dışındaki sürdürücüleri, Antakyada demokratik alan ve zaman zaman da yayın faaliyetleriyle örgütsel geleneği devam ettirme çabasında.
Acilciler
Bu Cepheci yapılardan HDÖ ise, Avrupada Kurtuluş Cephesi etrafında bir dergi çevresi biçiminde faaliyet sürdüren son derece minimalize olmuş bir yapı. Teorik çalışmaya verdiği ağırlıkla dikkat çeken HDÖ, yasal alan çalışmasına karşı takındığı son derece sert tavırla da biliniyor. Yine aynı geleneğin insanlarının toplandığı bir yayın evi çevresi Türkiyede faaliyetini sürdürüyor.Adı geçen yapılar içinde en diri kalmış görünen MLSPB de özellikle 90 başından bu yana daha çok kitle çalışması faaliyetleriyle örgütsel bir toparlanma çabası içindedir. Türkiye solunda bugün burada adlarını sayamadığımız daha bir yığın küçük fraksiyon söz konusu.Türkiyede sol, bugünkü vaziyetiyle, bu açıdan 12 Eylül öncesine göre çok daha zengin. Yazının son paragrafında, 12 Eylülün yenilgi psikolojisinin, Türkiyede yeni muhalif arayışları da ortaya çıkardığını, bu yeni damardan anarşist (8),feminist,eşcinsel aktivist,çevreci,hayvansever ve gayrı Kürt etno-kültürel hareketler doğdunu da hatırlatalım.Son olarak Troçkistlerin de bu sahada daha geniş örgütlenme şansı bulduklarını da unutmadan not düşelim. 80 öncesinde dar ölçekli bazı oluşumlarla yürüyen -Sürekli Devrim,Devrimci Marksist Tartışma Defterleri ve İşçi Cephesi- Troçkist düşünce, 80 sonrasında ülke solunda daha belirgin bir görünüm kazandı. Ancak Troçkistlerin de Türkiye solunun bölünme geleneğinden azade kalamayarak çok sayıda küçük parçaya bölündüklerini (DSİP,DİP,Anti-Kapitalist,İşçi Mücadelesi,PBG Sosyalizm
) söyleyerek ve bu Troçkist gruplar içinde, DSİPin anayasa değişikliği referandumu çerçevesinde yürüttüğü Yetmez ama Evet kampanyası,28 Şubata dair sola ağır eleştirilerle yüklü aykırı bir okuma ve politik Müslümanlarla dikkat çekici yakın temasıyla yoğun bir nazar-ı dikkat cezbettiğini ve solun hacimlice bir parçasından negatif tepkiler aldığını da söyleyerek bu bahsi kapatalım.
(5) Uzunca bir dipnotumuz olacak.DYnin 12 Eylül sonrası direniş pratiğine ilişkin en özet ve anlamlı sözler için dönemin DY liderlerinden Melih Pekdemirin savunmasındaki bir paragrafı okuyalım: Bizleri burada örgüt kurmakla suçluyorsunuz; aslında bizim suçumuz örgüt kurmak değil, örgüt kuramamaktır.Tarih bizi suçlayacaksa faşizme karşı örgütlendiğimiz için değil örgütlenemediğimiz için suçlayacaktır. 12 Eylül ve solun umulan güçlü direnişi gösterememesiyle ilgili ben de temel sebeplere ilişkin fikrimi çok kısa da olsa burada belirtmek isterim.
Bana kalırsa solun cuntaya karşı etkin bir karşı koyuş organize edememesinin asıl iki nedeni, sol fraksiyonlar içindeki önde gelen yapıların muazzam kuvvette görünmelerine karşın, sahici anlamda bir örgütlülük ve sağlam bir fikri formasyondan fersah fersah uzak olmaları ve kavgaya katılan kitlenin yükselen bir rüzgarın etkisinde kalan ve örgütlerce de adam akıllı bir bilinçlendirme ve bilenmeden de bigane bırakılmış bir yığından ibaret olmasıydı. DYnin, HKnın vs. dergilerini bulunduran, yürüyüşlere katılan ama seçimlerde de gidip CHPye oy veren yani düzenden gerçek bir kopuş yaşayamayan bu nicelikli ama büyük oranda niteliksiz olan kitlenin örgütlere sağlıklı bir irade katamaması normaldir. Ne demek istediğimi ailesinde 80 öncesi sol gelenekten gelen babalar,abiler,ablalar,teyzeler,amcalar,dayılar olan okur daha iyi anlayacaktır sanırım.
(6)Yargısız infazlarla cinayet ve kaybetmeler, 90lı yıllar boyunca kontrgerillanın
devrimcilere ve özellikle de Kürdistanlı devrimcilere yönelik yönelik sindirme ve yıldırma operasyonları olarak yaygınlık kazandı. Bu infaz ve kaybetmeler dönemin sıradanlaşmış haberlerindendi.
(7) Sadece TKEP/L gücü oranında zaman zaman bu eyleme fiili destek verdi.
(8) 1986da Kara dergisiyle gün yüzüne çıkan anarşist kıpırdanma, taraftarlarını kesif ve patricide bir anti-Marksist söylemle Marksist eskilerinden devşirdi.İlginç bir nokta; cuntanın daha tozu dumanı kalkmamışken yayın hayatına atılan bu dergi,anarşist yerine Türkiye kamuoyu için pek bir şey ifade etmeyen liberter ifadesini kullanmak zorunda kalıyordu.Karayı,Efendisiz,Ateş Hırsızı,Amargi gibi dergiler takip etti ve anarşist faaliyet de ülke siyasasında kendine bir yol açtı.
http://www.fikirkarargahi.com/turkiye-soluna-bir-solukluk-tarihce-3/