SOLportal'da Mehmet Kuzulugil'in yazısı üzerine internette bir Ertuğrul Kürkçü araması yapma gereği hissetmiştim. Karşıma bu yazılar çıktı. Önce Kızıldere 3 ve sonra ayrı aramalar yaparak 2 ve 1'e ulaştım. Bunu yazarken yazının tamamını da okumadım. Foruma asılmasının yararlı olduğunu düşünüyorum. Gereksiyorsa sonradan yorumlamaya da çalışırız.
Bir Gladyo operasyonu-1: Kızıldere 1972
Hikmet Çiçek
Kızılderede yaşamını yitiren Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Hüdai Arıkan, Ömer Ayna, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt ve Saffet Alpin anılarına saygıyla, sevgiyle, özlemle
Oy dere Kızıldere
böyle akışın nere
onlar biter mi sandın
sana can vere vere... (Kızıldere Ağıdı)
Kimilerine göre, 68 kuşağı öğrenci liderlerinden. Kimilerine göre, Mahir Çayanın yoldaşı. THKP-Cnin kurucu yöneticilerinden. 30 Mart 1972de Kızıldereden sağ kurtulan tek isim. HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçüden söz ediyoruz.
Mecliste milletvekili yeminini ederken yakasındaki "10 karanfil" rozetinin anlamını soran bir gazeteciye, "Bilmiyor musunuz" diye kızdı. Kızılderede yoldaşları bir Gladyo operasyonunda katledilirken, samanlıkta saklanan Kürkçü, 10 karanfili orada can verenler anısına taktığını söylüyordu!
Şimdi gelin, Kızıldereye giden süreci ve orada yaşamını yitiren devrimci gençleri 46 yıl sonra bir kez daha hatırlayalım, saygıyla analım.
THKP-C KURULUYOR
THKP-C, 1970in Aralık ayında Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, Ertuğrul Kürkçü, Orhan Savaşçı, Ulaş Bardakçı, Sina Çıladır, Bingöl Erdumlu ve Ziya Yılmaz tarafından kuruldu. Mahir Çayan tarafından son şekli verilen THKP-C tüzüğüne göre Merkez Komite üç kişiden, Genel Komite ise 10 kişiden oluşacaktı.
THKP-C iddianamesinde, Merkez Komitenin Mahir Çayan, Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolgadan oluştuğu; Genel Komite ise üç MK üyesi ile birlikte Ertuğrul Kürkçü, Orhan Savaşçı, Bingöl Erdumlu, Ziya Yılmaz, Ulaş Bardakçı, Sina Çıladır ve Hüseyin Cevahirden oluştuğu belirtiliyor.
EYLEM TİMİ
Bir numaralı sanığın Mahir Çayan olduğu 23 sanıktan oluşan ilk THKP-C davasında yargılanan ve müebbet hapse mahkum edilen, Vatan Partisi Ankara İl Başkanı Kamil Dede şunları söylüyor:
Evet, bir Merkez Komite ve bir Genel Komite vardı, ama beş kişiden oluşan bir eylem timi de vardı. Her şeye bu tim karar veriyor ve eylemleri bu tim yapıyordu.
Bu beş kişi Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı, Oktay Etiman ve bendim. O beş kişi arasında şimdi hayatta kalan ne yazık ki sadece benim.
EFRAİM ELROM KAÇIRILIYOR (1971)
THKP-Cnin ses çıkaran eylemlerinden biri İsrailin İstanbul Başkonsolosu Efraim Elromun kaçırılması oldu. 17 Mayıs 1971de Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Hüseyin Cevahir, Necmi Demir ve Oktay Etimandan oluşan bir grup Elromu yaşadığı apartmandan kaçırdılar. Çayan ve arkadaşları, İstanbulun öte yakasında olan Kamil Dedeye ulaşamamışlardı. Bu eylemde onun yerini Necmi Demir alacaktı.
22 Mayıs 1971de Elrom öldürüldü. Kısa süre sonra eylemi gerçekleştirenlerden Oktay Etiman dışındaki tümü yakalandı.
İŞKENCEYİ SAVUNAN BİR MAHKEME
16 Ağustos 1971 günü, Mahir Çayan ve 23 arkadaşının, Selimiye Kışlasında bulunan İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 3 Nolu Askeri Mahkemesindeki duruşması başlar. THKP-C'lilerin hemen hepsi 1. Şube işkencelerinden geçtiler. 2-3 hafta Sansaryan Han'ın en üst katındaki hücrelerde kaldıktan sonra Harbiye hücrelerine götürüldüler.
MAHİR, DOĞU PERİNÇEKLE GÖRÜŞMEK İSTİYOR
Turhan Feyizoğlu, Mahirde şöyle yazmaktadır:
Bu dönemde (Mahir ve arkadaşlarının Maltepe Askeri Cezaevinden firarlarından sonra) Mahirle görüşmek isteyen veya Mahirin görüşmek istediği kişiler konusunda bazı bilgiler vardır. Bunlardan birisi Mihri Belli, diğeri Doğu Perinçektir.
