Ekonomide durum tespiti
Korkut Boratav
Referanduma giderken Türkiye ekonomisi için bir durum tespiti yapma zamanı geldi. 2016 verilerinin büyük bölümü elimizdedir. Boşlukları dolduracak bilgimiz var.
Nisana girdikten sonra, gündemimiz faşizm olacak ve ekonomiyi bir süre unutacağız.
Temmuz 2016 ile Mart 2017 arasında Türkiye ekonomisi bir yandan kriz etkenleri ile; bir yandan da bunları en azından kısmen telafi edebilecek olgularla karşı karşıya kaldı.
Gözden geçirelim.
GENEL GÖRÜNÜM 1: KRİZ ETKENLERİ
Kriz etkenleri ile ne kastediyoruz? Türkiyeye dönük yabancı sermaye akımlarında yavaşlama; bazı kalemlerde net çıkışların oluşması
Tipik yansıma, döviz fiyatlarının çok hızlı (2016da büyük çevre ekonomilerinde ikinci sırada) yükselmesidir. Fazlasıyla dolarlaşmış bir ekonomide yaşıyoruz. Dövizle borçlanan, kazançları ise TL ağırlıklı olan şirketler sıkıntıya sürüklenir.
Olası iflaslar patlak verirse bankalar da etkilenir. Uzun ve sert bir süreç finansal bir krizi de gündeme getirebilir.
Bu kriz etkenlerinin bir bölümü Türkiyeden kaynaklandı: 15 Temmuz darbe girişimi, sonrasındaki OHAL uygulamaları ve bunların sonunda Türkiyenin kredi puanının düşürülmesi uluslararası finans çevrelerini caydırıcı doğrultuda etkiledi.
Bir bölümü ise dış kaynaklıdır: Trumpın başkanlığının yarattığı şokun, Kasım 2016dan itibaren tüm çevre ekonomilerinden sermaye çıkışlarına yol açması
Bu olumsuz (çifte kavrulmuş) ortam Türkiyeye de yansıdı. 2016nın ikinci yarısında yabancı sermaye girişleri bir yıl öncesine göre üçte iki oranında düştü.
GENEL GÖRÜNÜM 2: TELAFİ ETKENLERİ
Telafi etkenlerinin bir bölümü uluslararası finans kapitalin doğasından kaynaklanır: Uluslararası kredi puanının çöp düzeyine indirilmesi, dev kurumsal yatırımcıların Türkiyeye fon aktarımlarını önler. Ne var ki, sıcak para akımlarının ana kitlesini spekülatif rantiyeler sürükler. Yerli para önemli boyutlarda değer yitirince, hisse senetleri, tahviller, tüm finansal varlıklar fazlasıyla ucuzlar; para girişi başlar.
Örneğin, Şubat 2017de spekülatif yatırımcılar bu ortamın oluştuğunu düşünerek hisse senedi ve tahvil alımına 849 milyon dolarlık net yatırım yaptılar. Martın ilk iki haftasında da benzer eğilim ağır basmaktadır.
İkinci bir telafi etkeni, Ocak 2017 sonrasında uluslararası finansal ortamdaki düzelmedir. Trumpın başkanlığı ABD borsalarında kesintisiz bir coşkuya yol açtı; endeksler bir dizi tarihsel rekor kırdı. FEDin Mart 2017 kararı teskin edici bir rol oynadı; kötümser beklentileri yok etti. Çevre ekonomilerine dönük finansal akımlarda genel bir canlanma başladı. Türkiyenin Ocak 2017 ödemeler dengesi verileri, Türkiyenin de bu olumlu ortamdan etkilendiğini gösteriyor.
Türkiyeye özgü bir telafi etkeni de, her kriz ortamında (ve keza Temmuz-Aralık 2016da) ortaya çıkan yüksek boyutlu karanlık döviz girişidir.
Dolayısıyla bu etkenler sayesinde dış kaynak akımlarının olumsuz seyri frenlendi; bir kriz ortamına dönüşmedi. Yine de 2016 ortalamalarının üstünde seyreden döviz fiyatları istikrarsızlığı beslemektedir.
Genişletici para ve maliye politikaları da kriz etkenlerini frenledi.
