Sosyalizm cumhuriyete çok yakışacak
Orhan Gökdemir
"Osmanlı burjuvası kentlere yerleşmiş göçmen ecnebiler ya da milel-i gayrimüslime diye adlandırılan iktidara uzak katmanlardı. Bu koşullarda iş başa düşüyor, Osmanlı aydını, entelijensiyası siyasete soyunuyor; ülke yönetiyordu." Aydınlar ve köylüler iktidarın dışına itilmişlerdi. İşçi sınıfı henüz ergenlik çağındaydı. Osmanlı aydını köylüye ulaşmanın çarelerini aramaya başladı. Yönetebilmek için bir sınıfa yaslanmaları gerekiyordu. Köylüyle birleşme hayalleri kurdular, köylüye güzelleme yaptılar. Bir yandan köylüye aşk şiirleri yazarken bir yandan milli Türk burjuvazisi yaratmak için çırpınıyorlardı. Halkçılık diyoruz kısaca buna. 1908in temelinde işte o sancılar, o yokluklar, o yoksulluklar vardır.
Ama bütün bu yoksunluklarına rağmen II. Meşrutiyet cumhuriyetin laboratuvarı olmayı başarmıştır. Cumhuriyet bütün cephanesini 1908 deneyiminden ödünç almıştır. Köycülük ve milli burjuvazi sevdası da buna dâhildir. Ama nihayetinde o yoklukta ümmetten bir halk yaratmayı başardılar. Zorlama mı? Evet. Yakup Kadri, Yabanında o zorlamayı anlatmaktadır. Zorluyor muyuz? Evet
Cumhuriyet eninde sonunda bir halk yaratma işidir. İnsanlarımızı tarikatların, cemaatlerin eteklerinden topluyoruz ve halk yapmak üzere üzerlerine laiklik serpiştiriyoruz. Başka formülü yoktur. Ümmetten halk yaratmanın tek yolu onu bütün eski bağlılıklarından kurtarmaktır. Devrim gerekir ve 1908 ilk devrimimizdir. Cumhuriyetin bütün kadroları o güzel devrimin yetiştirdikleridir.
Yalnızca cumhuriyetimiz değil bizim aydınlanmamız da büyük ölçüde II. Meşrutiyetin getirisidir. Bilimi oradan öğrendik, akılcılığı öğretenler onlardır; insanımızı, insanlığımızı 1908e borçluyuz.
Selanik, devrimden sonra yeniden İttihat ve Terakki ismini kullanmaya başlayan cemiyeti bağrına bastı ve yüceltti. Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, herkes meşrutiyeti kutladı. Özellikle Yahudiler ve Dönmeler devrimi gönülden ve kitlesel olarak kutladılar. Selanik Olimpos Meydanının adı Hürriyet Meydanı olarak değiştirildi. İstanbul halkı, tam olarak ne olduğunun farkında olmasa da, hürriyet coşkusunu kısa bir süre içinde alabildiğince kutladı.
Çok güzel. İstanbula Selanik üzerinden gelen bir rüzgâr olsa da ilk devrimimizin enternasyonal bir havası var. İttihat ve Terakki heyeti devrim günlerinde, 1890lı yıllardaki olaylarda ölen Ermenilerin mezarlarını ziyaret ediyor mesela. Üç Horan kilisesinde ise özgürlük ve adalet uğruna ölen Müslümanların anısına bir ayin yapılıyor. Ayinden sonra Müslümanlar ve Ermeniler birlikte coşku içinde Taksime yürüyor. İmamlar, papazlar ve hahamlarla kol kola dolaşıyorlar. Makedonya dağlarındaki Rum, Bulgar ve Mekadon çetelerle, Doğu Anadoludaki Ermeni çeteler kendilerini takiple görevli müfrezelerle öpüşerek düze iniyor. Çünkü devrim olmuş, hürriyet gelmiştir.
Alışkanlıklarımız, geleneklerimiz var; devrim yapınca barışıyoruz. Din, dil, ırk farkı ortadan kalkıyor çünkü. Bir de devrim yapıp barışınca mutlaka kol kola Taksime yürüyoruz. Gezi direnişinin Taksimde başlaması ve Taksimde bitmesi rastlantı sayamayız. Taksimi yok etmeyi, olmazsa bir Bedevi mahallesi haline getirmeye çalışmaları bu tarihin tecrübesine uygundur. AKMyi yıkacaklar, adı devrimi hatırlatmaktadır. Geziye topçu kışlası yapacaklar, çünkü o kışlayı topa tutarak devrimi koruduk. Demek ki Taksimi tutma ve Geziyi koruma görevimiz var.
