ABD ve İsrail gölgesi altında Kürt sorunu
Neşe Deniz Babacan
Ortadoğudaki son gelişmelerin Kürt sorunu ya da Kürt siyasi hareketlerinin hem geçmiş, hem de gelecek durumu ile yakından ilgisi olduğu açık olarak görülüyor. Beraberinde ise güncel olarak Kürt siyasi hareketlerinin Irak ve Suriyede ABD ile işbirliği sayesinde ayakta durduğunu ifade etmek gerekli. Üzerine bir de İsrail gündemi eklendiğinde sürecin çözümlenmesi daha da açık hale gelecektir.
Emperyalizmin Ortadoğudaki güncel pozisyonu ve Kürtler
Emperyalizmin ve özelde ABDnin Ortadoğudaki pozisyonunu güncel olarak mercek altına aldığımızda öne çıkan başlıklar arasında Kürt siyasi hareketinin neredeyse bütün kanatlarıyla emperyalizm ile işbirliği içerisine girdiğini görmekteyiz.
Bölgede tarihsel olarak Amerikancılığın temsilcisi olan Barzaninin referandum ile geldiği nokta emperyalizm ile ters düşüyormuş görünümü verse de tersinden Amerikancı çizgiye daha fazla gelen bir yaklaşım mevcuttur. Barzani yönetimi Irakta doğrudan Amerikan çıkarları çerçevesinde pozisyon alan bir yönelime sahiptir. Referandum bu durumu değiştirmemiş, tersine güçlendirmiştir.
ABD tarafından referandumun zamansız olduğunun deklare edilmesi bir gerçeklik olmakla birlikte bir ucu İranın geriletilmesinde, diğer ucu İsrailin güvenliğinin sağlanmasında olan emperyalist politikalar referandum zemininde kendini yeniden üretme fırsatı bulmuştur. Açık ki, Irakın birlik bütünlüğünün sağlanması denilen şey, örneğin ABDdeki Trump yönetimi tarafından bile güçlü bir ulus devlet ideali açısından değil, en fazla gelecekteki parçalanma ve paylaşımın zemini olarak hizmet edebildiği oranda değer taşımaktadır. ABDnin Irak Başbakanı Haydar İbadi üzerinden Iraktaki Şiileri kontrol altına alma çabası, referandum şokunu atlatan Barzani iktidarının bölgede geri dönüş sinyalleri vermesi ve Irak petrollerinin üzerindeki emperyalist hegemeonyanın yeniden tesis edilmeye başlanması bunun içinde yer alan bazı güncel örnekler olarak verilebilir.
Dolayısıyla tüm dünya karşı dururken,Kürdistan referandumuna nedense İsrail destek vermiş, referandum mitinglerinde İsrail bayrakları taşınmış, referanduma destek versin vermesin Kürt siyasi hareketinin hiçbir kanadı tarafından İsrailin bu pozisyonu sorgulanmamıştır. Tarihte olduğu gibi bu örnekte de milliyetçilik her şeyin önüne geçmiş ve işbirlikçiliğin önü açılmıştır. Kürt devletleşmesi dediğimiz sürecin kritik evrelerinden birinde, ABD karşı duruyor gibi görünüp İsrail aracılığı ile referanduma rengini çalmayı başarmıştır.
Bu olayların öncesinde ABDnin Ortadoğudaki yeni işbirliği hamlesi ise Kürt siyasi hareketinin PKK tarafından temsil edilen bölümünün Suriyedeki örgütlenmesi olan PYD ve onun ordusu YPGnin silahlandırılması ile birlikte geldi. Artık herkesin mulumu olan bu işbirliğinin oluşmasının dinamiklerinden daha çok gelinen noktadaki durumu ele almak bu yazıdaki amaçlarımızdan bir tanesini oluşturuyor.
Suriyede Amerikan bayrağı altında Kürtler
Yukarıda zemin olarak tarif etmeye çalıştığımız düzlemi geçtiğimiz hafta başlayan Kudüs gündemi ile birlikte yeniden değerlendirmeye tabi tutarken, meselenin bölgedeki güçler arasındaki gerilimler ve uzlaşmalar çerçevesinden pek dışarı çıkmadığını öncelikle vurgulamak gerekiyor.
