Son askerin ardından-Orhan Gökdemir
Talat Turhan ile 1990lı yıllarda tanıştım. 12 Eylülün halesindeki Türkiye, ikinci on yılda adeta bir sıcak savaş yaşamaktaydı. Faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar, gün ortasında sokak ortasında işlenenSon askerin ardından-Orhan Gökdemir cinayetler, muhalif gazetelerde patlayan bombalar, gözaltılar, işkenceler
Kürt Sorunu en sert zamanlarındaydı. Kürt diyenin içeri tıkıldığı, gazetelerin dergilerin kapatıldığı, sansür sürgün kararnamelerinin çıkarıldığı dönemlerdi. Talat Turhan 1970li yıllarda yüz yüze geldiği o devletin peşindeydi. Israr ediyor, her gün yeni bilgi ve belgelerle ortaya çıkıyor, anlatıyor, bu nedenle hakkında açılan davalarla boğuşuyordu.
Sanırım ilk görüşmemiz Toplumsal Kurtuluş dergisi için oldu. Yazı istedim veya röportaj yaptım. Sonra Sorun Yayınları yöneticisi Sırrı Öztürk aracılığıyla görüşmelerimiz devam etti. Evine konuk oldum, uzun sohbetlerine katıldım.
1990lı yıllar da kapanmak üzereydi, ortalık biraz durulmuş görünüyordu ama dönemin aktörleri hala etkin görevlerdeydi. Ortak bir tanıdığımızın cenazesinde karşılaştık, Orhan birlikte kitap yazalım dedi. Onur duyarım Ağabey dedim. Ben Kemalistim senin için sakınca olur mu? dedi. Ağabey ben de Marksistim senin için sakıncası yoksa benim için hiç yok dedim.
Mehmet Eymür üzerine çalışmaya bu konuşmadan sonra başladık. Arşivlerini açtı. İnanılmaz bir titizlikle oluşturulmuştu o arşivler; kupürler tarih sırasına göre dizilmiş, arkalarına önlerine notlar alınmış, dosyalanmıştı. Doğrusu, geriye pek az şey bırakıyordu o dosyalar. Eymür kitabı öyle ortaya çıktı. Arkasından Mehmet Ağarı yazmayı planlamıştık. Ancak araya uzun mesafeler ve benim ekmek kavgalarım girdi. Orhan sen yaz dedi, arşivinin bir bölümünü evime taşımama izin verdi. Pike de böyle ortaya çıktı. Her iki kitap da uzun yıllar boyunca davalarla boğuşmama neden oldu. Talat Ağabeyle birlikte mahkeme kapılarında uzun zamanlar geçirdik. Talat Ağabey için bunlar adeta yaşamının doğal bir parçası gibiydi, sonra ben de alıştım.
O arşivler iki kitaba vesile olmanın yanında bana bir şey daha öğretti; bir kavgaya girmişsen inat edeceksin!
Talat Ağabey 40 yıldır kontrgerilla denilen o karşıdevrim yapılanmasının peşinde. Aralıksız çalışıyor, aralıksız biriktiriyor, aralıksız arşivliyor ve yazıyor. Zaman zaman konuk edildiği televizyon programlarına bile bir kitap yazar gibi hazırlanıyor. İnat ediyor ve her ne olursa olsun bir adım geri gitmiyor. Genç Kemalistler Ordusu Davası nedeniyle çok sevdiği mesleğinden uzaklaştırılmasına rağmen her sabah savaşa gider gibi başlıyor güne. İnadın Yarbayı olması işte bu yüzden
***
Talat Turhanın 40 yıl önce kıskıvrak yakaladığı o karşıdevrim örgütlenmesi devlet için hala bir muamma olmaya devam ediyor.
Daha yakın zamanlardan bir örnek verelim: Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Milli Savunma Bakanlığından, 25 Kasım 1952-12 Eylül 1980 tarihleri arasında darbeler, muhtıralar ve demokrasiyi işlevsiz kılan tüm girişimlerle ilişkilendirdiği Özel Harp Dairesi ve kontrgerilla yapılanmalarına ilişkin her türlü bilgi ve belgenin birer örneğini istedi. Bakanlık bu talebe 17 Eylül 2012de cevap verdi. Milli Savunma Bakanlığının komisyona gönderdiği yazıda, Özel Kuvvetler Komutanlığı içinde kontrgerilla yapılanması yoktur dedi. Oysa MİT, aynı komisyona gönderdiği yazıya ÖKK (Özel Kuvvetler Komutanlığı) içinde yasadışı yapılanmanın olduğunu iddia eden belgeleri eklemişti.
