Zarrab davası ve Kılıçdaroğlu belgeleri
Kemal Okuyan
Erdoğan, parayı elinde tutanların kendileri için daha uygun bir Türkiye yaratmak için önünü açtıkları bir isimdi; hatta evet Erdoğan bir projeydi.
Parayı elinde tutanlar, yerli ve yabancı tekeller ya da daha doğru bir ifadeyle uluslararası tekeller, Erdoğanın arkasına ellerindeki bütün kuvveti yığdılar. Bir bölümü asli unsur haline gelirken, bir bölümü de uyumlu unsurlar olarak bu uğursuz projeye katkı koydu. Solcuyum diye ortada dolanan liberalleri de, bu güruhtan kopmayarak suça ortak olanları da burada sayın.
Erdoğan ve arkasındaki kuvvet misyonunu yerine getirdi. Yıllar boyunca örselenmiş; piyasacılığın ve NATOculuğun ve de antikomünizmin kirlettiği Türkiye Cumhuriyetinde 1923ten geriye kalan ne varsa, hepsinden kurtuldular; parayı elde tutanları rahatlattılar.
Ancak Türkiyede ya da dünyada sermaye sınıfının ne yapsa çözemeyeceği büyük bir sorun var: Bugünkü düzenin, yani kapitalizmin bir geleceği yok. Erdoğanın projesi, yıkarken başarılıydı ama yerine ne konacak?
Erdoğanın kendince bir çözümü vardı: Osmanlıyı 21. yüzyılda diriltmek!
Halk buna geçit vermedi, Suriyeliler buna geçit vermedi, dahası emperyalist sistemin içindeki dengeler buna izin vermedi.
Ne ki Erdoğan, parayı, zenginlikleri elinde tutan sınıf adına bir yıkımı gerçekleştirirken Yeni-Osmanlıcılıktan yararlanmıştı. Dış politikada sınırların yeniden belirlenmesi daha doğrusu belirsizleşmesi, ümmetçilik, serbest bölgeler, özel ordular, kabileleşme
İç politikada kuralsızlık ve dinselleşme
Ekonomide giderek daralan bir ekibin ya da Erdoğan ailesinin denetlediği ve her durumda emekçi halkın ezildiği bir yağma düzeni
Padişahım çok yaşa!
İşler iyiyken böyleydi ama bu fantezi duvara tosladığında proje adına aşırı güçlendirilen baş aktörü denetlemek, mütevazı bir role ikna etmek gerekecekti. Ancak ne içeride-dışarıda yaratılan onca kir ne de ailede biriken ve kutulara sığmayıp bütün dünyaya yayılan milyarlarca dolar denetime tâbi olabilirdi.
Bir de üstüne ABD-Rusya-Çin-Almanya denklemindeki karmaşa eklenince Erdoğanı kontrol etmekten ona diz çökertmeye ve bu becerilemiyorsa ondan kurtulmaya dönük bir stratejiye geçildi.
Projede ABDnin ağırlığı vardı, bugünkü stratejide de ağırlık Vaşingtonda. Ama sadece ağırlık
Meseleyi ısrarla Amerikan emperyalizmine daraltmak isteyenler, o çıkar şebekesinin başka büyük aktörlerini örtmek isteyenlerdir.Emperyalizm çok katmanlı bir sistemdir; iç çelişkileri onun aynı zamanda bir bütünlüğü olduğu gerçeğini değiştirmez. Dahası, emperyalist sistemde iç çelişkiler ülke sınırlarını gösteren siyasi haritalara bakarak anlaşılmaz. Sadece bir örnek: Bugün ABD ile bilek güreşine giren Putin Rusyasında çıkarları Amerikan tekellerinkine daha yakın büyük sermaye grupları vardır.
Bir eğilim olarak, dünya sistemi bu Erdoğanla yapamaz.Uyumlu aktöre dönüşmek için büyük bir manevra yapmaya kalkarsa (ki bunun yollarını arıyor) Erdoğan, eskisi gibi olamaz.
Zarrab davasının geldiği nokta ve dün Kılıçdaroğlunun açıkladığı ve açıklamadığı belgeler, Erdoğanın bu manevrayı yapmakta zaten geciktiğini gösteriyor.
Kimsenin kuşkusu olmasın, dava ve belgeler aynı operasyonun parçasıdır. Erdoğana, pazarlık amacıyla da olsa, emperyalist dünya içindeki dengelerle bu kadar oynama iznini vermezler.