***
İki şahane kitaptan aktardım. İlki Türkiyede Popülizm adını taşıyor; Zafer Toprak hocamızındır. İkincisinin adı daha uzun: Milliyetçilik ve Emperyalizm Yüzyılında Balkanlar ve Osmanlı Devleti, Sacit Kutlunundur. İki hocamız bu çalışmalarıyla yepyeni bir 1908 devrimi ortaya çıkarmışlardır. Sacit Kutlunun bir de Didar-ı Hürriyeti var, artık bulunamıyor. 1908 devriminin fotoğraf sandığıdır. Bulunmalı ve okunmalıdır.
***
Selanikin dışında pek çok Hürriyet Meydanımız var. Mecidiyeköydeki Abide-i Hürriyet, eskiden 1 Mayıs meydanımızdı, artık meydan değildir. AKP üzerine en büyük adalet sarayını yaptı çünkü. İçinde adalet olmaması ise yapanın fıtratına uygundur. 1908den öğrendik, saraylarda adalet bulamazsınız. Meydanın kıyısında abidemiz var; adaletsiz sarayları yıkanları onurlandırmaktadır. İlk anayasamızın yapıcısı, meşrutiyetin fikir babası Mithat Paşanın başsız gövdesi orada. 31 Mart gerici kalkışmasını bastırırken can veren kahramanlarımız orada yatıyor. Korumaları ile birlikte yatan Mahmut Şevket Paşayı bir yana bırakıyorum, Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi ve Eyüp Sabri orada. Hülyalı Enver Paşa, Talat Bey, Komitacı Mithat Şükrü, silahşor Mülazım Atıf da orada, yan yana uzanıyor.
Fakat hürriyet meydanını yok edenler, abideyi de özelleştirdiler, halka kapattılar. Sözümüz var, abidemizi özgürleştireceğiz. Ülkemizin tarihi kimsenin özel mülkü, malı, dinlenme tesisi değildir.
***
Cumhuriyeti kuranlar, 1908i yapanların yarım bıraktığı işi tamamladılar, bir halk, bir ulus yarattılar. Ve bir halk yaratmanın hala tek bir yolu var; cemaatleri dağıtacaksınız. Dini devletin ötesine, ibadethanesine göndereceksiniz. Bütün inançlara eşit mesafede duran bir kamu yaşamı oluşturacaksınız.
Üç devrim de bunu yaptı. Büyük Fransız devrimcileri kralın kafasını uçurdular ve kilisenin etkisini kırdılar. Dine göre düzenlenmiş takvimi kaldırıp attılar, yerine devrimi esas alan yeni bir takvim geliştirdiler. Devrim takvimidir; çiçek adları taşır ki çiçek gibidir. Ekim Devrimi de çarın kafasını uçurduktan sonra, kilisenin etkisini kırdı, takvimi değiştirdi ve dini kamu yaşamının dışına itti. Cumhuriyetimizin yaptığı budur. Hepsinin tek bir amacı var; özgür düşünceli yurttaşlar yaratmak, onların cemaatlerin tasallutundan kurtarmak.
Şimdi hemen her yerde ortaçağ artığı inançlar, fikirler yeniden diriltiliyor. Saray kaçkını zombiler dolaşıyor ortalıkta. İmamlar, papazlar, hahamlar dizleri üzerinden doğrulmuş yitirdikleri eski ayrıcalıklarını istiyor. Cemaatler bir ahtapot gibi her yanı sarmış, bir kısmı bebelere dadanmış, bir kısmı cumhuriyete tecavüze yeltenmekte. İddiaları o ki, özgür yurttaşlarımızı yeniden ümmete dönüştürecekler.
***
Abide-i Hürriyettir cumhuriyet, Gezi Parkıdır, Taksim Meydanıdır... Resneli Niyazidir, Eyüp Sabridir, Mustafa Kemaldir
Nazım Hikmettir, Ali İsmail Korkmazdır, Berkin Elvandır
Robespierredir, Dantondur, Lenindir, Stalindir. Bu tarihe değin ne varsa artık bizimdir.