Mihri Belli bu konuda şunları anlatmıştır: Ankarada birkaç gün kalmam gerekti. Mahir, Cihan ve arkadaşları da oradaydı. Henüz Karadeniz Bölgesine geçmemişlerdi. Onlarla bağlantı kurmaya çalıştım. Olmadı. Ben o sıra onlar için en anlamlı, en önemli eylemin ele geçmemek olduğu görüşündeydim. Buluşsaydık bunu konuşacaktık.
Ayrıca Mahirin o dönem Söke dağlarında gerillacılık yapmakta olan Doğu Perinçek ile görüşmek istediği fakat görüşemediği konusunda bilgiler vardır. (Mahir, s. 500)
Hülagü Bulguç bu konuda şunları anlatıyor:
Mahir, Maltepeden kaçtıktan sonra Ankaraya geldiğinde örgüt çok dağınıktı. Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Mahir de ne yapacağı, nereye gideceği konusunda bir şey söylemiyordu
Bir çıkış yolu aranıyordu ve çeşitli görüşler ortaya atılıyordu. Etrafımızdaki çemberin daraldığını görüyorduk. Mahir, yurtdışına çıkmayı hiç düşünmediğini söylüyordu. Doğu Perinçekin yurtdışına çıktığı şeklindeki söylentilere inanmadığını söyledi. Doğuların Söke dağlarında olduğuna dair bilgiler de vardı.
Böyle bir tartışma ortamında Mahir, Doğu ile bir görüşsek iyi olur, bulabilir miyiz, konuşabilir miyiz? dedi. Fakat bu konuyu araştırmaya bile vakit bulamadık. 9 Martta Koray Doğanın öldürülmesi üzerine aceleyle hareket etmeye karar verdiler. 10 Mart 1972de benim evimden ayrıldılar. (THKP-C Davası/İddianame, V Yayınları, Ankara, Mart 1988, s. 531)
'FEYİZOĞLUNA SÖYLEYEN BENİM'
Kamil Dede anlatıyor:
Mahirin Doğu Perinçeki aradığını Turhan Feyizoğluna söyleyen benim. Çember daralmıştı. Mahirlerin Ankarada kalma şartları sıfıra inmişti. Selahattin Güleçten dinlemiştim. Mahir, Güleçe sormuş, Doğuyu bulabilir miyiz diye.
Bunu Perinçeke anlattığımda, Çok sonra öğrendim dedi ve şöyle devam etti: O zaman duysaydım, Mahirle kesinlikle irtibat kurardım.
DOĞU PERİNÇEK: O DA ZATEN İKNA EDİLMEK İSTİYORDU
Mahir Çayan'ın, İngiliz teknisyenlerini kaçırma eyleminden önce Ankara'da beni aradığını evinde saklandığı devrimci arkadaşı Hülagü Bulguç anılarında anlattı.
Mahir ile son yıl sert ve kırıcı tartışmalarımız olmuştu. Ama hepsi bilirler ki, zor durumların devrimcileri vardır. En önemlisi, onlara ihtiyaçları olan önerileri yapacak, onlara gerçekleri söyleyecek, onların yanlışlarını okşamayacak açık yürekli bir arkadaşları vardı.
Mahir'in o intihar eyleminden önce beni niçin aradığını THKP/C'nin önderlerinden Kâmil Dede arkadaşımla çok konuştuk. İkimizin de kanısı şudur: Mahir, o koşullarda, Yapacağın eylem bir intihardır. Başarıya yönelen devrimcilikte bu eylemin yeri yoktur diye onu omuzundan tutup sarsacak arkadaşı arıyordu. Çünkü çevresindekiler, kendi anlatımlarına göre, o yanlış eyleme yanlış demekten korkuyorlardı. Mahir ise, "Bu yapacağımız eylemin Marksizm'de yeri yoktur" diyordu, anılardan bunu öğreniyoruz.
Mahir, beni bulamadı. Çünkü o sırada Milas-Söke arasında Beşparmak dağlarındaydım. Bulsaydı, kesinlikle onu ikna ederdim. O da zaten ikna edilmek istiyordu. Çevresinde ona doğru eylem çizgisini hatırlatacak bir arkadaşı yoktu.
Görüşemedik. Ama şimdi binlerce Deniz, binlerce Mahir, binlerce Sinan Cemgil, binlerce Bora Gözen, binlerce İbrahim var. (Doğu Perinçek, Arkadaşım Deniz Gezmiş, Kaynak Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Nisan 2012)
YARIN: THKP-C nasıl bölündü? Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ihraç ediliyor
Aman mahkkemede uslu durun
Selimiyede Pişmancılar Koğuşu
https://www.aydinlik.com.tr/bir-gladyo-operasyonu-1-kizildere-1972-hikmet-cicek-kose-yazilari-mart-2018
Bir Gladyo operasyonu Kızıldere-2: Pişmancılar Koğuşu'nun itirafçıları!