Hâlâ FETÖ kavramı etrafında bir tartışma sürüyor. Bugün yine yüzlerce asker hakkında yakalama kararı çıktı. Ne demiştik? Ortada dar anlamıyla bir örgüt yok. Daha açık söyleyeyim, Fethullah Gülen zamanında Erdoğanın arkasında konumlandırılan büyük kuvvetin birleştirici unsurudur ve Rasim Ozan Kütahyalı o olmasa yeni Türkiyeyi yaratamazdık derken mutlak olarak haklıdır. Burada bizim anladığımız anlamda bir örgüt yok; imamlar, ablalar filan bunlar işin elbette önemsiz olmayan teknik yanları. Eğer bu kavramda ısrar edilecekse, o zaman söyleyelim, Erdoğan projesinin arkasına yığılan herkes FETÖcüdür. Ağlak imamın peşinden gidenlerle dalga geçenler oturup bir düşünmelidir.
Şimdi de Erdoğan projesinden geriye kalanı toparlamak için yapılan hamleleri dar anlamıyla FETÖ ile ilişkilendirmek saçma. Türkiyenin patronları, AKPnin ağırlıklı bazı isimleri, Almanya ve ABD ve her zamanki gibi daha sessiz bir biçimde İngiltere Erdoğanın dansına son vermek istiyorlar. Ya bir yere sabitleyecekler ya da ve daha güçlü olasılık müziği kesecekler. Daha önce de yazdık S-400ler Erdoğanı korumak için üretilmedi; Putinin Erdoğana sunacağı kaçış yolunun tamamen açık olduğu büyük bir efsanedir.
2002de bizler AKP iktidara gelirken projeye dikkat çekmiş ve buna karşı mücadeleye çağırmıştık. Bu mücadelenin asla mevcut düzeni ya da önceki iktidarları savunmak anlamına gelmediğini vurgulayarak. Kimileri o zaman AKP asker vesayetini yıksın hele bir havasındaydı. O hava bir uzun hava oldu ve Türkiyede solculuğun tarihine kara leke olarak kaydoldu.
Şimdi de hele bir Erdoğan gitsinciler peydahlandı. Bunların önemli bir bölümü 2002de AKPye yol verelimciydi
Türkiye biraz da bu kafa yüzünden 15 yılını kaybetti.
Parayı elinde tutanlardan, emperyalizmden, tekellerden kopmayan hiçbir strateji meşru değildir. Ortaya konan yolsuzluk belgelerine bu nedenle göz kapatacak değiliz. Dört yıl önce de kapatmadık, bunlar bildiğimiz şeyler. Erdoğan kuşkusuz ve derhal istifa etmelidir; yol arkadaşları da
Ancak aynı anda ve çok güçlü bir biçimde geçmişte AKP projesinin arkasına yığınak yaptıran ve yığınak yapanlarla hesaplaşacak bir iradeyi yaratamazsak vay Türkiyenin haline
Man Adasına yollanan dolarlar ne kadar kirliyse, TÜPRAŞın, TELEKOMun, Sümerbankın, SEKAnın ve diğerlerinin yağmalanmasıyla elde edilen kârlar da o kadar kirlidir. Ve bu kirler birbirine bağlıdır, birbiriyle ilişkilidir. Türkiyede ve dünyada düzen Erdoğan ve çevresinin aşırı zenginleşmesine yıllar boyunca hizmet karşılığı göz yummuştur. Bunu sorgulamadan dekont sallamak riyakarlıktır.
Sonra, Türkiyeyi batı ittifakından koparıyor iddiasıyla yapılan muhalefet Erdoğana madalya takmaktır.
Türkiye cemaatlerle, Gülenle, Erdoğanla, Koçlarla, Sabacılarla, Avrupa Birliği lobicileriyle, NATOcularla bir bütün olarak hesaplaşmadıkça kendi kuyruğunu kovalayan kedinin durumuna düşecektir.
Susmayalım, örgütlenelim, boyun eğmeyelim
Ve hele bir
diye emperyalist projelere destek vermeyelim.
Halkımıza bu yakışır.
Erdoğan'ı kesin olarak yenmek için-Özgür Şen
AKP ve Erdoğan kaybediyor. Ama AKP'yi ve Erdoğan'ı, onun muhalefeti olarak görülen Kılıçdaroğlu ve Akşener'i üreten, paranın hakimiyetine dayalı bu düzen, zenginlerin düzeni kaybetmiyor. Onlar kaybetmeyince, AKP ve Erdoğan'ın kaybetmesine rağmen, birilerinin iddia ettiğinin aksine, biz, Türkiye'nin geniş emekçi kesimleri olarak kazanamıyoruz.