Evet, sosyalizm cumhuriyete çok yakışacak. Hem yakışsa ne yakışmasa ne? Artık başka çaresi var mı?
Sosyalizmin ağırlığının olmadığı dünya, nasıl bir dünyadır?
Ender HELVACIOĞLU
Ekim Devriminin 100. yıldönümünü, bu devrim ile kurulmuş olan Sovyetler Birliğinin ve sonrasında oluşan Sosyalist Blokun yıkıldığı ve sosyalizmin geri çekildiği bir dünyada kutluyoruz.
Bu dünya, nasıl bir dünyadır? Nasıl bir dünya olduğunu belki de en iyi kendi ülkemize ve bölgemize bakarak kavrayabiliriz.
Sosyalizmin geri çekildiği dünya, Türkiye Cumhuriyetinin de tasfiye edildiği dünyadır. Çok doğal, çünkü Türkiye Cumhuriyeti, Ekim Devriminin gerçekleştiği ve Sovyetler Birliğinin kurulduğu bir dünyanın ürünüdür. Göbeğimiz beraber kesilmiş; biri yıkıldı mı diğerinin de ayakta kalması olanaksızdır.
Genel anlamda sosyalist devrimler ile ulusal kurtuluş savaşları arasındaki ittifakın şu iki büyük ihtiyaçtan (aslında iki temel süreçten) kaynaklandığı söylenebilir: a) Emperyalizme direniş ve kurtuluş, b) Modernite ihtiyacı (ezilen dünyanın kendi ortaçağını aşması).
Sözünü ettiğimiz bu ittifak, en berrak biçimde Ekim Devrimi ile Türkiye Kurtuluş Savaşı, Sovyetler Birliği ile genç Türkiye Cumhuriyeti arasındaki ilişkide yaşanmıştı.
Hem emperyalist saldırıya bir kurtuluş savaşı ile göğüs germeye ve bir vatan çıkarmaya çalışan, hem de çürümüş Osmanlı saltanatına son vermeye uğraşan Kemalist hareket, Ekim Devrimi ile iktidarı alan Bolşeviklerin şahsında hayati bir ittifak bulmuştu.
Emperyalist müdahaleler ile kışkırtılan iç savaş ile boğuşan Bolşevikler de Anadoludaki başarılı anti-emperyalist hareket sayesinde sağlam bir cephe gerisi elde etmiş oldular.
Aynı düşmana karşı savaşan iki hareket, birbirlerinin varlığıyla, birer düşmandan kurtuldular, düşman eksilttiler. Sadece düşman eksiltmekle kalmadılar, birer dost da kazandılar. İki taraf açısından da düşman dosta çevrilmiş oldu.
Ekim Devrimi başarılamayıp Çarlık Rusyası veya emperyalist Rusya devam etseydi, Türkiye Kurtuluş Savaşı bir cephede daha savaşmak zorunda kalacak, çok büyük olasılıkla ya başarısız olacak ya da Amerikan mandasına mecbur kalacaktı.
Türkiye Kurtuluş Savaşı baştan boğulsaydı, bu kez Sovyet iktidarı emperyalistler tarafından daha da kıstırılmış olacaktı.
Nesnel olarak bu iki hareket, sadece kendi vatanları ve iktidarları için değil, birbirleri için de savaşmış oldular.
Bolşeviklerin, Mustafa Kemal önderliğindeki Kurtuluş Savaşına belirleyici nitelikte silah yardımı yaptığı bilinir. Sadece Kurtuluş Savaşı sırasında değil, bu savaş başarıyla sonuçlandırılıp Kemalist iktidar genç cumhuriyetin inşasına giriştiğinde de en büyük destek Sovyetlerden gelmişti.
Sosyalizmin küpeşteden atıldığı bir dünyada Modernite de ayakta kalamaz. Çünkü emperyalizm Modernitenin tıkanması demektir ve emperyalizmin at oynattığı bir dünyada ister istemez pre-modern eğilimler gelişecektir.
Kapitalist neo-liberal ideologlar tersini iddia etmişlerdi. Sovyetler Birliğinin çökmesi ve Sosyalist Blokun dağılması ile birlikte dünyada yeni bir özgürlükler çağının başladığını ilan etmişlerdi.
Sosyalizmin geri çekilişiyle birlikte, emperyalizmin, ulusal kurtuluş mücadelelerinin, sınıf mücadelesinin, devrimler çağının ve savaşların bittiği müjdelenmiş, tarihin sonunun geldiği ilan edilmişti. Yeni bir küresel burjuva demokratik devrim yaşanmaktaydı.
