Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Siyasi ve ideolojik söyleşiler

Ergin Yıldızoğlu ile AP seçimleri üzerine: Faşistlerin yükselişinin temelinde ne yatıyor, bu yükseliş ne getirecek?

“‘Aşırı sağ’ kavramının yükselen ‘şeyi’ açıklamaya yetmediğini, “yükselmeyi” sağ kanat içinde bir nicelik değişikliği sorununa (sağ eğilimin güçlenmesi gibi) indirgeyerek özgünlüğünü gizlediğini söyleyerek başlamak isterim. ‘Yükselen’ şeyin dünya görüşüne, tarihsel köklerine, içinde doğup geliştiği konjonktüre bakınca, ‘faşist’ nitelemesinin, yükseliş halini düşünebilmek için de ‘süreç olarak faşizm’ kavramının daha kullanışlı olacağını düşünüyorum”

Resim Ekleme
Avrupa Parlamentosu seçimlerinden, beklenildiği gibi, faşist partiler oy oranlarını önemli ölçüde artırarak çıktı.

Ergin Yıldızoğlu ile Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ortaya çıkardığı tabloya, seçim öncesinden itibaren harlanan faşizm tartışmalarına, Avrupa soluna ve seçim sonrası uluslararası dengelere dair konuştuk. Yıldızoğlu, neoliberal küreselleşme sürecinde derinleşen sınıfsal çelişkilerin AB’nin siyasi elitlerine olan tepkiyi de artırdığına, faşist yapıların da bu çözülmeyi fırsat olarak değerlendirerek yükselişe geçtiğine dikkat çekiyor.

Ancak Yıldızoğlu faşistlerin yükselişinin AB’nin uluslararası gündemlerdeki konum alışında bir değişiklik yaratıp yaratmayacağı konusunda daha temkinli. Yıldızoğlu, İtalya’daki Meloni örneğini vererek faşistlerin güçlendikçe ve devlete eriştikçe egeme sermaye ile temaslarının da gelişeceğini ve politik farkların zamanla ortadan kalkacağını düşünmekte.

“Süreç olarak faşizm”
Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrası ortaya çıkan tabloya dair genel değerlendirmeniz nedir? Aşırı sağın yükselişinin temelinde ne yatıyor?

“Aşırı sağ” kavramının yükselen “şeyi” açıklamaya yetmediğini, “yükselmeyi” sağ kanat içinde bir nicelik değişikliği sorununa (sağ eğilimin güçlenmesi gibi) indirgeyerek özgünlüğünü gizlediğini söyleyerek başlamak isterim. “Yükselen” şeyin dünya görüşüne, tarihsel köklerine, içinde doğup geliştiği konjonktüre bakınca, “faşist” nitelemesinin, yükseliş halini düşünebilmek için de “süreç olarak faşizm” kavramının daha kullanışlı olacağını düşünüyorum.

Faşist hareketlerin yükselme sürecinin temelinde, kapitalist üretim tarzının bütünsel/yapısal krizini yöneten neoliberal küreselleşme modelinin tükenmiş olması yatıyor. Neoliberal küreselleşme, kapitalizmin yapısal krizini, yeni piyasalar açarak, finansallaşmayı besleyerek, emekçi sınıflardan sermayenin çok ufak ama çok güçlü bir kesimini oluşturan “egemen sermayeye” değer transfer ederek bir süre yönetebildi. Ancak, bu yönetme biçimi gelir dağılımından, eğitim, sağlık, belediye hizmetleri alt yapılarına, kadar sosyal hizmetlere kadar toplumun dokusunda derin bir aşınma yarattı. Egemen sınıflarla alt sınıflar arasındaki “rıza dengesi” yapısal kriz boyunca giderek, ama özellikle 2008 finansal krizinin ertesinde, hızla bozuldu. Bu dengeyi kurmak, korumak, yeniden üretmekle yükümlü yönetici elitler ve düzen partileri hızla halkın güvenini kaybetmenin ötesinde, öfkesinin hedefi olmaya başladılar: “Elitler yalnızca kendilerini düşünürler, halkın dertlerine duyarsızdırlar” algısı giderek yayıldı ve güçlendi. Avrupa Birliği’nin halktan uzak, “ulusüstü” olma iddiasındaki bürokratik, hesap verme mekanizmalarından da korunmuş yönetim tarzı, bu güvensizliğin ve öfkenin yaygınlaşmasına çok uygun bir zemin ve iklim oluşturuyordu.

Faşist parti ve akımlar bu zemin üzerinde ve iklimde, “seçkinlerin” çözüm üretme konusunda tamamen çaresiz kaldığı “göçmenler”, “gelir dağılımındaki bozulma”, “küresel ısınma” gibi sorunlar üzerinden, bu alanlarda üretilen çözümleri, özellikle pandemi döneminde tanık olduğumuz gibi “halkın özgürlüklerine yönelik saldırılar, halkın işine karışan, “çok bilmiş” ukalalıklar olarak sunarak güçlendiler.

Faşizmin iki dönemi
“Sıkça faşizm yükseliyor” yorumlarıyla karşılaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşı öncesindeki politik atmosferle kıyaslamalar yapılıyor. İki tarihsel dönem arasında bir benzerlik durumundan söz edebilir miyiz? Benzer ve farklı yönleri için ne söylenebilir?