Hikmet Çiçek
1971 Mayısında Mahir Çayan ve arkadaşlarının yakalanmasından sonra, THKP-C'nin dışarda kalan liderleri büyük bir panik içine girmişlerdi. Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga, Çayan'a büyük bir öfke duymaya başlamışlardı. Çayan'ın yakalanmasından sonra Ertuğrul Kürkçü, Merkez Komitesine alınmıştı. Küpeli ve Aktolga görüşlerini ve eleştirilerini doğrudan açıklamıyorlardı. Hapistekiler, eleştirileri başkalarından duymuşlardı. Küpeli ve Aktolgaya bir mektup yazarak, Bizi eleştirdiğinizi duyuyoruz, bu işin aslını sizden öğrenmek istiyoruz dediler. Mektup cevapsız kaldı. Küpeli ve Aktolga'nın Çayan'a yönelttikleri eleştiriler giderek sistemleşmiş, THKP-C Merkez Komitesi'nin bu iki üyesi yeni bir çizgi savunmaya başlamışlardı. Görüşlerini 116 sayfalık bir yazıyla açıkladılar.
1971'den sonra içine girilen durumu şöyle değerlendiriyorlardı: Yenilgiye susamıştık hepimiz. Bu tokadı yemeden o küçük burjuva hayallerinden, yanılgılarından, safsatalarından kolay kolay kurtulamayacaktık. Böyle bir kör dövüşünü ancak böyle bir kılıç darbesi çözebilirdi.
Baskılar ve darbeler sonucu uğranılan yenilgi, THKP-C'nin içindeki teslimiyetçi eğilimleri böyle ortaya çıkartıyordu.
KÜPELİ VE AKTOLGA İHRAÇ EDİLİYOR
Çayan ve arkadaşları Maltepe cezaevinden kaçınca durum değişti. Son kez bir araya geldiler. Bu görüşmeden sonra her iki taraf da THKP-C taraftarlarını kendi safına kazanmak için yoğun bir çaba içine girdi. Her yere ulak gönderiliyor, insanlar çağrılıp, ikna edilmeye çalışılıyordu. Çayan ve arkadaşlarının güç ve olanakları azdı. Cezaevinden yeni kaçmışlar, kendilerine yer bulmakta bile zorluk çekiyorlar, kaldıkları yerlerin karşı tarafça ihbar edilmesinden çekiniyorlardı. Diğer kesim daha avantajlıydı. Bölünme sonrasında Ordu içindeki genç subaylar, Ankara, Orta Karadeniz, İstanbul'da sınırlı bir çevre ve İstanbul'da cezaevindekilerin büyük çoğunluğu Çayan grubunun yanında saf tuttu. İstanbul, Adana, Karadeniz Ereğlisi ve Söke'den bazıları Küpeli - Aktolga ikilisinin yanında yer aldılar. Mamak Cezaevindekiler ve İzmir ilk günlerde kararsızdı.
Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Orhan Savaşçı, Ziya Yılmaz ve Ertuğrul Kürkçü imzalı bir ihraç kararı Küpeli ve Aktolgaya gönderildi. Kararda, Genel Komite çoğunluğunun Yusuf Küpeli, Münir Aktolga ve onların görüşünü benimseyen herkesin örgütten atılmasına karar verildiği yazılıydı. THKP-C tam anlamıyla ikiye bölünüyordu.
ANARŞİST, KUMARBAZ VE SORUMSUZ
Yusuf Küpeli savcılık ifadesine, Şimdi anlıyorum ki ben kendimi Marksist-Leninist zanneden Donkişot, anarşist, kumarbaz, sorumsuz, halkıma ve işçi sınıfına karşı bir kişiyim diye yazdırıyor ve bu sözleri bir süre sonra Ankara'da çıkarıldığı Dev-Genç mahkemesinde tekrarlıyordu.
Teslimiyet ve yılgınlık hızla yayılıyordu. Ertuğrul Kürkçü de Ankara Dev-Genç davasında, benzer yönde ifadeler veriyor, bu ifadeler gazetelerde manşetten veriliyordu.
İNANMAK İSTEMEDİK
THKP-C sanıklarından Muzaffer İlgen o günleri şöyle anlatıyor:
Gazetelere inanmak istemedik. Tahrif ediyorlar, Ertuğrul bunları söylemiş olamaz diye düşünüyorduk. Avukatlar aracılığıyla duruşma tutanaklarını getirttik. Gazeteler gerçeği yazmıştı. Bu olay yeni bir teslimiyet rüzgarına yol açtı. (THKP-C doğuşu ve ilk eylemleri, Kaynak Yayınları, 3. baskı, 1987)
AMAN MAHKEMEDE USLU DURUN!
THKP-C Genel Komitesi, sağ kalanların birkaçı hariç direnmekten vazgeçmişti. Direnmek isteyenlere ise önleyici telkinler yapılıyordu. Ziya Yılmaz, direnmekte ısrar edenlere şöyle yazıyordu:
Ülkü
Mahkememiz çok önemli... hakim sınıfların bizi provokasyona getirmek için pusuda olduğunu da unutmamalı. Bu hareketin bayraktarlığını yapanlarla yargılanıyorsunuz, Onların reddettiği mirasa sizin sahip çıkmanız çok yanlış olur. Ayrıca bu mahkeme bizlerin ideolojik tartışma alanımız değil. Bütün olanların hesabını vermek mecburiyetinde olanların tavırlarını iyi izleyerek asgari zayiatla kurtulmaya bakın. Bizler için kafasından geçen her şeyi mahkeme önünde söyleme mecburiyeti diye bir şey yok. Çelişkilerden istifade ederek mahkum olmamak veya az ceza almak da devrimci görevdir. Şimdi şartlar çok değişik. Mahkemede gürültü, kavga kesinlikle yanlış, üzerimizde oynamak istedikleri oyun da bu zaten. İdeolojik savunmaya gerek yok.