Bu neo-liberal ütopya çok çabuk iflas etti. Küresel burjuva demokratik devrim, bizzat emperyalist ideologların da itiraf ettiği gibi, fos çıktı. Dünya çok daha güvenliksiz bir yere dönüşmüştü.
Sosyalizmin ağırlığının azaldığı bir dünyada cumhuriyetler tekrardan saltanata, özgür yurttaşlardan oluşan uluslar tekrardan kullardan oluşan ümmetlere dönme eğilimi taşır. Bu gerileme sürecini en keskin biçimde kendi ülkemizde yaşıyoruz.
Kaldı ki bu sadece bizim gibi ülkeler için değil, en ileri kapitalist toplumlar için de geçerlidir. ABDdeki, Avrupadaki gelişmeleri ibretle izliyoruz. Başlı başına bu gelişmeler, hem kapitalizm/emperyalizm ile özgürleşmenin nasıl çeliştiğini, hem de sosyalizm ile Modernite arasında nasıl vazgeçilmez bir bağ bulunduğunu kanıtlar.
***
Sosyalizmin geri çekildiği dünya, halkların birbirini boğazladığı (boğazlattırıldığı) bir dünyadır. Minyatür bir biçimini Irakta ve Suriyede görebilirsiniz.
Ekim Devrimi ve sosyalizm pratikleri, ezilen dünyadaki uluslaşma sorununa İskender kılıcı yöntemiyle farklı bir çözüm yolu sunmuştu: Halkların eşitliği, birbirlerinin haklarına saygı temelinde kardeşliği ve birliği yoluyla ortak yurt ve ortak uluslaşma.
Sosyalizmin, kapitalizme yönelmeyi reddeden, yerli gericiliği tasfiye etmeyi ve emperyalist müdahalelere ortaklaşa göğüs germeyi öne çıkaran ulusal kurtuluş modeli buydu. Bu modelin ne kadar önemli olduğunu günümüzde daha iyi anlıyoruz.
Bu model sahneden çekildiğinde ne oldu/oluyor? Uluslar özgürleşmek bir yana, mikro milliyetçiliğin ve etnikçiliğin dipsiz kuyularına düşüyorlar. Emperyalizmden değil, birbirlerinden kurtulmanın peşine takılıyorlar. Dolayısıyla emperyalizmin oyuncaklarına, terör örgütlerine, birliğin değil parçalanmanın araçlarına dönüşüyorlar.
Emperyalizmden kurtarılmış toprak parçası olarak oluşan vatan, emperyalizmin kopardığı toprak parçası olarak dayatılıyor. Bu sözde vatanlar, sömürgecilik dönemine benzer biçimde, cetvelle çizilmiş emperyalist üslere dönüşüyor.
***
İnsanlık bu çapta bir gerilemeyi kaldıramaz. 100 yıl önce Ekim Devrimini ve anti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadelelerini yaratan temel süreçler kendisini ister istemez yeniden dayatacaktır.
Ekim Devriminin 100. yıldönümünü, bu büyük insanlık atılımının geleceğe uzanışın ilk adımı olduğunu vurgulayarak kutluyoruz.
Ekim Devrimi geleceğin devrimidir.
Hani Türkiye özelinde cumhuriyet devriminin tamamlanması deniyor ya, dünya çapındaki süreçlere baktığımızda Ekim Devriminin tamamlanması perspektifinin zorunlu olduğunu görüyoruz.
Cumhuriyet devrimlerinin tamamlanması, ancak sosyalist devrimlerin tamamlanması sürecinde anlam kazanabilirler. Ezilen ulusların kurtuluşları da
Sosyalizm cumhuriyete çok yakışacak.
TKP'den İzmir'de büyük buluşma: Sosyalizm Cumhuriyet'e çok yakışacak
Türkiye Komünist Partisi, Cumhuriyet'in 94'üncü, Ekim Devrimi'nin 100'üncü yıl dönümü dolayısıyla İzmir'de büyük bir buluşma gerçekleştirildi.
Evet, kesinlikle çok yakışacak-Tolga Binbay
Bazı şeyler ancak yitirilince, kaybedilince kıymetli oluyor. Bazı şeylerin değeri ancak kaybedilince anlaşılıyor.