Üstelik, biz kaybettiğimiz, patronlar ve onların düzeni kazandığı için, Erdoğan ve AKP'nin bile kaybetmesine garanti gözüyle bakılamıyor. Kural böyle çünkü. Düzen kendi çocuğuna her an yeniden ihtiyaç duyabiliyor.
Türkiye büyük bir ülke. Türkiye'de şu anda işleyen düzenin de hafife alınabilir yapısı yok. Hangi kriterle bakarsanız bakın, bu ülke, dünya üzerinde önemli bir yerde duruyor. Bu önem nedeniyle gözden çıkarılamayan bir memleketi yönetenler, aynı önem nedeniyle bazen önlerinin açıldığını, bazen de tıkandığını görebiliyorlar.
Bu sebeple geçmişte çokça örneğini gördüğümüz gibi Erdoğan'a hayat öpücüğü verilme ihtimali hiç ortadan kalkmıyor mesela.
Ya da örneğin ABD ve müttefikleri, Sarraf davasıyla, sızdırılan belgelerle, örtük iktisadi yaptırımlarla AKP'nin üzerine gelirken, Ortadoğu'da Türkiye'yle işbirliği yapmak için adım atabiliyorlar.
AKP'nin Suriye politikası gerçek anlamda çökmüşken, bu çöküş yalnızca Erdoğan ve arkadaşlarını değil ABD'yi de gayet olumsuz etkilemişken, ABD ile Türkiye ilişkileri en zorlu dönemine girmişken, hâlâ başka sinyallerin de gözlenebiliyor olmasının tek bir anlamı var; tüm dünya Türkiye kapitalizminin etkisinin bölgeden silinemeyeceğini biliyor. Bunun nedeni son zamanlarda ABD'li yetkililer veya dış basındaki uzmanların dillendirdiği gibi sadece "coğrafya" değil. Coğrafya, başka bir belirleyenin kendisini somutladığı bir ara yüzey sadece. Sebep askeri başarılar veya AKP'nin esnek, oynak ve fırsatçı dış politikası da olamaz. Tam tersine... Bunların başarısız olmasına rağmen, Türkiye bölgesel varlığını sürdürüyorsa bunu temelde sermaye sınıfının gelişkinliğine borçlu.
Bütün bu olgular Türkiye'nin AKP döneminde dışa daha bağımlı bir ülke haline gelmesiyle de çelişmiyor. Hatta gayet uyumlu görünüyor. Hem uluslararası tekeller hem de Türkiye sermayesi bu bağlantıları ve bağımlılık ilişkisini karşılıklı olarak pek güzel kullanıyorlar. Unutulmasın, bağımlılık esas olarak patronlar için değil halk için bir sorun.
Bu ülkenin AKP'lilerin iddia ettiği kadar güçlü bir ekonomisi yok elbette. Üstelik şu anda sıcağı sıcağına gözlendiği gibi krizlere karşı oldukça kırılgan ve kalıcı sorunlara sahip bir yapı bu. Ama Türkiye tek kaynağa bakan basit bir petrol ekonomisi de değil. Tüm dış bağımlılığına karşın bu ülke kendi ölçeğinde mal ve hizmet üreterek, kalabalık denebilecek nüfusunun da etkisiyle dünyanın büyük ekonomilerinden birisi haline gelmiş. Bu büyüklüğün günlük yaşantımızda bize olumlu bir etkisi olmasa da, pastadan asıl payı alanlar bu hacmin hem keyfini sürüyorlar hem de bu hacimden gelen gücü kullanıyorlar.
Türkiye'deki sermaye sınıfı, yani patronlar bu nedenle gelişkin ve güçlü bir sınıf.
