80'li yılların ikinci yarısından itibaren Kürt hareketinin yükselişe geçmesi ardı ardına hem sosyalist hareketin gerilediği bir periyoda ve hem de reel sosyalizmin bütün dünyadan el ayak çekmeye başladığı bir sürece tekabül eder. Bu nesnel durum sosyalist yapılarla Kürt dinamiği arasındaki ilişkinin hemen her zaman sorunlu olmasına yol açmıştır. Sosyalist solun kimi unsurlarının uzunca bir zaman bağımsız bir sınıf hareketinden uzaklaşmış olmasının nedeni budur. Kürt hareketinin kitleselleşmiş gücünün cazibesi solun kimi unsurlarını sürekli kuyrukçu bir pozisyona mahkum etmiştir. Kuyrukçuluk aslında liberalleşme eğilimidir, liberalleşmedir, sola liberalizmi bulaştırmaktır. ''Bin Umut'' böyle bir projeydi ve aşağıdaki yazıda geçen şekliyle de bu ''Bin Umut''tan tek bir umut bile ortaya çıkmamıştır.
Sağlı sollu liberallerde, döneklerde ve kuyrukçularda aradan geçen onca zamana karşın yine değişen bir şey yok. Yine Kürt hareketinden sola ve topluma bir fayda beklentisi, ve yine Kürt hareketini merkezi bir konuma yerleştiren bir siyasi anlayış! Üstelik şimdiki gerekçeler AKP'yi geriletmek'' gibi artık komik ötesi bir gerekçe. Kendi yarattıkları ucubeyi devirmek veya geriletmek hedefi pişkinliğin vardığı son noktadan başka ne olabilir ki?!
Gazetemanifesto'dan bir yazı.
Pişkinliğin analizi de denilebilir bir bakıma!
(Yorumlamaya devam ederiz.)
AKPnin solundan düzen soluna umut tacirliği: 'Bin Umut' diyerek halkı kandırmışlardı
Neşe Deniz Babacan
Bin Umut diyerek halkı kandırmışlardı
24 Hazirandaki korsan seçimler bazı yönleriyle 2007 yılındaki seçimleri çağrıştırıyor. Hatırlanacağı üzere Bin Umut Adayları olarak lanse edilen proje solun AKPye yedeklenmeye çalışılmasının adı olmuştu. Üzerinden on yıl fazla süre geçmesine rağmen, bugün de HDP ve CHP üzerinden solculuk yapılarak umutlar sisteme yedekleniyor
2010 yılında yapılan referandumda AKPye yedeklenmenin ve İkinci Cumhuriyete geçişin yolunu yapan liberallerin Yetmez Ama Evet söylemi, kökenleri itibariyle AKPnin iktidara gelişinin devamında alınan pozisyonun evrimleşmiş hali olarak görülebilir.
O açıdan Yetmez Ama Evetçilerin bugün geldikleri evrim basamaklarında özellikle merkeze HDPyi yerleştiren liberal anlayışa şaşırmamak gerekiyor. Ancak bazı başlıklar nedense baki kalıyor: Sermaye diktatörlüğü ile hesaplaşmak yerine burjuva demokrasisinin gelişimini sağlamaya çalışmak, gericiliğe karşı mücadele yerine örneğin siyasal İslâmın özgürlükler kapsamında savunulması, sömürü düzeninin nedenlerine değil sonuçlarına odaklanmak liberallerin genel tavrı olarak görülmelidir. Türkiye üzerinden örnek vermek gerekirse, AKP yandaşlığı yapacakları zaman sistemin geneline ya da bazı noktalarına eleştiriyi yükseltiyorlar, sistem eleştirisini geri çektiklerinde AKP karşıtlığını gündeme getiriyorlar.
Oysa ki, Türkiye kapitalizmi, sermaye devleti, sermaye sınıfı, AKP iktidarı ve buna karşı çıktığı söylenen düzen muhalefeti bir bütün. Hatta bu sistemin emperyalizm ile köklü, tarihsel ve bununla birlikte güncel, konjonktürel bağları mevcut. Bu bağların yapay olduğunu söylemek sizi bilim dışı bir noktaya götürüyor ki, bu çevreler genelde bu sularda yüzüyorlar.
Amaç AKPyi ıslah etmek miydi?