Laiklik mesela. Ne çok uğraşıldı öneminin anlaşılması için. Ve ne de çok tiye alındı bu uğraş. Tamam, bir garabet vardı bu ülkenin laikliğinde ama sorun laikliğin çok olmasında ya da aşırı uygulanmasında değildi ki. Başka bir yerdeydi: Ülkenin işleyişinde, o işleyişin hamurunda, dokusundaydı sorun.
Bakmayın siz, şimdilerde yana yıkıla sekülerizm tartışmaları yapanlara. Derinlikli analizler yaparken onlar, Türkiye çoktan birkaç boy laiksizleşti.
Aynısı cumhuriyet için de geçerli. Cumhuriyet fikrini savunmanın bile Ne yani, Mustafa Suphileri boğduran Cumhuriyete mi sahip çıkıyorsun? algoritmasıyla karşılandığı bir iklimde yol alınmaya çalışıldı. Sınıf ve cumhuriyet birlikteliğinin teori öyle gerektiriyor ezberi olduğu sanıldı. Her sınıfın kişileri, karakteri, yolları, semtleri nasıl farklı oluyorsa her sınıfın cumhuriyeti de birbirinden farklıdır. Madun arkeolojisini çok sevenler nedense Cumhuriyette madunları göremediler. Madunların cumhuriyetini ise hiç beğenmediler ve hiç de sevemediler.
Cumhuriyetin kazanımları söz konusu olunca ilkokul müsamerelerinden ötesini hatırlayamayanlar şimdilerde fraklı karelerde medeniyet arıyorlar. Ölçüsüzlük ise tabii ki baki kalıyor: Bir zamanlar vasatlığı teşhir ediyorlardı, şimdilerde ise vasatlığı örtüyorlar.
Ya Ekim Devrimi? Ekimin ve Ekimlerin ne kadar müşkülpesendi varsa şu aralar hepsi kalem oynatma telaşı içinde. Yeri geldiğinde diktatörlük keşfettikleri Leninde şimdilerde felsefi incelikler keşfediyorlar. İnsanın sorası geliyor: Yirmi yıl önce neredeydiniz? Kırk yılı, altmış yılı sormayı ise çoktan bıraktık. Ve Troçkinin ne suçu var? Yirmi yıl önce çok şey keşfettikleri Troçkiyi bu günlerde hatırlayan pek çıkmıyor. Tuhaf değil mi?
En keskin Ekim düşmanlarının, en keskin cumhuriyet beğenmezcilerinin şimdilerde yoksunluk yaşıyor olmaları tuhaf değil mi?
Ama bilin ki bizi aynı yere götürmek için ellerinden geleni yine yapıyorlar. Nereye? Düzenin bekası ve selametine. Bu topraklarda cumhuriyet alerjisi bugünün Türkiyesine çıkmaktadır, başka bir yere değil. Düzen açısından isteyen hala bugünün Türkiyesini 1923e tercih edebilir. Ama düzen ceberut devletten ibaret değil. Düzen denince aklına devletten başka bir şey gelmeyenlere küçük bir hatırlatma gerekiyor. Kapitalizmde devlet çok şeydir ama her şey değildir. Düzenin çeşitli görünümleri var ve o geniş bir yelpaze içinde çeşitli kılıklarıyla düzenin solu da var. 1917de de öyleydi. Halen de öyle. Solda da beka ve selameti sağmaya çalışanlar hiç eksik olmadı.
Tarihi sevmediler, ilerlemeyi sevmediler, cumhuriyeti sevmediler ama mesela özelleştirmeleri sevdiler, cemaatleri sevdiler, Avrupa Birliğini sevdiler. Moskovayı soğuk buldular, Ankarayı ise çorak.
Ama şimdilerde yapacak bir şey yok. Bir asır sonra az çok aynı yere vardığımızı bugünlerde hemen herkes hissediyor. Cumhuriyeti beğenmeyenler sekülerizm candır diyor. Ekimde darbeyi görenler Sovyetler sonrası dünyanın hallerini açıklamakta zorlanıyor.
Tarihi hor mu kullanmışlar? Çok da dert değil; kimsenin hatırlamayacağını sanıyorlar.
Ama yanılıyorlar. 100 yıl önce olduğu gibi.