Referandum ortamı, neoliberal reçeteleri aşındırdı. Cumhurbaşkanı ısrarla kredi faizlerini baskı altında tutmaya çalıştı. Tamamen başarılı olamadı. TCMB politika faiz oranını sabit tuttu; ama bankaların kısa vadeli fonlanma maliyetlerini artırdı. Bankalar ise baskıya ayak uydurmak zorunda kaldılar. Enflasyonun ve on yıllık tahvil faizlerinin artmasına rağmen, Mart 2017de ortalama konut kredi faizleri (%11,1) bir yıl öncesinin 3,3 puan altındadır. Ticari kredi faizleri dahi (%15,3) on iki ay öncesinden düşüktür.
KOBİlere, inşaatçılara ve istihdama dönük bütçe kaynaklı sübvansiyonlar aracılığıyla maliye politikası genişletici doğrultuda işlemektedir.
Kriz etkenleri ile bunları dıştan-içten telafi eden karşıt güçlerin bileşkesi nasıl sonuçlandı?
Ekonomik göstergelere bakalım.
BÜYÜME: ANA SORUN DURGUNLUKTUR
Büyüme göstergelerini tartışırken TÜİKin bir olup-bitti sonunda karşımıza çıkardığı milli gelir serilerine güvenemiyoruz; onları doğrudan kullanamıyoruz. Nedenleri daha sonra açıklayacağız.
Türkiye ekonomisi 2016ya belirgin bir durgunlaşma sonrasında girmişti. Son dört yılın (2012-2015in) ortalama büyüme hızı yüzde 3,4tür. Bu temponun önümüzdeki dönemin potansiyel büyüme hızı civarında olduğunu tahmin ediyorum.
Gelelim 2016 büyüme verilerine... Sanayi üretim endeksleri, geleneksel milli gelir hesaplarının öncü göstergesidir. TÜİK, sanayi üretiminin 2016da yüzde 1,9 oranında artmış olduğunu belirledi. 2010-2015 (esneklik) ortalamalarını uygularsak, bu oranın ekonominin 2016daki büyüme hızına yakın olması beklenmelidir.
TÜİK, Ocak-Eylül 2016 için üçer aylık büyüme oranlarını tahmin etmiş. Bunları önce 2015in eski verileriyle karşılaştıralım. Sonra da 2016nın son üç ayının sanayi üretim verilerine bağlayalım. Sonuçta, 2016nın tümüne ait büyüme hızını da yüzde 2,2 civarında tahmin edebiliyoruz.
Bu büyüme temposu yeterli midir? Geçen yılın ortalama istihdam ve işsizlik verilerine bakarak yanıtlamaya çalışalım.
Milli gelirin (tahminimize göre) %2,2 oranında arttığı 2016da istihdamın artış oranı sadece %1,7dir. İşgücü piyasalarına katılan nüfus ise %2,9 oranında artmıştır. Yeterince istihdam yaratmayan, zayıf, mecalsiz bir büyüme temposu söz konusudur.
Sonuç, işsiz sayısında bir yılda 273000 artış; işsizlik oranının ise yüzde olarak 10,3ten 10,9a çıkmasıdır. Tarım dışında, genç nüfusta, üniversite mezunlarında işsizlik oranları daha da yüksektir. İş aramaktan vazgeçenleri de katarsanız geniş işsizlik oranı %17,4e çıkacaktır.
İşsizlik oranlarının artmaması için gereken büyüme hızı ne olmalıdır? Her yıl, geçen yıldaki gibi işgücü piyasalarına yüzde 2,9 oranında yeni insanın katıldığını kabul ediniz. 2016da milli gelir artışının istihdamı sürükleme katsayısını uygulayınız. Bu insanların tümüne iş sağlayacak (yani işsizlik oranını artırmayacak) büyüme hızının yüzde 3,8 olması gerektiğini çıkarsayacaksınız. Esasen yüksek olan işsizliği sadece koruyacak; artmamasını sağlayacak bir büyüme temposuna ulaştınız.
Son dört yılda ortalama büyüme hızı daha düşük (yüzde 3,4) kaldığı için işsizlik artmıştır. Sayılara bakalım: Yüzdeler olarak işsizlik oranı 2012de 8,4tür; 2015te 10,3, bir sonraki yıl da 10,9
Bu arada işsiz sayısı da 1,1 milyon artmıştır.
TÜİKin yeni milli gelir verilerine inanırsak 2012-2015 döneminin ortalama büyüme hızı yüzde 6,3müş. Bu tempo gerçek olsaydı, işsizlik sayılarında ve oranında yine TÜİKin belirlediği artışlar söz konusu olabilir miydi?