Özellikle 2007 seçimlerinde Kürt siyasi hareketi ile Türkiye solunun bazı kesimleri arasında kurulan işbirliği sonucunda ortaya çıkan Bin Umut Adayları tam da AKPyi ıslah etmek adı altında Türkiye kapitalizminin yönelimlerine destek anlamına geldi. Bilindiği üzere ülkemizde Kürt sorunu ile demokratikleşme meselesi hep eşdeğer tutulmakta Türkiye solu da buna yedeklenmeye çalışılmaktadır. 2007 dönemi bunun en önemli dönemeçlerinden biri olarak ortaya çıkmıştır.
Hatta hatırlanacağı üzere Bin Umut Adayları üzerinden o dönem DTP, EMEP ve SDPye ÖDP Genel Başkanlığı yapan Ufuk Urasın eklemlenmesi ile ete kemiğe büründürülmüştü. Türkiyede bağımsız adaylar ile birlikte solcuların Meclise tekrar gireceği ve bununla birlikte 60lı yıllardaki TİPin benzeri bir tabloya ulaşılacağı öngörülüyordu. Bu sayede Kürt siyasetine yedeklenmiş solcular, liberal yönelimlerini sol bir sos ile örterken, diğer taraftan bu proje AKPnin ıslah edilmesine odaklanacaktı.
Liberalizmin daha radikal görünümlü kanatları açısından proje buydu elbet. Ancak AKP-FETÖ işbirliği üzerinden şekillenen siyasal iktidar Ergenekon operasyonu ile birlikte adımlar atmaya başladıkça, devamında 1923 Cumhuriyeti ile açıktan bir hesaplaşmaya giriştikçe liberaller AKPnin yanında hizaya geçtiler. Bununla birlikte Kürt hareketi ve Türkiye solunun bir bölümü de burada esas duruşa geçti.
Biraz önce bahsettiğimiz bu basamaklarda yukarıya doğru çıkılırken, liberallerin en has odağının temsilcisi olan Ömer Laçiner tarafından ise Türkiyede burjuva demokratik devriminin tamamlandığı vaaz ediliyor ve artık yeni aşamada AKPye destek verilmesi gerektiği söyleniyordu.
Bin Umuttan bir umut dahi çıkmadı
2007 seçim sürecine gidilmeden önce ülkemizdeki liberallerin AKP cenahında merdivenleri çok hızlı çıktıklarını unutmamak gerekiyor. Burada öncelikle Avrupa Birliği sürecinin etkili olduğunu, Türkiyenin emperyalizme eklemlenmesinin Emeğin Avrupası söylemleri ile makyajlandığını aşağı yukarı herkes hatırlayacaktır. Dolayısıyla 12 Eylülle birlikte başlayan neo-liberalizasyon dalgası 90lı yıllarda Gümrük Birliği anlaşmaları ile perçinlenirken, bunların 2000li yıllardaki uzantılarını Avrupa Birliği üyelik süreci ve özelleştirmeler oluşturdu.
İşte ülkemiz emekçilerine dönük en büyük saldırı dalgasının siyasi öznesi olan AKP iktidarı 2002 sonrasında bu adımları atarken yanında hep liberalleri destekçi olarak buldu.
Bu duruma Türkiye solunun da ortak edilmesi için 2007 yılında ortaya atılan Bin Umut Adaylarının Meclise sokulmasının sonrasında neler kaldığı ise açık bir şekilde görülüyor olmalı.
AKP eliyle adım adım emperyalizme daha fazla eklemlenen bir Türkiye
Buna liberallerin bir itirazı yok. Hatta Türkiyedeki anti-emperyalist duruşun zayıflaması için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Bugün benzeri bir durumu liberallerin ve Kürt siyasi hareketinin Suriyede emperyalist projelere onay vermelerinde görüyoruz. 2000li yıllarda AB komiserlerinin Diyarbakırdaki Newrozda ağırlanması ile ne kadar benzeşiyor değil mi?
Emek sömürüsünün daha da derinleştiği bir Türkiye
Buna da liberallerin bir itirazı bulunmuyor. Daha doğrusu, meselenin nedenlerine odaklanarak değil sonuçlarına geçici çözümler bularak işçilerin yanında olduklarını söylüyorlar.
Gericiliğin siyasal İslâm adı altında özgürlükler kapsamına sokulması ile liberallerin bir derdi yok. Zaten, bu başlık liberallerin Cumhuriyet ve Kemalizm ile hesaplaşmalarında çok özel bir yere oturdu.
Tüm bunları arka arkaya düşündüğümüzde ve değerlendirdiğimizde 2007 yılındaki Bin Umut Adaylarının nereye oturduğunu ve Türkiye soluna dönük müdahalenin bir parçası olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor.