2003 Irak işgali ile bölgeye yerleşen ancak büyük bir meşruiyet yakalamayan ABD emperyalizminin Suriyeye dönük cihatçı terörizm ve siyasal İslam üzerinden yaptığı müdahalelerin Suriye direnişine çarptığı, bugün açık bir gerçek olarak ortaya çıkmıştır.
Gücü sayesinde çok yönlü ve çok boyutlu bir siyasal hat kurabilen ABD bu duvara çarpışın hemen öncesinde Kürt siyasetleri ile yaptığı işbirliğini kazanım hanesine yazmakta ve öncelikle buradan çıkış aramaktadır. 2015 yılında Rusyanın askeri ve siyasi desteğini açıktan alan Suriye yönetimi ülkenin önemli bölgelerinde iktidarını sağlamış olsa da, Kuzey Suriyede, Rakkada, Deyrezzorun doğusunda, Fıratın batısında Menbiç ve Afrinde PYD aracılığı ile ABDnin egemenliği; benzeri şekilde Azez-Cerablus hattındaki bölgede ise Türkiye aracılığı ile yine ABDnin egemenliği devam etmektedir.
Suriyenin IŞİDden temizlenmesi ile birlikte artık siyasi çözümün daha yakıcı bir şekilde gündeme geldiği günlerde Suriyedeki ABD işgalinin ne şekilde sona ereceği önemli bir soru olarak ortada duruyor. Bununla birlikte ABDnin işbirliği yaptığı en temel unsur olan YPGnin geleceği de buna bağlı bir karakter kazanıyor. Dolayısıyla doğrudan Amerikan çıkarlarına ve/veya yönelimlerine bağlı bir Kürt siyasi hareketinden artık bahsetmek mümkündür. Çünkü PYD tarafından kurulan yerel iktidar ABD desteği ile şekillenmiştir.
Kudüs gündemi öncesi emperyalist hamleler
Suriyedeki savaşın askeri kısmının sonuna gelmeden önce ABDnin bölgede attığı birkaç adımın gözden kaçırılmaması da önem taşıyor.
Bunlardan birincisi, Katara yapılan müdahale ile şekillenmiştir. Cihatçı terörizmin en önemli destekçilerinden biri olan Katarın bu fonksiyonu ortadan kaldırılırken, Katarın İranla yaptığı ekonomik anlaşmaların bir kısmı budanmıştır. Ek olarak Suudi Arabistan Katar kutuplaşması üzerinden Türkiyenin Katarın yanında yer alması pratik bir sonuç olarak ortaya çıkarken, bir NATO ülkesi olan Türkiyenin Katara asker göndermesinin önü açılmıştır.
İkincisi, Suudi Arabistan üzerinden Lübnan ve Yemene, dolayısıyla İrana yapılmaya çalışılan müdahaledir. Öncelikle Suudi Arabistanın modernleştiği ve gerici yönlerini törpülediği (terör destekçisi olduğu söylenen prenslerin tasfiyesi) imajı yaratılmasına eş zamanlı olarak Lübnan Başbakanı Haririnin Suudi Arabistan tarafından alıkonulması, ABDnin Lübnan Hizbullahına ve İrana bir mesaj olarak ortaya çıkmıştır. Tam anlamıyla başarıya ulaşıp ulaşmadığı anlaşılamayan bu müdahale Haririnin ülkesine dönmesi ile son bulmuştur.
Yemene dönük İngiltere ve ABDnin açık desteğini alan ve Suudi Arabistanın katliam yaparak ilerletmeye çalıştığı süreç ise son konjonktürde önemli bir darbe alırken, Yemenin başkentinde Şii Husiler denetimi tamamen sağlamış ve bu esnada Suudi Arabistanın tarafına geçen eski devlet başkanı Ali Abdullah Salih öldürülmüştür.
Ortadoğuda IŞİDin gündemden düşmesi, Irakta göstermelik olarak birlik görüntüsünün verilmesi, Suriyede siyasi çözüme geçilecek olması, Suudi Arabistan ve Türkiyenin pozisyonlarının netleşmeye başlaması ile birlikte ABD yönetimi Ortadoğuya üçüncü ve büyük bir müdahale yaparak İsrail kılıcını çekmiş ve tüm ilişkileri yeniden düzenleyecek bir adım atmıştır.