PİŞMANCILAR KOĞUŞU
2. THKP-C davası duruşmalarının başlamasından iki ay kadar önce Ertuğrul Kürkçü, Yusuf Küpeli, Münir Aktolga ve THKO davasından Nahit Töre Selimiye Kışlasının kötü ünlü 6. koğuşunda bir araya geldiler. Pişmancılar bu koğuşa veriliyordu. Burada yeni duruma uygun bir teori imal edildi. Buna göre Abdülhamit, 31 Martçılar, Serbest Fırka, Menderes ve Demirel ilerici idiler. İttihat ve Terakki, Kemalizm, CHP ve 27 Mayıs ise gericiliği temsil ediyordu!
Bu, bir teslimiyet teorisiydi. Bunu mahkemede ilk açıklayan Nahit Töre oldu. Bu açıklama kamuoyunda tepki çekince bir daha Abdülhamit'ten söz edilmedi. Ama aynı içerikteki açıklamalar devam etti. O dönemde bir hayli tartışılan Asya Tipi Üretim Tarzını (ATÜT) savunan İdris Küçükömerin fikirleriydi bunlar.
Duruşmalar ilerledikçe sanıklar arasında akli dengesini yitirenler görüldü. Bazılarının ise deli taklidi yaptıkları söyleniyordu. Teslim olanlardan Bingöl Erdumlu yazdığı bir mektupta şöyle diyordu:
Gerçeği buldum ben, yedi bin yıldır pislenen ve benliğimin en ücra köşelerine çekilen, saklanan fakat asla yok edilemeyen gerçek özüme, insanlığıma kavuştum.
https://www.aydinlik.com.tr/bir-gladyo-operasyonu-kizildere-2-pismancilar-kogusu-nun-itirafcilari-hikmet-cicek-kose-yazilari-mart-2018
Bir Gladyo operasyonu Kızıldere-3: Ertuğrul Kürkçü, Denizleri suçluyor
Hikmet Çiçek
Tarih 31 Mayıs 1973. İstanbul 3 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesinde 256 sanıklı THKP-C davasında Ertuğrul Kürkçü Kızıldereye gidişini, Mahire olan sevgisiyle, Mahirin mutlak nüfus sahibi olmasıyla, her söylediğinin kanun hükmü mahiyetinde oluşuyla açıklıyor ve şöyle diyordu:
Bana teslim ol çağrısını yaptıkları sırada bir süre düşündüm. Aslında çarpışmak hiç istemiyordum. İki tercih yapabilirdim. Ya kendimi vuracak ya da teslim olacaktım. Kendimi vurmadım ve teslim oldum. Bana savcılıkta ve sorguya çekildiğim yerlerde, yaptığım hataların ne olduğunu bilip bilmediğimi sorduklarında, şunu yaparken hatalıydık, bunu yaparken hatalıydık diye konuştum. Aslında ben bu hareketin içinde ve bu hareketin mantıki süreci içerisinde bir tek hata yaptım: Kendimi öldürmedim. Bunun dışında bu hareketin içinde hata, aranamaz. Zira hareketin kendisi baştan aşağıya hatadır.
Kürkçü ifadelerinde tüm geçmişini bir kalemde silebiliyor, pişmanlığını ağlayarak dile getiriyordu. Kızıldere sonrasını şöyle anlatıyordu:
Ben o andan beri eskisi gibi değilim ve eskisi gibi olmam da mümkün değildir. Yaptıklarımdan ötürü pişman değilim zira politikada pişmanlığa yer yoktur. Ancak ben bütün yaptıklarımla ve bütün mücadelemle, kendi geçmişimle hesaplaştım. Ve aslında tarihin gidişine, Türk toplumunun ilerleyişine karşı olan bir harekete dört elle sarıldım ve bu anlamda silaha sarıldığım için tarihe ve kendi halkıma karşı suç işlediğim inancındayım.''
'ONLAR OLMASAYDI
'
Ertuğrul Kürkçü 1987 yılında Yeni Gündeme verdiği demeçte THKP-Cnin silahlı propaganda yapma girişiminin ve Kızıldereye uzanan olaylar zincirinin sorumlusu olarak Deniz Gezmiş önderliğindeki THKOyu gösteriyor, onlar olmasaydı biz bu tip olaylara erkenden girmezdik diyordu. Bir bakıma 12 Mart yenilgisinin suçunu Denizlerin erken silahlanmasına bağlıyordu!
'AMERİKANIN OYUNUNA GELDİK!'
THKP-Cnin zaafı, ideolojisindeydi. Öncü savaş çizgisi, mahkemelerde teslimiyete dönüşmüştü. Tam bir psikolojik yıkım yaşanıyordu. Bütün inançlarını yitirmişlerdi. Münir Ramazan Aktolga, Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü gibileri sıkıyönetim mahkemelerinde tam teslim oldular. Devrimciliği savunmak ise tabandaki militanlara kaldı.