Büyük güçler arası rekabet (hegemonya rekabeti), pandemi, finansal krizler gibi sarsıntıların altında, kapitalizmin bütünsel krizi ve yönetici seçkinlerin bu krizi yönetmedeki, halkın sıkıntılarına çare üretmedeki beceriksizlikleri her iki dönem arasındaki en önemli benzerliği oluşturur. Bu benzerlik, daha yakından bakınca, ülkeler içinde gelir dağılımı bozulurken uluslararası düzen içinde devletler arası güç dağılımın dengelerinin da değişmeye başlaması; ülkelerin içinde, uluslararası alanda geçerli yönetim kuralların ve ideolojilerinin verimliliklerini kaybetmeye, hatta çözülmeye başlaması olarak gösterir.

Her iki dönem arasında zaman ve mekan yöneten teknolojiler, kapitalizmin yaygınlığı ve derinliği, “kapitalist gerçekçiliğin” günlük yaşama sızma, bu sızmaya, sanat ve edebiyat alanında direnme çabaları biçimleri, kültürün metalaşma düzeyi alanlarında önemli farklar var. Önceki dönemde küresel ısınma gibi bir hızlandırıcı da yoktu. Ve Batı emperyalizminin güvenlik merkezleri, ilk kez Çin gibi “Batı içinden” çıkmamış bir büyük gücün tehdidi altında olduklarını düşünüyorlar.

Ancak bence iki dönem arasındaki çok büyük, hatta yaşamsal bir fark var: Bu fark iki boyutlu: (1) O dönemde çok güçlü bir işçi hareketi, komünist ve sosyal demokrat hareketler ve SSCB vardı. (2) O dönemde sosyalist, hatta liberal hareketler faşizmle ilk kez karşılaşıyorlar, bu olguyu anlamakta ve teorize etmekte, mücadele biçimleri üretmekte çok zorlanıyorlardı.

Bugün o siyasi hareketlerin yerinde yeller esiyor, bir anlamda “barikatın bu tarafındaki” savunma çok seyrek ve zayıf. Diğer taraftan bu dönemde faşizmin özellikleri, tarihi ve başarılı başarısız mücadele biçimleri üzerine elimizde, 1960’ların ve 1970’lerin mücadele ve teorik çalışma çabalarıyla zenginleşmiş büyük bir tarihsel deneyim, teorik birikim var.

Avrupa’da sol açısından hem yakın dönemdeki stratejisi hem de geleceğine dair ne söylenebilir? Bu mağlubiyetin ardında ne yatıyor? Sol açısından gidişat tersine nasıl çevrilebilir?

Avrupa’da solun birçok zaafı var. Bunlardan birincisi kapitalizmin ve işçi sınıfının bu yapısal kriz içinde geçirdiği evrime ve mutasyonlara, gerek örgütlenme tarzı, gerekse çalışma tarzı alanlarında uyum sağlamakta çok yetersiz kalmış olmasıdır. Bu zaaf 1970’lerin hatta 80’lerin büyük sol örgütlerinin zamanla aşınarak, parçalanarak, kaybettiği deneyimli kadroların yerine yenilerini koymakta, hatta genç kuşaklarla yenilenmekte başarısız kalarak zayıflamasına yol açtı.

Bu zaafları aşmak için çabalar yok değil ama bu çabalar dağınık, toplumsal mücadelelerin günlük pratiğinden, buradaki sorunlara cevap verme çabalarından uzakta, kısmen akademik çevrelerde yaşanıyor. Ek olarak, sosyalist hareketlerin ayakta kalmış olanları güçlerini birleştirme konusunda isteksiz ya da beceriksiz davranıyorlar. Nihayet iktidara gelme tutkusunun eksikliği ve mücadeleyi ve araçlarını bu tutkuya bağlama eğiliminin yokluğu hemen her yerde kendini hissettiriyor.

Meloni’nin evrimi
Avrupa Parlamentosu seçimlerinin uluslararası dengeler açısından nasıl sonuçları olabilir? AB’nin uluslararası gündemlerdeki konum alışında bir değişim beklemeli miyiz?

Bu soruya cevap vermek kolay değil. İlk anda faşist hareketlerin Rusya-Ukrayna savaşında, küresel ısınma konusunda, egemen kapitalizmin ana akım ideolojisinden, siyasi önceliklerinden farklı bir yöne doğru eğildiği görülüyor. Ancak bu görece bağımsızlığa prim vermekten yana değilim. Bu faşist hareketler güçlendikçe ve devlete eriştikçe egeme sermaye ile temasları da gelişecek ve derinleşecektir. Bu süreçte bugün var olan farkların hızla ortadan kalmasını bekliyorum. İtalya örneğinde Meloni’nin hükümete gelirken geçirdiği evrimin bu beklentimi desteklediğini düşünüyorum.

https://sendika.org/2024/06/ergin-yildizoglu-ile-ap-secimleri-uzerine-fasistlerin-yukselisinin-temelinde-ne-yatiyor-bu-yukselis-ne-getirecek-707233

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]