Tarih ve güncellik-Metin Çulhaoğlu
Başkaları neyse de sosyalistlerin tarihin seyrine ve tarihsel süreçlere yaklaşımında önemli bir sorun olduğu kanısındayız.
Hani hepimiz çok bilimsel, çok akılcı düşünürüz ya, tarihin seyrini de sonuçta mutlaka belirli bir dengeye ya da normale oturması gereken salınımlar olarak değerlendiririz. Kafamızda peşinen bir denge, bir normal vardır; sonuçta işler oraya varacak, ama o zamana kadar birtakım geçici durumlarla karşılaşılacaktır
Uzatmak istemeyiz; ama teleolojik denebilecek bu yaklaşımın kökeninde 18. yüzyıl Aydınlanmasının Rousseau dâhil kimi damarları yatar. Bir yerde işin içine Hegeli bile katabiliriz. Daha yakınlara gelirsek tarihin sonu, ideolojilerin sonu gibi tespitler de Aydınlanma düşüncesinin nihai denge arayışıyla ilişkilendirilebilecek uzantıları sayılmalıdır.
Marx, Aydınlanma düşüncesine içsel bu yaklaşıma meydan okuduğu için Marksizm Aydınlanmanın doğrusal uzantısı değil onun aşılmasıdır.
***
Peki, tarihin seyrine böyle bakılmayacaksa nasıl bakılmalı?
Aslında o kadar da karmaşık değil: Geçici olan, geçmişteki kökenlerinin üzerine koyarak, yalnızca nicel anlamda değil nitel olarak da daha önce öngörülen dengelerden çok farklı yeni durumlar, ortamlar yaratır. Bugün yaşadığımız ve yarın yaşayacağımız geçici ortamlar, bizi önceden tanımlanabilir bir denge durumuna ya da normale değil, her biri kendi belirsizliklerini taşıyan nitelikçe yeni uğraklara taşıyacaktır.
Bu nedenle, örneğin Engelsin 1895te seçimlere ve parlamentoya atfettiği önemi günümüze aynen taşıyamayız
Aynı nedenle, örneğin Leninin demokratik cumhuriyet kapitalizm için en iyi dış örtüdür sözüne bakıp kapitalizm böyle bir rejim olmadan yapamaz diyemeyiz
Sosyalistlerin başkalarınınkinden daha gelişkin sayılabilecek tarih bilgisinin, güncele ilişkin çözümleme ve değerlendirmeleri tarihsel örneklerin sınırlarına hapsedici etkiler yaratması ciddi bir sorundur ve aşılması gerekir.
Örnek mi?
Bugün dünyada olsun Türkiyede olsun neo-faşizm konusu tartışılırken 1920ler İtalyası ile 1930lar Almanyasına bakıp benzerliklerden hareketle evet tam da öyle demenin de benzemezliklere bakıp pek öyle değil gibi demenin de fazla anlamı yoktur. Çünkü ortada bu tarihsel örneklerin kimi özelliklerini başkalaştırarak güncelleyen, bu anlamda jenerik bir terim olarak faşizme yeni özellikler katan, onu yeniden üreten durumlar vardır.
Bir bakıma şunun gibidir: Günümüz kapitalizminde neo-merkantilist eğilimlerden söz ediliyorsa herhalde dünya 17. yüzyıla geri döndüğü, örneğin Colbertin düşünceleri kapitalist ülkelerde yeniden el üstünde tutulduğu için değildir
***
Sadede gelirsek
Belirli bir açıdan bakıldığında bugünkü AKP rejimi de elbette geçicidir; ama 1945 yılında yıkılan (klasik) faşizm soğuk savaştan günümüze uzanan süreçte kendini nasıl yeniden ürettiyse, farklı adlar altında kendini değişen durumlara nasıl adapte ettiyse, AKP rejimi de gittiğinde kendi mirasını düzene ve onun siyasal akımlarına aktarmış olacaktır.
AKP gittiğinde Türkiye herhangi bir dengeye ya da normale dönmeyecek, düzen savunucuları da düzen karşıtları da karşılarında nitelikçe değişmiş bir ülke bulacaklardır.
Böyle bir Türkiyede sandıkta patlama ihtimali, sokaktaki öngörülemeyen ve yönü çok net olmayan patlama ihtimaline göre daha düşük olacaktır
AKPnin kendi adına yararlanmayı becerdiği dünya konjonktürü AKPnin düzen içi alternatifleri için de fırsat kapısı sayılmaya devam edecektir. Daha açık söylersek, savaş tamtamları AKPsiz bir Türkiyede de çalınacaktır
AKPden tevarüs edilen milliyetçi/otoriter eğilimler, mütedeyyin vatandaşa, kutsallara saygı ayarları, Kürt düşmanlığı, vb. AKPnin düzen içi alternatifleri için de rehber olacaktır
Liberal demokrasi ise, AKPnin düzen içi alternatiflerinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bal gibi bildikleri muhayyel bir denge olarak sadece ve sadece solun radikalleşmesini önleme aracı olarak kullanılacaktır
Son not: Bu yazı muhtemelen karamsar bulunacaktır; böyle bulacaklara şimdiden soralım: Liberal demokrasiyi, bittiğini, tükendiğini söyleyenleri karamsar bulacak kadar alternatifsiz mi sayıyorsunuz?