İki bulgudan biri yanlıştır. Sadece istihdam-işsizlik istatistikleri ile değil, çok sayıda başka bulgu ile de tutarsız olduğu için, yeni milli gelir serilerine güvenemiyoruz; onları olduğu gibi kullanamıyoruz.
Bu bulgular göstermektedir ki, Türkiye ekonomisinin temel sorunu güncel bir kriz değil, işsizliği, toplumsal bozulmayı sürekli besleyen durgunlaşmadır.
KIRILGANLIK GÖSTERGELERİ
TCMB verilerini hâlâ güvenerek, yararlanarak kullanıyoruz. Ekonominin dışsal kırılganlık göstergelerinin çoğunu da o kaynaktan elde ediyoruz.
TCMBnin 20 Şubat 2017 tarihli, Reel Sektör Kur Yönetimi başlıklı belgesinden hareket edelim.
Belge açıklamaktadır ki, 2016da şirketlerin toplam finansal yükümlülüklerinin %60ı yabancı paralıdır; döviz varlıklarıyla yükümlülükleri arasındaki fark eksidir; -208 milyar dolara ulaşmıştır. Bu fark, 2008-2016 arasında sürekli genişlemiştir ve bugün reel sektörün yabancı para açık pozisyonu yüksek olup finansal istikrar üzerinde risk oluşturmaktadır. (s.4).
TCMB belgesi, ayrıca, dövizli kredilerin %28inin sanayi kolunda yoğunlaştığını belirtiyor. Döviz gelirleri düşük olan inşaat, emlak, kira sektörleri ise bu kredilerin %20sini kullanıyor. Döviz kredileri ile döviz kazançları arasındaki oranların sektörler itibariyle dökümü verilmiyor. TCMB ayrıntılı bir döviz riski takip modeli oluşturmaktadır. Bu bilgilerin kısa zamanda yayımlanmasını bekleyeceğiz.
2016 çalkantısından sonra bazı nicel kırılganlık göstergeleri hafifledi. Bozulan dışsal ortamla ilgili iki etken rol oynadı. Birincisi, yabancı sermaye çıkışlarının önemli bir bölümü, vadesi gelen dış borç anaparalarının ödenmesinden oluştu ve dövizli borç yükü bir nebze hafifledi.
Örnek vereyim: Özel sektörün doğrudan yurt dışından aldığı kredilerin bir yıl içinde vadesi dolacak olanların toplamı son yedi ay içinde 72 milyar dolardan 66 milyara düşmüştür. Nedeni, anapara ödemeleridir; yani doğrudan kriz ortamının (sermaye çıkışı olarak kayda geçen) yansımasıdır.
İkinci bir etken, dövizin pahalılaşmasının istatistiklere yansımasıdır. Döviz bozdurularak satın alınan (TLli) hisse senetlerinin, tahvillerin vd. değerleri (net çıkış olmasa bile) aşınır. Türkiyeli şirket, banka ve bireylerin dış dünyadaki varlıkları ile yabancıların Türkiyedeki varlıkları arasındaki farka uluslararası yatırım pozisyonu denir. Bu pozisyon Türkiye için daima eksidir. Mart-Eylül 2016 arasında da eksi 405 milyar dolardan eksi 392 milyara inmiştir. Net çıkış olgusuna ilaveten (ve belki de asıl önemlisi), TLnin değer yitirmesi, menkul kıymetlerin dolar cinsinden değerlerinin aşınmasıdır.
Geçmişte olduğu gibi kriz in kendisi, dış kırılganlık göstergelerinin hafiflemesini sağlar; işler normalleşince bozuk düzene geri dönülür.
Bir göstergeye daha değinelim: Son iki yılda toplam dış borçlar artmıştır; ama ekonomi yönetimi bunların bileşimini düzeltmiş; kısa vadeli borçların payını düşürebilmiştir. 2014 sonu ile Eylül 2016 arasında dış borçlarda 15 milyar dolarlık artış gerçekleşmiştir. (402 milyar → 417 milyar). Aynı dönemde uzun vadeli borçlar artarken (270 milyar → 313 milyar), kısa vadelilerde belirgin bir azalma (132 milyar → 103 milyar) sağlanmıştır.
Sürekli eleştirecek değiliz ya
Ekonominin dışsal kırılganlıklarının bir nebze de olsa hafiflemesi önemli, olumlu bir adımdır.