Bu gelişkinliğin hem dışarıda hem içeride oldukça önemli sonuçları var. AKP'nin Türkiye'ye dayattığı dönüşümün sınırlarını patronların ve onların düzeninin beklentileri çiziyor mesela. İlk anda tahmin edileceği gibi AKP'yi iyi anlamda sınırlayan bir gelişkinlik değil bu. Patronların laikliği, cumhuriyet değerlerini zerre kadar umursamadığını defalarca gördük. İslami bir tonla yürüyen değişimin sınırları bu sınıf tarafından belirlenen bir modernizmle değil, basbayağı piyasaya ait kurallarca çiziliyor. İktisadi olarak AKP'nin bu düzenin kurallarına karşı koyması elbette imkansız ama Erdoğan ve arkadaşları dünya tarafından standartlaştırılmış bazı uygulamaları da geriye çeviremiyorlar. Borsayı tasfiye etmek düşünülmüyor bile ya da birtakım düzenleyici kurumlar bir şekilde varlığını sürdürüyor veya İslami bir pazar ve bankacılık modeli ancak söylemsel düzeyde karşılık buluyor. Tüm bunlar, sömürü, talan ve yağmanın tüm hızıyla devam etmesiyle birbirini bütünlüyor.
Bu ülkenin efendilerinin huzuru kaçmadıkça, AKP kaybetse dahi biz bir şey kazanmıyoruz. Patronlar kazanmaya devam ediyor ve patronlar kazandıkça Erdoğan bile ihtiyaç duyulduğunda tekrar kazanır hale gelebiliyor.
Gerçek bu... Ama şimdilik...
Şimdilik gerçek bu çünkü sermaye sınıfının gelişkinliği, Türkiye'yi dünya düzeni açısından önemli ve gözden çıkarılamayan bir ülke yapan bu maddi altyapının başka sonuçları da var.
Türkiye bölgenin en geniş gelişkin, kentli, eğitimli emekçi sınıfına sahip ülke. Üstelik patronların zenginliği ve gücü, düzenin yapısal sorunlarını gidermiyor, krizleri kendi başına çözmüyor. Türkiye hâlâ siyasi ve iktisadi açıdan kırılgan bir krizler ülkesi.
Yerli ve yabancı tekellerin üzerine titrediği bu düzen işte bu nedenlerle, şimdilik ne kadar güçlü görünürse görünsün yıkılabilir bir düzen.
Erdoğan ve AKP gerçekten kaybetsin istiyorsak bizim kazanmamız lazım. Bizim kazanmamız içinse düzenin başındaki patronların kaybetmesi...
Madem ki patronlara bu gücü veren düzen, bizim kazanmamız için de bir fırsat sunuyor. Neden denemiyoruz?
Bu panik korkutucu-Ergin Yıldızoğlu
Zarrabın itirafları, CHPnin açıkladığı belgeleri karşısında siyasal İslamın seçkinleri gündemi belirleme gücünü kaybedince paniğe kapıldılar.
Şizofreni ve şiddet
Biri ABD ile savaşırız. Yokum diyen şimdiden gitsin diyor, bir başkası acımasız direniş hattı kurmaktan söz ediyor; Türkiyeye yönelik yeni operasyon dışarda ABD, içerde CHP üzerinden yürüyor suçlamasıyla CHPyi, vatan haini ilan etmeye çalışıyor. Akıl gittikçe istikrarını kaybediyor: Yüzlerce kez yanıldım... sonra kalk önemli mevkidekiler yanıldım diyemez, ya da, Zarrab... Önce vatansever, sonra iftira yalan komplo... Şimdi devlet sırrını açıkladı, hain...
Realiteyle bağları çoktan kopmuş bir yazara göre, Türkiyenin varlık nedeni İslami yörüngenin öncü gücü olmasıdır. Bu sırada, Suudiler, Körfez ülkeleri, Ürdün, İsrail ile yakınlaşıyor. Mısır yönetimi AKP yönetimini, darbe komplosuyla suçluyor. İran ise kendi planlarıyla meşgul. İslami yörünge filan yok, kimsenin de bu öncü güçten haberi yok. Yazarsa, sayıklamaya devam ediyor: İslamın önünü açmaya odaklanırsak kimse diz çöktüremez bize.
Bu ruhsal durum, şizofreniye çok benziyor. Şizofreni realiteyle bağların kopmasına, anormal davranışlara yol açan bir akıl hastalığıdır; yanlış inançlar, kafa karışıklığı, başkalarının duymadığı sesler duymak, başkalarının görmediği şeyler görmek, paranoya gibi belirtileri vardır. Kimi zaman da realite ile hastanın kafasındaki düşünceler arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan, intihara, öldürmeye kadar varabilen bir şiddet eğilimi ortaya çıkabilir. Tamamen içine kapanmadıysa, şizofren hasta, arada sırada, geçici bir süre için realiteye dönebilir.