Bunu gözden kaçırırsak, bugün Meclise girmeye indirgenmiş bir siyasi hattın Bir Umut olarak pazarlanmasını ve düzen muhalefetine yedeklenen anlayışın ipliğini pazara çıkarmamız çok mümkün olamayacak.
http://gazetemanifesto.com/2018/06/03/pusula-akpnin-solundan-duzen-soluna-umut-tacirligi/
Şunun şurasında seçimlere birkaç gün kaldı. Seçim konulu yorumlarımız da haliyle birkaç gün daha sürecek. Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalırsa bir on beş gün daha yine seçim konuşacağız demektir. Bir şeylerin sürekli yineleniyor olması bu yüzden. Belki bu yazı da öyle olacak.Bende de TKH'de de değişen bir şey yok.
TKH'nin boykot kararını doğru bulmadığımı sürekli yineledim. Hala aynı yerdeyim. Yanlış! Bu kararın doğru olabilmesinin yolu seçimlerden sonra çıkacak sonuç ne olursa olsun, halkın önemli bir kesiminin ''evet, tkh haklıydı'' deme noktasına gelebilmesi, boykot kararının sola alan açması, sosyalistlere (TKH'ye) bir yarar getirmesi olmalı. Seçimlerden sonra bunlardan hiçbiri olmayacak. Ya Erdoğan ve AKP'nin seçim başarısıyla ülkede yüzü sola dönük kesimlerde daha büyük bir içe kapanış söz konusu olacak ya da Erdoğan ve AKP'yi sarsacak bir sonuçla bu kesimlerdeki seçim öncesinde ortaya çıkan coşku, heyecan ve umut daha da artacak. Ya da iki ayrı seçimin iki ayrı kesimlerce kazanılması durumunda kaos daha da büyüyecek, o zaman da toplumdaki heyecan belki daha büyük bir coşkuya evrilecek...Ama sonuç ne olursa olsun kitlelerde TKH'nin boykot kararına hak verilecek ''haklıydılar'' denilecek bir ortam oluşmayacak.
Tekrar etmekte yarar var; bir siyasi partinin seçimi boykotu kararının doğruluğu dayandığı verilerin doğruluğu anlamına gelmez. Türkiye'de Erdoğan ve AKP gerçeğini ve toplumsal ve siyasal alandaki yıkıcılığını ıskalayan ve bu konuda kitlelerde meydana gelen değişim heyecan ve umuduna sırtını dönen her türlü seçim kararı daha baştan yanlış olmaya mahkumdur. Sosyalistlerin bu seçimde takınacakları tutum bu heyecan ve umudun karşısına dikilmemek olmalıdır. Erdoğan ve AKP'yi diğer lider ve partilerle aynılaştırmak kadar solu toplumdan dışlayıcı bir tutum olamaz. Böyle bir siyasal tavır, öncü olma iddiası taşıyan komünistlerin toplumun gerisine düşmesinden farklı bir misyon da kazandırmaz.
TKH ve boykot kararı bir yana, bu seçimin bir özelliği de HDP'nin baraj konusundaki sıkıntısıdır. Kişisel görüşüm, HDP'nin barajı aşacağı yönündedir. Yine de anketlerden gelen sonuç bıçak sırtı bir durumun olduğu yönündedir. HDP'nin barajı aşamaması durumunda parlamentoda çoğunluğun kesin bir biçimde otoriterlikten yana olan ittifaka geçeceği gerçeği sosyalistlerin bu konuda farklı bir duruş-dil tercihinde bulunmalarını da gerekli kılıyor. Kısaca bu seçimin temel özelliğinin AKP ve Erdoğan'a yarayacak bir eylem ve söylemden kaçınılmasında yatmaktadır.
Bir başka problem, sosyalistlerin asıl amaçlarını bir kenara bırakıp HDP ve CHP kuyrukçuluğu yapmalarıdır. Baraj sorununu diline dolayıp HDP'ye oy çığırtkanlığı yapmak da sosyalistlerin işi değildir. Solcu olmanın Kürt ulusalcılığına yedeklenmekten geçtiği algısı daha yeni yeni sönümlenmeye başlamışken bu algıyı tekrar yeşertecek söylemlerden kaçınmak, kuyrukçu tipler ve liberal sol kesimlerin yaptıklarının aksine solun önceliği olmalıdır.
Kısaca, sözün özü; bulunduğunuz yerde sosyalist aday varsa parlamento seçimlerinde oyunuzu ona veriniz; başkanlık seçiminde ise ( bence) M.İnce'nin yaratmış olduğu toplumdaki coşkuya karşı çıkmayınız; katılınız. Bu durum sosyalist propaganda yapılmasına engel değil ki!