Darbe Komisyonu raporunda ise derin devlet, Özel Harp Dairesi ve Seferberlik Tetkik Kuruluyla ilgili şu ifadeler yer aldı: Türkiyede derin devlet devasa bir yapıdır, operasyonel eylemler yapmıştır, yapmaktadır ve tasfiyeye tevessül edilmediği için belli ki yapmaya devam edecektir. Seferberlik Tetkik Kurulu adıyla 27 Eylül 1952 yılında Silahlı Kuvvetler bünyesinde ve Milli Savunma Yüksek Kurulunun kararıyla kurulan Özel Harp Dairesinin tarihi, aynı zamanda Türkiyenin gizli tarihidir. Daire kâğıt üzerinde Seferberlik Tetik Kurulu olarak gözüktü. (1970li yıllardaki) katliam, cinayet ve suikastları gerçekleştirenler, sivil unsurunu oluşturan vatanseverlerdi. Sayıları hakkında kesin bir rakam bilinmemektedir. Ancak yüz binlerle ifade edilmektedir. En önemli ve en tehlikeli gerçek de sivil unsurların hala faaliyette olması.
Kim ne derse desin, Kontrgerilla'nın varlığı artık kimse için bir sır değil. Türkiye Kontrgerilla denilen ucubenin farkına ilk kez 12 Mart'ta vardı. Cuntanın gazabına uğrayanlar gözleri bağlı olarak götürüldükleri sıkıyönetim sorgulama merkezlerinde sorgucularının ağzından duydular o kavramı. Şöyle diyorlardı tutuklulara:
Genelkurmaya bağlı 'Kontrgerilla' teşkilatının elindesin! Burada anayasa yok! Yasalar yok! Yalnızca biz varız! Sorduklarımıza doğru cevap verirsen kurtulursun. Yoksa ölümlerden ölüm beğen...
12 Mart zindanlarında kontrgerilla ile yüzleşenlerin arasında Talat Turhan da vardı ve Milli Savunma Bakanlığının bulamadığı kontrgerillayı 40 yıl önce işte böyle bulmuştu. Bu keşfinin bedelini de çok ağır ödedi. Ziverbey İşkence hanesinde çile doldurdu, kendi deyişiyle Türkiyede falakaya vurulan ilk kurmay subay oldu. Ve açık duruşmaya çıktığı ilk günden sonra inatla haykırmaya devam etti: Kontrgerilla, CIA güdümünde politik bir örgüttür. Doğrudan doğruya Pentagon'dan yönetilen dünya karşı devrim örgütünün Türkiye'deki koludur. Atatürk Kültür Merkezi'ni yakan, gemileri batırıp ateşe veren o örgüttür. Bütün bu işleri 'sol'a yıkmak için düzmece davalar icat edenler onlardır.
***
Ne demişlerdi 12 Martta? Burada anayasa yok, yasa yok!
Tek yasa vardı çünkü; devlet sebeb-i hikmeti olan egemenlerin çıkarını korumak
O nedenle 12 Martın tezgâhlarında yarım bırakılan iş, 12 Eylülde tamamına erdirildi. Halkın çocukları bir kez daha işkencelerden geçirildi, kaybedildi, öldürüldü. Tarikatlar el altından desteklendi, topluma din enjekte edildi. TİB devreye sokuldu, ölüm timleri oluşturuldu, yargısız infazlar yapıldı, Hizbullah gibi neidiğü belirsiz örgütler peydahlandı.
Sonra bir de baktılar ki kontrol ellerinden çoktan kaçmış! 12 Eylülün kucağında büyüttüğü gayrı meşru çocuklar onları tasfiye edip yerine yenilerini koymaya başladığında Cumhuriyet de son nefesini vermişti. Kontrgerilla, kendi halkına karşı örgütlenmiş Cumhuriyetin intiharıydı, geç anlaşıldı.
Şimdi o çocuklar, derin devleti de ortadan kaldırdıklarını iddia ediyor. Oysa devletin çürümesine neden olan bütün ilişkiler yerli yerinde. Devlet halkın devleti değil, ordu halkın ordusu değil, kolluk kuvvetleri ortaçağ bakiyesi yapılanmaların elinde. Yani kontrgerilla artık devletin ta kendisidir.
Bir sınırsız inattır Talat Turhan. Bu kitaptaki söyleşilerini okuduğunuzda buna bir kez daha tanık olacaksınız.
İnadın Yarbayı, sen çok yaşa!
***
Yukarıdaki yazı Talat Turhanın 2013 yılında yayınlanan Derin Devletin Peşinde adlı kitabına yazdığım önsözden alıntı. Dört yıl geçmiş aradan. Talat Ağabey ağır hastalıklarla boğuşuyordu. Ama son ana kadar yazma okuma arzusunu ve inadını sürdürdü. Son görüşmemizde özenle sakladığı dosyalardan birini elime tutuşturdu, bu sende kalsın ben koruyamam dedi. İçinde bulunması zor bir kitabın fotokopisi vardı.
Talat Turhan bu ülkenin içine bulunması zor bir kitabın fotokopisi iliştirilmiş kalın dosyalarından biridir. O kitap sıkıyönetim mahkemelerinde yazılmış, Ziverbey işkence hanesinde yakılmıştır. Bize bıraktığı dosyayı özenle, kıskançlıkla korumak ise geride kalanların boynunun borcudur.
Aldığından fazlasını verdi halkına. Uğurladık dün bir avuç dostuyla. Kurmay Yarbay Talat Turhan, güle güle