İrfan Uçar, Yusuf Küpeli, Münir Aktolga, Demirel hükümetine karşı mücadele etmekle Amerikanın oyununa geldiklerini söylemeye başladılar. Abdülhamitin yurtseverliğinden, Türkiyedeki dinci cephenin ilericiliğinden söz ediyorlardı. İrfan Uçar, koğuşta arkadaşlarının şaşkın bakışları altında çırılçıplak soyunarak hidayete eriyordu.
Kamil Dede, o günlerden söz ederken şunları söylüyor:
İrfan Uçar itirafçı değildir. Çok işkence gördü, işkencelerde kendini kurtarma saikiyle hareket etti. Mahkemelerde teslimiyetçilik ortaya çıkınca (bütün lider kadro aynı durumdaydı) ben bir mektup yazarak, bunların hepsinin aynı teslimiyetçi çizgide olduklarını açıkladım. Bu mektubu çoğaltarak mahkemede direnme yanlısı olan arkadaşlara yolladım.
Orhan Savaşçıyı da suçlamıştım. Bu nedenle cezaevindeki subay arkadaşlarla aram açıldı.Hatta, Orhan abiyi böyle nasıl suçlarsın diyerek beni tehdit etmeye kalktılar. Ben kararlı ve sert tutum alınca geri adım attılar. O mektuptan sonra bu lider kadro ile aram hiç düzelmedi bana hep tavır aldılar.
KIZILDEREYE GİDEN SÜREÇ
29 Kasım 1971de THKP-C üyesi Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz ve THKO üyesi Cihan Alptekin ve Ömer Ayna İstanbul Maltepe Askeri Cezaevinden tünel kazarak kaçtılar.
19 Şubat 1972 günü THKP-C liderlerinden Ulaş Bardakçı, İstanbul Arnavutköy'de saklandığı bir evde sabah saat 07.00 sularında katledildi. 25 yaşındaydı. O gün sabaha karşı Fındıkzade'de Tevfîk Fikret Sokak'ta bulunan Kısmet apartmanı basılmış, çıkan çatışmada Maltepe Askerî Tutukevi'nden kaçan Ziya Yılmaz ağır yaralı ve evde bulunan Şerafettin Serdar, Osman Cahit İyigün, Hüseyin Özkan, Safiye Özkan ve Lâle Dedealp yakalanmıştı. Aynı günlerde Orhan Savaşçı ve arkadaşları tutuklanmıştı. 9 Mart 1972 günü ODTÜ öğrencisi Koray Doğan, Ankarada polis kurşunuyla öldürüldü. Koray da 25 yaşındaydı.
THKP-C için büyük kentlerde barınma olanağı kalmamıştı. Dev-Gençin tütün ve fındık mitinglerinde kitle çalışmalarında kazanılan ilişkiler, THKP-Cye Karadeniz yolunu gösteriyordu.
Ocak 1972de İstanbuldan Ankaraya giden THKP-C lideri Mahir Çayan, THKO ile ortak bir eylem yapılması konusunda Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile görüş birliğine vardı. Çayan ve arkadaşları Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnanın idamlarını engellemek için 26 Mart 1972de Ünyedeki NATO radar üssünde çalışan ikisi İngiliz, biri Kanadalı üç radyo teknisyenini kaçırdılar.
46 yıl önce yaşanan bu olayın sonucu, tarihe bir katliam olarak geçecekti.
Mahir Çayan ve arkadaşlarının, sıradan üç yabancı teknisyenin hayatına karşılık, cezaevinde bulunan devrimcilerin serbest bırakılmalarını istemeleri, bugün size çok naif, çok gerçeğe aykırı bir eylem olarak gelebilir. O eylemi yapanlar, Deniz ve arkadaşlarını kurtaracaklarına gerçekten inanıyorlar mıydı?
Hayır diyor Kamil Dede. Mahirin böyle bir şeye inandığını söylemek, onun zekasıyla dalga geçmek olur. Efraim Elrom gibi önemli bir isim kaçırılmış ve sonuç elde edilmemiş. Üç sıradan teknisyen için Denizlerin bırakılacağına Mahir inanır mı?
'YAPTIĞIMIZ İNTİHARDIR'
Denizlerin idamını engelleyecek yasal yollar tükenmiş, tıkanmıştı. O eylem son çareydi. THKP-Cden Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Nihat Yılmaz, Ertan Sarıhan, Ahmet Atasoy ve THKO'dan Cihan Alptekin 27 Mart 1972 günü Ünye'deki NATO üssündeki yabancı teknisyenleri rehin alarak Kızıldere'ye gittiler. Burada, THKP-C'li Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve THKO'dan Ömer Ayna ile buluştular.
Yaptığımız intihardır diyordu, Mahir Çayan, eylem öncesinde Marksizmde intihara yer yoktur. Ama bunu yapmak zorundayız diye ekliyordu.