Öte yandan Cumhuriyete, Ekime, tarihe hoyrat davranan, geçmişi hor kullanan bir tek onlar mı? Bana sorarsanız değil. Şimdi Yaşasın Cumhuriyet diye hüzünle öfkelenenler, Cumhuriyetin nasıl yaşayacağına dair epey hoyrat davrandılar. Stratejik ortaklık olunca Cumhuriyet olmayacağını görmek istemediler. Evet, kardeşlik zor ama kardeş olmak için çabalamayınca Cumhuriyet olmayacağını görmek istemediler. Piyasa ile gericilik arasındaki bağı bir türlü görmek istemediler.
Piyasadan vazgeçemediler. Hem özel olsun hem de güzel olsun, dediler. Ama olmuyor işte. Geriye boz bir toplum, aklına kastedilen çocuklar, beton şehirler ve talan edilen kırlar kaldı. Karar vermek gerekiyor: Cumhuriyet olacaksa özel sektör olmayacak. Bu kadar keskin.
Tersinden de okunabilir: Piyasa ile, özel sektör ile, paranın saltanatı ile Türkiye ancak bugünkü Türkiye olabilirdi. Ve de oldu. Kapitalizmde başka bir kalıbı yok bu ülkenin.
Velhasıl, Cumhuriyet kutlu olsun ve yaşasın yaşamasına ama yine de bahanesiyle bir sormak gerekiyor derim kendimize: Yaşayacaksa cumhuriyet Bizlere, size, hepimize yeni bir cumhuriyet, yeni bir Ekim gerekmiyor mu?
Ha, nasıl yaşatılacağını mı bilmiyoruz?
Bakın, al ve kızıl nasıl da yakışıyor birbirine.
Not: Dün akşam İzmirde Ekim için, Cumhuriyet için etkileyici bir kutlama vardı. Emeği geçenlerin, Fuar Açıkhava Tiyatrosunu dolduranların emeğine, aklına ve yüreğine sağlık. Nice yıllara ve evet, kesinlikle çok yakışacak.
Sosyalizm mümkün mü?
İlker Belek
Son beş ayda Karayipler 7 büyük kasırga yaşadı. Irma ve Maria nedeniyle Barbuda ve Dominik Cumhuriyetinde konutların %90ı kullanılamaz hale geldi. BM genel sekreteri bu gelişmelerin kesinlikle sera gazlarının yarattığı ısınmayla ilişkili olduğunu belirtiyor.
İklim felaketlerini önleyebilmek için, 2100 yılına kadar olan dönem boyunca küresel ısınmanın sanayi öncesi döneme göre 2 derecenin üzerine çıkmaması gerekiyor.
Küresel ısınma 2 dereceyi bulursa deniz seviyesinin birkaç metre yükseleceği, kıyıların sular altında kalacağı, var olan canlı türlerinin %30 kadarının yok olacağı tahmin ediliyor. Isınma 3 derece olduğunda Amazon ormanları yok olacak, su seviyesindeki yükselme 25 metreyi bulacak. 6 derecelik bir ısınma ise dünyanın yarısını insanların yaşayamayacağı bir duruma sokacak.
Küresel ısınma sera gazlarıyla ilişkili. Bu nedenle 2100 yılına kadar karbondioksit salımının her yıl %3 azaltılması şart. Gerçekteyse 2000den 2014e kadar bu oran her yıl %2.4 arttı.
Bütün bu nedenlerle Nisan 2016da 191 ülke Paris Anlaşmasını imzaladı. Amaç sanayide ve fosil yakıtların kullanımında gaz salımını azaltacak gerekli düzenlemeleri yapmak.
Ancak geçtiğimiz Haziran ayında Trump Amerikan tekellerinin çıkarları adına ABDnin bu sözleşmeden çıktığını açıkladı.
Öte yandan işler Trump öncesinde de zaten kötü gidiyordu. Pek çok uzman bundan sonra ne tür önlem alınırsa alınsın 2 derece sınırının aşılmasının neredeyse kesin olduğunu ve 3 derecelik ısı artışının güçlü biçimde ihtimal dahiline girdiğini belirtiyordu.
Bütün bunlardan şunun için söz ediyorum: Tekellerin yaşamımızı felakete doğru sürüklediği ve bu konudaki sınırlamaları da kesinlikle kabul etmek istemediği bir dönemdeyiz. Örneğin ABDnin ucuz fabrikası haline dönüştürülmüş bulunan Çinde kış aylarında sokağa maskesiz çıkmak mümkün değil. Artık ne işe yarıyorsa.