Bugün ülkeyi yöneten İslamcı seçkinler (entelijansiya) hem, realiteye dönemiyorlar, kendi kafalarındaki kurguların (fantezilerin) içinde yaşıyorlar, hem de bir şiddet dili gittikçe güçleniyor.
Bu sırada realite
Zarrabın ifadelerine, ifadelerde Cumhurbaşkanı Erdoğanın adının de geçmeye başlamasına bakan yorumcuların kullandıkları ifadeler utanç, kaygı verici boyutlara ulaştı. ABDde, iki partiden uzmanlardan oluşan Bipartisan Policy Centre, Erdoğan Türkiyesinde İktidar ve Yolsuzluklar başlıklı bir rapor yayımladı. The Atlanticde, Recep Tayyip Erdoğanın inatçı paranoyası başlıklı kapsamlı bir araştırma yazısı var.
ABDnin, dış politikada en etkili düşünce kuruluşu, Council on Foreign Relationsın dergisi Foregn Affairesde, Deniz Harp Okulu lisans üstü bölümünden Prof. Gingerasın yazısı, Türkiye bir MAFİA devletine mi dönüşüyor diye soruyor. Yazıda, son 10 yılda, Türkiyede örgütlü suçlardaki artışa, para aklamaya, IŞİD topraklarıyla Türkiye arasında petrol kaçakçılığı ve diğer yasadışı işlere, Türkiye sınırını kullanan yabancı savaşçılara, Türkiye yönetiminin bu alanlardaki tutumuna değiniliyor. Hükümetin, güvenlik kurumlarına kendi taraftarlarını doldurabilmek için ülkenin eğitim standartlarını düşürdüğü ileri sürülüyor...
Washingon Post ve New York Times, Zarrab davasına Erdoğanın da ismi karıştı derken, NewsWeek, kapsamlı bir araştırma yazısında, Flynnin itiraflarıyla Erdoğan yönetimini birbirine bağlamaya başlıyor. AKP liderliği realiteden kopmuş, ABD bizi yargılayamaz diyor... Atı alan Üsküdarı geçti bile...
Yaklaşık 10 yıldır hep birlikte gözlemlediğimiz gibi, AKPde temsil edilen siyasal İslamın devlet, toplum yönetme anlayışı ile kapitalist ekonominin uzun dönemli gereksinimleri ve kapitalist devletin parlamenter biçiminin özellikleri arasındaki uçurum gittikçe derinleşiyor. Seçimleri ilahi irade ile karıştırıyorlar: Kazanan her şeyi yapar anlayışıyla seçim kazanmak için, en temel seçim kurallarını yok sayıyorlar. Hükümeti eleştiren, hele düşürmek isteyen, akçeli işlere karışan yöneticileri ifşa eden herkesi, darbeci, terörist, ya da ajan/hain ilan ediyorlar. İktidarda kalmak için her türlü şiddete başvurmaya kararlı bir anlayış bu!
Bu YSK ile, OHAL altında seçimlere Hayır demek, caydırıcı olabilmek için de solda geniş bir direniş cephesi yaratmak gerekiyor!
Rıza itiraf ediyor, Kılıçdaroğlu belge sallıyor, halk ne yapacak?
İlker Belek
AKPyi ABD atadı.
Erdoğan hiçbir resmi sıfatı olmadığı halde Beyaz Sarayda kabul edilme şerefine erişmişti. Daha belediye başkanlığı döneminde Türkiyeden ABDye istihbarat geçiliyordu. Geleceğinin parlak, taban desteğinin büyük olduğu vurgulanıyordu. Erbakan fazla antibatıcıydı ve piyasayla uyum gösterecek bir İslamcı partiye acilen ihtiyaç vardı.
Göreve getiren ABD şimdi götürmeye çalışıyor.
Nedeni AKPnin işini tamamlamış olmasıdır. Görev Mustafa Kemal cumhuriyetini yıkmak, Suriyeyi parçalamaktı. Ne kadar başarılı oldu ayrı konu. Ama yeni konjonktür epey zamandır yeni bir atamanın yapılmasını gerekli kılıyor. Türkiye değişti, Suriye değişti, AKP kendisine görev verildiği andan beri ABD açısından çok değişti.
Rızanın mahkemedeki her cümlesinden sonra kanıt olarak sunduğu tapeleri, Kılıçdaroğlunun salladığı belgeleri kendi çabalarıyla elde ettiklerini, geriye gidelim, 17-25 Aralık kayıtlarının durduk yere ortalığa saçıldığını düşünmüyoruz herhalde.