Bu eylemin kararı, Karadenize gitmeden önce alınmıştı. THKP-Clileri bu eylem için zorlayan Cihan Alptekin ile Ömer Aynaydı. Özellikle Denizle kardeş gibi olan Cihan Alptekin, Denizleri kurtarmak için bir şey yapılmazsa, Meclisin kapısında kendimi bomba ile parçalarım diyordu.
Doğru mudur bilinmez Kızıldereye gittikleri, İngilizlerin aracının tekerlek izleriyle saptandığı söylendi. Gene doğru mudur bilinmez, aynı gün Niksar ilçesi girişinde Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'ın bıraktıkları arabanın bulunduğu, Saruhan ve Yılmazın çevre köylerden ekmek alırlarken kuşku uyandırdıkları, bütün belirtilerin Kızıldere köyü dolayını işaret ettiği, sonradan çok yazıldı, çizildi.
Hayır diyor, Kamil Dede. Niksar ilçesi girişine aracı bırakan Saruhan ve Yılmaz değildi. Bir başka kişiydi. Eylemden sonra Fatsa ve çevresinde büyük bir operasyon yapıldı. Sayısız kişi işkenceli sorgulara alındı. Birileri söyledi Kızıldereyi. Ama kim, beli değil.
25 Mart 1972 tarihli, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu, ve Hükümetine başlığını taşıyan bildiri ile eylemciler isteklerini şu şekilde sıralayarak dünya ve Türkiye kamuoyuna ilan ederler:
1 İnfazlar derhal durdurulacak,
2 Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacaktır.
3 En çok kırk sekiz saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılması şarttır.
https://www.aydinlik.com.tr/bir-gladyo-operasyonu-kizildere-3-ertugrul-kurkcu-denizleri-sucluyor-hikmet-cicek-kose-yazilari-nisan-2018
Bir Gladyo operasyonu Kızıldere-4: İlk kurşunu komando kamplarının eğiticisi sıktı!
Hikmet Çiçek
SABAH 05.00
30 Mart 1972 sabahı 05.00'de arananların kaldığı ev jandarmalar tarafından sarıldı. THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna teslim olmaya hayır, biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik derler. (O sahneyi Hatırla Sevgiliden hatırlar mısınız?) Taleplerine olumlu karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri öldürerek sonuna kadar çarpışmayı kararlaştırdılar. "Teslim ol" çağrılarını reddettiler.
ÖZEL HARP DAİRESİ
Bugün artık biliyoruz. Operasyon kararını Özel Harp Dairesi almıştı. Operasyon öncesinde hükümetle bütün temas kesilmişti. Gladyonun ya da o dönemde Türkiyedeki yaygın adıyla Kontrgerillanın Türkiyede açıkça ortaya çıktığı dönem 12 Mart dönemidir. Gladyo teorisyenlerinin önerileri ve yöntemleri ilk defa bu dönemde geniş ölçüde uygulandı. Bu faaliyetler bizzat dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç tarafından yönetildi ve yönlendirildi. 12 Mart döneminde Türkiyede ilk kez Gladyo iktidarı tamamen ele geçirdi.
12 Mart döneminde Özel Harp Dairesi Başkanı Tümgeneral Cihat Akyol, MİT Müsteşarı ise Fuat Doğu idi.
Seferberlik Tetkik Kurulunun adı, başına Cihat Akyolun gelmesiyle Özel Harp Dairesi olarak değiştirildi. Dairenin başına Akyolun gelmesi bir dönüm noktasıydı.
Tümgeneral Akyol, Gladyo konusunda ABDde eğitim görmüş bir subaydı. ÖHD öncesinde MİTte görev yapmıştı. Müsteşar Doğu ise Tümgeneral Akyol ile yakın ilişkiler içindeydi. NAZİ generali Gehlen hayranıydı. İkisi de Cumhurbaşkanı Sunay ile yakın ilişki içindeydiler.
İLK VURULAN MAHİR OLDU
Mahir Çayan evin çatısında başından yediği kurşunla öldü. Rehineler öldürüldü. Evin kerpiç duvarlarını delen makinalı tüfek mermileriyle Ömer Ayna gözünden, Cihan Alptekin karnından vuruldu. Uzaktan yapılan havan ve roketatarlarla öldüler. Yaralı yakalanan Saffet Alp'i başından vurdular. Saffet, 23 yaşındaydı.
'BAĞIMSIZLIK UĞRUNA'
Onlar, ölmeden önce şu marşı söylediler:
Gün doğdu, hep uyandık
Siperlere dayandık
Bağımsızlık uğruna
Al kanlara boyandık.
Ertesi gün ölülerini almak üzere gelen yakınlarının teşhisleri sırasında Ertuğrul Kürkçü'nün babasının ölenler arasında oğlunun bulunmadığını söylemesi üzerine yeniden yapılan arama sırasında Ertuğrul Kürkçü samanlıkta yakalandı. Kızıldereden tek sağ kalan o oldu. Layık olduğu yere geldi, HDPden milletvekili oldu!
Öncelikle THKP-C'nin önderliğine vurulan ağır darbe, yalnızca bu örgütün değil, sosyalist hareketin 1968'liler içinden çıkan bir grup devrimci önderin yok olmasına yol açtı.