Çevre felaketinin aşacağı eşikler bakımından önümüzdeki 20-30 yıl belirleyici gibi görünüyor. Hep birlikte elimizi çabuk tutmalıyız. Dünyaya bir an önce sosyalizm gerekiyor.
Yani planlı, insanlığın ve dünyamızın ortak gereksinimlerini dikkate alan, tüketim kalıplarının ve çalışma düzeninin baştan belirlendiği yeni bir rejim.
Dünya sosyalizme mecbur. Aksi çok trajik bir yok oluş hikayesine açılabilir.
Öncelikle bu gerçekliği görmek ve kabul etmek zorundayız. Sosyalizm mümkün mü? sorusu anlamsız kaçıyor. Mümkün mü? ne demek, bir zorunlulukla karşı karşıyayız.
Daha az tüketmeli, akılcı yaşamalı, eşitlikçi paylaşmalı, zorunlu çalışma süresini kısaltmalı, herkese çalışma, kendini gerçekleştirme olanağı vermeli, hayatımızı çok yönlüleştirmeli ve süratle fosil yakıtlar dışındaki enerji kaynaklarına yönelmeliyiz.
Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı ve her birisinin varoluşu bir diğerini gerektiren ve hepsi birden de sosyalizm bağlamı içinde hayat bulabilecek düzenlemeler.
Sosyalizm mümkün mü? sorusu genellikle sosyalizm doğru ve güzel ama başarılabilir değil? imasıyla sorulur. Egemenler çok güçlüdür, ordu, polis ellerindedir, para babaları ideolojik aygıtlarıyla kitlelerin kafasını karıştırmak konusunda maharetlidir ve insanlar mücadele etmekten kaçınan konformist, korkak, bencil bir yapıya sahiptirler, vb
Bu iddiaların tümünde bugün için doğruluk payının bulunduğu kesin.
Ama tarihte yaşanan olaylardan da biliyoruz ki insan özellikle kriz anlarında herkesi şaşırtacak işlere imza atmak bakımından çok yaratıcı ve çalışkandır. Böyle olmasaydı Afrika steplerindeki asalak-toplayıcı ekonomiden bugünlere ulaşmak mümkün olabilir miydi?
Sosyalizmin imkansızlığını insana dair kısıtlar üzerinden gerekçelendirmeye çalışanların hatası tarihselliği gözden kaçırmaları ve dar bir zaman dilimine sıkışarak düşünmeleridir.
Dünya ekolojik bir hesaplaşmaya doğru gidiyor. Ama esas önemlisi kar oranlarındaki düşme emperyalist sistem içerisinde çatlaklar oluşturmuş durumda ve bu iktisadi sorun kapitalist devletler arasındaki ve içindeki her tür gerilimi de artırıyor. İktisadi krizlerin ve siyasi çatışma ve savaşların iç içe geçtiği çalkantılı bir dönemin içindeyiz.
Bir de bu bakımdan sosyalizme mecburuz. İnisiyatifin tekellerde kalmasına izin verdiğimiz sürece, belli ki hepimizin hayatını daha beter duruma getirecekler.
İşte bu tarif ettiğimiz manzara aynı zamanda sosyalizmi mümkün hale getiren faktördür. İşler kötüye gitsin istemeyiz elbette. Ancak işlerin kötüye gitmesi durumunda büyük sosyal ve siyasal belirsizliklerin ortaya çıkacağını, yönetenlerin yönetemez hale geleceklerini, yönetilenlerin artık eskisi gibi yönetilmek istemeyeceklerini de biliriz.
Benim iddiam şudur: Yönetme krizi ile farklı bir yönetim sistemi talebinin ekolojik çöküşle el ele geliştiği bir süreç her türlü seçeneğin gerçeklik kazanma ihtimali dahiline gireceği bir zaman-mekan bütünlüğü demektir.
O karmaşada kurtuluş sosyalizmdir.
Dolayısıyla soru sosyalizmin mümkün olup olmadığı değil, o ihtimali gerçekliğe dönüştürme azmi gösterecek aktörlerin olup olmadığıdır.
Sosyalizm mümkün, ama gezegenin ve insanlığın tam bir enkaz haline dönme ihtimali de var. Önemli olan bizim ne istediğimiz ve istediğimiz şey için mücadele edip, etmeyeceğimiz.