ABD gibi emperyalist bir odak, gücünden eskisine göre çok şey yitirmiş ve pek çok konuda Rusyaya karizmayı çizdirmiş olsa bile Türkiyeden vazgeçmez, vazgeçemez. AKPnin başına buyruk davranışlarını, Rusya ile flörtünü, Suriyede YPGye atıp tutmasını görmezden gelemez. Çok basit: Çünkü Türkiye NATOnun doğu karargahı ve Rusya ile komşu eyaletidir. NATOnun güvenliği için Türkiyenin sağlama alınması zorunludur.
NATO ise şekil ve işlev değiştirse de, emperyalizmin vazgeçemeyeceği örgüttür.
Ha şu olur: ABD müdahale eder, başaramaz ve sonuçta Türkiyenin AKP eliyle başkalarına teslim edilmesini engelleyemez. Tamam böyle olabilir. Ama ABD o noktaya kadar elinden geleni ardına koymaz. Zamanında atamayı yapanın, verdiğim görevi layıkıyla yerine getiriyor mu, haberim dışında başkalarıyla iş pişiriyor mu diye gereken dinlemeleri, izlemeleri yapması da işin tabiatı gereğidir.
Rıza olayı budur. Kılıçdaroğlunun bu kapsamlı harekatın asli unsurlarından birisi olarak eş zamanlı biçimde devreye girmiş olması da bununla ilişkilidir.
Bu söylediklerimizin aslında en net kanıtı da CHPnin belgeleri açıklarken ABDnin, AKPnin sebebiyet verdiği, içinde yer aldığı bütün bu kirli işlerdeki sorumluluğuna dair tek kelime etmeyişidir.
Tek kelime etmiyorlar çünkü dünyalarını piyasacılık ve Amerikancılık şekillendiriyor. ABDden habersiz, Ona rağmen herhangi bir şey yapmak gibi bir planları bulunmuyor.
Hep söyleye geldiğimiz gibi antiemperyalizmin ve bağımsızlığın gerek koşulu antikapitalizmdir. Antikapitalist olmayanın antiemperyalist ve bağımsızlıktan yana olması mümkün değildir. CHP yalnızca bu sıradan gerçeğin tezahür etmiş hallerinden birisidir. Piyasacı bir parti olarak dünya emperyalist sistemi içinde var olmanın emperyalizme biat etmeye bağlı olduğunu çok iyi bilir. CHP açısından ABD batılılaşmanın en ileri noktasıdır.
CHP karakteri gereği ABD konusunda sessizdir ve kendisine iş olarak eline iliştirilmiş belgelerle son kullanım tarihi dolmuş AKPye yüklenmeyi seçmiştir. 2013 Haziran halk ayaklanmasından özenle uzak durmayı tercih etmiş olan CHP, Türkiyede laiklik tehdit altında değildir diyen CHP, imam okullarını biz açtık diye övünen CHP, AKP ile AKPlileşerek mücadele etmeye çalışan CHP.
İlk yapmamız gereken şey bu kapsamlı planın farkında olmak.
AKPnin indirilmesinin, Erdoğanın başkanlığının engellenmesinin dikkate değer bir değişim yaratamayacağını görebilmek.
İş, sağlık, eğitim, emeklilik, laiklik, bağımsızlık, eşitlik, ekonomik kalkınma istemiyor muyuz? Hangi düzen partisi verecek bunları bize? Hangi düzen partisi patron sömürüsüne engel olabilecek? Kamulaştırmadan, ABD üslerinin kapatılmasından hiç söz etmeyenler mi? Olmaz.
İhtiyaç ve taleplerimiz doğrudan sosyalizmi tanımlıyor. O halde istediklerimizin ABDnin yeni memurunun elinde heba olmasına izin vermememiz gerekiyor.
Yani ilk yapılacak iş ikircimsiz biçimde düzenin değişmesi gerektiği noktasına odaklanmak. Gerisini ancak bundan sonra konuşabileceğiz.
Hele bir AKP gitsin sonra bakarız demek ise tam ABDnin istediği şey. Çünkü yönetenin değil düzenin değişmesi gerekiyor ve AKPnin gitmesini öne aldığımızda aslında düzen içi bir aktörün iktidarı için onay vermiş oluyoruz.
Yine zaman kaybıyla geçecek kim bilir kaç yıl.
Oysa şimdi sosyalizmin tam zamanı.