ABD Başkanı Donald Trump tarafından Kudüsün başkent ilan edilmesi biraz önce bahsettiğimiz ön adımların son halkası olarak görülmelidir. Emperyalizmin bölgedeki en önemli dayanak noktası olan İsrail Devleti ve Siyonizm, ABDnin bu hamlesi ile tüm Ortadoğu halklarının başına bela olabilecek bir karakterde tekrar sahaya sürülmüştür.
Güncel durum ve Kürt siyasi hareketleri
Bu yazıdaki amacımız, tek başına ABDnin son hamlesini çözümlemek değil, ancak bu zemin üzerinden Kürt siyasetlerinin son durumu üzerine bazı notları ön plana çıkartmak doğru olacaktır.
-ABDnin bu adımı ile birlikte İsrailin Kürdistana verdiği destek meşruiyet kazanmıştır. ABDnin Irakta almaya başladığı güncel pozisyon da hesaba katıldığında gelecekteki olası Irak merkezli Kürt devletleşmesi emperyalizm işbirlikçiliği ile yoluna devam edecektir. Kürt siyasi hareketinin Barzani kanadı bu anlamda İsrail-ABD bayrağı altında bir fırsat yakalamış görünmektedir.
-Kürt siyasi hareketinin PKK merkezli diğer kanadı ve PYD ise ABD ile Suriyede kurduğu işbirliğini bozacak bir yönelim içerisinde değildir. Bölgede yaşanan her türlü gelişmeyi, devlet olmayan demokatik özerk yönetimleri adı altında kendi hesabına işlemeye çalışan bu kanat Suriyede elde ettiklerini yakın vadede ABD bayrağı altında bir noktaya taşımaya çalışmaktadır. Son tahlilde İsrailin ABD desteği ile Filistin üzerinden Lübnan ve Suriyeyi daha güncel bir şekilde tehdit eder pozisyona gelmesi Suriye ve müttefiki olan unsurların ilgisinin doğal olarak o tarafa kaymasına yol açacaktır.
Bunun pratik örnekleri ise geçtiğimiz hafta içerisinde ortaya çıkmış, geçtiğimiz Nisan ayında Batı Kudüsün İsrailin başkenti olarak tanınabileceğini dünyaya duyuran Rusyanın Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rus askerlerinin Suriyeden geri çekilmesini başlatırken, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah IŞİDi yendik, şimdi evimize dönerek esas hedeflerimize odaklanıyoruz açıklamasında bulunmuştur.
Bu tabloda ABDnin Suriyede siyasi çözüm adına, kendi askeri işgalini meşrulaştıracak şekilde, PYDnin kontrol ettiği bölgelerde kalıcı olarak kalmayı istediği açıktır. Bunun için Suriye-Irak sınırının YPG tarafından kontrol edilmesi sağlanmış, Rakka gibi petrolün bulunduğu bir Arap yoğunluklu bir kent haritadan silinerek Kürtlerin kontrolüne verilmiş, Fırat nehrinin batısındaki bazı stratejik noktalar YPGde kalmıştır. ABD Dışişleri tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamada da ABDnin yakın vadede Suriyeyi ve müttefiklerini bırakmak gibi bir niyeti olmadığını ortaya konulmuştur. (http://gazetemanifesto.com/2017/12/13/abd-isgalci-oldugu-oldugu-suriyeden-cikmiyor/)
ABD tarafından sahaya sürülen İsrail gündemi, doğal olarak beraberinde Arap milliyetçiliği ve İslamcılığın -kimi örneklerde olduğu gibi göstermelik de olsa- karşı çıkışını beraberinde getirmiştir. AKP iktidarı burada en pragmatik davranan aktörlerden biri olarak sahneye çıkmış, sahte bir şekilde İsrail karşıtlığı yapmaya başlamış ve İslam dünyasının sözcülüğüne soyunmuştur. Bu düzlemin eninde sonuda emperyalizmin işine geleceği açıktır.
Kudüs gündeminin açılması ile birlikte, Kürt siyasi hareketinin Barzani kanadı açık bir şekilde İsrail destekçiliği yaparken, PKK kanadı ise göstermelik olarak Siyonizim eleştirisinde bulunmuştur. Filistin için kurtuluş yolununun demokratik özerklikten geçtiğini vurgulayan PKK çizgisi, ABD-İsrail ilişkisini, ABDnin YPGyle yaptığı işbirliğini, Kürt devletleşmesine dönük İsrail desteğini görmezden gelmekte ve anti-emperyalist mücadele gibi bir gündemi geri plana atmaktadır. ABDnin Irak ve Suriyedeki ekonomik, askeri, siyasi varlığını sorgulamadan yapılan Siyonizm ve İsrail eleştirisinin içi boş bir eleştiri olduğu açıktır.