ÇATIŞMAYI PENCEREDEN SEYRETMİŞ
THKP-Cnin 23 kişilik ilk davasında yargılanan Mustafa Aynur anlatıyor:
2007 yılında Vatan Partisi adına seçim çalışmalarına Tokatta katıldım. Kızıldereye de gittim. Partili bir arkadaşın evinde kalıyordum. Ev, 1971de Kızıldere Muhtarı olan Emrullah Arslanın evine yakındı. Muhtarın bütün ailesi İstanbulda yaşıyordu, ama kendisi Kızıldereye dönmüştü.
Evinde kaldığım arkadaşın annesi, katliamı evinin penceresinden seyretmiş. Karnından vurulan bir gencin, bağırsaklarını tutarak evden uzaklaştığını, tarlanın kenarına düşerek öldüğünü anlattı. (Cihan Alptekin)
Daha sonra muhtarın yanına gittim. Ertuğrul Kürkçünün saklandığı samanlığı görmek istediğimi söyledim. Yıktım dedi. Yıkılan yeri, Kürkçünün nerede saklandığını gösterdi.
Mahir Çayan ve arkadaşlarına evini açan Kızıldere Muhtarı Emrullah Arslan 4 Kasım 2016 günü İstanbulda hayatını kaybetti. Emrullah Arslan'ın naaşı memleketi Tokat'a bağlı Kızıldere köyünde toprağa verildi. Arslan katliamdan sonra 3 yıl cezaevinde yatmıştı.
KOMANDO KAMPLARININ EĞİTMENİ
Kızıldere katliamında görev alan devlet görevlileri zamanla tek tek ortaya çıktı. Bazıları anılarında operasyona katıldıklarını anlattı, bazıları tanıkların ifadeleriyle belirlendi. Operasyonun en tepesinde iki önemli isim vardı: MİT Müsteşarı Korgeneral Nurettin Ersin ve Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Vehbi Parlar.
Evi kuşatan ve ateşi başlatan jandarmaların başında Teğmen Mustafa İlerisoy bulunuyordu. Kısa süre sonra üsteğmen olan İlerisoy, 12 Mart öncesinde Ankara'daki komando kamplarında ülkücülere eğitim veren subaylardandı. İlerisoy, Asteğmen Doktor Necdet Güçlü'nün Hacettepe Üniversitesinde 13 Nisan 1970 günü öldürülmesinde kullanılan iki silahtan birinin sahibiydi. Diğer silah ise Teğmen Fehmi Altınbilek'e aitti. Altınbilek de TİKKO örgütü lideri Ali Haydar Yıldız'ın katlinden, İbrahim Kaypakkaya'nın yakalanıp işkencecilerin eline verilmesinden sorumlu olan kişiydi.
Operasyonda MİT yöneticisi Mehmet Eymür, MİT İstanbul Daire Başkan Yardımcısı Albay Yaşar Savaş ve Necdet Akın vardı. MİT Ankara Bölge Başkanı Albay Süleyman Yenilmez de Kızılderedeydi.
'SAĞ KALANLARI ÖLDÜRMÜŞLER'
Dönemin başbakanı Nihat Erimin uzun yıllar sonra açıklanan günlüklerinde şunlar yazılıydı:
Akşam saat 18de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30da nasihatin etkisi olmadığını ve devamlı bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler
Kenan Evren yıllar sonra yayımlanan hatıralarında Kızıldere operasyonunun Özel Harp Dairesi tarafından yapıldığını yazar.
Aradan 46 yıl geçti. Türkiye halkı Kızılderede ölenleri hiç unutmadı!
https://www.aydinlik.com.tr/bir-gladyo-operasyonu-kizildere-4-ilk-kursunu-komando-kamplarinin-egiticisi-sikti-hikmet-cicek-kose-yazilari-nisan-2018
Çok uzun zamandır Ertuğrul Kürkçü konusuna olumlu baktığım söylenemez. Benim için tek olumlu yanı THKP-C'nin içinde yer alması, dönemin öğrenci liderlerinden biri olarak devrimci bir sorumluluk üstlenebilmesi ve Kızıldere'de doğrusu ve yanlışıyla da olsa kahramanca bir direnişin bir parçası olmasıydı. Sonrasında Kürt hareketinin içinde kuyrukçu bir siyaseti sınıfsal mücadeleye tercih etmesini ve bianet konusunda liberal teşvikler aldığı söylentilerini geçmişin kahramanlığıyla hiç bağdaştıramamıştım.
Hatırlıyorum; bir dönem yazıyazforum'da yöneticilik de yapan Sn. Ayanoğlu ile bu konuda bir tartışmamız da olmuştu. Sn.Ayanoğlu o zamanların Perincek'in İşçi Partisi'ni tutuyordu ve Ertuğrul Kürkçü için hem sorguda ve hem de mahkemede çözüldüğünü iddia ediyordu. Sanırım ''çözülmekten'' kastı da THKP-C konusunda isim vermesiydi. Ben buna karşı çıkıyordum. Hiçbir somut bilgiye dayanmadan bir sosyalist devrimcinin üstelik Ertuğrul Kürkçü gibi bir ''kahramanın'' sorguda veya mahkemede ''isim vermeyeceğini'' ve eğer verseydi hala sosyalist kesim içinde kendisine yer bulamayacağını iddia ediyordum. Hatırladığım kadarıyla tartışma pek bir yere varamadan sonuçlanmıştı.