Tüm bu gündemler üzerinden oluşan zeminde yaşananlar, başta AKP iktidarı olmak üzere bölgede emperyalizm ile çeşitli düzeylerde ve biçimlerde ilişki geliştiren, işbirliği içerisinde olan ya da destek alan siyasi hareketlerin aralarındaki ilişkileri yeniden düzenlenmesine yol açacaktır. Bunların hepsi Arap, Kürt ve Türk emekçilerinin kurtuluş yolunun şekillenmesi açısından da önem taşımaktadır.
Ortadoğuda anti-emperyalist mücadelenin ne kadar önemli olduğu bir kere daha son Kudüs gündemi ve Suriye direnişinin geldiği nokta ile birlikte görünür hale gelmiştir. O yüzden, Kürt emekçileri, ilericileri ve devrimcileri açısından gerçek kurtuluş yolu emperyalizme karşı büyük bir uyanışı ve ayağa kalkışı örgütlemekten geçmektedir. Aynen Türk emekçileri, ilericileri ve devrimcilerinin yapması gerektiği gibi
http://gazetemanifesto.com/2017/12/15/mercek-abd-israil-golgesi-altinda-kurt-sorunu/
Amerikanın kanatları altında 'özgürlük mücadelesi'? - İlker Belek
Şimdilerde, Afrin operasyonu vesilesiyle Kürt özgürlük politikası yeniden gündemde. Rojavanın nasıl özgürleştirildiğini hatırlıyoruz.
2011de ABD Suriyede Esad karşıtı bir muhalefet oluşturdu. Aynı anda IŞİDi de ortalığa saldı. Muhalefet ile IŞİDin nerede ayrıştıkları hiç belli değildi. söz konusu olan emperyalist bir tezgahtı.
Rusya oyuna girinceye kadar ortalık toz dumandı. Esad Şama sıkışmış, Halep-Şam karayolu cihatçıların eline geçmiş ve Suriyenin büyük kentleri ablukaya alınmıştı.
O kaosta yıllardır kimlikleri tanınmayan Kürtler kendiliğinden Türkiyenin güney komşusu oldular. Esadın boşalttığı toprakları ele geçirdiler.
AKP fırsattan istifade başkanları Salih Müslimle ilişki kurdu. Hesabı YPG-PYDyi yanına çekerek, Suriyede güç olmaktı. Ama tabii ki Kürtlerin de kendilerine göre büyük hesapları vardı. Büyük hesabın, AKP ile değil de, büyük güçlerle ilişkilenerek hayata geçirilmesi kendilerine daha gerçekçi geliyordu. AKP yedeğe alamadığı YPGyi o zaman terör örgütü ilan etti.
Bu arada IŞİD emperyalizmin Suriyeye müdahalesi bakımından çok uygun ortam yaratıyordu. O sıralarda kuzeydeki Telabyad, Cizire ve Kobani bölgeleri YPG tarafından kantonlaştırılmıştı. Bu terim mülkiyet biçimine dokunmayı hiç düşünmeyen Kürt demokrasisini tanımlıyordu.
Hemen ardından IŞİD Iraktaki kuvvetlerinden destekli biçimde Kobaniyi kuşattı. İlçe merkezindeki YPGlilerin direnişi tüm dünyada olay yarattı. YPGli kadınların askeri üniformalar içindeki fotoğrafları yabancı basında baş sayfaları süslüyordu.
Kobani Stalingrad idi. Kobanide insanlık ölüyor, seyreden bu suça ortak ilan ediliyordu. Öte yandan emperyalizmin hep kendi eliyle yarattığı insanlık dramları ile varlığını, işgalini meşrulaştırdığı ve Kobaniye saldıran ve orada direnen tarafların ikisini de ABDnin silahlandırdığı unutturuluyordu.