Aradan çok zaman geçti; yazıyazforum kapandı ve Sn. Ayanoğlu ile de bir ilişkimiz kalmadı. Şimdi buradaki ''kaynaklı'' açıklamalar, Ertuğrul Kürkçü'nün düşündüğümüz gibi bir ''kahraman'' olmadığını, Sn.Ayanoğlu'nun iddialarının önemli ölçüde doğru olduğunu, benim o tartışmada hatalı bir tutum izlediğimi gösteriyor. Can yoldaşlarının Kızıldere'deki katliamla yitirilişinin sıcaklığı ve acısı henüz yüreklerdeki tazeliğini korurken Kürkçü'nün hem sorgu ve hem de mahkemede o süreci tamamiyle reddeden bir tavır takınmasının kabul edilebilir bir yanı olamayacağı gibi, böyle bir reddiye içinde olan birinin aktif siyaset içinde üstelik bir sosyalist olarak nitelendirilmesi de her türlü eleştiriye açık olacaktır. Sn. Ayanoğlu aramızdaki tartışmada, haklı olarak bu eleştiride bulunuyor ve Kürkçü'yü bir dönek ve liberal olarak tanımlıyordu. Haklıymış! Çok zaman geçmiş olsa da kendisinden bu konuda özür diliyorum.
Kızıldere'nin üzerinden çok zaman geçti. Dönemin devrimci gençlerini Kızıldere'ye götüren koşullar ve silahlı mücadele bir şekilde eleştirilebilir de. O sürecin içinde olanların yaşadıkları onca şeyden sonra,hapishane koşullarının yalnızlığında sorgu hataları vermeleri de bir şekilde anlaşılabilir. Ama dönemin bütün devrimci önderlerinin hemen hemen tamamının katli sonrasında acı öylesine büyük ve sıcakken, sorgularda, o devrimcilerin mücadelelerini boşa düşürecek ve anılarını kirletecek bir siyasal söylem sonrasında ''sosyalist mücadeleye devam'' konusu bana pek de doğru gelmiyor. Üstelik sınıfsal mücadelenin yerini Kürt hareketi içinde demokrasi mücadelesi almışsa Sn.Ayanoğlu'nun söylemine ( ''dönek'' ve ''liberal'') doğru olmayan bir tanım olarak yaklaşmak çok doğru bir yaklaşım olmasa gerek.
Aslında Ertuğrul Kürkçü'nün Kızıldere sonrasındaki siyasi konumlanışını çok daha önceden anlayabilmek mümkündü. Epey oldu; İstanbul Kadıköy'deki NHKM'nde sanırım 78'lilerin bir toplantısı vardı ve o toplantıda Ertuğrul Kürkçü konuşmacılardan biriydi. Oradaki hemen herkesin pür dikkat kesildiği konuşması sırasında garipsediğim bir yorumu vardı. ''Devlete karşı mücadele veriyorlar'' ifadesi zihnime kazınmış, bunu söylemişti üstüne basa basa. Devlete karşı olmayı desteklemek için gerekli ve yeterli bir şartmış gibi söylemişti. Yüzeysel bakınca sanki doğru bir ifade olarak da görülebilir. Ama değildi; ''askeri vesayet'' güdümlü ''laik devlete'' karşı mücadele veren güçlerin tamamını da kapsar bir şekilde konuşmuştu. Liberallerin AKP'nin ve Kürt hareketinin ittifakı da bu doğrultuda değil miydi? Kürkçü gibi ''donanımlı'' birinin sözde sol-sosyalist forumlarda ahkam kesmeye çalışan kuyrukçu tipler gibi konuya bu kadar yüzeysel yaklaşması garibime gitmişti. Belki o an yaşadığım şaşkınlığı sürdürebilseydim Sn.Ayanoğlu'nun eleştirisine karşı çıkmaz ve bir tepki vermezdim.
( Bir de şu ''devlete karşı olmak, devlete karşı mücadele etmek'' konusunu 20'li yaşlarda askerleri pusuya düşürerek katletmek ve ayrıca sivil alanlar da dahil çeşitli yerlerde bombalar patlatmak olarak savunmanın yanlışlığını da anlayalım. Sorun devleti daha demokratik bir yapıya kavuşturmak ise, bu saçma sapan yöntemi ve bu söylemi terketmek gerek. Yok eğer amaç açık seçik toprakların bir bölümünü de kapsar biçimde ayrı bir devlet ve yapılanma ise, bu yöntem yine yanlış olduğu gibi bu amacı açık seçik savunmak gerekmiyor mu? Hani çok sık yineler ve ''solcular amaçlarını saklamazlar'' deriz ya! O bakımdan!''
Kızıldere süreci çok önceleri, yazıyazforum döneminde çıkardığımız aylık e-dergide bir derlemeye dönüştürülerek yorumlanmaya çalışılmıştı. İlgilenenler için yararlı olabilir.
http://www.solpaylasim.com/k38-kizildere-bir-destandir-.html