ABD IŞİDin Kobani ablukasına uzun süre seyirci kaldı. Bilinçliydi. İstiyordu ki Kürtler tam manasıyla eline düşsün. Planı, son anda devreye girerek kurtarıcı rolüne soyunmaktı. Öyle oldu. Tam Kobani düştü denilirken IŞİDi havadan vurmaya başladı.
Bu arada Kürtler arasındaki dayanışma da had safhaya çıkmış, bir başka Amerikan imalatı olan Barzani Kobaniye destek kuvvet göndermek üzere AKPye başvurmuştu. O sıralarda Barzanistan ile Türkiye arasından su sızmıyordu. Buna rağmen AKP izin vermedi. Kürt vakıasının bu gidişle kontrolünden çıkma potansiyeli kazanacağını sezinliyordu.
Araya Obama girdi. Erdoğanın ikna edilmesi gerekiyordu. Özel bir telefon görüşmesi gerçekleştirildi. Obamanın elinde beyzbol sopalı fotoğrafı görüşme anı olarak basına servis edildi. ABD hiç fırsat kaçırmıyor, herkese mesaj iletiyordu. Sonuçta Peşmerge, topraklarımızdan bizim Kürtlerin Biji Serok Obama nidaları arasında geçerek hedefe ulaştı. Kobani kurtulmuştu.
Rojava işte böyle, tam bir Amerikan sosyal pazarlama projesi olarak özgürleştirildi. Amerikan silahlarıyla, Amerikan icazetiyle.
YPG ABDye öyle sıcaktı ki, işlerin her karıştığı anda Amerikan askerinin bölgeyi terk etmemesi gerektiği konusunda ricacı oldu. Kendisine bahşedilmiş topraklarda 10dan fazla ABD üssünün inşasına, işletilmesine ortaklık etti. Bölgeyi teftişe gelen Amerikan askerlerinin karşısında hazır olda durdu.
Kürtlere bunlar normal geliyor. Ama, eğer özgürlükse, bu özgürlük değil. Bu Amerikanın bölgemize yönelik planlarının parçası olmaktır. Kürtlerin üstlendiği işlev şu anda budur.
Kürtler şunu iddia ediyorlar: Başka çaremiz yok. Siyaset ilişkiye dayanır. Bizim de bu ilişkiden kazandıklarımız var. Kazanılan yer Rojavadır, ama Rojava Amerikan toprağıdır, Kürtler tarafından Amerika için kazanılmıştır.
Kürtler çok önemli bir gerçeği görmezden geliyorlar, bilmemeleri olanaksız, suça ortaklık oluyor: Emperyalizm olgusu. Emperyalizm dünyanın tekeller arasındaki paylaşımıdır. Tekellere devletleri destek olur, aracılık eder, asker tahsis eder. Sosyalist sistemin yıkılması sonrasında yeni bir paylaşım savaşı başladı. En önemli merkezi Ortadoğu. ABDye bölgemize yerleşebilmek için yeni araçlar, yeni argümanlar gerekiyordu. Kürtler araçların en önemlilerinden birisi, özgürlük mücadelesi retoriği de en önemli argüman oldu.
Sonra bir itiraz geliyor: Ama biz Rojavada özyönetim kurduk. Bu da solun eleştirilerine karşı bir tedbir. Yine biliyorlar, ama yine bilmezden geliyorlar, özyönetim denilen şey de emperyalizmin projesidir, kapitalist düzende yönetim burjuva iktidarıdır, başına hangi terimi getirirseniz getirin değişmez.
Kısaca Kürtler demiş oluyorlar ki bizi bizim patronlar sömürsün. Olmaz, sizin patronlarınız sizi ancak Amerikan tekellerinin verdiği izin kadar sömürebilir, esas patron ABDdir ve önemli olan ne şekilde olursa olsun sömürünün devam etmesidir. Hepsinden ötesi Kürtlerin bu yaklaşımı sömürülmekten yana bir yaklaşımdır.
Neresinden bakarsanız bakın Kürtler emperyalizmin elinde, emperyalizmin işini görüyorlar. Afrin operasyonu, o noktada Rusyanın kendilerine destek sunmamış olması, üzerlerindeki Amerikan hakimiyetini daha da artırdı, bu da tam Trumpın planladığı sonuçlardan birisiydi.
Kurtulmak ve özgürleşmek için emperyalizme karşı savaşmak gerekir, Kürtler ise emperyalizm için savaşıyorlar